Adalet ve siyaset

featured

Kemal Anadol yazdı…

Okurlarıma bugünkü yazımın her zamankinden farklı olacağını söyleyerek konuya gireceğim. Çünkü örnekler vererek tarihe not düşürmek istiyorum.

Yaşamım boyunca sözlerime “ben” diyerek başlamaktan ve birinci tekil şahıs kullanmaktan sakınmışımdır. Bu alışkanlığı sürdürenlere de kuşku ile bakarım ve bilinç altında psikolojik nedenler ararım. Bunları neden yazıyorum? Şundan; 1970 kuşağı ve sonrakiler en azından siyasal çalışmalarımdan beni tanırlar. Ancak genç kuşaklara seslenmek ve bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum da ondan.

Klasik deyimle ve gerçekten ülkemizin umudu gençler! Önce size kendimi tanıtayım.

3 Kasım 1941 doğumluyum. Yani 81 yaşımın içindeyim. Bu yaşın bana verdiği şansla Türkiye demokrasi tarihinin en önemli dönemlerini içinde ve kucağında yaşadım. Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi olarak 1960 yılındaki 555 K olayının canlı tanığıyım. Yani beşinci ayın beşinci günü saat beşte Kızılay meydanında buluşan, “Menderes İstifa” ve “Hürriyet” sloganlarıyla yeri göğü inleten gençlerin içindeydim. Polis coplarına kararlı biçimde direniyorduk.

12 Mart 1971 günü yönetime el koyan ve taktik gereği parlamentoyu açık tutan NATO darbesi sırasında avukat, gazeteci ve CHP Karadeniz Ereğlisi İlçe Başkanıydım. Darbeye karşı çıkarak CHP Genel Sekreterliğinden ayrılan Ecevit’le birlikteydim. İstanbul/Kocaeli/Sakarya/Zonguldak illeri Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün’ün emri ile, Erdemir yüksek fırını Ayşe’ye sabotaj savıyla suçlanan işçi ve sendikacılar arasındaydım. Bugün Askeri Müze olan Harbiye zindanlarındaydık. Faik Türün daha sonra Adalet Partisi Manisa Milletvekili oldu!

12 Eylül 1980 darbesinden sonra Barış Derneği yöneticilerinden, Cumhuriyetimize büyükelçilik, rektörlük, dekanlık, milletvekilliği yapmış şahsiyetlerle, İstanbul Baro Başkanı, Türk Tabipler Birliği Başkanı, gazeteciler, akademisyenler, sanatçılar ve meslek odası yöneticileriyle bu kez Maltepe Zırhlı Tugay Askeri Cezaevi zindanlarındaydık.

Sakın bunları kişisel reklâmı için yazıyor sanmayın. Bir kere bu yaştan sonra böyle çabalara ihtiyacım yok. İkincisi, kişisel ve ailece çektiğim sıkıntılar denizde damla bile değil! Bunları söylemekten utanıyorum. Çünkü bu memleket 18 yaşından küçük delikanlıların yaşının büyütülerek asılmalarına tanık oldu!

Ama, 1971’de Harbiye zindanlarından çıktıktan kısa bir süre sonra halk bu yalanlara inanmadığını göstererek beni milletvekili seçti! Aynı şekilde 12 Eylül faşizminin koyduğu beş yıllık yasak biter bitmez tekrar milletvekili seçildim ve ayağımın tozuyla meclis kürsüsünden Kenan Evren hakkında suç duyurusunda bulundum.

Elbette kahraman değilim. Ama önceden donatılmış cezaevlerinde üç ay yatıp, on üç yıl bunun reklamını yapan ve ömründe karakola gitmemiş, politikaya emeklilikten sonra merak salmış demokrasi kahramanlarından da kendimi ayırma hakkına sahibim.

Hukukçuyum; avukatlığa başladığım günlerin üstünde tam 56 yıl geçti! Pek çok siyasal davada bazen vekil bazen de sanık oldum. 1960 devriminden sonra kurulan Yassıada Mahkemesinin yakın tanığıyım. 12 Mart’ta Mülkiye’de verdiği Anayasa dersinden, yazdığı Anayasa kitabı nedeniyle apar topar Mamak zindanlarına götürülen Mümtaz Soysal’dan, Mamak askeri cezaevi önündeki buzları kırmakla görevlendirilen Uğur Alacakaptan ve çok sevgili arkadaşım sakıncalı piyade Uğur Mumcu’ya kadar ülkemizin aydınlık yüzlerine karşı yapılan şerefsiz işlemlere ve açılan davalara tanık oldum. Hepsi beraatla bitti. Ama çekenler çektikleriyle kaldı. Onlara bu muameleyi lâyık görenler halkın içine çıkmaktan korkarak ömürlerini tamamladılar!

Önce şunu belirteyim. Tarihin kararı, her dönemde yargının kararının üstünde olmuştur. Tarihin verdiği kararın istinafı, tashihi, temyizi yoktur! Tarihin kara kaplı defterine giren karar, salt gelecek kuşaklara değil dünyanın sonuna kadar ibret vesikasıdır. Sokrat’ın savunması yüzyıllardır kim bilir kaçıncı baskısını yaptı; kim bilir kaç kez sahnelendi? Ama onu yargılayanların adını bilen yok! Barış Derneği davasında son sözlerimi soran mahkeme heyetine tek cümle ile yanıt vermiştim: “Vereceğiniz kararın tarihin kararıyla çelişmemesini dilerim.”

Demem o ki, açılan ve karara bağlanan bir dava kamuoyu vicdanında ve tarihte yer bulmadıysa onun hukuk önünde de bir değeri yoktur, aynen kalp para gibidir!

Hukuka gelince… Hukukun evrensel kuralları vardır. 1789 devriminden bu yana, ihtilâller, savaşlar, kavgalar sonunda natürel zeytinyağı gibi damla damla süzülerek oluşan bu kurallar, günümüzde metre gibi, litre gibi ölçülebilen değerlere sahiptirler. Hukuk kurallarının genelliği, bunların her yerde herkes için geçerli olması demektir. Çok kaba bir örnek; salgın koşullarında parti kongrelerini lebalep dolduracaksınız, polis korkusundan seyirci kalacak, ama gariban kâğıt toplayıcısına ceza yazacak! Gerisini ve çok daha büyük olayları bırakın, bu örnek bile o ülkede hukukun geçerli olmadığını kanıtlıyor. Ne kadar hukuk, o kadar demokrasi!

Hukuk evrenseldir. Magna Carta Libertatium, Habeas Korpus, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yayınlananı kaç yüzyıl geçti biliyor mu acaba iktidar sahipleri? Yok, “Bizim iç işlerimize kimse karışamaz”, yok “Biz bağımsız bir ülkeyiz” söylemleri eski deyimle lâfı güzaftır! Size “Beyler maden öyle, neden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisin kabul ettiniz, neden Anayasanızın 90. Maddesini buna göre düzenlediniz” demezler mi? Siz kimi kandırıyorsunuz?

Sözün özüne gelince… 27 Mayıs’ın Yassıada Davası, 12 Mart’ın TİP, TÖS davalarıyla birlikte açılan ve sonuçta iflâs eden birçok dava… 12 Eylül’ün DİSK, TYS, TÖB-DER, Barış Derneği ve bunları izleyen yüzlerce dava… Bunların hepsi hukuksal değil siyasal davalardı. Deniz Geçmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam kararını veren mahkemenin hâkimi General Ali Elverdi, kısa süre sonra TBMM’de o karara parmak kaldıranların arasına girdi ve Adalet Partisi Bursa Milletvekili oldu. Al sana adalet! Gençlerden ve okurlardan özür dilerim. Son Durak adlı romanımda yazdım. Osuruk ne kadar müzikse, 12 Mart, 12 Eylül ve FETÖ yargısının adaleti de o kadar adalettir!

Zamanında mazlum edebiyatı yapanların iktidara gelince nasıl zalime dönüştüklerine, uygulamalarda ve açılan davalarda tanık oluyoruz. Eski deyimle hülâsa; hukukta, adalette, akılda ve vicdanda çifte standart olmaz!

Yassıada kararlarını savunanların bugün yaşanan adaletsizliklere karşı çıkma hakkı olmaz!

Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Amiraller Bildirisi ve son çarpıcı örnek Gezi Davası kararlarını savunanların da Yassıada’yı ağızlarına almaya hakları yoktur. Nokta!

Yazımı bir dönemin ateşli politikacısı Osman Bölükbaşı’nın ünlü cümlesiyle bitiriyorum:

Tarih, ben Nuh’um diyenlerin kendi yarattıkları tufanlarda boğulduklarını gösteren misallerle doludur!

Adalet ve siyaset

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!