24 Nisan üzerine Ermeni iddiaları ve Alman arşiv belgeleri üzerine bir inceleme

featured

ALİ ERDİNÇ
E. TÜMGENERAL 

Her gün yeni bir plan,  yeni bir rapor ve yeni bir hesabın gırla gittiği ve Türkiye üzerinde yapılan çirkin değerlendirmelerin gündemden hiç düşmediği bir ortamda özellikle son olarak 2021 yılında ABD nin Sözde Ermeni soykırımını tanıma kararı sonrası yaşanan yeni  gelişmeler, bu tür olayların her geçen gün yeni ve  beklenmedik gelişmelere  gebe olduğunu gösteriyor. Nitekim bu günlerde özellikle 2021 Haziran’ında Ermenistan’da yapılan seçimler sonrasında Türkiye ve Ermenistan arasında başlayan “yeni normalleşme” dönemine ait gelişmeler oldukça dikkat çekiyor.  Çeşitli kaynaklara göre bu ilişkilerin normalleşme gerekçesi şu dört temel nedene dayanıyor.
1- Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın yaptığı açıklamalarda Türkiye ile ön koşulsuz diyaloğa hazır olduklarını söylemesi;

2-Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 13 Aralık 2021’de TBMM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada “Ermenistan ile normalleşme adımları çerçevesinde karşılıklı temsilcilerin atanacağını” açıklaması;
3- Ermeni Dışişleri Sözcüsü Vaan Unanyan’ın “Türkiye Dışişleri Bakanı’nın ilişkilerin düzeltilmesi için özel temsilci atanacağı açıklamasını olumlu buluyoruz ve Ermeni tarafının da diyalog için özel temsilci atayacağını teyit ediyoruz” sözleri;
4- Bu çerçevede Ermenistan’ın Parlamento Başkanı Yardımcısı Ruben Rubinyan’ı, Türkiye’nin de Büyükelçi Serdar Kılıç’ı özel temsilci olarak atamaları.

Bugüne kadar Ermenistan’la yapılmak istenen  uzlaşma gayretlerinin özellikle  son yirmi yıl içerisinde iki kez (2005 ve 2009) Ermenistan tarafından tek taraflı olarak bloke edildiği  gerçeğinden hareketle bu süreçte dikkatli ve temkinli olmamız gerekiyor. Bununla beraber halen taraflar arasında görüşmelerin devam ettiği bu dönemde iyimserliğimizi ve umudumuzu muhafaza ederken herhangi  bir beklenti içerisinde  olmanın da  erken olacağı kanaatindeyim…

Bu sebeple bu konu ile ilgili gelişmeleri ve değerlendirmeleri ileri bir zaman dilimine bırakarak  tarihi gerçeklere dönelim ve   öncelikle 24 Nisan’ın  gerçek anlamını  ve daha sonrada tarihi Ermeni olayları konusunda İngiltere, Rusya ve ABD gibi önemli bir belge kaynağı oluşturan Almanya nın  bu konudaki  arşivlerine girdi ve kaynak sağlayan araştırmacıları hakkında yaptığım incelemeyi irdeleyelim.

24 Nisan 1915 tarihi Ermeniler tarafından özel bir anma günü olarak seçilmiş bir tarihtir. Böylelikle Ermeniler 24 Nisanı bütün dünyada “soykırım günü” ilan ederek adeta sanal bir bellek ve suni bir  tarih yaratmışlardır. Günümüzde  24 Nisan pek çok ülkede Ermeni diasporasının etkisi ile sözde soykırım günü olarak anılmakta ve hatta bazı devlet başkanları tarafından bugüne özel mesajlar yayınlanmaktadır. Ayrıca  Amerika ve Avrupa’daki bazı ülkelerin parlamentolarında, 1915 olaylarına dair bir takım kararlar alınarak, 24 Nisan tarihi ön plana çıkartılmaktadır. Tarihi olayların gerçeklikle olan bağının kopmaması açısından 24 Nisan 1915’te neler olduğuna daha yakından bakılmasında gereklilik vardır.

1. Dünya Savaşı’nın başlaması ve Osmanlı Devletinin itilaf devletlerine karşı Almanya’nın yanında savaşa girmesi, Ermeni komitecileri tarafından amaçları olan bağımsız Ermenistan’ın kurulabilmesi için büyük bir fırsat olarak görülmüştür. 1. Dünya Savaşı’na kadar büyük ölçüde silahlandırılan Ermeniler, savaş başladığında vatandaşı oldukları Osmanlı Devletine karşı savaşarak bağımsız Ermenistan’ı kurmak amacıyla başta Rusya olmak üzere İtilaf devletleri ile işbirliği içine girmişlerdir. Osmanlı ordusunun Sarıkamış’ta yenilmesi ve arkasından İngiltere ve Fransa’nın Çanakkale’ye saldırısına paralel olarak Ermeni komitecileri savaşan Osmanlı ordularını arkadan vurmak ve ikmal yollarını kesmek için harekete geçmişler ve silahlı isyanlara başlamışlardır. Bu maksatla Ermeniler 1. Dünya Savaşı’nın başlarında gönüllü birlikler oluşturarak Rus ordusuna katılmışlar , vatandaşı oldukları Osmanlı ordusuna karşı savaşmışlar ve Doğu Anadolu bölgesinde Müslüman nüfusa karşı toplu katliamlar yapmışlardır (Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri, 2001; Karacakaya, 2005, s. 237-248).

Nitekim bütün ikazlara rağmen elde edilen istihbarat ve bilgilerden Ermeni örgütlerinin topyekun bir isyan hazırlığı içinde olduklarının anlaşılması üzerine Osmanlı Ordusu Başkomutanlığı  27 Şubat 1915 tarihinde askeri birliklere verdiği talimatla Ermenilerde yakalanan silah, bomba ve birtakım şifre belgelerinin bir isyan  hazırlığını gösterdiğini, bu sebeple ordudaki Ermeni askerlerin silahlı hizmetlerde kullanılmaması, her yerde uyanık davranılarak gerekli tedbirlerin alınması, ancak Ermeniler içinde devlete sadakatle bağlı olanlara zarar verilmemesi emredilmiştir (Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Belge No.1999). Osmanlı ordularının Doğu Anadolu’da  Sarıkamış’ ta Rusya’ya yenilmesinden sonra Çanakkale Savaşlarının başladığı ve İstanbul’un tehlike altına girdiği bir dönemde Ermeniler düşman saldırılarına paralel olarak eylemlerini  de genişletmişlerdir. Hatta bu arada Teşkilat-ı Mahsusa tarafından 24 Nisan’da Çanakkale’de yapılması planlanan amfibi harekatla paralel olarak İstanbul’da silahlı  bir isyan hareketinin başlatılması için harekete geçeceklerine dair teyit edilmiş  kuvvetli istihbarat bilgilere ulaşılmıştır. Yine aynı dönemde başta Çanakkale olmak üzere  diğer cephelere kuvvet kaydırılmasına engel olmak ve Türk ordusunu  bu bölgelere angaje etmek üzere Zeytun, Bitlis, Muş ve Erzurum’un ardından Van’da büyük bir  isyanlar çıkarmışlar ve yerli Müslüman halka yönelik katliamlara  başlamışlardır. Özellikle Van’da çıkarılan isyanda 20 Nisanı 21 Nisan’a bağlayan gece şehir merkezine giren Ermeni çeteleri aynı gece  şehirde büyük bir katliam yaparak şehir halkının tamamına yakın bölümünü hunharca  katletmişlerdir.

Bu arada Osmanlı hükümeti seferberlik ilanından itibaren dokuz ay sonra Ermeni komitelerinin faaliyetlerini kontrol altına almak ve olayları önlemek amacıyla tedbirler alma yoluna gitmiştir. Ermeni erlerin silahsızlandırılmasından sonra, Dahiliye Nezareti tarafından olaylara karıştığı tespit edilen Ermeni polis ve memurların azledilmesi veya Ermeni olmayan vilayetlere gönderilmesi talimatı verilmiştir (Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, 1994, s.  7). Ancak alınan bu tedbirlerin sonuç vermemesi üzerine Ermenileri silahlandıran ve isyanlara sevk eden isyancı Komiteleri kapatmak üzere  elebaşlarını  tutuklamak yoluna gidilmiştir. Nitekim Dahiliye Nezareti 14 vilayet ile 10 mutasarrıflığa 24 Nisan 1915 tarihinde oldukça önemli olan bir genelgeyi yollamıştır. Bu genelgede; Hınçak, Taşnak, Razgavar  ve benzeri Ermeni komitelerinin kapatılması, belgelerine el konulması, liderleri ile zararlı faaliyetleri bilinen Ermenilerin tutuklanması ve bunlardan bulundukları yerlerde kalmaları sakıncalı görülenlerin uygun yerlerde toplanmaları talimatı verilmiştir (BOA. DH. ŞFR. No. 52/96-97/98- Ek: 1).

Bu genelgede üzerinde hassasiyetle durulan bir konu da Bitlis, Erzurum, Sivas, Adana ve Maraş gibi vilayetlerde Müslümanlar ile Ermeniler arasında karşılıklı çatışmaya meydan verilmemesi hususunun vurgulanmasıdır. Ermenilerin her yıl dünyanın birçok ülkesinde “soykırım günü” olarak andığı 24 Nisan günü, Dahiliye Nezareti’nin bu genelgesinin yayınlandığı tarihtir. 26 Nisan 1915 tarihinde Başkomutanlık aynı nitelikte bir genelgeyi Harbiye Nezareti ile Ordu komutanlıklarına da göndermiş ve  mülki memurlar tarafından talep edilecek her türlü yardımın derhal yerine getirilmesi istenmiştir .(ATASE, 1580).

Osmanlı belgeleri incelendiğinde Dahiliye Nezareti’nin 24 Nisan 1915 tarihli genelgesi üzerine, İstanbul’da Taşnak, Hınçak ve Ramgavar komitelerine mensup Ermenilerin tutuklandığını görmekteyiz. 1916 tarihli bir Osmanlı yayınında İstanbul’da ikamet eden 77.735 Ermeni’den ihtilal hareketlerine iştirak eden sadece 235 lider konumundaki  kişinin tutuklandığı, diğer Ermeni nüfusunun ise huzur ve rahat içinde iş ve güçleriyle meşgul oldukları belirtilmektedir .

Bu arada İstanbul’da tutuklanarak Çankırı’ya sevk edilen ve orada zorunlu ikamete tabi tutulan Ermeni Komite liderlerinin bizzat kendileri veya yakınları hükümete dilekçe ile müracaat ederek suçsuz olduklarını beyan ederek affedilmelerini talep etmişlerdir. Osmanlı merkezi yönetiminin verilen bu af dilekçelerini büyük bir titizlikle inceleyerek suçsuz bulunanlar ve içlerinde yabancı uyruklu olanları veya sağlık sorunu olanlar affedilmişlerdir.

Yine aynı dönemde Çankırı’ya sevk edilen i Ermenilerden bazıları hapsedilmek  ve gözetim altında tutulmak üzere Ayaş’a, diğerleri de zorunlu ikamete tabi tutulmak şartıyla Ankara, İzmit, Bursa, Eskişehir, Kütahya gibi illere gönderilmiştir (BOA. DH. ŞFR. No: 53/273). Geriye kalanlar ise Dahiliye Nezareti emriyle tehcir bölgesi olan Zor’a sevkedilmiştir.

Osmanlı hükümeti olayları önlemek amacıyla 24 Nisan 1915 tarihinde çıkardığı bir genelge ile Ermeni komite merkezlerini kapatmış ve elebaşılarını tutuklamıştır. Belgelerle ortaya konulduğu gibi, 24 Nisan tutuklamaları sırasında herhangi bir çatışma ve ölüm olayı söz konusu olmamıştır. Ermeni olaylarında siyasi planlamanın yapıldığı komite merkezlerinin İstanbul’da olması sebebiyle büyük oranda tutuklamalar bu şehirde yapılmış, diğer vilayetlerde daha az sayıda tutuklamalar olmuştur. İstanbul dışında Aydın, Samsun, Kayseri, Sivas, Elazığ, Urfa, Diyarbakır ve Gaziantep gibi şehirlerde komite mensubu 321 kişi tutuklanmıştır. Dolayısıyla 24 Nisan 1915 tarihinde İstanbul’da 235, diğer vilayetlerde de 321 olmak üzere toplam 556 komite mensubunun tutuklanmış olduğu görülmektedir.

NEDEN 24 NİSAN?

Durum böyle olmasına rağmen, Ermeniler tarafından tehcir kanununun çıkarıldığı tarih olan 27 Mayıs 1915 değil de, neden 24 Nisan tarihi “soykırım günü” olarak ilan edilmiştir? Hiç şüphesiz Ermenilerin 24 Nisan tarihini “soykırım günü” olarak ilan etmesinin temel sebebi, ülke içinde örgütlenmeyi sağlayan, yurt dışı bağlantıları ve işbirliğini yürüten lider kadronun bu tarihte etkisiz hale getirilmiş olmasıdır. Böylece amaçlarına ulaşma konusunda elebaşılık yapacak lider kadrodan büyük oranda yoksun kalan Ermeniler, bu durumu bir türlü kabullenememiş ve 24 Nisanı bütün dünyada “soykırım günü” olarak ilan ederek adeta bir sanal bellek ve sunî bir tarih yaratmışlardır. Görüldüğü gibi Ermenilerin 24 Nisanı, yani kendilerini bağımsızlığa götüreceklerine inandıkları lider kadronun tutuklanmasını tehcir olayından daha önemli görmeleri oldukça anlamlıdır.

Buraya kadar olan kısımda 24 Nisan hakkında bilgi verdikten sonra şimdi de son yıllarda üzerinde odaklandığım  bir konu olan ve  Ermeni sorunu hakkında Alman kamuoyuna ve arşivlerine temel girdi sağlayan bazı önemli Alman araştırmacıların ve kaynakların tarihsel bir perspektif içerisinde özet ve genel bir analizini sunmak istiyorum. Bu bağlamda bazı önemli Alman belgeleri konusunda sürdürdüğüm çalışmalarıma paralel olarak ulaştığım ve önemli olduğunu değerlendirdiğim bazı sonuçlar şöyledir.

Gerçekte Almanya’nın Ermeni olaylarının geçmişi hakkında önemli bir yeri vardır. Bir çok  Alman askeri personeli , siyasetçisi , diplomatı ve aktivist olarak değerlendirebileceğimiz misyoneri 1882-1918 yılları arasında  itibaren Osmanlı devletinin içinde görev yaptı ve yine bir çok olaya birinci elden katıldı. Özellikle müttefik ülke olma nedeniyle Birinci dünya savaşı yıllarında ve 1915 olaylarında, cereyan eden bir çok hadiseye çok yakından şahit oldular. Durum böyle  olunca; Birinci dünya savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğundaki siyasi ve askeri gelişmeleri, Türk kaynaklarının yanı sıra, Alman arşiv  belgeleri ve o sırada Osmanlı topraklarında bulunan Alman personelinin rapor ve anıları ışığında değerlendirmek gerekir.

2016 yılında sözde Ermeni soykırımı konusunda Alman parlamento kararının  alınmasını takip eden ilk günlerde dünyanın bir çok yerindeki Ermeni tezlerini destekleyen kurum ve kuruluşlar ( Godimas enstitüsü, Zoryan enstitüsü ve Ermeni tezlerini destekleyen birçok basın ve yayın organı v.s.) söz birliği etmişçesine Alman arşivlerinde Soykırım yalanını destekleyen çok sayıda bilgi ve belgenin  mevcut olduğunu iddia ederek  Alman yazarlar tarafından kaleme alınan bazı önemli referans kitaplara da dikkat çektiler. Böylelikle Alman parlamento kararının ve bu karar içerisinde iddia edilen Alman arşivlerinde bu konuyu destekleyen önemli bilgi ve belgeler olduğuna işaret eden açıklamaları kesin birer kanıt ve delil olarak göstermeye büyük bir özen gösterdiler. Ancak bu belge ve bilgilerinin hiçte iddia edildiği gibi sadece Ermenilerin lehinde olan bilgi ve belgelerle dolu olduğunu söylemek mümkün değildir. Aksine en güçlü delil ve belgeler olarak sunulan birçok bilgi ve raporun çelişkilerle dolu olduğu ve hatta yanlış ve maksatlı olduğu birçok tarihçi ve araştırmacı tarafından kesin kanıt ve belgelerle ispatlanmıştır. İşte bu nedenle Alman arşivlerindeki önemli olan temel  belgelerin öncelikle incelenmesinin yararlı olacağını değerlendiriyorum .

Ermeni olaylarını derinliğine inceleyen ünlü Amerikalı akademisyen Guenter  LEWY  Alman arşivlerini ve Alman arşivlerinde yaptığı tespit ve değerlendirmeleri şöyle anlatıyor. “Alman Dış işleri Bakanlığı arşivlerinin tamamı katalog bilgileri ihtiva etmektedir ve araştırmacılara açıktır. Siyasi belgeleri ihtiva eden  arşiv  o dönemlerde Türkiye de görev yapan   Alman Büyükelçilerinin raporları ile Anadolu da görev yapan Konsolosluk raporlarını kapsamaktadır. Bazı konsolosluk raporları Ermeni dragoman (tercüman) ve raportörlerin katkıları ile hazırlanmış olmakla birlikte bir kısmı da  konsolosların kişisel gözlemlerine dayanmaktadır.

Şimdi, bu arşivlerde yer alan ve Ermeni tezlerini destekleyen taraflarca önemli bilgi ve belgeleri sunduğu iddia edilen  Alman araştırmacılara ve yaptığı çalışmalara sırasıyla bakalım.

Johannes LEPSİUS: Ermeniler hakkında yazdığı kitapları Batı kamuoyunu büyük bir tarihi yanılgıya düşüren ve bugün Batı’daki birçok soykırım içerikli kitaba kaynak oluşturan bir Alman Protestan din ve siyaset adamıdır. Doğudaki tüm sosyal aktivitelerini Ermeniler üzerinde yoğunlaştıran ve onların Avrupadaki bir numaralı savunucusu olan Lepsius 1894-1896 yıllarında Osmanlı da yaşanan Ermeni olayları üzerine yayılan haberleri araştırmak üzere 1896 yılında Türkiye ye geldi. Geri döndükten sonra Alman –Ermeni yardım derneğini kurdu. Ayrıca aynı yıl içinde ‘’Ermenistan hakkındaki gerçekler’’ başlıklı  16 serilik makalelerini ve yine ‘’Ermenistan ve Avrupa’’ adlı kitabını yayınladı .Bu kitabında  Anadolu da hiç görmediği ve gitmediği yerler hakkında Ermeni dragomanlar (tercümanlar) tarafından hazırlanan ve derlenen raporlara dayanarak  Türkleri suçladı. Öyle ki  bu kitabının birinci bölümünde Trabzon da sözde yapılan katliamları anlatmaya çalıştı. Aslında ömrü hayatında ne Trabzon a gitti ve nede Trabzon hakkında bir bilgi sahibi oldu. Sadece kısa süreli Türkiye seyahatinde Kayseri, Mersin, Adana ve Urfa da bulundu. Bu önyargılı şahsın söz konusu kitabı öncelikle kendi vatandaşları tarafından şiddetle eleştirildi. Diğer bir Alman yazar  Hans BARTH , Lepsius un ‘’LEPSİADE’’ olarak adlandırdığı bu kitabını ‘’ucuz bir palavra ve uydurma kitap’’olarak niteledi. ’Berliner  Tageblatt ‘’dergisinin muhabiri olan Alman yazar Hans BARTH Zukunft dergisinde Lepsius’un kitabına karşılık olarak gerek  yazdığı makalelerde  gerekse 1898 yılında yazdığı kitapta  ‘’Turk Defend Yourself’’ (Türkçeye son olarak 2003 yılında Ey Türk Uyan ! olarak çevrildi) Türklerin haklılığını savundu. Ayrıca aynı tarihlerde ünlü Alman yazar Karl May  ve Alman siyasetçi Friedrich Naumann  ve Alman solunu temsil eden Spartakistler  Osmanlıları desteklediler ve Batılı Devletlerin kışkırtması ile Ermenilerin Osmanlı da nasıl  büyük bir problem oluşturduğunu birçok eser ve makalelerinde dile getirdiler.

Takip eden yıllarda  Johannes LEPSİUS , 1915 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında sadece üç haftalığına tekrar Türkiye ye geldi. Bu arada İstanbul da kaldığı süre içerisinde Enver Paşa ile ve bazı Türk devlet adamları ile görüştü. Daha sonra yayınladığı kitap ve anılarında Enver Paşa için ağır hakaret ve çirkin sözler sarf eden bu adamı ünlü Avusturyalı tarihçi Erich FEİGL Armenia  Mythomanıa adlı kitabında şöyle tasvir etmektedir. “Bu utanmaz tahrifkar  insan İstanbul un dışına hiç çıkmadı. Asla Türkiye nin doğu bölgesine adım atmadı ve kitaplarında iddia ettiği şiddet olaylarına görgü şahitliği yapmadı. Bütün hazırladığı sahte raporlar ve bilgiler, Ermenilerin ağızlarından çıkan ifadeler  ve abartılar ile Amerikan elçisi Morgenthau’nun Ermeni dragomanlara hazırlattığı raporlardır. Tıpkı Aram Andonyan’ın 1920 de yayınlanan ve sahte ve yalan olduğu sonradan ispat edilen “Naim Beyin anıları” adlı kitabı gibi! Ne yazık ki  Aram Andonyan  adlı  sahtekarın  yalan kitabı daha sonra Talat Paşa’nın diğer insanların hayatına mal oldu”! Papaz Lepsius daha sonra Talat Paşa’nın katilinin yargılanmasında bilirkişilik yaptı. Yalan dolu ve maksatlı raporu bu davada belge olarak kullanıldı ve böylece suikastçının beraatına vesile oldu. Tarihçi Erich Fiegl  yine aynı kitabında Chrismon haber sitesinde yayımlanan bir yorumu referans vererek  bu durumu şöyle açıklıyor.’’Lepsius un suiakastçı nın beraat ine katkı sağlayan raporu bu günkü terör ağlarının ve şebekelerinin kökünü oluşturan nokta ve başlangıçtır’’.

Lepsius  1915 yılındaki kısa süreli İstanbul  ziyaretinden sonra  Almanya ya döndü. Daha sonra Topladığı yanlı ve maksatlı bir takım bilgiler ile kendi görüş ve düşüncelerini yansıtan ve sayfalar boyu birtakım asılsız söylentilerden oluşan  “Ermeni halkının Türkiye’deki durumunu yansıtan rapor” adlı kitabını 1916 yılında yayınladı. Ancak bu raporu o zamanki Osmanlı hükümetinin protestosu nedeniyle sansüre uğradı ve Almanya’da sadece  20 bin nüsha olarak dağımı yapıldı ve daha sonra yayımlanması ve dağıtımı tamamen yasaklandı. Bu tarihten itibaren Lepsius’la Alman hükümetlerinin arası iyice açıldı, nihayet Lepsius Hollanda’da inzivaya çekildi. Lepsius  1918 yılı Kasım ayında Almanya’ya tekrar döndü ve Alman Dışişleri Bakanı Solf ile bir görüşme yaptı. Bu görüşmeden sonra  Alman Dışişleri arşivlerindeki Ermeni sorunu ile ilgili belgeler üzerinde bütün belgelere nüfuz edebilme ve uygun gördüğü ve istediği belgeleri seçme şartı ile  çalışmaya başladı. Aslında Almanya, o dönemde Ermeni olaylarından dolayı yaşanan olumsuz gelişmelerden, hem itilaf devletleri  hem de Ermeni ve bazı Türk çevreleri tarafından açıkça suçlanmaktaydı.  Almanya  bu iddialara karşılık bir beyaz kitap hazırlamak üzere hazırlık içindeydi. İşte Lepsius bu amaçla görevlendirildi. Lepsius,  Alman Dışişleri Bakanlığı’nın desteğiyle, 444 adet belge ile desteklenen ‘’ Almanya ve Ermenistan 1914-1918. Toplu Diplomatik Belgeler ‘’başlıklı kitabını ise Mayıs 1919’da yayımladı.  Lepsius kitabını yazarken, orijinal fakslarda bulunan  ve Almanları suçlayan ifadeler ile  Ermeniler’in ayaklanmalarını ve Türkler’e karşı yaptıkları katliamları gösteren,  Osmanlı idaresinin Ermeniler’i Doğu Anadolu’dan sürgün ederken insancıl şekilde davranılmasını emreden ve buna benzer birçok pasajı, tek tek yok etmiş veya tam ters anlam verecek şekilde manipüle etmiştir. Onun sildiği veya manipüle ettiği pasajlarda Ermeniler masum, Osmanlı idaresi ise soykırım gerçekleştirmiş olarak gözükmüştür. Lepsius un belgelerinde sahtekarlık,tahrifat ve manipülasyonlar olduğu aslında daha önceden de biliniyordu ancak bu konu hakkında susuluyordu. Wolfgang  Gust (soykırım tezini savunan Alman araştırmacı) ancak 2005 senesinde Lepsius’un manipülasyonlarını konu eden ve kendi deyimiyle bu sefer Alman arşiv belgelerini tamamen doğru yansıtan bir kitap çıkardı! (Der Völkermord an den Armeniern 1915/16. Dokumente aus dem Politischen Archiv des deutschen Auswärtigen Amts , Ermeni soykırımı 1915/16. Alman dış dairesinin politik arşivinden belgeler). Gust  bu çalışmasında sadece Lepsius’un Almanlar’ın  ve Ermenilerin yararına yaptığı manipülasyonları ele aldı.

Ancak 2006 yılında , Almanya da yaşayan bir Türk tarihçi olan Cem Özgönül  Köln’de bulunan Önel basımevinin piyasaya sürdüğü Der Mythos eines Völkermordes. Eine kritische Betrachtung der Lepsiusdokumente sowie der deutschen Rolle in Geschichte und Gegenwart (Soykırım efsanesi. Lepsius dökümanlarına ve tarihteki ve günümüzdeki  Alman rolüne eleştirel açıdan bir bakış) adını taşıyan kitabında , Lepsius belgelerindeki Türklerin zararına olan manipülasyonları ilk defa inceledi. Yukarıda belirttiğim gibi Ermeniler ve Almanlarıla ilgili olan manipülasyonlar daha önce incelenmiş ve bu  konudaki  araştırma Wolfgang  Gust tarafından kamuoyunu bilgisine sunulmuştu. Bu çalışma 2012 yılında Türkçe kitap haline getirilerek Türkiye’de de yayımlanmıştır.

Alman araştırmacı Gust  kendisine ait olan Magisches Viereck (Sihirli dörtgen) adlı bir yazısında, Lepsius un manipülasyonlu belgelerin den bahsederken  bu belgelerde  Lepsius’un asıl amacının ne olduğunu  da açıklamıştı. . Bu  yazıya  göre, Lepsius bir mektubunda bu belgeleri kullanmadaki hedefini sözleriyle belirtiyordu: 1. Almanya’yı aklamak, 2. Türkiye’yi suçlamak,3. Ermeniler’in güvenini kazanmak.

İşte Türk tarihçi  Özgönül kitabında, Gust’un  göz ardı  ettiği Türkler’in zararına olan manipülasyonları ele aldı. Ayrıca yazar kitabında Batının soykırım araştırmalarında sık sık uyguladığı bu tarz seçiciliğe getirdiği açıklamasında, Soykırım tezini en radikal biçimde savunanların ya bunu bile bile Türkiye düşmanlığı olarak yaptıklarını ya da onların gözünde soykırımın tartışmasız gerçek olduğuna inandıkları için, bu tarz irrasyonel yaklaşımlara girdiklerini yazdı. Özgönül, buna benzer çeşitli yöntemlerle kafalarda bir soykırım efsanesi oluştuğunu ve efsanelere bilimsel şekilde yaklaşmanın çok zor olduğunu ve Ermeni yandaşlarının soykırımın gerçek olmadığını savunan herkesi  çeşitli çamur atma yöntemleriyle susturmaya çalıştıklarını belitti. Ayrıca Özgönül kitabında tarih boyu gerçekleşmiş olan daha birçok başka manipülasyonları ve sahtekârlıkları açıkladı ve her bir manipülasyonun efsanenin büyümesine katkısı olduğunu yazdı. Örnek olarak soykırım tezinin en radikal  savunucularından ve Türk karşıtı  olan Alman Tessa Hofmann  1980  yılında çıkarmış olduğu Der Völkermord an den Armeniern vor Gericht – Der Prozeß Talaat Pascha (Ermeni soykırımı – Talât Paşa yargılaması) adlı kitabını gösterdi. Bu kitabın kapağında Talat Paşanın resmi ile  bir kafatası piramidi ve bunun altına Türk barbarlığı – Batı Ermenistan’da bir kafatası piramidi 1916/17 yazılıdır. Oysa daha sonra Prof. Türkkaya Ataöv’ün ispatladığı gibi bu resmin Talat Paşa ile hiçbir ilgisi yoktu. Bu resmin aslı Rus ressam  Vasili Veresçagin ‘e aittir ve  bugün Moskova da sergilenmektedir.

Resmin aslı :Rus ressam  Vasili Veresçagin ‘e aittir ve  bugün Moskova da sergilenmektedir.

Tessa Hofmann ‘ ın kitabındaki sahte resim. . Bu kitabın kapağında Talat Paşanın resmi ile  bir kafatası piramidi ve bunun altına Türk barbarlığı – Batı Ermenistan’da bir kafatası piramidi 1916/17 yazılıdır.

Tessa Hofmann ve Wolfgang Gust daha sonraki tarihlerde Özgönül’ün kitabına ve tezlerine karşı çıktılar. Ancak ikisi de bu kitabı henüz okumadıklarını itiraf ettiler. Daha sonra Gust Özgönül’ün kitabı nı eleştirmeye çalışan bir yazı yazdı, ancak bu yazısında “daha önce bu konuyu inceleyen oldu mu?”, “neden herkes Lepsius’un manipülasyonları hakkında susuyordu?” “Lepsius belgeleri diğer soykırım tezini inceleyen araştırmaları ne denli etkiledi?” gibi merak edilen sorulara cevap veremedi. Tessa Hofmann’dan ise Özgönül’ün kitabı hakkında suskun kadı.

Uzun bir dönem  sözde Ermeni iddialarında temel bir kaynak ve referans kabul edilmiş olan Alman din adamı Johannes Lepsiusun  kendi döneminde hazırladığı kitaplar, belgeler ve raporların büyük bir bölümünün gerçekleri tam olarak yansıtmadığı ve yanlı olarak hazırlandığı artık bir çok araştırmacı ve tarihçi tarafından kabul edilmektedir. Dolayısı ile Alman arşivlerinde oldukça önemli bir yer oluşturan bu belgelere ihtiyatla yaklaşılması ve hata Türk tarihçi ve araştırmacılar tarafından bu belgeler üzerinde yürütülen çalışmalara devam edilmesi gerekmekedir. ‘’Akademisyen sayın Mustafa ÇOLAK‘ın KAYNAK KRİTİĞİVE TEHCİR OLAYINDA BELGE TAHRİFATI adlı çalışması buna güzel bir örnektir.’’

Bu bölümde Johannes Lepsius ile ilgili açıklamalarımı , Birinci Dünya Savaşı sırasında önce Sivas’ta 10 ncu Kolordu Kurmay Bşk. ve bilahare  3’ncü Ordu Kurmay  Başkanı olarak  tehcir olayının en yoğun olarak yaşandığı bölgede görev yapan Alman Yarbay Felix Guse’nin “Die Armenieraufstand 1915 und seine Folgen (1915 Ermeni Ayaklanması ve Sonuçları)” başlıklı makalesinde Ermenileri, tehciri ve Johannes Lepsius u nasıl değerlendirdiğini ifade eden görüşleri ile tamamlıyorum.

Dr. Lepsius şu aşağıdaki tahmini rakamları vermektedir: Büyük savaş öncesi ülke genelinde 1.8 milyon Ermeni bulunmaktaydı; 1.4 milyonu sürgün edildi, yani 0.4 milyon (s.618) Ermeni zorunlu göç kapsamı dışında bırakıldı ve 0.2 milyonu şu veya bu şekilde hayatını kaybetti. Geri kalanlardan 0.4 milyonu Rusya’ya göç ettiğine göre, 0.8 milyon Ermeni’nin hayatını kaybetmiş olması gerekir.

Verilen bu tahmini rakamları çok abartılı buldum. Her şeyden önce, ülke genelindeki Ermeni halkının, savaş öncesi sayısının çok yüksek tutulduğunu sanıyorum. Örneğin Erzincan’ın nüfusu 40 bin olarak gösteriliyor ki o sırada Erzincan’ın nüfusu olsa olsa 20 bin civarındadır. Öte yandan göç yolunda kaybolan tüm Ermenilerin yok edildikleri söylenmektedir. Bunun tam aksini savunuyor ve binlerce Ermeni’nin ülkenin kuytu yerlerine kaçtıklarını tahmin ediyorum. Türkiye, kaçkınların izlerini sürecek ve onları takip edebilecek büyük bir güce sahip değildi. Görünüşe göre, hiçbir iz bırakmadan kaybolan bu kaçkınların büyük bir kısmının daha sonraları sık sık yaşanan şehir yangınları gibi olaylarla ortaya çıkmaları, doğuda yaşayan Avrupalıları hayretler içerisinde bırakıyordu.

Enver Paşa, bir konuşmasında 300 bin Ermeni’nin göç yollarında yok olduğundan söz etmektedir. Lepsius’un verdiği rakamlardan çok bu sayının gerçeklere daha yakın olduğuna inanıyorum. Ancak, ölü sayısı belirtildiği gibi yüz binlere ulaştıysa, bunun belleklerde korkunç bir şey olarak yer edeceği de muhakkaktır. Öte yandan Ermenilerin soykırıma uğratıldığı savı tamamen yanlıştır. Çünkü, dünya savaşı sonuçlandığında hâlen daha güçlü bir Ermeni halkı bulunmaktaydı.

Alman kamuoyunun sorunu bu şekilde algılamasında Dr. Lepsius’un* büyük katkıları olmuştur. Lepsius daha sonra, Ermeni sorunu ile ilgili Almanya Dışişleri Bakanlığı Arşiv belgelerini de yayınlamıştır. Kanımca, Lepsius bu konuda büyük bir yanılgı içerisindedir ve yanlış bilgilendirilmiştir. Bizzat Lepsius’un kendi ifadesine göre, daha çok İstanbul’daki Amerikalılardan materyal edinmişti ve doğal olarak Amerikalıların,  sözü edilen konuda pek tarafsız oldukları da söylenemezdi. Kışkırtıcı propagandalar yapmakta büyük rol sahibi olan Büyükelçi (Morgentau), Türklerin ne Türkçe ne de Fransızca açıklamalarına itibar ediyordu. Tercümanları da her yerde ve her zaman olduğu gibi Ermeni tercümanlardı* Lepsius, Ermenilere Türklerden daha çok güveniyor, isyan ettiklerine asla inanmıyor ve hatta İtilaf Devletlerine karşı ağır ithamlarda bulunarak, Ermenileri savunuyordu. Cemal Paşa’nın onu sert ve kin dolu sözlerle ayıplamasında şaşılacak bir şey olmadığı gibi bir başka Türk, Lepsius hakkında çok ağır ve sert konuşuyordu: (s.620) “Lepsius, Fransa’daki Alman savaş esirlerinin yaşadıkları olumsuzluklar üzerine asla sesini yükseltmemiştir.”

 

Van’ı işgal eden Ermeni çeteciler. Sol başta ayaktaki çeteci elinde bir Türk kurbanın kalbini gösteriyor. Sağ baştaki ise anne karnından çıkarılmış bir cenini gösteriyor. Vahşet ve katliam akıl , vicdan ve tahayyüllerin ötesinde!

Şimdi yazımın bu bölümünde Alman arşivlerinde Ermeni iddiaları hakkında  önemli bir tanık ve görgü şahidi olarak addedilen  eski bir Alman subayı Armin WEGNER’i ve çalışmalarını inceleyelim.  Bu şahıs, belirtilen özellikleri nedeniyle ayrıca 1921 yılında Talat Paşa nın katili Tellerian davasına   olayların görgü şahidi olarak  katılmış ve alınan karara da önemli katkı sağlamıştır.

Wegner,  Birinci Dünya Savaşına Kızılhaç teşkilatında bir subay olarak katıldı. Aslında bir şair ve yazar olan bu şahıs önce Rus cephesinde ve daha sonra Osmanlı imparatorluğunda görev yaptı. 1915 yılında İstanbul’da görevli iken Ermenilerle tanıştı ve onlardan Ermeniler hakkında bilgi, belge ve resimler toplamaya başladı. Daha sonra güneyde Osmanlı 6’ncı ordusunda sıhhiye personeli olarak Asteğmen rütbesi ile çalışmaya başladı. Bu görevi sırasında Suriye, Mezopotamya ve Bağdat demiryolu boyunca  göç eden Ermenileri  izledi ve resimledi. Yasak olmasına rağmen Bağdat ve Halep arasındaki bu bölgede tespit ettiği bilgileri rahip Lepsius’a ve sonradan Alman Dışişleri bakanı olan Walter Rathenau’ya gönderdi. Ancak savaş ortamının güçlüğü nedeniyle bu bilgiler 1919 ve 1920’ye kadar yayınlayamadı. Bu arada Ocak 1919’da Amerikan Başkanı Wilson a açık bir mektup yazarak  bir Ermeni devletinin kurulması ve Ermenilerin kötü kaderinin bu suretle değiştirilmesi için çok acıklı ve oldukça provokatif  bir dille ricada bulundu. Aslında Wegner bir şairdi ve olayları abartmasını ve duygusal bir forma sokmasını çok iyi biliyordu. 1993 yılında bir Alman bilim adamı olan Martin Tamcke , Wegner’in  tehcir ile ilgili olarak yaptığı tespitleri ve yazdıklarını detaylı olarak  inceledi . Bu bilgilerin  orijinal cerideler, kayıtlar ve Mezopotamya kampları ile ilgili gerçek raporları doğru olarak yansıtmadıklarını tespit etti. Tamcke, sonuç olarak Wegner’in tehcir ve soykırım iddiaları hakkında güvenilir bir görgü şahidi olamayacağını ve bunu hak etmediğini ilan etti.  Tamcke ‘ye göre Wegner in yazdıkları ve yayınladıkları Ermeni tehciri hakkında tarihsel  bir belge değil ancak efsaneler alemine kaynak olabilirdi.  “The Armenian massacres in Ottoman Turkey,Guenter Lewy  2005,sayfa136’’

 Armin Wegner

Wegner’in çektiği fotoğraflara gelince, ATA/USA dergisinin  Amerikalı  bir raportörü Wegner ‘in çektiği Ermeni tehcirine ait resimleri  ne zaman, nerede, ve hangi ülkede çekildiklerini araştırdı. Bizzat sergilendiği yer olan Stutgart ulusal  müzesine “Stutgart’s Schiller,Nationalmuseum Deutsches Litaraturarchiv’’‘ müracaat etti’ ve müze direktöründen  aldığı cevaplar şunlar oldu.

-Wegner ‘in fotoğraflarının  ne zaman ve nerede çekildiğine dair elimizde bilgi yoktur. Bunun sonucu olarak bu fotoğrafları her kim kullanırsa tarih ve yerini kendisi istediği gibi belirleyebilir.

-Bu güne kadar bu resimlerin ancak 15-20 adedi Ermeni diasporası tarafından yayımlandı. Bu resimlerin en ilginç yanı bütün resimlerde aynı imzanın olmasıdır. Ayrıca  bütün resimlerde ‘’Tarih 1915, yer- Osmanlı İmparatorluğu, Suriye bölgesi’’ yazmaktadır. Yani hiçbir resimde kesin tarih ve yer belirtilmemiştir. Bu durumda Wegner ‘in bu resimleri nerede çektiğini veya nereden aldığını bilmediğini göstermektedir. Diğer önemli bir hususta bu resimlerdeki insanların hangi etnik gruba ait olduklarının bilinmesinin mümkün olmadığıdır.’’ Aslında  bu resimlerdeki insanlar Ermeni olabileceği gibi Türk ‘de olabilirler.”

–Diğer bir tartışmalı hususta bazı resimlerin “Yahudi soykırımı” adı altında yayınlanmış olmasıdır. Özellikle bu resimler arasındaki iki resim Rus arşivlerinde de yer almıştır. Bu resimlerdeki insanlar Rus işgali sırasında Trabzon’dan göç eden Türklere benzemektedir. Bu durumda ya Rus arşivleri yada Wegner  yalan söylemektedir.  “The struggle against the unfounded genocide allegations foundation/ASIMED,Atatürk university”

–Gerçekte Wegner hiçbir katliam ve şiddet olayına  görgü şahidi olmadı. Ancak onun bir Rus meslektaşı Bayburt ‘ ta şahit olduğu katliamları şöyle anlatıyor.’’8 Ağustos günü Bayburt’a vasıl oldum. Gördüğüm manzara korkunçtu. Rus komutası altındaki Ermeniler Bayburt ve İspir’deki Türkleri katlediyorlardı. İsyancıların elebaşı Arşak ve Antranik benim daha önce çalıştığım yetimhanedeki çocukları boğazlamışlardı. Genç kız ve kadınlara tecavüz etmişlerdi. Bayburt’tan geri çekilirken yanlarına alarak götürdükleri 150 çocuğun büyük bir bölümünü yolda öldürmüşlerdi.’’Tatiana Karameli, Rus kızıl haçında görevli sıhhıye okul öğrencisi, 1917/1918,Osmanlı arşivleriBOA HRSYS.2877/1 ‘’

Sonuç olarak Armin WEGNER gibi bir sahtekârın Alman arşivlerinde nasıl müstesna bir yeri olduğunun gerçek hikâyesini özetlemeye çalıştım. Ne yazık ki bu adam ve daha önce hikayesini sunduğum Lepsius adlı papaz verdikleri yalan ifade ve açıklamalar ile Tellerian davasında suçlunun beraatını sağlamışlardı. Aslında günümüzde maskesi düşen ve sahtekârlıkları ortaya çıkan bu şahısların ifadeleri yeniden değerlendirilerek bu davanın yeniden görülmesi gerekmez mi?

Alman kamuoyunda sözde soykırım iddiasının ispatında vazgeçilmez öneme sahip kaynaklardan birisi de Heinrich Vierbücher adlı bir Almanın kitabıdır. İlk baskısı 1930 yılında yapılan ve günümüze kadar baskısı sürekli yenilenen bu başvuru kitabının başlığı yazılma maksadını ve içeriğini ve ortaya koymaktadır. Başlığı “Uygar bir halkın Türklerin elinde katledilişi ERMENİSTAN 1915” olan bu kitap bugün Alman soykırım lobisi tarafından referans olarak kullanılmaktadır. Ancak bu kitabın gerçeklere dayanıp dayanmadığı son derece tartışmalıdır. Zira bu kitap hiçbir belge içermemektedir ve sadece yazar tarafından duyulanları, ortaya atılan suçlamaları ve tartışmalı bilgileri ihtiva etmektedir. Aslında Türklere hakaret amacıyla yazılmış ve içinde Türklere yönelik ağır küfür ve hakaretlerle dolu entelektüel içeriği ve seviyesi tartışmalı bir kitaptır. Bu kitap ta yer alan ve aşağıda ki satırlarda aktardığım birkaç paragraf yazarın ve Ermeni yanlılarının bu sorunu Almanya ‘da ele alınış biçimini, işlevini ve işbirliği içindeki bazı çevrelerin Türkiye’ye ve Türklere nasıl baktıklarını göstermektedir.

’Türkiye çok savaşmış olan bir ülkedir. Dünyadaki en kavgacı devlettir. Efendilerinin gayret ve uğraşı alanı fikir, düşünce ve aklı dengelemekle ilgili değil korku ve kaba kuvveti kullanmakla ilgilidir. Almanya gibi bir ülke için böyle Avrupalılaştırılmış bir suç çetesi ile ittifak içinde olmak utanç vericidir. Zira bu ülke tarihin daha büyük soygun, talan ve cinayetlerini işlemek  için fırsat beklemektedir.’’(ARMENİA1915 -2006-sayfa26)

‘’Türk  Efendiler, dünyanın en ahlaksız ve yozlaşmış yönetici sınıfıdırlar. Türk halkı?  Yöneticilerinin yükünü üstlenmiş zavallı, fakir, çilekeş ve kalın kafalı okuma ve yazma kabiliyeti olmayan bir güruh. Hayli yetenekli ve zeki olan Ermeniler nerede nasıl bunlarla irtibat kurabilirler? Ancak Ermeniler buna mümkün olduğu kadar kendilerini adapte ettiler’’.(ARMENİA1915-2006-sayfa 27)

’Kurnaz M. Kemal Paşa kendi isteklerini zorla itilaf devletlerine kabul ettirmeye muvaffak oldu. Musul petrolleri onun elindeki en önemli kozdu. Petrol yüzünden Ermenilerin hakkı yendi.  M. Kemal  1922’de çok güçlü idi. 1,5 milyon Anadolu Rum nüfusunu barbarca  koşullar altında sürdü. Sevres antlaşmasını yırttı. Sonucunda Lozan antlaşmasını zorla kabul ettirdi. Kazandığı bu imtiyazlı durumla yaptığı gayri insani uygulamaları için kendisine genel bir af ortamı sağladı. (/ARMENİA1915-2006-sayfa 68)

Heinrich Vierbücher,  Birinci Dünya Savaşı sırasında üç yılını Türkiye’de geçirdi. 1916 yılı şubatına kadar İstanbul ‘da kaldı. Daha sonra Şam’da görev yaptı. Türkiye de kaldığı süre içerisinde Alman askeri misyonunun karargahında ve Alman General Liman von  Sanders’in yanında tercüman olarak çalıştı. Kendisi bizzat Ermeni olaylarının görgü şahidi olmamakla beraber çevreden özellikle J.Lepsius, A.Wegner  ve Amerikan elçiliğinden topladığı değerlendirilen bilgilerle bu kitabı yazdı. Kitapta yazdığı hiçbir olay bizzat görgü şahidi olduğu olaylar değildir. Ayrıca fanatik  bir Türk düşmanı oluşu kitabının büyük bir bölümünde mantık ve terbiye sınırlarını zorlamaktadır.

Son olarak kitapta yazılan olayların ciddiyetinin daha iyi değerlendirilebilmesi için 2006 basımlı kitabın 41’nci sayfasında yer alan TİME FOR MURDER (CİNAYET  ZAMANI ) başlıklı bölümün  birinci paragrafını aynen yazıyorum. Bu paragrafta aynen şöyle denilmektedir.

-‘’Abdülhamit zamanında bir bakan söyle dedi; Ermeni probleminin en iyi çözüm yolu Ermenilerin kökünü kazımaktır. ’ALMAN(Göttingen )coğrafyacı Ewald  BANSE bu ifadeyi olumlu karşıladı. ‘’DİE TÜRKEİ’’ adlı kitabında bu cümle için ‘’ HAKSIZ DEĞİL ‘’ ifadesini kullandı. Profesör BANSE Alman Bilimine hediye ettiği bu utanç verici ifadeyi silmek için daha sonra zor durumda kalacaktı.

-‘’Savaş döneminde bir Türk bakan söyle söyleyecekti.. Savaşın sonunda İstanbul’da hiç Hristiyan kalmayacak. Hristiyanlar tamamen temizlenecek ve İstanbul Kabe gibi olacak.’’

-‘’Osmanlı Adalet bakanlığında görev yapan bir bölüm başkanı bir Ermeniye şöyle söyledi: Artık bu imparatorlukta size ve bize yer yok. Şayet biz sizi tamamen elemine etme fırsatını kullanamaz isek bu affedilmez bir aptallık olur.’’

Şimdi bu yazılanları değerlendirelim. Abdülhamit dönemindeki bakan ile savaş dönemindeki bakan ve Adalet bakanlığındaki bölüm başkanı kim ve bu ifadeleri ne zaman  ve kime söylemişler? Son derece afaki ve sübjektif ifadeler. Bu ifadeleri duyan ve kaydedenler kim?

Ancak bu ifadeyi  kabul eden ve onaylayan Alman coğrafyacı belli. Ne yazık ki birinci paragraftaki ifade Ermeni taraflarınca Talat Paşa’ya mal edildi ve Tellerian davasında delil olarak kullanıldı. Ancak daha  sonra bu ifadenin tamamen Alman Oryantalisti coğrafyacı Ewald  BANSE  ait olduğu ve 1919 yılında yazılan ‘’DİE TURKEİ ‘’ adlı kitapta kullanıldığı ve  Talat paşa tarafından kullanılmadığı kesin ispat edildi. İşte size bir örnek gelin ve şimdi bu  sözde delil niteliğinde sunulan kitaba ve yazarına  gelinde inanın!

Heinrich WİERBÜCHER in kitabı ‘’ARMENİA 1915’’

Tehcir olayı sırasında Erzurum’da Alman konsolos muavini olarak görev yapan Max Ervin von Scheubner –Richter Ermeni konusunda Almanya da  en önemli kaynak ve referanslardan birisi  olarak kabul  edilir. 17 şubat -6 Ağustos 1915 tarihleri arasında bölgede bulunan Scheubner ‘in daha sonra Türkçeye de çevrilen Posten auf ewiger  wache (sonsuz nöbette görev)  adlı anılarında, hem Erzurum’un Alman Doğu siyasetindeki yeri ve önemi  hem de burada görevlendirilen Almanların üstlenmiş oldukları görevler detaylı olarak anlatılır. Max Erwin’in Alman Gizli Servisinde ajan olduğu ve diplomat statüsüyle Osmanlı’ya (Erzurum’a)  bu maksatla gönderildiğine dair bilgilerde vardır. Max Ervin’in görev yaptığı Erzurum bölgesi Ermeni göçünün en zor şartlarda ve coğrafi olarak en çetin arazi ve yollarda gerçekleştiği bölge olmuştur. Erzurum’dan yola çıkarına kafileler Elazığ bölgesine gönderildiler planlama ve organizasyon eksikliğinde bir çok zorluklar ve istenmeyen durumlar yaşandı. Max Ervin hemen, hemen bütün raporlarında Türk yöneticileri suçladı ve hatta Türkleri kasten Ermenilere karşı katliam uygulamakla suçladı. Ancak burada bu ön yargılı sahsın bazı raporlarını aynı konuda rapor gönderen diğer konsolosların raporları ile karşılaştırarak bu konudaki çelişkilerini ve yanlı tutumunu vurgulamak istiyorum. Max Erwin 10 Ağustos 1915 tarihinde Berlin’e gönderdiği raporunda ‘’ Ermeni isyancıların asi ve isyancı hareketler içerinde olduğunu ancak bunun genel ve planlı bir ayaklanma olmadığını yazmaktadır.’’ Aynı dönemde Samsun’daki Alman konsolos muavini Kuckhoff  ise ‘’Bütün Anadolu ‘da yabancı ülkelerin desteğiyle  büyük bir Ermeni ayaklanmasının organize edildiğini  ve bütün kasabalarda Ermenilerin silah, cephane ve bombalarla en iyi şekilde ikmal edildiğini rapor etmektedir.’’. Ayrıca 3ncü Ordu Kurmay Başkanı Felix Guse  Samsun konsolosunun raporunu teyid ederek Ermeni isyancıların basit bir karşı koyma değil hazırlıklı bir kalkışma içerisinde olduklarını rapor etmektedir.’’(The Armenian Massacres in Ottoman Turkey  sayfa 93 GUENTER LEWY 2005.)

Alman Diplomat Max Erwin von Schaubner -Richter

Max Erwin diğer bir raporunda ise Van’daki Ermenilerin muhtemel bir Türk katliamına karşı savunma amaçlı silahlandıklarını belki sonra bu durumun silahlı bir ayaklanmaya dönüşebileceğini yazmaktadır. 3ncü ordu kurmay başkanı yarbay Felix Guse ise Ermenileri bu dumunu hazırlıklı bir isyan ve kalkışma olarak tarif etmektedir. (The Armenian Massacres in Ottoman Turkey  sayfa 99 GUENTER LEWY 2005.) Bu dönemde Ermeni isyancıların Van ‘ı da ele geçirdikleri düşünülürse Max Ervin ‘in olaylara ne ölçüde taraflı baktığı kolaylıkla görülür .

Max Ervin Erwin’le ilgili bilgiler 1918’de tasfiye edilen Teşkilat-ı Mahsusa arşivlerinde yer almıştır. Çektiği yalan telgraflar ise şu an Alman arşivlerinde sözde Ermeni soykırımına kanıt olarak tutulmaktadır. Takip eden yıllarda Almanya’ya dönen Max Ervin rahip Lepsius  ile çalıştı. Daha sonra Nazi partisine katıldı ve zamanla Hitler’in sağ kolu oldu.  Ermeni yanlılarınca bu şahsın Hitler’le çalıştığı dönemde Ermeni sözde soykırımı hakkında Hitleri bilgilendirdiği ve Hitler’i Yahudi soykırımı konusunda azmettirdiği gibi saçma bir iddia ortaya atılmaktadır. Bu şahıs Kasım 1923’teki Başarısız “Birahane Darbesi’ni Alfred Rosenberg ile hazırladı ve Birahane Darbesi sırasında Hitler ile kol kola yürürken vuruldu ve öldü. Adolf Hitler, “Kavgam” kitabının ilk bölümünü, “yeri asla doldurulamaz” dediği Richter’e ithaf etmiştir. Bir Nazi ve Alman ırkçısı olan bu şahsın Erzurum’da takındığı  sözde tavır ve uygulamaları ile Nazi partisi içindeki durumu  tam bir ironi içerisindedir.

Alman kamuoyunda ve hatta dünya kamuoyunda Ermeni tezlerini savunan tarafların en fazla rağbet ettikleri ve hatta adeta bir propaganda aracı olarak   kullandıkları diğer bir belge ve kitapta Franz WERFEL adlı bir Avusturyalı oyun ve roman  yazarının  1930’lu yıllarda kaleme aldığı  MUSA DAĞINDA 40 GÜN adlı romandır.

Bu roman, 1929 yılının Mart ayında, Şam’da, tasarlanmıştır. Şam’ da bir halı fabrikasından çalışan göçmen Ermeni çocuklarının durumundan etkilenen Werfel ‘in eşi Alma Werfel ve Viyana‘daki  Ermeni arkadaşları bu kitabın yazılmasına vesile olmuşlardır. Romanın hikayesi Birinci Dünya Savaşı yıllarında Hatay ‘ın Samandağ bölgesinde yaşayan Ermeni köylerinin devlete karşı başlattığı bir isyanla ilgildir. Aslında gerçek olan bir olay Werfel’e Aram ANDONYAN gibi sahtekar Ermeniler tarafından sağlanan yalan ve maksatlı bilgiler ile tamamen saptırılmış ve uydurma bir kahramanlık hikayesine dönüştürülmüştür. Ancak bu hikaye zamanla Almanya ve bütün dünya da büyük ilgi görmüş ve hatta filmi bile yapılmıştır. Mavi Kitap, Büyükelçi Morgenthau’nun Hikayesi adlı kitaplardan sonra Ermeni yalanlarını anlatan üçüncü başarılı kitap olarak tanınmıştır. Kitap o kadar popüler hale gelir ki birçok dile çevrilir ve bir çok defalar basımı yapılır. Aslında hikayenin gerçeği şöyledir.

“Birinci Dünya Harbi sırasında İtilaf devletlerinin İskenderun Bölgesi kıyılarına bir çıkarma yapacağı sözleri etrafa yaylınca Samandağ Bucağına bağlı yedi Ermeni köyü halkı, hükümete olan vergi borçlarını ödememişler, ordu’nun  ihtiyacı için gereken yardımı yapmamışlar ve isyan etmişler ve Musa Dağı’na çıkmışlardır.

Bunun üzerine hükümet emirlerine uymaları için asilere memurlar gönderilmişse de Ermeniler, bunları dinlememiş ve silahla karşı koymuşlardır. Başka bir çıkar yol bulamayan bölge komutanı Albay Galip, jandarma alayıyla Musa Dağından inen yolları kontrol altına aldırmış ve bizzat kendisi Musa Dağı’na çıkarak son bir defa daha isyancılarla konuşmak istemişse de dağ üzerinde hiçbir kimsenin kalmadığını görmüştür. Yapılan incelemede Ermenilerin denize doğru uzanan bir yamaçtan Akdeniz indikleri anlaşılmıştır.

Yapılan araştırmada İskenderun kıyılarını gözetleyen bir Fransız harp gemisinin, Musa Dağı’ndan verilen işaret üzerine kıyıya bir sandal göndererek buradaki Ermeni çete başlarını ve diğer isyancıları gemiye taşıdıkları anlaşılmıştır. Daha sonra Musa dağında yapılan araştırmalarda hiçbir insan cesedine rastlanmadığı gibi; yaralı veya hasta bir kimse de bulunamamıştır. Bu bakımdan Yahudi asıllı Verfel tarafından yazılan ve bütün dillere çevrilerek dağıtılan ve filme de alınan bu kitabın konusunun tamamen hayali ve uydurma olduğu, Türkler aleyhinde kamuoyunu yanıltmak için bir propaganda niteliği taşıdığı bir gerçektir.”

Bu kitap yazıldıktan yıllar sonra  bu kitap’la ilgili gerçek ortaya çıkar. Birinci Dünya savaşı yıllarında Muğla’nın Milas ilçesinde doğmuş , İzmir Amerikan Lisesinde okumuş ve daha sonra 1910 yılında ABD ye giderek oraya yerleşmiş olan Albert JEAN AMATEAU(Abraham Sou Sever )isimli Sefarad Yahudisi olan bir ABD vatandaşı  ilgili makamlara müracaat ederek yazılı bir resmi şahitlik belgesi  imzalar ve bu itiraf belgesinin  ilgili akademi ve  bilim kurumlarına duyurulmasını talep eder. Bu belgenin aslı (City of Santa Rosa , count of Sonoma in the state of California ) ABD Kaliforniya Eyaletinin Santa Rosa şehrinin Sonoma kasabasında noter de saklanmaktadır ve bütün akademik kurumların bilgisine sunulmuştur.

Bir sayfalık detaylı beyan olan bu belgenin, son iki paragrafı söyledir.

‘’Musa Dağı’nda Kırk Gün adlı kitabı yazan merhum dostum Franz Werfel, yazdığı şeyleri araştırmak için hiçbir zaman bu bölgeye gitmemiştir. Sadece, Viyana’daki Ermeni arkadaşlarının ona anlattıklarını kaleme almıştır. Ölmeden önce Werfel bana, Ermenilerin, onun üzerine yıktıkları birçok yalan ve yanlışların bulunduğu böyle bir kitap yazdığı için pişmanlık ve utanç duyduğunu söylemişti. Ama Taşnak teröristlerinin, onu öldürmesinden korktuğu için bunu kamuya açıklamamıştır’’.

“Hıristiyan misyonerler, Ermenileri, Ortodoksluktan, Protestan ve Katolik inanca dönme konusunda istekli ve kolay kandırılır görmüşlerdi. Bu değişimin vermiş olduğu bisempati ile, katliam hakkındaki uydurma hikayelerin tüm Batı dünyasında yayılmasına yardım ettiler. Günümüz Ermenileri bu uydurma hikayeleri, orada hiç bulunmayan ama Çar ve Bolşeviklerle işbirliği yapan Taşnak çetelerinden duyan büyüklerinden dinlediler. Kurdukları cumhuriyet, Taşnak fanatiklerinin entrika ve oyunları yüzünden ölü doğdu. Yalan soykırım iddiaları, Batı Dünyası’nda onlara karşı büyük bir sempati doğmasına sebep oldu. Bu iddiaların çürütülmesine asla tahammül edemediler. Halen bu yöndeki çalışmaları tehditle bastırmaya ve engellemeye çalışıyorlar.”

Bu kitabın Alman entelektüelleri ve kamu oyunda ayrıca farklı bir yeri daha vardır. Bu kitap, Almanya da yazıldığı dönemde (1933) Yahudi Holokostuna giden gelişmeleri  tarihi Ermeni olaylarını örnekleyerek  uyaran bir mesaj olarak görülmüştür. Özellikle bu kitap basıldıktan sonra  dönemin Yahudi gettolarında en çok okunan kitap olmuştur. Dolayısı ile Alman  toplumunun belleğinde 1915 Ermeni olayları ile Nazi soykırımı arasında ilişki olduğu yönünde bir ön yargı mevcuttur. Bu husus Alman toplumunun kendi  ağır suçlarına bir yandaş arama olgusundan kaynaklanabieceği gibi  Werfel, Lepsius  diğer Ermeni destekçisi  yazarların bu toplumun hafızalarına bu tür yanlış ve taraflı bilgileri kazımalarından kaynaklanmaktadır.

Günümüzde Ermeni tezlerini destekleyen  Alman yazar ve akademisyenlerin başında Tessa  Savvidis Hofmann, Udo Steinbach, Wolgang Gust ve son zamanlarda yazdığı Ermeni yanlısı ve Türkleri suçlayan kitapları ile dikkat çeken Akademisyen ve yazar Stefan Ihrıg  gelmektedir. Bu yazarların özellikle başını çeken Yunan asıllı Tessa Hofmann aynı zamanda Taner AKÇAM’ın hamiliğini yapmış ve bu i sahsın söz konusu tarafa kazandırılmasında önemli rol oynamıştır. Hoffmann, Berlin Hür Üniversitesinde, “Türkiye ve Kafkaslar’’da Azınlık Çatışmaları Uzmanı , Ermeni yazarlar birliğinin onur üyesi ve  Ermenistan koordinasyon grubunun y öneticiliği görevlerinde bulundu.Türkiye ‘ye ve Türklere  karşı, Alman kamuoyunu desteğini kazanmak amacıyla Ermeni sözde soykırım yalanını Alman Parlamentosuna taşımak üzere  2000 yılında imza kampanyası başlattı. Ayrıca aynı yıl Berlin de 1915 soykırım etkinlikleri düzenlenmesinde etkin bir rol aldı.Federal mecliste soykırımı tanımak amacıyla başlatılan kampanyaya önderlik yaptı.

Hoffmann, yıllardan beri “Ermeni kıyımının 20. yüzyılın ilk ve sistemli jenosidi olarak Nazilerin Yahudi kitle kıyımına örnek oluşturduğunu, dahası gaz odalarının da ilk kez Türkler tarafından kullanıldığını” iddia eden kitaplar yazdı, yazdırdı ve yayınlattı.
Hofmann, Almanya’da 1994 yılında çıkan Ermeniler ve Ermenistan adlı kitabında şöyle yazmaktadır: “İttihatçılar gözleri kan bürümüş ırkçılar topluluğu. Mustafa Kemal, iki milyonu aşkın Ermeni ve Rum’un katili. Ermeni isyancılar ise umutsuzluğun verdiği bir cesaretle savaşan aile reisleridir. Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon Ermenilerin yurdudur.’’

Alman ırkçı yazarlarından olan Wolfgang Gust, Tessa Hofmann gibi sözde Ermeni soykırım tezini savunan  bir araştırmacıdır.  Günümüzde yaptığı çalışmalar ile başta Lepsius olmak üzere Alman misyonerlerinin izinden yürümektedir. 2005 senesinde Lepsius’un manipülasyonlarını konu eden ve kendi deyimiyle bu sefer Alman arşiv belgelerini tamamen doğru yansıtan bir kitap çıkarmıştır (Der Völkermord an den Armeniern 1915/16. Dokumente aus dem Politischen Archiv des deutschen Auswärtigen Amts , Ermeni soykırımı 1915/16. Alman dış dairesinin politik arşivinden belgeler).Aslında Gust  bu çalışmasında sadece Lepsius’un Almanlar’ın  ve Ermenilerin yararına yaptığı manipülasyonları ele almış ve Türkleri suçlayan ve sözde soykırımın işaretleri olarak gördüğü belgeleri ön plana çıkararak yanlı ve maksatlı bir kitap hazırlamıştır.

Alman yazar Stefan IHRİG ,halen Van Leer düşünce kuruluşu -Kudüs /İSRAİL  de akademisyen olarak görev yapmaktadır. Ihrıg son yıllarda Atatürk aleyhinde ve sözde soykırım üzerinde yazdığı kitaplar ile gündeme gelmiştir. 2014 yılı sonunda yayınlanan kitabı ‘’NAZİLERİN HAYALİNDEKİ ATATÜRK ‘’ ve 2015 yılı sonunda yayınlanan kitabı ‘’KANITLANAN SOYKIRIM ‘’kitapları   içerik yönünden son Alman parlamento kararının bazı bölümleri ile büyük benzerlik taşımaktadır.Yazar kitaplarında Atatürk ve Atatürk Türkiyesi ile Hitler ve Naziler arasında irtibat kurmakta ve Naziler ile Hitlerin Atatürk ten ve Atatürk Türkiyesinden büyük ölçüde etkilendiklerini iddia etmektedir. Ayrıca Yahudi soykırımının Sözde Ermeni soykırımı örnek alınılarak yapıldığını ve Atatürk Türkiye sinin kuruş yıllarında sadece Ermeniler değil Rumlara karşıda etnik temizlik yaptığını ve bu gelişmelerin Nazilere model olduğunu iddia etmektedir. Dolayısı ile son parlamento kararı ile birlikte bu yazarın kitapları değerlendirildiğinde sözde Ermeni soykırım tezini destekleyen Alman entelektül grubunun yeni bir yaklaşımla ile Atatürk ve Hitler’i bağdaştırmaya ve Ermeni soykırım iddiasına Anadolu Rumlarına soykırım iddiasında dahil etmeye ve bu suretle aslında Türkiye cumhuriyetinin üniter yapısını  ve ulusal değerlerini sorgulamaya  yeltendiği görülmektedir. Yazarın bu kitaplarına cevap,belgeler sunularak tarafımdan kendisine ve halen görevli olduğu VAN LEER ENSTİTÜSÜ( KUDÜS/ İSRAİL )yazılı olarak gönderilmiştir. Yazarın kendisi yazılarımı cevaplama nezaket ve cesaretini gösteremez iken çalıştığı Enstitü şahsıma “ üzgün olduklarını ve bu yazara şahsıma cevap vermesi  söylendiğini ifade eden” bir özür mektubu gönderilerek cevap verilmiştir.

İlginç olan husus  bu yazarın kitaplarında iddia ettiği hususların büyük bir bölümünün son Alman parlamento kararının görüşüldüğü oturumda  parlamenterler tarafından yapılan  konuşmalarda aynen dile getirilmesidir. Bütün bu hususlar  günümüzde Almanya’nın; parlamenterleri, yazarları, entelektüelleri ve kamu oyu ile belirlenmiş bir plan ve hedef dahilinde hareket ettiğini göstermektedir.

Sonuç olarak en kuvvetli Alman belge ve kanıtları olarak dünya kamu oyuna sunulan bu şahısların hazırladığı kitap, rapor ve belgelerin durumu özetle ortaya koymaya çalıştım. Bu rapor, kitap ve kanıtlar daha detaylı olarak incelendiğinde çok daha fazla yalan, manipülasyon ve çarpıklıkların bulunacağından eminim. Bu nedenle Türkiye’deki  araştırmacıların  ve akademisyenlerin  bu konuda yılmadan  ve usanmadan çok daha fazla çalışmaları gerekiyor. Saygılarımla…

24 Nisan üzerine Ermeni iddiaları ve Alman arşiv belgeleri üzerine bir inceleme

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

9 Yorum

  1. Çok güzel ve çok bilgilendirici ve akıcı bir yazı. Fakat yazıda yer alan faks kelimesini anlamadım. Bu faks 1970’lerde yaygınlaşan faksmı bu yoksa baş bir şey mi ? …’ Almanya ve Ermenistan 1914-1918. Toplu Diplomatik Belgeler ‘’başlıklı kitabını ise Mayıs 1919’da yayımladı. Lepsius kitabını yazarken, orijinal fakslarda bulunan ve Almanları suçlayan ifadeler ile Ermeniler’in ayaklanmalarını ve………

  2. 1-1913 Balkan Türk Soykırımı (İngiltere-Yunanistan)
    2-1920 Çukurova Türk Soykırımı (Fransa-Ermenistan)
    3-1915 Erzurum Van Türk Soykırımı (Ermenistan)
    4-1917 Filistin Kudüs Türk Soykırımı (İngiltere-Arap cürufu)
    5-1964 Kıbrıs Türk Soykırımı (Yunanistan)
    6-1992 Hocalı Türk Soykırımı (Ermenistan)
    7-2004 Telafer Türk Soykırımı (Lanet olasıca ABD)

  3. Güzel bir yazi olmus ancak elestiriler subjektif olmus. Kaynak olarak sadece onlarin yazdiklari verilmis ve bu sahislarin yanli olduklari dile getirilmis. Bizim de bunlarin yanli olduklarini gösteren bilgi ve belgeler sunmamis gerekir. Bu konuda nedendir bilinmez ama sayin Mehmet Arif Demirer in calismalari ne resmi makamlar tarafindan ne de baska bir kimse tarafindan incelenmiyor, kullanilmiyor.

    • 24 Nisan 2022, 15:50

      Belgeler gayet açık ve anlaşılır. Asıl olanda karşı tarafın kendi belge ve itiraflarıdır. Çok kapsamlı ve gerçekçi bir araştırma olmuş. Ellerine sağlık. Osman bey; varsa elinizde bilgi, belge ortaya koyun. “Subjektif olmuş” kelimesi yanlış bir ifade… Haksızlık etmeyelim. Talatpaşa Komitesi Başkanlığı da yapan Sn. Erdinç, bu konuda çoğu yazar ve araştırmacı nın bilmediği ve ulaşamadığı belgelerden imbikten süzerek tek tek inceleme ve araştırmayı, oya örer gibi yazmaktadır. Sn. Erdinç’e Tebrikler ve teşekkür ediyorum.

  4. 24 Nisan 2022, 07:39

    Çok değerli arşivlerden derlenmiş olan bu önemli yazıyı sinirlerimize hakim olmadan okumak mümkün değil. Hele son paragraflarda Hitler’in güya Atatürk’ten ilham aldığı çıkarımı hakikaten bu yalancıların bir de üstüne tüy dikmesi olmuş. Fransızı gider 2 milyon Cezayirli’yi katleder, Alman’ı 1.5 milyon Yahudi’yi katleder, İngiliz’i Afrika’yı yaşanmaz hale getirir, Amerika’ya akın akın giden Avrupanın tamamı Kızılderilileri katleder, ABD gelir Ortadoğu’da 1.5 milyon Iraklı’yı katleder, ermeni 1915’te Van’da Erzurum’da Ardahan’da Iğdır’da, 31 Mart 1918’de Azerbaycan’da akla hafsalaya sığmayacak canilikte Türk katliamları yapar, sonra üstüne sırf vatan müdafası yapıyoruz diye bizi soykırımcı ilân ederler. Bıktık artık her yıl temcit pilavı gibi bütün bu yalanlara cevap vermekten. Adamlar hiç boş durmuyorlar ve seri bir şekilde yalan, mesnetsiz, belgesiz, tarihsiz kitaplar savuruyorlar. Ve bizim araştırmacılarımız bu mesnetsiz yayınlara cevap vermek, yalanlığını ıspat etmekle ömürlerini tüketiyorlar. En iyi savunma saldırıdır bence. Hatta doğrular ve tarihi belgeler üzerinden yapılmalıdır bu. Van Akdamar adası da dahil olmak üzere Anadolu’da, Hocalı’da, Bakü’de, Gence’de Türklere karşı ermenilerin yaptığı soykırımları tanımalı ve tanıtmalıyızdır. Şahsi fikrim budur.

  5. Ta basindan beri bilincli olarak yaratilan uydurma bir masalin, masal olmadigini ispat etmekle ugrasmak zorunda birakilan bir ülke durumundayiz maalesef. Gelinen bu noktada en zor mesele, bu uyduruk masalin masal oldugunun ispat edilmis olmasi degil, o uyduruk masalin sistematik olarak bir gercekmis gibi yaklasik yüz yildir propaganda ediliyor olmasidir. Almanya bunu yapmak zorundadir, aksi takdirde kendi karanlik tarihi ile dünyada tek örnek olmak zorunda kalacaktir. Bir yigin yalanci sahidin üzerimize yiktigi bir cinayeti islemedigimizi ispatlamaya mecbur ediliyoruz. Üstelik cinayete kurban gittigi iddia edilen sözde maktül hayatta iken! Durum bu kadar absürd.

    • 24 Nisan 2022, 16:50

      Bu makaledeki bütün eleştiriler kaynağa dayandırılarak sunulmuş – üstelik de yabancı kaynaklara dayanılarak çürütülmüş. Daha nasıl objektif olunur?
      Sayın Ali Erdinç Paşa’mız 15 senedir İngiliz ve Alman arşivlerini inceleyerek bu konuyu araştırmakta. Beş seneden uzun süredir de Talat Paşa Komitesi Başkanlığı yaptı.
      Devlet görevlilerimizin, Mehmet Arif Demirer Bey ile Ali Erdinç Paşa’nın ve değerli tarihçilerimizin önerilerini incelemesi çok iyi olur.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!