Avrupa’nın sömürgeleşmesi-2… Bazı projeler çok gizliydi

Prof. Dr. Ergun Türkcan yazdı... 3 kesimden oluşan "Avrupa'nın sömürgeleşmesi" yazı dizisinin ikincisi...

featured

21. YÜZYILIN TEMEL SORUNU?

Tekrar baştaki soruma gelirsem: Üç büyük ekonomi-politik güçten bir olan Avrupa, niçin eskisi gibi, (örneğin büyük nükleer bir güç olan Rusya ile ittifak edip) kendi başına Avrupa imparatorluğu olmuyor da, ABD’nin (eski usul bir sömürgesi demeyelim de) dominyonu statüsünü kabulleniyor? Daha 20 yıl önce, bölgesel bir güç muamelesi gören Çin, ABD ile stratejik bir yarışa, dünya hakimiyeti amacına yönelirken, Dünyayı 500 yıldır yönetmiş olan Avrupa üstelik eskisi gibi milletlere veya imparatorluklara bölünmüş değil[1] tek bir ekonomi-para ve siyasi-askeri birlik çerçevesine girmiş iken, en güçlü olması gereken zamanlarında[2] nasıl oluyor da ABD’nin “sömürgesi” olabiliyor? Bunun cevabını aramaktayız.

Bunun nedenlerini bugünlerdeki verilerle değil, İkinci Savaş sonrası yorgunluk-pişmanlık ve eziklik psikolojisinin yol açtığı savaş korkusu, daha doğrusu yenilerek çekilme utancını bir daha yaşamamak için sadece “dekoratif” ordular beslemeye yönelmelerinde aramak daha doğru olur, diye düşünüyorum. Bu dediklerimi özetleyen tek terim ise NATO’dur; açalım.

NATO İttifakı,[3] 1949’da, savaş yorgunu, ancak Marshall Yardımıyla ekonomilerini ayağa kaldıran, bir zamanlar birbiriyle savaşmış büyük (core) Avrupa devletlerini, Fransa, İngiltere, (Batı) Almanya, İtalya ve Benelux’ü savaşın asıl galibi veya en büyük gücü SSCB’ye ve onun Demir Perde gerisinde kalmış müttefiklerine karşı korumak için kuruldu. Bunu hızlandıran pek çok olay arasında 1948 Berlin Ablukası[4], Almanya’nın ikiye bölünmesi gibi olaylar ve olgular vardır. Tabii akla gelen bir soru, bu kadar savaş yıkımı ve utancı yaşamış Avrupa’nın niçin genel bir tarafsızlığı seçmeyip, sonunda yine (nükleer) bir savaş makinesinin parçaları olmaya razı olmasıdır. Savaş sırasında, İsveç, Finlandiya, İsviçre, Portekiz, İspanya, Türkiye tarafsız kalmışlardı, ama ilk üçü dışındakiler, başta Portekiz ve tabii kurucular ABD-Kanada, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg (Benelux) hepsi 12 ülkedir, Portekiz hariç, hepsi savaşan galip ülkelerdir. Ordusu olmayan İzlanda Adası da kurucular arasındadır. Savaşta tarafsız kalmış Türkiye ile savaş görmüş Yunanistan ise 1952’de katıldılar. Savaşta Almanya yanında duran İtalya 1943’de, hukuken savaştan çıktığı için o da kurucudur.

Ancak Büyük Savaşın baş aktörü Almanya’nın Batısı veya resmen Bundesrepublik, savaştan sonra silahsızlandırıldığı için NATO’ya alınması sorunlu sayılıyordu. Ancak Varşova Paktı[5] 1955’de kurulunca, Almanya da NATO’ya katıldı. İspanya da 1982’de katılınca NATO 16 üyeli bir İttifak oldu. De Gaulle Fransa’sı ve Danimarka NATO askeri kanadından çekilse bile üye sayıları SSCB çökünceye kadar değişmedi. SSCB çökünce herkes NATO’nun işlevinin sona erdiğini düşündü, ama sistem, sanki Soğuk Savaş için değil de Üçüncü Dünya savaşı için kurulmuş gibiydi; tekrar canlandı ve genişlemeğe başladı.

NATO’nun, çöken Sovyetlerin ve Yugoslavya’nın eski üyelerini, 1999, 2004, 2009, 2017 ve 2020 yıllarında üçer-beşer üye yapmasıyla bu sayı günümüzde 30’a ulaşmıştır.[6] İsveç ve Finlandiya da katılırsa sayı 32 ve daha fazla olabilir. Ama günümüzdeki sorun bu 2 daimi tarafsız ülkenin NATO’ya katılmasıdır; çünkü Türkiye muhalefet etmektedir. Ancak, bu ‘hukuki-siyasi’ itiraza karşı bu iki ülke fiilen İttifaka katılmış gibi davranıyorlar; bir çözüm bulunması mümkündür.

AVRUPA NİÇİN KENDİ KABUĞUNA ÇEKİLDİ?

Yukarıda Hindistan’ın tarihsel pasifliğine değinip, kitlesine, sahip olduğu bilim ve kültür düzeyine rağmen niçin, bu büyüklüğüne ve tarihine rağmen dünya siyasetindeki yerini, Çin gibi, ABD ile yarışacak düzeye getirmediğini sormuştuk. Bu tarihsel durgunluğu atması bir şekilde mümkün müdür? Ancak bu soruyu cevaplamak yerine Avrupa’ya bakmak, onun 70 yıllık sessizliğini açıklamak, Hindistan’ı açıklamak için de yardımcı olabilir. Çünkü, bu kadar büyümesine rağmen Avrupa (Avrupa Birliği) ve/veya Avrupa’nın NATO’su niçin Dünya siyasi sahnesinde kendi kitlesine, bilimsel+teknolojik kapasitesine ve en önemlisi, tarihin en eski, tecrübeli, gözü pek büyük emperyalistler topluluğu olmalarına rağmen, eskisi de yenisi de, “Darülaceze”ye çekilmiş zengin ihtiyarlar gibi günlerini gün ediyorlar?

Önce, NATO’yu, siyaseti konuşurken Darülaceze benzetmesini laf olsun diye, yapmadığımı belirtmeliyim. Bu kurumda, ihtiyarlar, hastalar, kendine bakamayacak durumda olan, ailesiz, kimsesizler, ama paralı insanlar kalır. Tabii ki, bire bir benzetme olmadığı aşikardır. Ancak, Savaştan sonraki Avrupa’nın durumu ABD’nin kurduğu bir bakımevi manzarası oluşturuyor: ABD onlara para, malzeme ve gıda gönderiyor; dış dünyaya, Sovyetlere ve/veya komünizme karşı koruyor. Avrupalılar, Savaşta yenmiş ve yenilmiş de aynı eziklik, belki pişmanlık içinde bir birini anlayıp[7], bir daha savaşmamak ve birleşmek için çalışmağa kararlı bir şekilde önce Avrupa Kömür ve Çelik Birliği (The European Coal and Steel Community) Temmuz 1952, arkasından Avrupa İktisadi Birliği (European Economic Community, EEC) Mart 1957’de, Roma Anlaşmasıyla ortaya çıktı. Geri kalan süreçleri anlatmam gereksiz, her yerde vardır.

AVRUPA’NIN NATO ŞEMSİYESİNDE SİLAHLANMASI

Avrupa’nın yeni ordular kurduğu, kurmağa başladığı da açıktır; bunlar yeni NATO şemsiyesi altında, artık tek tek kendi ülkelerini değil, Avrupa’yı, bir bütün olarak, savunmak amaçlıydı. Daha doğrusu, NATO’nun başlıca dayanağı bir ABD Ordusu vardı, fakat bir Avrupa veya NATO Ordusu yoktu; yine milli ordular, kendi milli komuta sistemlerinin üstünde yer alan NATO Komuta sistem(ler)ine bağlanmıştı. Avrupalıların savaş makineleri henüz harekete geçmediği için de, silah birliği, ABD silahları ile gerçekleşiyordu. Ancak, milli ekonomiler düzelmeğe başlayınca, milli silah sanayileri de yeniden kendini gösterecektir, fakat bir yere kadar. Üzerinde durmak gerekir.

İkinci Savaş boyunca Müttefiklerin, özellikle hiç işgal görmemiş ABD ve İngiltere’nin sadece klasik silahların yani gemi, uçak, tank üretimini hızlandırmak, seri üretim hatlarına geçmenin ötesinde yeni silahlar ve savunma sistemleri için, çok büyük ölçekte bilimsel ve teknik A+G araştırmaları yaptığını biliyoruz. O döneme kadar genelde tarım araştırmaları için devletten[8] destek alan bazı üniversiteler, hayırsever fonlar-vakıflar sistemiyle henüz dünya sıralamasında Almanya, Fransa ve İngiltere’nin gerisinde kabul edilen ABD, Savaşa girince, tüm üniversite ve şirket laboratuvarlarına kontrat bazında, ama devletin (Ordu[9] ve Donanmanın) gösterdiği amaçlar, ürünler ve çözümler için seferber etmiştir. Bu amaçla kurulan Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Ofisi, OSRD (Office of Scientific Research and Development) başına MIT Üniversitesi Rektörü Vannevar Bush getirildi. Bu Ofis 1945 sonunda 2.300 proje veya kontrat karşılığı yarım milyar dolar harcamıştı. (O günkü dolar bugünkünün 20 katı değerinde idi.)[10]

BAZI PROJELER ÇOK ÖZEL VE GİZLİYDİ…

Ancak bazı projeler çok özel ve gizliydi, şirketlere verilemezdi: Atom bombası, Radar, Alman Enigma şifresini çözmek için başlatılıp bilgisayara yol alan özel projelerin maliyetleri 2-3 m. Dolar civarındaydı. Almanların projeleri de çok kapsamlıydı; eğer bazı büyük fizikçilerini Savaş öncesinde ABD ve İngiltere’ye kaçırtmasıydı, belki kendi atom bombası projesini daha önce gerçekleştirebilirdi. Buna rağmen geleceğin uzay yarışının temellerini atacak olan roket (V1 ve V2) ve jet uçağı çalışmaları, savaşın seyrini değiştirmese de, bu projeleri yürüten Alman bilimci ve mühendislerinin ve tabii, ele geçen prototip, malzeme ve dokümanlarının savaş sonundaki hızlı paylaşımları, ABD ve Sovyetlerin Soğuk Savaştaki teknolojik yarışının bazını oluşturacaktır. Almanların bu rolünü özellikle belirtiyorum; tekrar geleceğiz.

[1] Bunu söylerken, Avrupa’da milli devlet denen Fransa, İngiltere, İspanya veya Portekiz’in, hatta İsviçre gibi eyaletlerden oluşan Hollanda’nın da sömürge imparatorlukları olduğu unutulmamalıdır. Geri kalan ‘devletler’ yani Almanya’daki 360 kadar prenslik, kontluk, dukalık, piskoposluk veya serbest şehir ile İtalyan devletleri kendi devletlerini kuruncaya kadar dış dünyaya açılamadılar. Almanya 1871’de imparatorluk ilan edip, 1890 yıllarında emperyalizm denemesi yapmağa kalksa da, Harb-i Umumi onun da işini bitirdi.

[2] İngiltere ve Fransa’nın kendi nükleer güçleri olduğu gibi, Almanya da, isterse nükleer gücünü kısa zamanda kurabilir. Sorun ekonomik ve teknik değil, tamamen siyasidir.

[3] North Atlantic Treaty Organization, Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü, 4 Nisan 1949’da Paris’te imzalandı ve ilk merkezi Paris olduysa da, De Gaulle’ün askeri kanattan çıkma kararından sonra Merkez Brüksel’e taşındı.

[4] Berlin Ablukası, tamamen Doğu Berlin topraklarıyla kapatılmış Berlin Şehrine, her türlü kara yolu, tren-kanal ulaşımının kesilmesiyle, sadece havadan Tempelhof Hava alanı yoluyla ikmal yapılmasıdır. Uzun süren abluka, Rusların olayı daha ileri taşımanın yaratacağı tehlikeleri görüp, kaldırmasıyla sona erdi.

[5] Varşova Paktı Mart 1955’de, SSCB, Polonya, Doğu Almanya (Demokratik Almanya Cumhuriyeti), Romanya, Bulgaristan, Çekoslavakya, Macaristan ve Arnavutluk’tan oluşuyordu. Komünist olmakla birlikte Yugoslavya bu pakta girmemiş, Başkan Tito tarafsızlığı seçmiştir. SSCB dağılınca bu ülke de bir iç savaşla 6 federal parçaya ayrıldı ve NATO’nun bir işe yaramadığını gösterdi; ABD devreye girdi.

[6] Genişleme 1999’da, Çekya, Macaristan ve Polonya ile başladı. 2004’de, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya; 2009’da Arnavutluk, Hırvatistan; 2017’de Karadağ; 2020’de Kuzey Makedonya NATO’ya katıldılar. Bekleyenler de var.

[7] Yenen ve yenilenler, dedim. Örneğin, Almanya tarihinin en büyük yenilgisini aldı, ama o da zamanın en güçlü ordusuna sahip tarihi düşmanı Fransa’yı ve tüm Batı kıyılarını, Belçika, Hollanda, Danimarka ve Norveç’i de 40 gün içinde teslim almıştı. Hitler’in Eyfel Kulesi önünde Alman kıtalarının geçişini izlemesi pek utanç vericidir.

[8] ABD’nin sanayi alanındaki başarıları, Edison, Tesla, Westinghouse, Bell vb gibi mucitlerle sanayi şirketlerinin laboratuvarlarında yapılan A+G çalışmalarının sonucudur. Devletlerin Bilim-Teknoloji Politikaları, ABD dahil İkinci Dünya Savaşında doğmuştur. İngiltere’de Başbakan Churchill’in bilim danışmanları ve ofisi mevcuttu.

[9] Amerikan Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Savaştan sonra 1947’de kurulmuştur.

[10] D. Reynolds, One World Divisible, A Global History Since 1945, Allen Lane, 2000, ss 495 ve ilerisi.

Türkcan’ın yazı dizisinin ilk bölümü:

Yarın: Şu Fransa olmasaydı!

Avrupa’nın sömürgeleşmesi-2… Bazı projeler çok gizliydi

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. Muhteşem bir analiz, tebrikler

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!