OSMAN SELİM KOCAHANOĞLU yazdı…
(Veryansın TV’nin notu: Osman Selim Kocahanoğlu, bugüne kadar Temel Yayınları’nda Cumhuriyet’in kuruluş günlerine dair birbirinden muhteşem kitaplar yazdı. Bu çok değerli tarihi kitaplarını yakında Pankuş Yayınları’ndan okuyucularımıza sunacağız. Ancak daha önce Kocahanoğlu’nu genç okurlara tanıtabilmek için, Osmanlı’nın Altı Paşası adlı kitabında da yer verdiği bazı makaleleri bu sütunlarda sunacağız. Cumhuriyet’e ve Atatürk’e yapılan hain saldırılara karşı Osman Selim Kocahanoğlu’nun verdiği cevapları bu yazı dizimizde bulacaksınız…)
Uygarlığa yenilmiş Batı dışı kültürler, hem kendi içindeki kompleksi hem bilimsel devrimlerin yarattığı paradigma çatışmasını yaşamaya devam ediyorlar. Bu çatışma ontolojik, psikolojik ve estetik uyumsuzlukların temeli olduğu gibi gelenekle moderniteyi karşı karşıya getiren çelişkiler yumağıdır. Hezeyan noktasına ulaşan bu arka plana kültürel şizofreni diyebiliriz. Muhafazakar kültürün bu kulvardaki en belirgin özelliği, tarihsel olay ve olguları objektif, reel ve mantıksal bilgiler üzerinden değil, komplo teorisiyle algılamasıdır. Komplo zihniyeti, özünde “iyi” olduğu varsayılan yapının “kötü”ye gitmesinin arkasındaki nedenin, bu “iyi”nin gerçekleşmesini istemeyen güçler tarafından yürütülen “kötülük” olduğu varsayımına dayanır. Komplo zihniyeti, gerçek/reel olguları açıklamak için değil, toplum imajını “bütünleştirmek” ve grup dışı bir müdahaleyi engellemek yönünde işletilen bir metot olarak karşımıza çıkar. Serge Moskovici’ye göre, “… insanların bir komplonun var olduğunu iddia etmeleri için bir azınlığın komplo hazırlaması zorunlu değildir. Bir azınlığın varlığı zaten komplonun kendisidir. Komplo zihniyeti, hiçbir kimsenin inkar edemeyeceği ve aksini kanıtlayamayacağı bu gerçeğe dayandırılır. Bu zihniyet olgu- yu anlamak için değil, bertaraf etmek için vardır…”59
Komplo teorisyenliğinin temeli, insanın beş duyu ile algıladıkları ötesinde “gizli bir asıl hakikatin” varlığına ve dilimizin bunu kavrayıp aktaramayacağı inancına dayanan paranoyadır. Bu metafizik yaklaşım, İslam kültürünün egemen olduğu toplumsal algının geleneksel yorumlarıyla birebir örtüşür. Aklın karşısına “gönül”, “kalp gözü”, “iman”, “gizli örgütler” gibi kavramları çıkaran, “gizli yüzler,” “derinden gelen batınî sesler,” “tayyı mekanlar,” “tuzaklar ve kapanlar,” “hurafeler ve hocaefendi sandukaları” çıkarıp pozitivizm eleştirisine girişen bu kültür, sonunda irrasyonalizme yelken açan bir zihinsel yapıdır. Karşılarındaki grupları hasım, potansiyel düşman ve hain kabul eder.60
Dilimizdeki eski karşılığı “tertip” kelimesi olan komployu bir kişi veya kuruma karşı topluca ve gizlice alınan karar, yürütülen plan diye tanımlayabiliriz: “… Bir düşünce sistemi ve eylem yöntemi olarak
XX. yüzyılda ortaya çıkan komplo zihniyetinin ardında, en başta suçlama hezeyanı vardır. Bu hezeyan insanların, mahkum ettikleri her kim ise, onu yargılama gücüne sahip olduklarını hayal etmelerini sağlar. Kendi hakları konusunda kendinden emin şekilde ısrar eden her insan veya grubun böyle bir eğilimi vardır. Toplumlar bütünsel veya bireysel düzeyde felakete uğradıklarında suçlanacak sorumlu ararlar. Komplo zihniyeti, bazı insanların iyi ve dürüst olabileceği gibi, aynı zamanda kötü, sahtekar, fesat, gizli ajan, hain olabileceğini kabul eder. İnsanın içinde iyi ve kötünün psikolojik klişeleri oluşur. Kişinin kötü gördüğü, utandığı tüm istekler diğerine yüklenir. Komplo zihniyetinde her şey mümkün ve hiçbir şey imkansız değildir.”61
Komplo zihniyeti olayın realitesine inmeyi, serbest düşünme ve akıl yürütmeyi engeller. İslamcı teori kendilerine düşman yaratmak için imani referanslarla örülü bir komplo jargonu kurmuştur. Cahiliye, tagut, firavun, münafık, cihat, kafir/küfür, deccal, fitne, şirk, büyük şeytan… İslami terminolojiye yeni terimler yeni anlamlar yükleyen bu dil, yetiştirdiği radikal bireylerle, yeraltına çekilen psikoloji merkezidir. Doğruyu ve hakikati gören yalnızca kendileridir; iktidara gelince topluma kendi ideolojisini dayatırlar. Üstelik karşıdaki adam veya kültür yanında kendini eksik/ ezik/mağdur hissediyorsa, daha zalimleşir. İyi ve güzel, doğru ve yanlış, sanat ve estetik zihinlerinde başka anlamlar taşır. Örneğin “Güzel kadın” imgesi onlar için kirlenmiş, satılmış, ahlaksız ve metalaşmış bir kadındır. Hedefe konulan gruplar, ülkedeki sorun ve algılar düzeyinde farklılaşabilir (Yahudiler/dönmeler/masonlar/ azınlıklar); dışardan gelen tehlikenin içerdeki unsurları görülür. “Truva atı” veya “Beşinci kol” nitelemesi bunu tanımlar. Bu hezeyanın özneleri değişik ve çeşitli olsa da, en yaygın olanı masonluk ve anti-siyonizm kodlamasıdır.62
Komplo teorisi, 18. asır gibi hem toplumsal hem kültürel alanda büyük altüst oluşlar yaşayan Batı coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Aydınlanma düşünürleri, Katolik kilisesi ve papazlarını ortaçağ karanlığının simgesi görmüş, dini ve kiliseyi eleştirmişlerdir. Kilisenin kutsadığı ilahi düzeni yıkan Fransız Devrimiyle, tebaadan yurttaşa dönüşen insan tarihin öznesi olmuştur. Devrimle birlikte tüm ayrıcalığını yitiren kilise ve aristokrasinin temsilcisi olan eski Cizvit papazı Augustin Barruel İngiltere’ye sığınarak bir kitap yazar (1792). Kitleleri karşı devrime yönlendirmek için Fransız ihtilalinin kötü niyetli Jakobenler tarafından tezgahlanan bir komplo olduğunu iddia etmiş, modern komplo da buradan doğmuştur...63
Bizdeki milliyetçi ve dinci muhafazakarlığın fetişleri, mitleri ve düşman imgeleri aynıdır; insanın özgün niteliklerinden ziyade, sosyal rolleri ve etnisitesi üzerinden harekete geçirilir. Fransız devrimi ardında Ansiklopediciler, Diderot’lar, Voltaire’ler, Rousseau’lar varken, bizim arkamızda bulanık hevesler ve Hicaz-Bağdat hattına sıralanmış evliya türbeleri ve manevi ruhları bulunur…
Modern komplo teorisi her ne kadar Batı kültürünün siyasal jargonu olarak ortaya çıkmış görünse de; klasik İslam /Arap kültürü bundan bigane değildir. Komplonun İslami referansları bizde Batı’dan çok daha eskidir. Örneğin Yahudiler Kur’an’ın 41 ayrı yerinde çeşitli isimler altında lanetlenmiştir. Özellikle Siyonist öteleme hicri birinci asırdan beri İslam/ Arap kültürünün baş köşesindedir:
“… Bir âlim bir görüş veya yeni bir açıklama ortaya attığı zaman, hemen onun soyu sopu araştırılır, bulunamayınca uydurulur; işte dedesi, babası veya kendisinin Habeşi, Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsi olduğu ileri sürülerek dini yıktığı, mürtet olduğu, dinden çıktığı, küfre girdiği, dini inkar ettiği için öldürülmesine fetvalar verilmiştir…”64
Tanzimattan meşrutiyete, oradan cumhuriyete her dönemde revaç bulan komplonun en mümbit alanı, medrese öğretisinin zihinsel vadisidir. Sözlü geleneğin hikaye / masal ve kıssalarıyla anlatılan İslam tarihi, bu nedenle kendini tarihselleştiremez; “ilerleme” anlayışını da geliştiremez. Bu zihin yapısındaki din-devlet ilişkileri kutsal sayılan şeylerin / değerlerin tekrarından ibarettir, şekil değişse de öz aynıdır. Ölümü öne çıkarıp dünyevi hayatı önemsizleştiren, dünyayı soluk, tarihi aldatıcı bir hikayeye dönüştüren İslamcı zihinlerin bilinç yapısı, bu nedenle komplodan uzaklaşamaz.
Osmanlının batış yıllarında reel olarak yaşanmış ve halen yaşanmakta olan politikalarla, sömürgecilik ve emperyalizmle, ekonomik, teknolojik, bilimsel ve kültürel altyapı gibi daha başka arka planı olan ezeli geri kalmışlık konusunu, bir satırlık komplo teorisi ile açıklamak, bize ne kazandırmıştır? Doğrudan nesnel koşullardan türemeyip içimizde büyüyen, dışardaki eşitsizlikleri aşmayı güçleştiren, düşmanca içe kapanma ideolojisiyle kendimize aşağılık kompleksi aşılamaktan başka bir işe yaramamıştır…65
Akademik tarihçiliğin mesafeli durduğu erken cumhuriyet dönemi üzerinde sağcılık denilen milliyetçi-muhafazakar kategorinin tarih okumaları ve zihin kodlarını mercek altına alınabilir. Tarih okumasından kastımız, bulunduğumuz zaman ve mekanda konum belirleyip geçmişi ve geleceği bunun üzerinden anlamlandırmaktır.66
İslamcı / dinci, muhafazakar, mukaddesatçı, milliyetçi–muhafazakar gibi sıfatlarla tanımlanan yapılar, modernizme tavır alırken, en başta dil ve kavram ilişkisinin ideolojik derinliğinde kaybolur. En belirgin özellikleri, kullandığı sözcüklerin büyülü gücüne inanmalarıdır. Komplo kültürü için sözcükler var gerçekler yoktur; gerçek zihinde inkar edilince varlığı da ortadan kaybolur. Ayrılıktan çok bir bütünlük arz eden milliyetçilik/ İslamcılık / muhafazakarlık vadisinde, komplo sağ kültürün genel hastalığıdır. Her birinin ayrı jargonu, hassasiyet ve nüansları, duygusal referansları olsa da nefret ve düşman söylemleri aynıdır. Bu slogancı yozlaşmanın olayları algılama ve kişileri değerlendirme yöntemi nesnel olamaz.
Medrese öğretisinin yanlış bilinciyle tarihe bakanların bir sorunu habbeyi kubbe yapmaktır. 67 İslam dünyasının bilim ve teknolojideki geriliğini kapatmak için Batının tüm bilim alanları ve değerler sisteminin Kur’an’dan alındığı iddia edilir. Avrupa üzerine doğan ‘ İslam güneşi’ iyi bir kendini aldatma mantığıdır.68 Bu anlayışın diğer özelliği, yaşanan aşağılık kompleksi nedeniyle hep savunma halinde kalmalarıdır. Bütün sorun “Son Din, Son Peygamber, Son Kitap” inancıdır. Medrese öğretisi bununla her şeyin “en” mükemmelini kendisinde görür ama, kendisi mükemmel değil. Özgür aklın bilgisini istemez, demokrasi ve laik devleti küfür sayar. Diğer nokta, bu bilgiyi tarihselleştirmek isteyenlerin kuramsal anlamda entelektüel/meslekten tarihçi olmamaları… Tanzimat’tan beri yürüyen modernleşme serüvenimize rağmen, milli taassuplar zamanın ruhunu kavramaz. Evliya Celebi ve Katip Çelebi ile öğünür, ama onların gördüğü gerilik düzlemini göremez.69
Dinci muhafazakarlığın harflerden gelecek okuyan (Hurifilik) zekası, çağın gerisine düşünce algılama soyutlama zaafı komplo teorisi ile kapatılır. Geriliğini örtüp düşman yaratmak için kullanılan mantık dışı efsane farmasonluk/ masonluk ve anti siyonizmdir.70 Bu iki fenomenin bizdeki mucidi de kökünü Hicaz aşiretlerine uzatan Yeni Osmanlı takımından Ebüzziya Tevfik’tir. Ebüzziya’nın 1881 yılında yayınlanan 78 sayfalık Millet-i İsrailiye Risalesi, Fransa’da antisemitizmin yoğunlaştığı yıllara (1860) raslar.71
O dönemde bizdeki ‘farma- son’ sözcüğü “küfriyatın doruğunu anlatan aşağılık sıfatların en kötüsü olarak kullanılmıştır. Müslümanlar arasında Yezid nasıl nefretle anılırsa, halk indinde de zındık ile farmason eşit tutulur.”72
Yahudi ırkının Kenan ilinde dolaştığı günlerden beri, kainattaki bütün ekonomik, siyasal, sosyal olayların, gökteki kuşlar ve yerdeki karıncaların hareketleri bile Siyonist komploya bağlanır. Tanzimat’ın arkasında nasıl mason Mustafa Reşid Paşa varsa; Abdülhamid’i tahtından indiren de Siyonist komplodur. 1876 Kanun-ı Esasi’sinin ihanet tarafına Midhat Paşa, vatanseverlik safına Rumeli Kazaskeri Gürcü Şerif konulur. Viyana sefiri Sadullah Paşa’nın73Abdülhamid tarafından intihara sürüklenmesi komploya sokulmaz! Hainler hep Mustafalar içinden çıkar. Mustafa Reşid Paşa, Kabakçı Mustafa ve Alemdar Mustafa Paşa. Kuran’ın 41 ayrı yerinde Beni İsrail kavmi lanetlendiğine göre, uygarlığın üstünlüğü altında eziliş açıklanamayınca, mazlumiyet paradigması Siyonizm tezgahıyla pazarlanır.
Hürriyet yerine zürriyeti savunarak varoluş krizine düşen Osmanlı aydınının ruhsal travmaları bol örneklidir. Sadrettin Celal Antel’e göre Osmanlı zihin yapısını “içine aldığı Türkleri Türklükten çıkaran medrese ile içine aldığı Türk olmayanları (devşirme) Türk yapan Enderun okulları” şekillendirmiştir.74 Ailesinden çocukken devşirilip Enderun’da yetiştirilen, Saray dalkavuğu ve kapıkulu bendesi olan Osmanlı vezirleri ile, avrat pazarlarından satın alınmış “köle– kul cinsi” cariye çocukları, kökenine yabancılaşıp efendilerine uygun karakter almışlardır. Yeni Osmanlı neslinden Ziya Paşa, Hürriyet’teki bir makalesinde bu noktaya parmak basar. 75
Abdülhamid döneklik bahşişi olarak para, mülk ve memuriyeti kullanmıştır. Baba Tahir, Basiretçi Ali, Midhat Paşa yetiştirmesi Ahmed Midhat Efendi ünlü döneklerdir. Pan-İslamist diaspora çocuğu Dağıstanlı Mizancı Murad, bir müddet jön-Türk olduktan sonra, Düyun-u Umumiye’ye kapılanarak Abdülhamid’e satılması, 31 Martta “softaların körelmiş hamiyetine vurun aslanlarım” diye destek çıkması, boşuna değildir. Bundan dolayı Bekirağa bölüğünde tükürük yağmuruna tutulur… Rıza Tevfik ile Ali Kemal’in doğuştan gelen (anneleri kul cinsi) kölelik / bendelik kompleksi İttihat-Terakkiye intikam duygusuna dönüşür. Bir yanda etno-kültürel kişilik travmaları, öbür yanda kaypak zeminlerin ideolojik ahlak öğretileri, feodal zihinlerde formika aydınlar ve döneklere zemin hazırlar.76
II. Meşrutiyetin politik sahnesinde Almanya safında görünen İttihat Terakki iktidarını karalamak için İngiltere elçisi Sir Gerard Lowther77 ve tercüman Gerald Fitzmaurice’nin hazırladığı raporda bütün olan bitenler Yahudiler ve masonların İslam toplumunu ortadan kaldırma amaçlı komploları olarak gösterilir. Hatta İttihat-Trekki Yahudu komitesi bile sayılır. Bununla amaçlanan, Hindistan ve diğer ülkelerdeki Panislamizm propogandasını geçersiz kılmaktır. 78 Bu iddialar bizim muhalifler için de bir koz olmuştu. Meclis-i Mebusan’daki 1911 bütçe görüşmelerinde Mutedil Hürriyetperveran Fırkası üyesi Lütfi Fikri, Maliye Nazırı Cavid Bey’i doğrudan Siyonistlikle, iki gün sonraki oturumda da Ahali Fırkasından Gümülcineli İsmail, İbrahim Hakkı Paşa’yı Yahudilere toprak satmakla suçladı. Daha sonra Şeyhülislam Musa Kazım Efendi ile Talat ve Cavid Beylerin mason/ farmason olduklarını ileri sürdüler.79
İttihatçılar hakkındaki bu hezeyanlara aynen Vahdeddin döneminde de başvuruldu. İttihat-Terakkiden nefret eden saltanat dinciliği, Milli Mücadele kadroları ve cumhuriyetçiler için de İttihatçı damgasını vurdular. Tanzimatın sorumlusu nasıl Mustafa Reşid haini ise, Halifelik ve Lozan ihanetini başımıza saran da Mustafa Kemal olacaktır. Saltanat ve hilafet kaldırılırken “Zındıklar Komitesi” ile Siyonist komite elele verdiler. Baba Ebüzziya’nın oynadığı rolü Mütarekede oğul Ebüzziya devraldı. Gerici kültürün ortak nakaratı: Lozan Andlaşması Lord Curzon’a ve Hahambaşı Hayim Naum Efendiye verilen tavizler karşılığı imzalanmıştır.
Batıdaki bilimsel gelişmeler bizi önemsemeden yoluna devam ederken Müslüman toplumların dünya düzeni de hiçbir zaman bizim olmadı. Ekonomik düzen bizim değil, modernite bizim değil, demokrasi ve insan hakları bizim değil, teknoloji bizim değil, felsefe, bilim ve sanat bizim değil. Hiçbir şeyin bizim olmadığı dünyada ayakta kalmamızın nedeni, sahte bir medeniyet masalıyla oyalanmamızdır. Batının uygar nimetlerinden sınırsız şekilde yararlanan İslam dünyası, bugün hem kendinde olmayan demokrasi masalına sığınmakta, hem tekbir getirerek birbirini boğazlamakta.80
Japon siyaset bilimci Masao Maruyama (1914-1996) Batılılaşma ve laik modernizme geçişi engelleyen en önemli unsurun dini ve milli taassuplar olduğunu ifade eder. Japon modernleşmesi için yaptığı tespitler, bizdeki gelenekçilerin de yanılgısıdır:
“… Japonya’nın gelişimi içinde modernite değerleri (evrensellik, demokrasi ve milliyetçilik) gibi asli kavramların içi boşaltılmadan, düşüncenin Batı’daki değerine ulaşılmalıdır. Uğursuz geleneği yıkmadan, düşünce geleneği yaratılamaz; farklı fikirler, farklı düşünce ve dünya görüşleri arasındaki çatışmayı önlemek imkansızdır. Modern-üstü’leri, modern-önceleri anlamadan, modernliğin tarihsel karakterini de anla- yamayız.”81
Osmanlı kültürünün “verili zihin yapısını” devralan Cumhuriyet, saltanat ve hilafet gibi iki feodal yapıyı kaldırarak, İslam dünyasında aklın alamayacağı bir devrim yaptı. Değişik parametrelere oturan bu devrim saltanat dinciliğinin hurafelerini seküler düzleme çekmek istemiştir. Niyazi Berkes’e göre: “O zamanki tarihçiliğimiz hayatın gerçekliğinden ziyade, ırk ve kutsal efsaneler tarihçiliğinden öteye geçmiyordu. Uygarlık tarihi bilinmez bir kitaba dönüşmüştü. İnsanlığın birbirine yaklaşması, ancak bu eski anlayıştan arınmış bir tarih görüşüyle mümkündü. Türk Tarih Tezi uygarlık tarihine tutulmuş yeni bir yön ışığı olacaktı.”82
Atatürk’ün ölümünden sonra siyasal konjoktürün zaafına uğrayan dil ve tarih çalışmaları, 1950 sonrasının fikirsiz fikir dergileri ve yazarları elinde kendini yeniden ifadeye başladı. İttihat-Terakki’nin Yahudiler, Dönmeler, masonlar tarafından kurulduğu paranoyası Cumhuriyet birikimiyle hesaplaşmak istedi. Cumhuriyet kadroları İttihat Terakki’nin devamı olduğuna göre, saltanat ve hilafetin kaldırılması da bunların eseriydi. 83 Gümülcineli İsmail, Lütfi Fikri ve Ziyad Ebüzziya’nın yerini yenileri alabilirdi. Rıza Nur’dan Eşref Edib’e Karabekir ve Rauf Bey’den, Halide Edip’e, Cevat Rifat’tan, Necip Fazıl’a kadar bu safsatalar tekrarlandı. İzmir suikasti bile siyasi rakipleri temizlemek için düzenlenen komplo sayıldı. Sanki Ziya Hurşid beş aydır pusu yeri aramamış, sanki çetesini İzmir’e o değil başkaları getirmişti?!84
YARIN: Komplonun Cumhuriyet versiyonu
Teşekkür ederiz.Rahmetli Yaşar Nuri Hoca,Mustafa Hoca ve diğer namuslu teologlar ne zaman ki İslam Tarihi irdelenmeden İslam dini hokkabazın elinde kalır dediyse dinci hemen böğürüyor;bize Kur’an ve Sünnet yeter diye.Foyaları açığa çıkacak çünkü.
Cumhuriyet’e ve onun
Kulluktan
Yurttaş ve Vatandaşlığa evrilen
insanlarının
Atatürk ve Cumhuriyete
Borçları
Bağnazlığı ve Boş Inançları
Ellerinin tersiyle itmesi cevap olacaktır…
Müthiş bir yazı, devamını merakla bekliyorum.