23 Nisan’ın devrimci özü

featured

Mustafa Solak yazdı

Atatürk, devrimciliği şöyle tanımlamıştı:

“İnkılap mevcut müesseseleri zorla değiştirmek demektir.

İnkılap Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine, milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır.”[1]

23 NİSAN, DEVRİMDİR

23 Nisan 1920’de Ankara’da, Büyük Millet Meclisi’ni açmak, devrimdir. Atatürk’ün devrim tanımındaki bütün hususlar gerçekleşmiştir. Mevcut kurumlar olan padişahlığa, halifeliğe, İstanbul Hükümetine, emperyalizme bağımlılığa isyan edilmiş ve Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan kurumların yerine millet egemenliğine dayalı meclis kurulmuştur. Bu meclis; milli egemenliğe dayandığı için millidir ve laiktir; zamanla daha da laikleşecektir.

23 Nisan 1920 tarihini devrim olarak kabul etmek, yeni bir devletin kuruluşunu tespit etmek bakımından önemlidir. Cumhuriyet, 29 Ekim 1923’te ilan edilse de aslında 23 Nisan 1920’de fiili olarak hayata geçmişti. Şevket Süreyya Aydemir 23 Nisan 1920’de milli mücadelenin “artık bir Halk Hareketi olmaktan çıkmış, bir Halk Devletinin ekseni etrafında gelişmeye” başladığını vurgulamakta, bu tarihi “Türkiye Milli Kurtuluş Hareketi’nin kendi devletini kurduğu tarih”[2] olarak görmektedir. Aydemir yeni bir devletin kurulduğunu şu sözleriyle belirtir:

“Büyük Millet Meclisinin açılışını, bu açılış töreninin yapıldığı 23 Nisan 1920 gününün şartları ve o zamanki Ankara’nın havası içinde düşünmeliyiz. Olayın niteliği, milletin kendi iradesine, kendisinin hakim olması için bir organın kuruluşudur. Gerçek manasıyla bu, Anadolu’da yeni bir devletin kuruluşu demektir.”[3]

Falih Rıfkı Atay’da, “Anadolu’da yeni bir Türk devletinin temeli 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açıldığı gün atılmıştır” diyerek Mustafa Kemal Atatürk’ün meclis başkanı seçilmesini “Türk devletinin ilk başkanı” olarak görür.[4]

ATATÜRK’ÜN HÜRRİYET VE BAĞIMSIZLIK VURGUSU

Atatürk 23 Nisan’ı, emperyalizme karşı verilen bağımsızlık savaşının önemli bir günü olarak vurgular. Meclisin 23 Nisan 1920 gününü “Milli Bayram” ilan etmesi üzerine şu tebrik mesajını yayımlamıştır:

“Kurtuluş ve bağımsızlık davası ile kıyam eden tekmil Anadolu’nun bu mukaddes davası temsil ve müdafaa için vücuda getirdiği Türkiya Büyük Millet Meclisi 1920 senesi Nisan’ın yirmi üçüncü günü açılmıştı… Bu mukaddes tarihi vücuda getiren milli mücahedelerin [gayretlerin] en canlı ve fedakâr etkeni bulunan Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk heyetlerini büyük bir samimiyet ve hararetle tebrik eder ve bu tebriklerin bütün kaza, nahiye ve mahallelerin idare heyetlerine de bildirilmesini rica eylerim, Efendim.”[5]

Mustafa Kemal Paşa, 23 Nisan ile ilgili Hakimiyeti Milliye gazetesinin 24 Nisan 1921 tarihli baskısında yayınlanan düşüncelerinde hürriyete ve bağımsızlığa vurgu yapar:

“Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli miraslarından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım…Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi, mutlak o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir…Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir.”[6]

23 NİSAN’A GİDEN SÜREÇ

Meclisin açılışına giden süreçte Osmanlı ile Anadolu arasındaki ikili iktidar mücadelesine baktığımızda 23 Nisan 1920 Devrimi’nin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Esasen Anadolu’da milli bir hükümetin nüvesi Erzurum Kongresi’nde Heyet-i Temsiliye’nin oluşmasıyla belirmişti. Dolayısıyla ikili iktidar mücadelesi de bu heyetle ortaya çıkmıştır. Meclisin açılışına kadar İstanbul Hükümeti’nin bu heyetin tanınmamasına yönelik girişimlerini şöyle gösterebiliriz.

Damat Ferit’in sadrazam olduğu İstanbul Hükümeti’nin Dahiliye Nazırı Adil imzasıyla 29 ve 30 Temmuz 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Beyin yakalanarak derhal İstanbul’a gönderilmelerini istedi. Fakat hükümetteki Ahmet İzzet Paşa, bu reddederek istifası etti. Heyet-i Temsiliye’yi desteklediği düşünülen 30 kadar mutasarrıf ve kaymakam azledildi ya da istifa etmiş sayıldı. Mustafa Kemal Paşanın askerlik mesleğinden kovulmasına, nişanlarıyla, fahrî yaverlik rütbesinin kaldırılmasına karar verildi.

20-22 Ekim 1919’de Amasya’da, İstanbul Hükümeti’yle Meclis-i Mebusan’ın açılması kararlaştırıldı. 12 Ocak 1920 tarihinde açılan Meclis-i Mebusan, 28 Ocak’ta “Misak-ı Millî’yi kabul etti. Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan beri İstanbul’a yerleşen emperyalistler, 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgal ettiler. Pek çok yönetici, siyasetçi, milletvekili Malta’ya sürüldü. İşgalci devletler, 27 Mart 1920’de Salih Paşa Hükümeti’ne nota vererek, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının İstanbul Hükümeti’nce red ve inkar edilmesini istediler. Salih Paşa bunu reddederek 2 Nisan 1920’de istifa etti.

Damat Ferit Paşa 5 Nisan 1920’de yeni hükümeti kurunca milli mücadeleyi halife ordusu ve fetvalarla yok etmeye çalışmıştır. 11 Nisan 1920’de Meclis-i Mebusan dağıtılmıştır. Kuvayi Milliyecilerin Bolşevik, İttihatçı, Yunan askerlerinin halife kuvveti olduğuna dair halka propaganda yapılmıştır. 11 Nisan’da Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzalı, Kuvayi Milliyecilerin “kafir ve öldürülmelerinin farz olduğu” fetvası, İngiliz uçakları tarafından Anadolu’ya dağıtıldı.

Bunlar Biga ve Gönen, Düzce ve Bolu’da isyanlar çıkmasına neden oldu. Damat Ferit ayrıca Anzavur’u silahlandırıp Ankara’nın üzerine yolladı. Buna karşı Ankara Hükümeti de Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi başkanlığında 153 müftü ve din adamının imzasıyla karşı fetva yayınladı.

23 NİSANLAR MUHASEBE VAKTİDİR

Yukarıda belirtilenlerin “İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması, Ankara’da bir meclisin açılışını gerektirmiştir” şeklinde basit bir anlatımla açıklanamayacağını gösterir. Meselenin esası milletin padişah, İstanbul Hükümetleri ve işgalcilere karşı isyan ederek geleceğini, egemenliğini üzerine almasıdır.

Bugün de devrimin; yani milli egemenliğin, bağımsızlığın neresinde olduğumuzun muhasebesini yapmalıyız. Sadece geçmişin tarihsel anlatımıyla, övüncüyle yetinmemeli devrimi, cumhuriyeti tehdit eden hususları tespit etmeli ve çözüm üretmeliyiz.

Son birkaç yıla baktığımızda ABD’nin piyonu PKK’nin Hendek siyaseti başarısızlığa uğratılmış, ABD’nin “kara gücüm” dediği PYD’ye karşı 24 Temmuz 2015’te başlayan Fırat Kalkanı Harekatı ile Suriye’de ABD Koridoru’na kama sokulmuştur. ABD tertipli FETÖ’ye karşı mücadele sürmektedir. ABD-İsrail-Yunanistan ve Güney Kıbrıs,  Fransa Doğu Akdeniz’de askerî tatbikat yapmakta, savaş gemilerini bulundurmaktadır. Öyle ki Akdeniz’de sondaj çalışmamızı “kışkırtma” olarak niteliyorlar. Ege’de 152 ada ve adacığın Yunanistanca işgaline sessiz kalındı. Ekonomik kriz ve Korona salgını devam ediyor

ASLOLAN İÇ CEPHEYİ SAĞLAM TUTMAKTIR

Bu tehdit ve tehlikelere karşı millet olarak birliğimizi güçlü, iç cepheyi sağlam tutmak önemlidir. Atatürk iç cepheyi sağlam tutmada, düşmanla mücadelede millet, meclis ve ordu olmak üzere üç kuvvetin tayin edici olduğunu söyler. Bu üç kuvvet iki cephede savaşır; 1. İç cephe 2. Dış cephe. Devamını Nutuk’tan okuyalım:

“Birincisi ve en mühimmi ve asıl olanı, doğrudan doğruya milletin kendisidir. Milletin, hayat ve bağımsızlığı için kalbinde, vicdanında tecelli eden, gelişen arzu ve emellerin sağlamlığıdır. Millet bu içten arzusunu ne kadar kuvvetle ortaya koyarsa, bu arzu ve emelinin tahakkuku için ne kadar çok azim ve iman gösterirse, düşmanlara karşı muvaffakiyet için o kadar kuvvetli bir vasıtaya sahip olduğumuza kani olurum. İkinci vasıta, milleti temsil eden Meclis’in milli arzuyu ortaya koymakta ve bunun icaplarını inanarak tatbikte göstereceği azim ve kahramanlıktır. Meclis ne kadar çok dayanışma ve birlik halinde milli arzuyu tecelli ettirirse, düşmana karşı o kadar kuvvetli üstünlük vasıtasına sahip oluruz.

Üçüncü vasıta, milletin silahlı evlatlarından ibaret olup düşman karşısında toplanmış bulunan ordumuzdur…

Bu üç tür vasıta veya kuvvetin düşmana karşı vücuda getirdiği cepheler iki mahiyette tasavvur olunabilir. Kolay anlaşılmak için şöyle diyeyim: Dahili cephe, görünürdeki cephe…Asıl olan dahili cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, mağlup olabilir. Fakat bu hal, hiçbir vakit bir memleketi, bir milleti mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren dahili cephenin düşmesidir. Bu hakikate bizden ziyade vakıf olan düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Hakikaten ‘kaleyi içinden almak’ dışından zorlamaktan çok kolaydır. Bu maksatla şahıslarımıza kadar temasa gelebilen bozguncu mikropların, vasıtaların mevcudiyetini iddia etmek caizdir. Meclis’in zihniyeti, faaliyeti, vaziyeti, düşmana ümit vermedikçe dahili ve harici cephelerimizin yerinden oynamasına imkan ve ihtimal yoktur.”[7]

PARLAMENTER REJİME DÖNÜLMELİDİR

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile meclis önemli ölçüde devre dışı bırakılmıştır. Yaşadığımız krizlere Atatürk’ün belirttiği gibi millete ve onun temsilcisi meclise dayanarak aşabiliriz.

İç cepheyi sağlam tutmanın yolu da budur. Çünkü tek kişi her işin uzmanı olamaz. Bu sebeple ne kadar iyi niyetli olursa olsun, milletin bir kesiminde değişik olaylarda aldığı kararlara dair kuşku olacaktır. Dahası millet, her şeyin mecliste tartışıldığı bir gelenekten geliyor. Meclise yolladığı milletvekillerini, denetleyemediği bir sistemi kabul etmez.

Cumhurbaşkanı ve iktidar, Türkiye İttifakı’ndan, Tekalif-i Milliye’den bahsediyor. Tekalif-i Milliye komisyonlarında belediye meclislerinden, ticaret odasından, Anadolu ve Rumeli Hukuk cemiyetlerinden üyeler, hatta imamlar, muhtarlar; yani millet vardır.

Belirttiğimiz tehdit ve tehlikelerin kaynağı emperyalizm ve PKK, FETÖ gibi işbirlikçilerine karşı milleti ve meclisleri (TBMM ve belediye meclisleri) karar ve denetim süreçlerine katmalıyız. Meclise yaslanmalı ve parlamenter rejime dönmeliyiz.

Dahası Şevket Süreyya Aydemir’in belirttiği gibi 23 Nisan’ı gereği gibi değerlendirmek için 23 Nisan tarihini “Milli Mücadele’nin içeriye ve dışarıya doğru özgürlük bayrağını asıl açtığı gün”[8] olarak görmeliyiz.

Emperyalizme, halife-padişah prangasına karşı milli egemenliğin kurumsallaştığı; bu anlamda da devrim olduğu bilincimize işlenmelidir. Bu sebeple 23 Nisan’lar “çocuk bayramı”ndan ziyade “milli egemenlik bayramı” olarak öne çıkarılmalıdır.

[1] Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.26, Kaynak Yayınları, İstanbul,  2009, s.181.

[2] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal (1919-1922), 2.C, 5. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1975, s.281.

[3] Age, s.273.

[4] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Sena Matbaası, İstanbul, 1980, s.233.

[5] Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 11, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003, s.146.

[6] Age, s.143.

[7] Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.20 (Nutuk 2), Kaynak Yayınları, İstanbul,  2007, s.167-168.

[8] Aydemir, age, s.281.

23 Nisan’ın devrimci özü

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 23 Nisan 2020, 13:32

    Şimdi güzel bir yazı olmuş işte, neden bugünün devrimci bir ruhla eda edilmesi gerektiği açıkça anlaşılıyor. neyin değişmesi neye karşı mücadele edilmesi gerektiği ortaya konmuş. tebrik ve teşekkür ediyorum. Şimdi buradaki önerileri uygulayacak bir makam lazım bize. Başına TC kimliği falan yazıp sonuna da arz ederim dedin miydi dilekçelerin şahı olur hiçbir saray buna karşı koyamaz. Saygılarımla..

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!