Amiralden bir döneme ışık tutan savunma… Hulusi Akar’ın mektubunu mahkemede okudu

104 Amiral'in Montrö ve 'sarıklı amiral' ile ilgili duyurusuna imza atan Amiral Ali Sadi Ünsal mahkemede yaptığı tarihi savunmayla bir döneme ışık tuttu. Balyoz kumpasından cezaevinde yattıkları sırada Hulusi Akar’ın amirallere yolladığı mektubu mahkemede okuyan Ünsal, “Kendisinin ne demek istediğini anlamamız uzun sürmedi!” dedi.

featured

VERYANSIN TV

104 Amiral duyurusu üzerine 102 emekli amiral ve bir emekli general hakkında “devletin güvenliğine veya anayasal düzene karşı suç işlemek için anlaşma” suçundan 12’şer yıla kadar hapis cezası istemiyle açılan davaya devam edildi.

Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya bazı tutuksuz sanıklar ile avukatları katıldı.

Duruşmada emekli amiraller Ali Sadi Ünsal, Turgay Erdağ, Ali Veybi Alpman ve Nazım Çubukçu savunmalarını yaptı.

Kanser tedavisi gördüğü dönemde Amirallerin Montrö duyurusu üzerine gözaltına alınıp dört gün nezarette tutulan emekli Tuğamiral Ali Sadi Ünsal’ın savunması mahkeme salonundaki izleyicilere duygu dolu anlar yaşattı.

‘SİYASİLERİN BEYANLARINA YER VERİLMEMELİYDİ’

Öncelikle iddianamede siyasilerin açıklamalarına yer verilmesine değinen Ünsal, “Siyasilerin yaptığı açıklamalar hukuki bir gerekçe veya dayanak olarak kabul edilemez. Böyle bir iddianame hazırlanır ve kabul da görürse bu hukuki değil siyasi bir dava olarak algılanır” dedi.

“İddianame sadece bu husus ile acı bir tebessümü haketmiyor mu?” diyen Ünsal, “Bir yanda ‘hoca efendisine(!)’ şükran sunan, bir yanda gerçekleri söyleme cesaretini gösteremediğini ikrar eden, bir yanda ‘fikir özgürlüğü’ masalı anlatan bu kişilerin ciddiye alınarak beyanlarına iddianamede yer verilmemeliydi” ifadelerini kullandı.

Yürütülen bir soruşturma hakkında, henüz dava bile açılmamışken, davada son sözü söyleyecek yüksek mahkemelerin ve üyelerinin açıklama yapmalarının tarafsızlıklarıyla bağdaştırılamayacağını vurgulayan Ünsal, “İddianamede; ‘tepkilerin büyüklüğü’ ve ‘kahir ekseriyet’in nasıl ölçüldüğü yer almamaktadır” dedi.

Ali Sadi Ünsal

Amiral Ali Sadi Ünsal’ın mahkemeye sunduğu savunmasından öne çıkan satırlar şöyle:

‘EDEPSİZLİK’ TEPKİSİ İSTATİSTİKLERİNİ AÇIKLADI

“Resmi twitter hesabında, 18.285.316 takipçisi olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın twitterdaki tepkisini beğenen sayısı 42.700 olup bu sadece % 0.23’e, Resmi twitter hesabında 1.500.000 takipçisi olan Adalet Bakanı’nın twitterdaki tepkisini beğenen sayısı 12.000 olup bu sadece % 0.8’e, Resmi twitter hesabında 5.900.000 takipçisi olan İçişleri Bakanı’nın konu hakkındaki 2 ayrı twiti vardır. Bu twitlerindeki tepkisini beğenenlerin sayısı sırasıyla 57.600 olup % 0.97 ve 46.700 olup % 0.79’a, Resmi twitter hesabında 2.200.000 takipçisi olan İçişleri Bakanlığı’nın (kurumsal) “Edepsizlik” ithamlı tepkisini beğenenlerin sayısı 11.900 olup % 0.54’e, Resmi twitter hesabında 1.700.000 takipçisi olan Emniyet Genel Müdürlüğü’nün (kurumsal) “Edepsizlik” ithamlı tepkisini beğenenlerin sayısı 30.000 olup % 1.76’a, Resmi twitter hesabında 822.900 takipçisi olan Jandarma Genel Komutanlığı’nın (kurumsal) “Edepsizlik” ithamlı tepkisini beğenenlerin sayısı 29.400 olup % 3.57’e, Resmi twitter hesabında 70.100 takipçisi olan Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın (kurumsal) “Edepsizlik” ithamlı tepkisini beğenenlerin sayısı 9.032 olup % 12.8’e, Resmi twitter hesabında 5.400.000 takipçisi olan Devlet Bahçeli’nin tepkisini beğenen sayısı 52.700 olup % 0.97’e, Resmi twitter hesabında 2.200.000 takipçisi olan MSB’lığının (kurumsal) tepkisini beğenen sayısı 8.550 olup % 0.38’e karşılık gelmektedir.

‘ORGANİZE DİLEKÇELER’

Dilekçe vererek suç duyurusunda bulunanlara bakıldığında;

84 milyon nüfusa sahip ülkemizde toplam 561 kişidir (% 0.0006= Milyonda 6 ).

81 ilimiz içinde 17 ilimiz ve 922 ilçemiz içinde 908 ilçemiz konuya ilgi bile göstermemiştir.

En kalabalık 5 ilimizden, İstanbul’da 3 kişi (Nüfusu 15.5 milyon), Bursa’da 2 kişi (Nüfusu 3.1 milyon), Antalya’da 5 kişi (Nüfusu 2.5 milyon) başvuru yaparken, Ankara (Nüfusu 5.5 milyon) ve İzmir (Nüfusu 4.3 milyon)’de başvuran olmamıştır.

Türkiye’de yaklaşık 150.000 STK vardır. Savcılıklara başvuran STK sayısı toplam 7’dir (…)

Türkiye’nin dört bir yanından(!) yapılan ya da yaptırılan şikayetler tek tip bir dilekçe ile yapılmış, sadece en sonuna isim ve soyadı yazılmıştır. Kelimesi kelimesine aynı şikayet dilekçeleridir…

Yeri gelmişken bir hususu da vurgulamak isterim… Organize dilekçe verenlerin bir gün “örgütlü suç kapsamında yapılacak soruşturmada” yer aldıklarını duyarsam şaşırmayacağım. Bu nedenle Emniyetin kayıtlarına geçmesi çok iyi oldu (…)

Hal böyleyken iddianamede tarafsız/destekleyen görüşlere neden yer verilmemiştir? Bu yöntem hukuka uygun mudur? Bu yöntem tarafsızlık mıdır? Yoksa Savcılık sadece aleyhe bir soruşturma mı yürütmüştür?

‘YÜCE TÜRK MİLLETİ’ İFADESİ

İddianamede “ ‘103 Amiral bildirisi’ olarak kamuoyuna yansıtılan metnin başlangıç cümlesinin maksatlı olarak ‘Yüce Türk Milleti…..’ şeklinde başlatıldığı” ifadesi yer almıştır. Yani geçmişte yaşanan darbelerde benzer ifadenin kullanıldığı, bunun da aynı amacı taşıdığı kast edilmiştir. “Yüce Türk Milleti” ifadesi darbecilerin tekelinde de olup, bir telif hakkı mı söz konusudur? Ayrıca bu ifade madem darbeleri çağrıştırıyor ve suç unsuru olarak değerlendiriliyorsa,

İddianamenin 34.sayfasında, sondan 2. paragrafında yer alan “Son olarak; 15 Temmuz 2016’da (…) darbe teşebbüsü, yüce Türk Milletinin sarsılmaz iradesiyle bastırılmıştır.” ve “Türk Yargı Etiği Bildirgesi”nin sonunda yer alan “Türk Yargı Etiği Bildirgesi; hâkimler ve savcıların, adına karar verdikleri Yüce Türk Milletine ve O’nun her bir ferdine verilmiş sözüdür.” ifadelerinde yer alan “Yüce Türk Milleti” kavramını nasıl yorumlayacağız? Bu ifadeler de “darbeleri” mi çağrıştırıyor diyeceğiz?

‘BOŞLUK DOLDURMA OYUNU’

“Aksi takdirde…” ifadesinin sanki bir boşluk doldurma oyunu oynanıyormuş gibi bağlamından koparılarak keyfi yorumlanmasını doğru bulmuyorum. “Aksi takdirde…” ifadesi içerikli konuşmalar ve beyanlar kamuoyunda çok sık kullanılır.

‘TÜRKİYE’NİN BEKASINI VE GELECEĞİNİ YOK ETMEYİ HEDEFLEYEN KUMPASLAR DİZİSİ…’

Öncesi… Sürecin gerçeği…:
Dünya, 2000’li yıllara 11 Eylül saldırısı ve sonrasında ABD Başkanının “Her ulus, her bölge, şimdi karar verme zamanıdır. Ya bizimlesiniz ya da teröristlerin yanındasınız” tehdidi ile girdi. 2014 yılına uzanan süreçte dünya da ve Türkiye’de bir çok gelişmeler ve olaylar meydana geldi… Türkiye dış politikada Irak, Suriye, Kıbrıs, Eğe ve Doğu Akdeniz’de stratejik hatalar yaptı. Bu hatalarını ısrarla südürdü… Stratejik hatalarının bir kısmını taktik seviyede atılan adımlarla çözmeye çalıştı… Netice olarak olumsuz etkilerini siyasi, askeri, sosyal ve ekonomik olarak yıllarca hissettirecek sorunlar birikti… Kıbrıs bir anlamda şansa kurtulurken, Doğu Akdeniz’de olumlu adımlar atıldı ama arkası gelmedi. Karadeniz ise kuzeyde yaşanan işgal girişimlerine ve çatışmalara kadar sakinliğini korudu…
Bu gelişmelere “paralel” olarak, Türkiye’nin siyasi, askeri ve hukuki tarihinin kapkara lekesi, Türkiye’nin bekasını ve geleceğini yok etmeyi hedefleyen, hukuk kullanılarak kurgulanmış bir kumpaslar dizisi pervasızca hayata geçirildi. Kumpaslar süreci, basın ve siyaset üzerinden kamuoyunun Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı kışkırtılarak saygınlığının ayaklar altına alınması, gerçek belge ve kayıtların sahte dijital ürünlerle karıştırılarak ‘karanlık kurgular’ haline dönüştürülmesi ve nihayetinde tamamına yakını muharip kadrolardaki ve ağırlıklı olarak Deniz Kuvvetleri üzerinden tasfiye operasyonunun hukuk eliyle başarılması olarak özetlenebilir.

Görevde bulundukları süre zarfında kumpaslara maruz kalan askerler için ellerinden geleni yapan ancak netice alınamadığı için istifa eden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ve Kuvvet Komutanları’dan sonra süreç tamamen rayından çıktı…

Hedef alınarak cezaevlerine kapatılan askerler “hırs, ihtiras ve haset” ile körleşenlerden olmadıkları için esas hedefin Türkiye, yani Vatanımız olduğunun hep bilincinde oldular. Bu bilinçle de, cezaevlerine girer girmez, ilk şoku atlattıklarında, kişisel ve ailevi sorunlarını bir kenara bırakarak gerçekleri, sorumlu(!) ve ilgili(!) makamlara, basına, hukuk fakültelerine, STK’lara, vatandaşlara anlatmaya çalıştılar… bıkmadan… usanmadan…

‘MASUM ASKERLER NECDET ÖZEL TARAFINDAN SİYASİ OTORİTE İKNA EDİLEREK TASFİYE EDİLDİ’

Cezaevi sürecinde bir kısmımız sırası geldikçe görev süresi uzatılmadan emekli edildi. Kalanlar da tahliye edildikten sonra toptan emekli edildi. Yani masum olmamıza rağmen Balyoz kumpasında yer aldığımız için emekli edilmiş olduk… Kayıtlara ise kadrosuzluktan emekli edildiğimiz yazıldı. Gerçek ise kumpas davalar kapsamındaki masum askerlerin dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel tarafından siyasi otorite ikna edilerek tasfiye edilmesiydi… Yerlerine de FETÖ’nün elemanları yerleştirildi. Necdet Özel, yıllar sonra, ne tesadüf ki (!), 15 Temmuz’dan hemen sonra, 12 Ağustos 2016 günü Hürriyet gazetesine manşet olacak ve “Yüreğim yanıyor, ömrüm oldukça da yanacak, ben artık böyle bir yürekle yaşayacağım. Ergenekon ve Balyoz’dan mağdur olan arkadaşlar için üzüntüm çok büyük, vicdanımda bir sızı olarak kaldı. Birçoğu komutanlık görevini üslenecek tecrübe ve donanıma sahipti. Benim için en önemli şey vicdan artı hukuktur.Hukuku izledik ama vicdanım sızlıyor” diyecek ve sonra da huzurlu bir şekilde yaşamına devam edecekti…

‘KUMPASLAR SEBEP, 15 TEMMUZ SONUÇ OLDU’

Kumpas davalar, kurgulayanların bile şaşıracağı ölçüde başarıya ulaştı. “Bu süreçte yapılanlar/yapılmayanlar” sebep, “15 Temmuz” ise sonuç oldu. Kumpasların başarılı olması sayesinde çete 15 Temmuz kalkışması yolunda şu hedeflerine ulaşmıştı;

➢ Kendilerine engel olacak TSK personeli, listeler halinde kamuoyuna da ilan edilerek pervasızca tasfiye edildi.

➢ Özgüvenini yitiren Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinin süreci doğru yönetme ve doğru kararlar verebilme iradesi çökertildi.
➢ Vatanlarına ihanet eden askerler hakkında hiçbir hukuki-idari işlem yapılamadı, bu konuda gösterilen çabalara sürekli ‘Belge yok, bulgu yok’ denilerek ve ‘Hiçbir şey yapmayarak / yapıyor gibi görünerek’, ‘korku’, ‘çaresizlik’ ve ‘durumu idare etmek’ iklimi teşvik edildi.

➢ TSK itibarı ve disiplini Cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar sarsıldı..

➢ Askeri vesayet kaldırılıyor görüntüsü altında milli değerlerimiz ayaklar altına alınarak, Türk Milletinin, bağrından çıkardığı Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yabancılaşması yolunda önemli mesafe alındı.

➢ Hayati önemi haiz bazı harekât planları, bunlara istinaden hazırlanan detaylı hal tarzları, sorun alanları basına, kamuoyuna ve doğal olarak ilgili ülkelere normal(!) bir işlemmiş gibi servis edildi, mahkeme salonlarında alay konusu yapılacak kadar utanç verici seviyelere inildi. Böylece “Bu vatan için bir şey yapmaya değmez” yaklaşımı askerlerin ve bireylerin düşünce dünyasına kazınmaya çalışıldı.

‘GERÇEKLERİN TOPLUMA ANLATILMASINDAN RAHATSIZDILAR’

2014 yılında tahliye olduğumuz andan itibaren Genelkurmay Başkanlığı Karargahından hiçbir ilgi ve sıcaklık görmedik. Sadece yüzlerde sahte gülümsemeler ve üzüntüler gördük. Tavırlarında “Kurguydu, belgeler sahteydi ama keyfimiz iyi idi… Sizler yüzünden rahatımız ve huzurumuz kaçtı. Gerçekleri topluma açıklamanızdan da çok rahatsız olduk” yaklaşımını hep hissettirdiler… belli ki kurgunun gerçek olmasını çok arzu etmişlerdi… Gerçeklerin topluma açıklanması yönündeki çabalardan, toplumun bu çabalara gösterdiği saygı ve duydukları güvenden çok rahatsızdılar…

Gerçekleri topluma anlatmaya devam ettik. Sessiz Çığlık faaliyetlerinde, gazetelerde, Tv ekranlarında ve yazılan kitaplarla devletimizi ve vatandaşlarımızı tehlikeye karşı uyarmaya çalıştık. Bu nedenle FETÖ elemanlarının ve çıkarları gereği işbirliği yapanların saldırılarına maruz kaldık… Ancak her nedense TSK’daki FETÖ’cülere dokunulmuyor, her şey normalmiş gibi davranılıyordu. Oysaki, Yargı ve Emniyet içerisindeki FETÖ operasyonları ise hızlanarak devam ediyordu.

19 Şubat 2014 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “ Malum TSK’nın o nezih yapısı farklı ama oraya da bunlar bu sızmalarını yapmış durumda.” açıklaması Genelkurmay Başkanlığı’nda bir anlam ifade etmiyor muydu?

‘HIRS, İHTİRAS, MAKAM AŞKI VE HASET İLE KÖRLEŞMİŞLERDİ’

Tahliye olunca HSK müfettişlerine 57 adet delile havi 18 sayfa,
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na önce 51 adet delile havi 29 sayfa, sonra 57 adet delile havi 18 sayfa, beyanda bulundum…
Genelkurmay Askeri Savcılığına 1 kez,
Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığına 4 kez çok detaylı ifadeler verdim.
 Her ay Değirmendere/Gölcük meydanında kamuoyunu aydınlatma görevimi yerine getirdim.

Bu yapılanları “FETÖ’nün ve destekçilerinin” karşısında diz çökenlerin ve buna da bahane bulanların görmeleri elbette beklenemez… Çünkü hırs, ihtiras, makam aşkı ve haset ile körleşmişlerdi…
Yeniden yargılama neticesinde beraat ettik! Genelkurmay Başkanlığı makamında ise şimdiki Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar bulunuyordu.

HULUSİ AKAR’IN BALYOZ’DAN TUTUKLANAN AMİRALLERE MEKTUBU

Hulusi Akar’ı tutuklu olduğumuz Hasdal Cezaevinin bağlı olduğu 3. Kolordu Komutanı iken tanımıştık… O dönem Korgeneral Hulusi Akar, Balyoz kumpasından tutuklanan Amirallere, cezaevi müdürü ile kısa bir mektup yollamıştı. Mektubunda “Değerli arkadaşlarım. Geçmiş olsun.Sizler görmek isterdim, ama izin vermediler. Biliyorsunuz, cezaevinin kuralları var. En kısa zamanda özgürlüğünüze kavuşmanız dileğiyle gözlerinizden öpüyorum” ifadeleri yer almıştı.

Kendileri, kendilerinin emrinde ki cezaevine izin alamadığı için giremediğinden yakınıyor ve “kurallar var” diyerek de anlayış gösterilmesini istiyordu… Daha sonra da ziyarete gelen Tüma.Soner Polat’a “İdari sorunlar(cezaevinde yaşanan sorunlar), her ne ise, bir gün nasıl olsa çözülür. Bu nedenle, sen Ankara’ya döndüğünde, Komutanlara işin özüyle ilgilenmelerini söyle.Bu arkadaşların oradan çıkarmanın bir yolu bulunmalı.” diyecek, Tüma. Polat’ın, “Nasıl bir yol bulunabilir?” sorusuna ise “Bilim ve fenni eğitimle öğrenebilirsin, ama Komutanlık sanatı fıtridirşeklinde cevap verecekti…

Kendisinin ne demek istediğini anlamamız uzun sürmedi! 
Kumpas davalar hakkında peşpeşe beraat kararları geldiği günlerde Genelkurmay Başkanlığı tarafından 29 Şubat 2016 tarihinde kamuoyuna bir açıklama yayınlandı…
Genelkurmay Başkanlığı bu açıklaması ile kumpas davaların başından itibaren farkında olduğunu, TSK ve dolayısıyla Türk Milletine kurulan kumpas gerçeğini “Hukuka saygı” kavramına sığınarak kamuoyuna ve personeline zamanında açıklayamadığını bir anlamda itiraf etmişti. Bu arada hala TSK’de FETÖ üyeleri olmadığı için (!) hiç bir adım atılmıyordu… Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “ Malum TSK’nın o nezih yapısı farklı ama oraya da bunlar bu sızmalarını yapmış durumda.” açıklaması üzerinden 2 yıl geçmiştir… 2 yıl..

‘FETÖ’CÜLER ‘BİZ BURDAYIZ DİYE’ MEYDAN OKURKEN, 15 TEMMUZ’DA YAŞANACAKLARI HAYKIRDIM’

Mücadeleye devam ettim… “FETÖ’cüler ‘biz burdayız diye’” adeta meydan okurken, 30 Mart 2016 günü “Biz de burdayız” diyerek bir grup vatandaş ve emekli silah arkadaşım ile Değirmendere/Gölcük meydana çıktım. Elimde megafon ile polis kameraları kayıt yaparken 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanacakları, “tarihi hariç” şu sözler ile haykırdım;

Devletin sorumlu makamlarına ve vatandaşlara sesleniyoruz… Bizlerin yıllardır yaptığı uyarıları dikkate almadınız (…) Bu çeteyi, bu hainler sürüsünü ciddiye almamaya devam ederseniz, onları devletten, özellikle de TSK’dan temizlemeyi ertelerseniz Türkiye’nin yok olmasına sebep olursunuz…”

Yani yaşadığımız haksızlıklar, zulümler, yapayalnız bırakılmamıza karşın devletimize, yargımıza ve vatandaşlarımıza karşı elimden geldiğince “vatandaşlık görevimi” yerine getirdim.

‘AYAK BİLEĞİMDE KELEPÇE TAKILI VAZİYETTE HATIRLAYACAKTIM’

Benzer yöndeki uyarılara ve bu yönde basında yer alan haberlere cevap Genelkurmay Başkanlığı’ndan geldi!… Suç duyurusu da içerecek şekilde… 31 Mart 2016 tarihli açıklama şöyledir…
“Türk Silahlı Kuvvetlerinde disiplin, mutlak itaat ve tek emir komuta esastır. (…) Bambaşka saiklerle yapıldığı anlaşılan ve hiçbir hukuki, insani, vicdani ve akli dayanağı olmayan, (…) yapılan Haber ve yorumlar doğal olarak kahraman silah arkadaşlarımızın moral ve motivasyonunu olumsuz etkilemekte, tüm mensuplarımızı rahatsız etmektedir (…) Hiçbir yasa dışı, emir-komuta hiyerarşisi dışı oluşum ve/veya harekete taviz verilmesi söz konusu değildir (…) haddini aşan haber ve yorumları yapanlar hakkında hukuki işlemler başlatılmış ve suç duyurusunda bulunulmuştur.”’

Bu duyuruyu sadece 3.5 ay sonra yani 15 Temmuz 2016’da hatırlamayacaktım…5 yıl sonra da hatırlayacaktım… ayak bileğimde kelepçe takılı vaziyette! (…)

‘TESLİM OLMAYIP DİŞE DİŞ SAVAŞANLAR TASFİYE EDİLDİ’

15 Temmuz sonrası FETÖ operasyonları yoğunlaşarak sürdürüldü… Sonra da FETÖ ile mücadele edenlerin büyük bir kısmı ve özellikle 15 Temmuz’da teslim olmayıp dişe diş savaşanlar ve bunu sonrasında da sürdüren kilit isimler ya istifa ederek ya emekli edilerek ya da pasifleştirilerek tasfiye edildiler(…)

Dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, artık MSB’dır…

Bizlere “Gerçeğin yanında yer almak bir komutanın ahlaki sorumluluğudur. Sakın unutmaya, mazaret bulmaya kalkmayın” diye öğretildi.
 Gündemde Montrö konusu vardı… Bu konuda görüş bildirmek elbette en çok biz bahriyelilere düşen bir görevdi…

‘BU EYLEM TSK’YA YÖNELİK BÜHTANDI’

Bu süreçte devletin aracını şahsi arabası gibi kullanan, üniformasının üzerine başka kıyafetler giyerek, üstlerine ve emrindekilere kendince mesaj vermek için fotoğraf çektirme cüretini de gösterip, meydan okuyan şahsın servis ettiği fotoğraflar basında çıktı. Belli ki, birilerine özenmiş ve bir boşluğu doldurmanın/kullanmanın öncülüğünü yapıyordu. Önceki benzerleri gibi dokunulmaz olduğuna inanmıştı… Bu eylem TSK’ne yönelik bühtandı..

‘FETÖ BENZERİ OLUŞUMLARA DİKKAT EDİLMESİNİN ÖNEMİNİ VURGULADIK’

Bunca yaşananlardan sonra yeterince ders alınmadığı gerçekti. Bu benim değerlendirmem…
Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklenemez gerçeğinden hareketle uzmanlık alanımızla ilgili toplumu bilgilendirdik…FETÖ benzeri oluşumlara dikkat  edilmesinin önemini vurguladık ve üzüntümüzü paylaştık… Hepsi buydu…

‘PKK VE FETÖ ÜYELERİ İLE NEZARETE ATILDIK’

Bu nedenle;
 Evim sabaha karşı 15’e yakın polis ile basıldı…
Cep telefonuma, bilgisayarıma ve silahıma el kondu.
El konan cep telefonu ve bilgisayarımın imajları alınmadı ve el koyma tutanağı tarafıma verilmedi. Nezarete atıldık…bir kısmımız FETÖ, bir kısmımız hem PKK hem de FETÖ üyesi olduğu iddia edilen kişlerle kaldı, yerde yatanlar oldu…

‘SURİYELİ, AFGAN GÖÇMENLER KADAR BANA GÜVENİLMİYORDU’

Adli kontrol şartıyla serbest bırakıldık… ayağımıza elektronik kelepçe takıldı…
Bağımsız yargımız “yurt dışına kaçarım” diye yurt dışı çıkış yasağı kararı verdi…
Yani Suriyeli, Afganlı, Iraklı göçmenler kadar bana güvenilmiyordu…
Onlar güvenilir, ben tehlikeliydim…
Onlara Anayasal haklar bana davalar…
Onlara Türkiye yolları bana cezaevi, nezarethane, mahkeme yolları…

‘TOPLUM ALGIMATİK GAZINI YEMEDİ’

Duyuru sonrası ortaya çıkan gürültü, vites boşta iken gaz pedalına basılması misaliydi… Gürültü çoktu ama araba gitmiyordu… Çünkü toplum algımatik gazını yememişti…

TSK sabıkası olan bir kurum olarak görülürse mensuplarının aidiyet duyguları ve değerleri de ona göre şekillenir. Kurumlarda suç işleyen varsa hesap sorulur. Kurumlardan hesap sorulmaz.

Benim pusulam dün nasıl doğruyu gösteriyorsa bugünde doğruyu gösteriyor. Geçmişte pusulası yanlış gösterenler, yanlış rotada giderek bizlere yapılanlara ya destek oldular ya aldatıldılar. Olan ülkemize ve vatandaşlarımıza oldu. Ben kimseyi aldatmadım ve aldanmadım. Dün nasıl devleti ve toplumu aydınlatmaya çalıştıysam bugünde yaptığım, bir fark hariç, aynısıdır. O fark şudur: O dönemde toplu veya bireysel açıklamalara aynı tepki gösterilmemişti! (…)

Hatalar ve suçlar sorumlularını bağlar… Sorumlusu da hesabını verir… Olması gereken budur… 19 Şubat 2014 tarihinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Malum TSK’nın o nezih yapısı farklı ama oraya da bunlar bu sızmalarını yapmış durumda.” açıklamasına rağmen 2 yıl boyunca FETÖ üyelerine yönelik tek bir adım atılmaması, 15 Temmuz kalkışmasından 3.5 ay önce “TSK hiç bir yasa dışı oluşum yoktur” açıklaması sonrası, 15 Temmuz’da kendilerinin karargahı başta olmak üzere TSK’de bir kısım karargahlarda/birliklerde yaşananlar utanç verici ve kapkara bir leke değil midir? İfade ettikleri “Bilim ve fenni eğitimle öğrenebilirsin, ama Komutanlık sanatı fıtridir” yaklaşımını bu gerçeğin ışığında nasıl anlamalıyız?

Bahse konu şahısa, Deniz Kuvvetleri çatısı altında barınmasına izin verilerek, onuru ve şerefi ile görev sürelerini tamamlayıp emekli olanlarla benzer statüde muamele sunulması, bizlere de nezarethane ve cezaevlerinin reva görülmesi, İç İşleri Bakanına bizler için “Edepsizler” açıklaması yaptırması;

Demokrasimizi mi yüceltmiş midir? 
Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin moral ve motivasyonunu olumlu mu etkilemiştir? Düşmanlarımızı üzmüş müdür? 
Her türlü fitne-fesat ve yıkıcı girişime engel mi olmuştur? 
Tepenin arkasını/ufku görebilme yeteneğini mi artırmıştır?
 Atatürk’ün belirttiği gibi akıl ve bilimin ışığında yüründüğünü mü göstermiştir?

‘FURKAN VAKFININ KARARGAHINDA BU FOTOĞRAF KARESİNİ VERSEYDİ NE OLURDU?’

Bir de sorum var… Bu şahıs Furkan Vakfı/Cemaati/Grubu’nun karargahında bu fotoğraf karesini verseydi, bugün içinde bulunduğumuz durum nasıl olurdu? Kıyamet kopacak ve bizim duyuruyu duyan-gören olmayacak, o şahısta hala tutuklu olacaktı… Aslında bu soru tek başına konunun özünü ve tehlikeyi yeterince anlatmıyor mu?

Umberto Eco ne demişti? “Asıl mesele bir şeyin yanlışlığını ispat etmeye çalışmamız değil. Asıl mesele apaçık doğrunun doğru olduğunu ispat etmeye çalışmamız.”

Sonuç olarak…

2000’li yılların başından itibaren dünyada meydana gelen gelişmeler Türkiye’nin hedefte olduğunu, TSK’nin zayıflatılması için her yolun kullanılacağını ve özellikle-öncelikle ilk hedefin Türk Deniz Kuvvetleri olduğunu adeta haykırmıştır…

Dünyadaki bu gelişmeleri göremeyenlerin ve anlamaya çalışmayanların Türkiye’de olanları da anlaması mümkün değildir(…)

‘GELİNEN AŞAMANIN SORUMLUSU YOK MU?’

Denizciler Mavi Vatan için gece gündüz çalışırken FETÖ yapılanmasının saldırıları karşısında yapayalnız bırakılmışlardır… Hak ve hukukları korunmamıştır…

Bu görev ve sorumluk Genelkurmay Başkanlığı’nındır. Bu sorumluluğun yerine getirilmediğine inanıyorum.
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği masal mıdır? Masal değilse yaşadıklarımız nedir? (…)

Ben yaptıklarımın/yapmadıklarımın hesabını verirken, ihanete karşı mücadele edip bedeller öderken, yıllarımı cezaevlerinde geçirirken, mesleğimden olurken bahse konu Genelkurmay Başkanlarının görevlerini bile ihmal etmedikleri nasıl söylenebilir?

Anıkabir’de görevli 2 subay şemsiye tuttukları için görevden alınıyor, görev yerleri değiştiriliyor da vatan toprakları bombalanıyor, halk kurşunlanıyor… gelinen aşamasının sorumlusu yok mu? (…)

“15 Temmuz” bir neden değil bir sürecin neticesidir.

‘ÜSTÜNE GİDİLMEZSE İHANETLER KATLANARAK BÜYÜR’

Sorumluluların hesap vereceklerine, süslü ve hamaset dolu cümlelerin örtüsü altına saklanmaya çalıştıklarını görmezden gelemeyiz, kabul de etmeyiz.

15 Temmuz öncesi herşeyi toz pembe gösterip, “herşey kontrolümüz altında” nutukları atanlardan bugün aynı davranışları sergilediklerinde farklı neticeler beklenemez. Bunu anlamak için bir ihanetle daha yüzleşmeye gerek yoktur.

FETÖ başta olmak üzere çetelerle kol kola olanların üstüne “adli soruşturmalarla” gidilmezse ihanetler katlanarak büyür.

FETÖ ile mücadele edenlere/bedel ödeyenlere, fedakarlık edenlere, topluma katkı sağlayanlara cezaevlerinin yolunu gösterip Fetö ile işbirliği yapanlara/teslim olanlara makamlar vermenin erdemi (!) olmaz.

‘ASLA PİŞMAN DEĞİLİM’

Bu duyuruyu; jeopolitik alanda yapılan hataların tekrar edilmemesi için, toplumu aydınlatarak yönetenleri sorgulamalarına katkı sağlamak ve Mavi Vatan’ın koruyucusu kahramanı denizcilerimizin bizim yaşadıklarımızın benzerlerini yaşamamaları için imzaladım.  Asla pişman değilim…

Bu katkıyı sağlamak için herhangi bir makam veya kişiden izin alacak değilim… Hiçbir makam/ kişi bana, “otur/kalk” misali emir veremez/ima edemez…

Yapılan her şey doğru ise bu tepkilere ihtiyaç duyulmayacak bir özgüven sergilenirdi. Bu tepkiler, 15 Temmuz öncesi neler neler yaşandı da gösterilmedi…

Yaklaşık 3 telebayt büyüklüğünde ki Genelkurmay ve Akıncı Üssü FETÖ darbe davası dosyalarını inceledim. 15 Temmuz’a giden süreçte, 15 Temmuz’da ve sonrasında başta Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere, karargahlarda yaşananlara ilişkin bütün gerçeklerin ve sorumlularının ortaya çıktığına inanmıyorum.

‘BUNLAR HERŞEYİ YAPARLAR… BUNU ANLAMAK GEREKİYOR’

Gerek siyasi cenahta gerekse TSK’de, süreç içerisinde FETÖ ile işbirliği yapan, kritik zamanlarda/son anda rol değiştirerek FETÖ düşmanı maskesiyle ortaya çıkan çok sayıda suçlu olduğuna inanıyorum. Bunlar herşeyi yaparlar… Bunu anlamak gerekiyor…

FETÖ lider kadrosundan tutuklu/hükümlü olanların bunca zamandır çözülmemeleri çok önemlidir. Bunun bir anlamı olduğu kesindir…
Bunlar çözülüp itiraflara başlarlarsa;
 Kumpasların, Donanma Komutanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı başta olmak üzere karargahlarda nasıl planlanıp nasıl tezgahlandığını,

Binlerce askerin kimler tarafından nasıl fişlendiğini,
Fişlenen askerlerin nasıl tasfiye edildiğini,
Yöneticilerinin ve iş birlikçilerinin kimler olduğunu,
Dokunulmaz olanları neye göre belirlediklerini ve onlardan beklentilerini öğrenmek mümkün olacaktır…

Gerçekler ortaya çıktığında kimilerinin de maskesi düşecek ne oldukları ne olmadıkları daha net anlaşılacaktır. (…)

Hakkımızda, henüz dava bile açılmamışken, davada son sözü söyleyecek Yüksek Mahkemelerin ve üyelerinin, özellikle de Adalet Bakanı’nın açıklamaları sonrası soruşturmanın, mahkemenizin yaptığı yargılamanın ve müteakip hukuki süreçlerin “tarafsız, adil ve hukuka uygun” olabileceğine inanmakta çok zorlanıyorum. (…)

Kumpaslar döneminde Beşiktaş adliyesinin karşısındaki bir internet kafeden gönderilen ihbar e- postası üzerine, FETÖ’nün sözde savcısı Fikret Seçen ve ekibi, FETÖ’nün sözde hakimi Ömer Diken’e çıkarttığı karar ile 6 Aralık 2010 günü Donanma Komutanlığı karargahını basmış, döşeme altına yerleştirilen bir harddisk içerisinde yer alan word sayfalarına istinaden yüzlerce denizciyi tutuklatmıştı. Aradan tam 11 yıl geçmişti ki, yine 6 Aralık günü “Emekli Amiraller İddianamesi” yayınlandı… İddianamenin yayınladığını avukatlarımızdan değil tarafsız(!) basından öğrendik. 11 yıl önce sözde deliller sahte, 11 yıl sonra tek delil olan whatsapp yazışmaları ise gerçekti… Ya sonuç? Farklı mıydı?

‘TÜRKİYE’NİN TAVRI HAKLILIĞIMIZI GÖSTERDİ’

Bu sayede Türk Milleti Karadeniz’e ilişkin yaşamsal haklarının değerini öğrendi… Denizci bir millet olma yolunda önemli bir adım daha atıldı. Gözaltı süreci sonrası Karadenizde meydana gelen gelişmeler ve bu gelişmeler karşısında Türkiye’nin tavrı FETÖ sürecinde olduğu gibi bir kez daha haklılığımızı gösterdi. Tek dileğim siyasi çıkarlar uğruna bir kez daha FETÖ benzeri oluşumlara sempati ile bakılmasının yaratacağı tehlikeleri yaşamamamızdır. Bu konuda da bir kez daha haklı çıkmayı arzu etmiyorum..

‘TELAFİSİ MÜMKÜN OLMAYAN GÖNÜL KIRIKLIĞI YARATTINIZ’

Rütbelerin sökülmesi konusuna gelince; Hiç olmazsa iddianamede bu ifadeler yer almamalıydı… bu ifadelere yer verilmemeliydi… tarafsız ve adil hakim-savcılarımız kürsülerde bulunsun diye bedel ödeyen, bu kapsamda 3 yıl cezaevinde yatan, mesleği elinden alınan, maddi manevi kayıplar yaşayan, buna rağmen mücadeleden vazgeçmeyen bir bahriyeli olarak kalbi çok kırdınız. Telafisi mümkün olmayan bir gönül kırıklığı yarattınız… Bunun nedeni sanmayınız ki, rütbelerimin sökülmesi…

Bilmenizi isterim ki, ben zaten Balyoz kumpası kararları onandığında Er olmuştum… hayatımın en anlamlı hediyesini de Er olunca aldım…

‘ÇOCUKLARIMA ÜNVAN VE RÜTBE DEĞİL ONURLU BİR GEÇMİŞ BIRAKIYORUM’

Makamlar, rütbeler ne kadar onurlu, haysiyetli, dürüst ve adaletli kalınabileceğinin sınandığı konumlardır.
 Ben çocuklarıma ünvan ve rütbe değil onurlu bir geçmiş bırakıyorum…. Çok değerli tarih hocamızın vurguladıkları gibi “Er olmak şerefli bir iştir”. Bu şerefi taşımaktan onur duyarım. Er olmayı bizleri küçültmek için kullanan bilinç yoksunlarının söylemlerine iddianamade yer verilmemeliydi…

‘KUVVET BUNA YANIT VERMELİDİR’ SÖZÜNE AÇIKLIK GETİRDİ

Duruşmaya İstanbul’dan SEGBİS’le katılan emekli amiral Arif Vehbi Alpman, iddianamede dikkat çeken bir konuya değindi. İddianamede Amiral Alpman’ın bir yazışmada ‘kuvvet buna gerekli yanıtı vermelidir’ cümlesine işaret edilmiş, bu ‘kuvvet’ kelimesinin Türk Silahlı Kuvvetleri olduğu ileri sürülmüştü. Bu kelime üzerinden TSK’nın harekete geçirilebileceği iddia edilmiş, bu iddiaya birçok amiral itiraz etmişti. Alpman, yazdığı bu ifadeye açıklık getirdi. Yaptığı savunmada, “Kuvvet buna gerekli yanıtı vermelidir, dediğim konu cübbeli, takkeli amiralin kendisidir” diyerek Deniz Kuvvetleri’ne işaret ettiğini, Deniz Kuvvetleri’nin bu kişi hakkında gerekli işlemi yapmamasına tepki gösterdiğini söyleyen Alpman, ayrıca şu ifadeleri kullandı:

“‘Kuvvet’ kelimesi tekildir, ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’ ise çoğuldur. Dikkat edin, kuvvetleri demiyorum, kuvvet diyorum, kuvvet dediğim yerin Deniz Kuvvetleri olduğu çok açıktır.”

Cübbeli amiral konusunda da Montrö konusunda da cumhurbaşkanıyla aynı düşüncede olduğumuz ortaya çıkmıştır” diyen Alpman, yurtdışı yasağının ve adli kontrol şartlarının kaldırılmasını talep etti.

Turgay Erdağ solda

‘BENİM BAŞKA BİR VATANIM OLDUĞU MU SANILIYOR?’

Emekli Tuğamiral Turgay Erdağ da duyuru sonrası yaşananları ‘hayretler içerisinde kaldım’ sözleriyle tanımladı. Duyurunun yayınlanmasının ardından 90 yaşlarında bakmakla yükümlü olduğu anne ve babasının yanından elleri kelepçeli olarak götürüldüğünü söyleyen Erdağ, “Bana hukuk, adalet, Türk savcısı bu zaman lazımdı” dedi.

‘BURADA ANAYASA’NIN YÜRÜRLÜKTE OLUP OLMADIĞININ KARARI VERİLECEK’

Duyuru sonrası yapılan saldırılara ve kendilerine atılan suçlara isyan eden ve birçok soru soran Amiral Erdağ, ellerine ve ayaklarına neden kelepçe takıldığını sorarak, “Yurtdışı yasağı neden konuldu, benim başka bir vatanım olduğu mu sanılıyor?” ifadesini kullandı.

Neden mahkeme huzurunda hesap verdiğini bir türlü anlamadığını belirten Erdağ, verilecek kararın ‘hakkında verilecek bir karar’ olmayacağını, ‘Anayasa’nın yürürlülükte olup olmadığının’ kararının verileceğini söyledi.

3 Mayıs 2021 tarihinde bir kişinin ‘Şeriatı ilan edeceğimiz günler yakındır’ dediğini hatırlatan Erdağ, bu kişinin sözlerinin ‘ifade özgürlüğü’ çerçevesinde değerlendirildiğini belirtti.

“Doğru söylediğimiz için bedel ödüyoruz” diyen Erdağ, Balyoz kumpasında da FETÖ’nün kendilerine yaptıklarını anlattı.

‘BİZLERİ DARBECİLİKLE SUÇLAYANLAR DARBE YAPMAYA KALKANLARDI, BU KEZ BİZİ KİM ALDI?’

Erdağ, FETÖ davalarıyla söz konusu davanın benzerliklerine dikkat çekti. FETÖ kumpasları zamanında suçlamaları, haklarındaki kararları televizyon ve bazı gazetelerden öğrendiklerini, bugün de benzer bir durumun yaşandığını söyleyen Erdağ, “10 yıldır hukuk, adalet arıyorum ve şu anda da aynı şey için buradayım” dedi.

Erdağ, şunları söyledi:

“Balyoz sürecinde bizilerin darbe yapacağımızı söylediler, bizleri içeri attılar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden attılar. Bizleri darbe yapacağımız iddiasıyla suçlayanlar, darbeyi yapmaya kalkanların kendileriydi. Şimdi sormak lazım, bu kez bizi kim aldı?”

Erdağ, avukatları Şule Nazlıoğlu Erol ve Türker Tok’un Türkiye Cumhuriyeti’nin birer savcısı gibi çalıştığını söyledi ve kendilerine teşekkür etti.

Öte yandan, duruşmaya yarın devam edilecek.

Amiralden bir döneme ışık tutan savunma… Hulusi Akar’ın mektubunu mahkemede okudu

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. Sizleri saygıyla selamlıyorum.👏🏻🇹🇷👏🏻🇹🇷👏🏻🇹🇷

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!