100’üncü yılında yönetim hakkının millet ortak iradesine teslimi

featured

E. Tüma. Dr. A. Deniz Kutluk yazdı

Bu yıl 23 Nisan 2020’de Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşu ve adı o zaman fiilen konulmamış olsa da Cumhuriyet Yönetiminin bu topraklardaki başlangıcının 100’üncü yılını kutluyoruz. Kolay erişilmeyen o günlere[1] dair bu kutlamalar TBMM’nin açılışından birkaç sene sonra Çocuk Bayramı ile birleştirilmiştir. Gerçekte Cumhuriyet tartışmaları 1860’lı yıllarda görülse de cumhuriyeti amaçlayan ciddi yaklaşımlar Millî Mücadele yıllarında ortaya çıkmıştır.

Nitekim Amasya Tamiminde[2] “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağı” ifade edilmişti; Erzurum Kongresi’nde “millî iradeyi hâkim kılmak esastır” kararı alınmıştı; millî iradenin gerekliliği üzerinde “milletlerin kendi geleceklerini bizzat tayin ettiği bu tarihî devirde, merkezî hükûmetimizin de millî iradeye tâbi olması zaruridir…” vurgusu yapılarak millet egemenliği esas kabul edilmiştir. Nitekim Sivas Kongresi’nde de benzeri kararlar alınmıştır.

Çok vahim bölücü tehditlerin[3] baş gösterdiği ve milletin varlığının tehlike altına düştüğü bir dönemde[4] katılabilen üyelerle[5] 23 Nisan 1920’de Anadolu toprakları üzerinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılması kurtuluş savaşının sevk ve idaresinde yasallığı sağlaması yanı sıra millî egemenlik ve cumhuriyet yönünde de atılmış önemli bir adımdır. Aslında o günkü şartları ile TBMM açılışı adı konulmamış bir cumhuriyet düzeni idi[6] . TBMM bu ilk açılışı Cumhuriyetin ilanına ilişkindir. O dönemde Cumhuriyet, devlet şekli olarak egemenliğin millete ait olmasını, hükûmet şekli olarak “seçim ilkesini” esas almıştır. Diğer bir ifadeyle cumhuriyet; yönetenlerin, yönetme yetkilerini yönetilenlerden belli süreler için aldığı bir rejimdir. Bu nedenle cumhuriyetle egemenlik düşüncesi arasında yakın bir ilişki vardır. Atatürk’e göre egemenlik mutlaka millete ait olmalıdır: Egemenlik millete ait olduğunda cumhuriyetin laiklik, milliyetçilik, halkçılık, inkılapçılık ve devletçilik gibi diğer ilkeler ile birlikte yaşaması, milleti hakim olarak yaşatması da söz konusu olabilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin aslında 23 Nisan 1920’de TBMM ile başladığı gerçek olmakla beraber devletin ilk yarım asrına şekil veren düzenlemeleri de bu cumhuriyetin ilanını takiben yapılmıştır. Osmanlı saltanat kaldırılmasıyla başlayan ve hilafetin kaldırılmasından sonra birbiri ardına yapılan temel hukuki, siyasi ve kültürel düzenlemeler ile yeni Türk devletinin şekli berraklaşmıştır.

TBMM’nin 23 Nisan 1920’de açılması ve kabul ettiği Teşkilat-ı Esasiye kanunu ile Türk milletinin siyasi ve idari tarihinde son derece önemli bir değişim söz konusu olmuştu. Hakimiyetin kayıtsız ve şartsız olarak Türk milletine ait olduğu ilkesi devlet ve hakimiyet anlayışında büyük bir değişime işaret etmekteydi.

Tam yüz yıl önce 23 Nisan 1920 tarihinde fiilen kurulan yeni Türk Devleti’nin bir yandan kurtuluş savaşı ile varoluş mücadelesini yürütürken kabul ettiği Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, adım adım gerçekleştirilmeye çalışılan devlet yapısının ana ilkelerini ortaya koymaktaydı. Bu 23 maddelik özet Anayasa kendi temelleri ile çelişmeyen Osmanlı Kanun-ı Esasisinin maddelerini de yürürlükte tutarken, bir anayasal cumhuriyet rejimine geçiş dönemi ihtiyacını karşılamaktaydı. Cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırılmasından sonra bütün gücü ile devleti ve milleti çağdaş uygarlık düzeyine çıkaracak düzenlemelere girişen TBMM, özünde ise yeni ihtiyaçlara cevap verecek, kurulan sistemi ebedîleştirecek daha kapsamlı bir Anayasa ihtiyacı içindeydi. Nitekim 20 Nisan 1924 tarihinde yürürlüğe giren Anayasa zaman içinde geçireceği düzenlemelerle birlikte 1960’a kadar yürürlükte kalacaktır.

Devletin cumhuriyet vasfının değiştirilemeyeceğini, bunun teklif dahi edilemeyeceğini ilk madde olarak alan yeni Anayasamillî egemenliği devletin ve sistemin temeli olarak kabul etmiştir. O zaman için Yasama ve Yürütme Kuvvetini, kuvvet erklerini elinde tutan meclis, bu yürütme fonksiyonunu/erkini ise her zaman Meclisin denetimi altında olacak bir meclis hükûmetine vermiştir. Yargı görevi ise yine millet adına bağımsız mahkemelere verilmiştir.

İlk Cumhuriyet Anayasası kanun karşısında eşitlik ilkesini öne çıkararak din, vicdan, söz, yayın, seyahat çalışma ve mülk edinme hürriyeti gibi klasik insan hukuku esaslarını garanti altına almıştır. Anayasa, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk denir” ibaresiyle Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” tarifiyle uyum içinde bir kimlik oluşturmuştur.

Cumhuriyet, devlet şekli olarak egemenliğin millete ait olmasını, hükûmet şekli olarak seçim ilkesini esas almıştır. Diğer bir ifadeyle cumhuriyet yönetenlerin, yönetme yetkilerini yönetilenlerden belli süreler için aldığı bir rejimdir. Bu nedenle cumhuriyet ile egemenlik düşüncesi arasında yakın bir ilişki vardır. Atatürk’e göre egemenlik mutlaka millete ait olmalıdır: “Egemenliğinden vazgeçmeye rıza gösteren bir milletin akıbeti elbette felakettir, elbette musibettirMilletler kendi egemenliklerini ellerinde tutmak mecburiyetindedirler. Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler kendi talih ve kaderini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır. Bu kadar acı tecrübeler geçiren milletin egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve milletin olacaktır.

TBMM açılışından 3,5 yıl sonra 29 Ekim 1923’te “Türkiye Devleti’nin hükûmet şekli cumhuriyettir” ifadesi anayasada da yerini almıştır. Böylece uhrevi kişilerin kendi ve soylarına atfettiği düşünülerek elde tutulan egemenlikle 621 yıl sürdürülmüş saltanattan uzaklaşılmış, Atatürk’ün “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” düşüncesinden hareketle saltanat yönetimi terk edilip artık milletin yönetimine katılacağı bir rejim kurulmuştur. Bu temelde, Osmanlı’nın 600 yıllık hukuk, siyaset, egemenlik kavramları ve kurumlarının yerlerine demokratik ve çağdaş bir anlayışın kavramları, kurumları benimsenmiştir[7]. Bu egemenliğin tek kaynağının millet oluş özelliği 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında “Türkiye Devleti bir cumhuriyettir” şeklinde değiştirilerek cumhuriyet kavramına bir devlet şekli anlamı verilmiştir.

Atatürk, cumhuriyeti şöyle açıklamaktadır. “Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun idare cumhuriyet idaresi demektir. Cumhuriyet rejimi demek demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. Cumhuriyet yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir[8] . Bugünkü hükûmetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükûmet teşkilatıdır ki onun adı Cumhuriyettir[9]. Artık hükûmet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükûmet, millet ve millet hükûmettir.”

Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanmasıyla birlikte dinî ve mistik hâkimiyet görüşü yerinetamamıyla laik ve millî egemenliğe dayalı bir yönetime doğru ilerleme kaydedilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılışının ertesi günü, 24 Nisan 1920 tarihinde, Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde hiçbir kuvvetin bulunmadığını belirtmiştir. Cumhuriyete giden yolda büyük adımlar atılmasını sağlayacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100 yıl önce 23 Nisan’da açılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluş mücadelesinin en önemli safhalarından birisi ve milli iradenin yansımasının simgesi olmuştur. Kurtuluş Savaşını başarıyla yöneten TBMM bugün de büyük saygı duyulan gazi unvanını bihakkın hak ve muhafaza etmiştir, öyle kalmaya da devam etmelidir. TBMM, 24 Nisan 1920 günü yaptığı ikinci toplantısında Mustafa Kemal Atatürk’ü meclis başkanlığına seçmiş ve Cumhurbaşkanı seçildiği gün olan 29 Ekim 1923 tarihine kadar Atatürk TBMM’nin başkanlığını sürdürmüştür.

Çocuk Bayramı. 23 Nisan 1921’den başlayarak her yıl kutlanan bu önemli günü takiben bir süre sonra Atatürk TBMM’nin milli hakimiyeti milletin adına kullanışının her yıl kutlandığı bu bayramı Himayei-i Etfal Cemiyetinin savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirmek çabaları ile birleştirerek çocuklara armağan etmiş, 1979’dan itibaren ise UNESCO-BM’in de tanımasıyla bu bayram uluslararası kutlanır hale dönüşmüştür[10] .

Çocuklara, büyüklere, tüm millete 23 Nisan Bayramı kutlu olsun, sevinci ve başarıları unutturulmasın…

Kaynakça: Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-II, Anadolu Üniversitesi Yayını No. 3008, Editör, Prof. Dr. Cezmi ERASLAN (2. Baskı, Nisan 2013)

[1] TBMM günlerine hızlı geliş özeti: Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasının ardından, Mondros Mütarekesi’ne rağmen Osmanlı ana vatanının işgal edilmeye başlanması üzerine Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Çeşitli Kongreler, mücadeleler, isyanlar, bastırılmalar ve örgütlenmelerle yoğun birkaç ay yaşandı. İstanbul Hükümetinde galiplerle dost ve işbirlikçi Damat Ferit Paşanın savsaklamaları, geciktirme ve engellemelerine rağmen nihayet 1919 sonbaharında yapılan seçimlerden sonra Osmanlı Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920’de, 168 üyesinden 162’sinin katılımıyla İstanbul’da toplandı. Mustafa Kemal de bu son Osmanlı Meclis-i Mebusan seçimlerinde Erzurum mebusu seçilmişti ancak o Ankara’da kaldı. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yanlısı milletvekillerinin çoğunlukta olduğu bu Meclis, 28 Ocak 1920’de yaptığı gizli oturumda Misak-ı Milliyi kabul etti. Bunun üzerine galip devletler İstanbul’u 16 Mart’ta işgal ettiler. İngiliz işgal kuvvetleri Meclis-i Mebusandaki Heyeti Temsiliye milletvekillerini 18 Mart 1920’de tutukladı ve sürgüne gönderdi. Mebusan Meclisi de 18 Mart’ta son kez toplanarak, Meclisin süresiz olarak tatil edilmesini kararlaştırdı. Milli Mücadele yanlılarının tutuklanmaya başlamaları üzerine, milletvekilleri ve aydınlar, Ankara’ya kaçmaya başladı. Mustafa Kemal, 19 Mart 1920’de yayımladığı genelgeyle ”Ankara’da olağanüstü yetkili bir Meclisin” toplanacağını duyurdu. Mustafa Kemal, 22 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışını duyurduğu genelgesinde bundan böyle ”bütün sivil ve askeri makamların ve bütün ulusun emir alacağı en yüksek kat”ın bu Meclis olacağını kaydetti ki bunu açılış sonrasında da tekrar vurgulamıştır. ilk TBMM, İttihat ve Terakki Kulübü olarak yapılan binada açıldı. https://www.haberturk.com/turkiye-buyuk-millet-meclisi-tbmm-ne-zaman-acildi-istetbmm-nin-kisa-tarihcesi-2641058

[2] Amasya Tamimi, tam bağımsız ve ulusal egemenliğe dayanan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ilk belge olması nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti açısından önemi büyüktür. 21 -22 Haziran 1919 günleri Amasya’da Saraydüzü Kışlası’nda Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Bir ihtilal bildirisi niteliği taşıyan Amasya Tamimi görüşülüp önemli kararlar alındı. Bu tamimde ilk kez ulusal egemenlikten bahsedilmiş, İstanbul Hükumetinin düşmanlarda esir olduğu belirtilerek İstanbul Hükumeti hiçe sayılmıştır. Milleti yine milletin azim ve kararının kurtaracağı vurgulanarak Kurtuluş Savaşının amacı ve yöntemi hakkında açıklama yapılmıştır. Egemenliğin kaynağına ilişkin Kararlar şöyledir: Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul Hükumetinin eli kolu bağlanmıştır ve aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır… (bu amaçla) her türlü baskıdan uzak bir heyetin varlığı zaruridir. (Mustafa Kemal kendisinin hazırladığı Amasya Tamimini 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla imzalamıştır.)

[3] Bu dönemde İstanbul Hükümeti ve Sadrazamı Damat Ferit Paşanın milleti aldatarak Meclis-i Mebusan seçimlerini aylarca ertelemiş bulunduğu, Ferit paşanın Toros’un ilerisindeki illerimizden “vazgeçtiğinin” Barış Konferansına verdiği notadan anlaşılmış olduğu, Aydın ilimizde Yunanlılarla sınır tespit görüşmeleri yaparak İzmir-Aydın arasının Yunanlılarca ilhak edilmesini kabule hazırlandığı… velhasıl İstanbul hükümetinin gafilce ve haince siyasetiyle memleket ve milleti parçalayacağı kesinlikle anlaşılmış olduğunu bunlarla mücadele için göreve hazır olmalarını istediği…” 14’üncü (Balıkesir), 12’inci (Konya), 13’üncü (Diyarbakır) 15’inci (Erzurum), 20’inci (Ankara), 1’inci (Edirne) Kolordu Komutanlıklarına, 17’inci (Bursa) 58’inci (Çine), 61’inci (Bandırma),11’inci (Niğde) Tümen Komutanlıklarına, İllere, Bağımsız Sancaklara ve Belediyelere, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Kurullarına göndermiş olduğu 13 Eylül 1919 tarihli telgrafında açıklamaktadır. Nutuk ss. 113-115, Alfa Yayınları, 21 Basım, Aralık 2008.

[4] Atatürk o günleri şöyle aktarmaktadır: “…TBMM’nin toplanmasını ve açılmasını sağlamaya çalıştığımız günlerde bizi en çok uğraştıran, Düzce, Hendek, Gerede gibi Bolu bölgesindeki yerlerden başlayıp, Nallıhan, Beypazarı üzerinden Ankara’ya yaklaşacak kadar genişleyen irtica ve isyan dalgaları olmuştur. Ben bir taraftan bu dalgaların durdurulmasına çalışırken, bir taraftan da Ankara’da toplanmakta olan ve genel durumu iyice bilmeyen milletvekillerini dehşete düşürecek olaylar karşısında bırakmamak ve böyle durumların ortaya çıkmasıyla Meclis’in toplanamaması gibi uğursuz ihtimalleri önlemek çarelerini düşünüyordum. Bunun için Meclis’in açılmasında acele ediyordum. Nihayet, gelebilmiş olan milletvekilleriyle yetinerek Meclis’in, Nisan’ın 23’üncü cuma günü açılmasına karar verdik…Nutuk, ss. 382-383, nakleden Uluç Gürkan. “Atatürk’ün izinde Türkiye Dünyayı Değiştirecektir” ss. 60-61, Tekin Yayınevi, 2019.

[5] Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Meclis-i Mebusan üyelerinden oluşan 324 milletvekili ile kurulan meclis, zorluklar nedeniyle 115 milletvekili ile açıldı. Aynı gün gerçekleşen toplantıda meclis adının “Türkiye Büyük Millet Meclisi” olmasına karar verildi. https://www.hurriyet.com.tr/gundem/tbmm-ne-zaman…

[6] TBMM görüşmelerinde Milletvekili Abdurrahman Şeref Bey, bunu şöyle ifade etmiştir: “Hükûmet şeklinin tadadına lüzum yok. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir dedikten sonra kime sorarsanız sorunuz, bu cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad, bazılarına hoş gelmezmiş, varsın gelmesin”. https://www.kurtulussavasi.gen.tr/amasya-tamimi.html

[7] Uluç Gürkan, age, s 62.Deniz Baykal’ın TBMM’nin 76’ıncı kuruluş yıldönümünde yaptığı ve TBMM Tutanak Dergisinde yayınlanan (20. Dönem 4. Cilt 44. Birleşim) görüşleri bu konuyu veciz şekilde ve güçlü ifadelerle açıklamaktadır: “Siyasal egemenlik gökten yere indirilmiş, halife sultandan alınıp millete devredilmiştir. Toplum üzerinde bir sömürü ve baskı aracı olarak kullanılan hilafet ve saltanat gibi kimi doğaüstü güç, kavram ve kurumlar yıkılmış, egemenliğin kaynağı ilahi olmaktan çıkarılarak dünyevi ve insani bir temele oturtulmuştur. Yönetenlerin, kuralları koyup yasa yapanların yönetme, kural koyma, yasa yapma yetkisini din dışından bir kaynaktan, özgür bireylerin iradesinden almaları sağlanmıştır”. Uluç Gürgan, agy.

[8] Atatürk’ün cumhuriyet idaresinde korkuya yer olmadığını ve fikir özgürlüğünün esas olduğunu şu sözleriyle açıklamıştır: Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız karşıtlarımızın insaflı olması lazımdır. Cumhuriyet ahlâkî fazilete dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. Sultanlık, korku ve tehdide dayanan bir idaredir. Cumhuriyet idaresi, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık, korkuya tehdide dayandığı için, korkak, alçak, sefil, rezil, insanlar yetiştirir. Aradaki fark bunlardan ibaretti…”

[9] Atatürk, cumhuriyetin çoğulcu bir sistem olduğuna inanıyordu. Bu nedenle döneminde iki defa çok partili hayata geçiş denemesi yapıldı. Ancak cumhuriyetin ilk dönemlerinde çoğulcu sistemin yaşatılması mümkün olmadı. Bu noktada demokrasinin öğrenilmesi, refahın arttırılması, özgürlüklerin genişletilmesi, uluslaşma sürecinin tamamlanması ve eğitim seviyesinin yükseltilmesi için gerekli hazırlıklar yapıldı. Bu sebeplerle Türkiye Cumhuriyeti’nde çok partili hayata geçiş ikinci Dünya Savaşından sonra mümkün olabilmiştir.

[10] 23 Nisan 1921’den itibaren TBMM açılışının birinci yılında kutlanmaya başlanan 23 Nisan Millî Bayramı bir süre sonra 01 Kasım 1922’den itibaren Saltanatın kaldırılmasına atfen kutlanmakta olan Hâkimiyet-i Milliye Bayramı ile birleştirilmiştir. Bu dönemlerde Himaye-i Etfal Cemiyeti ise savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacıyla 1927’den itibaren 23 Nisan Çocuk Bayramı şeklinde kutlamalar yapmaktaydı. Bunlardan ilki Atatürk’ün himayesinde düzenlenmiş idi. Bu arada 1933’te Atatürk’le başlayan çocukları makama kabul etme geleneği günümüzde çocukların kısa süreliğine devlet kurumlarının başındaki memurların yerine geçmesi şeklinde devam etmektedir. 23 Nisan kutlamaları bir müddet sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından dünya çocuklarına armağan edilmiştir. 1980 darbesi döneminde Millî Güvenlik Konseyi, bu bayrama resmî olarak “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adını vermiş, UNESCO’nun 1979’u Çocuk Yılı olarak duyurmasının ardından, TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği’ni başlatarak, bayramı uluslararası düzeye taşımıştır. Günümüzde bayrama birçok ülkeden çocuklar katılmakta, çeşitli gösteriler hazırlanmakta, okullarda törenler ve çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Veysi Akın (1997). “23 Nisan Millî Hâkimiyet ve Çocuk Bayramı’nın Tarihçesi”. PAÜ Eğitim Fakültesi Dergisi (akademik yayın) (Pamukkale Üniversitesi bas.). Cilt 3. sayı, s. s. 92.

Not: Bu makale Anka Enstitüsü‘nden alınmıştır

100’üncü yılında yönetim hakkının millet ortak iradesine teslimi

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!