Damardan girmek!

featured

Kemal Anadol yazdı…

Eskilerin kullandıkları, medyanın da bir türlü vazgeçemediği deyimle ülkemiz “seçim sath-ı mailine” girmiş bulunuyor. Tam karşılığı eğik düzlem olacak. Bırakalım sözcük tartışmasını; anlamı seçime az kaldı demek galiba. Seçime de birkaç küme üzerinden gireceğimiz anlaşılıyor. Biri iktidarda bulunan AKP ve müttefikleri MHP ve BBP. Buna Perinçek’in Vatan Partisini de ilâve edebiliriz. Tümünün adı Cumhur ittifakı. Karşısında da CHP ile İYİ Partinin başını çektiği Millet ittifakı var. HDP’nin oluşturmaya çalıştığı bir ittifakla, bunun da dışında kalan sosyalist partiler ayrı çalışma içindeler. Anlaşılıyor ki en geç önümüzdeki haziran ayında yapılması gereken seçim kıran kırana Cumhur ve Millet ittifakları arasında geçecek; HDP de kilit rolü oynayacak. Bugünkü görünüm bu. Merhum Demirel’in sözünü bir yana atmamak gerekir elbette. “Siyasette 24 saat çok önemli bir zamandır!” Yazdıklarım yine eski deyimle halihazır durumu yansıtıyor.

Yirmi yıllık AKP iktidarı ve tek adam rejiminden bıkanlar, ekmekten peynire, benzinden mazota, elektrikten doğal gaza yapılan zamlardan illâllah diyenler gözlerini altılı masaya çeviriyorlar. İktidar seçeneği olarak onu görüyorlar. Masanın güçlendirilmiş parlamenter sistem, bunun yolunu açacak anayasa değişiklikleri öneri ve çalışmalarına kimsenin itirazı yok. Bunlar doğru olmasına doğru da yanıp kavrulan kitleleri kesmiyor! Onlar demokrasiyle birlikte iş ve aşa yönelik vaatler, elle tutulur çözümler bekliyorlar. Beklediklerini buldukları pek söylenemez. Zaten altı ayrı partiden oluşan masa üyelerinin ekonomik, sosyal görüşlerinin uyuşmaması da çok doğal. Ama ülkemiz o kadar sıkıştı, insanlar o kadar bunaldı ki basit, anlaşılır ve ayağı yere basan öneriler, günümüzde uzun iktisat teorilerinden çok daha geçerli ve çok daha önemli.

Siyasette çözümlerin ete kemiğe bürünmesi partilerin işidir. Partiler daha doğdukları anda bir programın sahibidirler. Program onların siyasal yelpazedeki yerlerini gösterir. Her ne kadar Sayın Kılıçdaroğlu “Sağ sol geçmişe ait kavramlar, tarihe karıştılar” dese de bu sözler hem gerçeği hem de bilimselliği yansıtmıyor. Kimse Marksist olmak zorunda değil elbette. Ama onun tarif ettiği sınıf gerçeğini ortadan kaldıramazsınız. Sömürüyü inkâr edemezsiniz. “Efendim Marks, teori ve söylemini sanayi toplumuna göre oluşturdu” itirazlarını duyar gibiyim. Ama bu durum, insanlığın ilkel toplumdan bu yana sergilediği ve her durumda geçerli olan sınıflar olgusunu ortadan kaldırır mı? Sanayi toplumunda proleterya/burjuvazi çelişkisi vardı değil mi? İnsanlık artık bilgi toplumuna geçiş yaptı; sınıflar buharlaştı, proleterya tarihe mi karıştı? Al sana nur topu gibi onun yerine geçen yeni sınıf: prekarya! Eğer bir toplumda sınıflar varsa sömürü de vardır. Sınıf gerçeği de kendiliğinden sol ve sağ ayrımı yaratır. Özetle sol ve sağ partiler konumlarına göre bir programın sahibidirler. Nitekim CHP Tüzüğünün ¼. Maddesi CHP’nin “demokratik sol” bir parti olduğunu söylemektedir. Marksist, sosyalist, sosyal demokrat partilerden, muhafazakâr, liberal, neo liberal partilere uzanan siyasal yelpazede yer alan partilerin de programları da buna göre biçimlenir; oluşur.

Her seçim öncesine açıklanan, programın kısaltılmış ve güncellenmiş özetine “seçim bildirgesi” diyoruz. Ama her yurttaşın hatta her seçmenin bu bildirgeyi okuduğunu sanmak gerçekçi değildir. Seçmeni kendine çeken bu bildirgeden doğan sloganlardır. Bu sloganlar ne kadar parlak ne kadar çekici olursa seçmeni o kadar etkiler, argo tabirle o kadar damardan girerler. Zaten Türk Dil Kurumu damardan girmeyi “Kişiyi en fazla etkileyecek noktadan konuya girmek” olarak tanımlıyor.

Cumhuriyet döneminde çok partili yaşama başladığımız 14 Mayıs 1950’den bu yana sloganlar her seçimde etkili olmuşlardır. Bunun nedeni o günlerde toplumun duyduğu ihtiyacı karşılaması, seslendiği kesimin dileğini dile getirmesidir.

27 yıldır süren CHP iktidarına karşı tepkileri dile getiren, İkinci Dünya Savaşının yokluklarından şikâyeti simgeleyen Demokrat Parti afişi halâ anımsanıyor. Dur diyen bir el ve altında tek cümle: Yeter Söz Milletindir!

Eski DSİ Genel Müdürü Süleyman Demirel, 1965’te Adalet Partisi Genel Başkanı olarak girdiği ilk seçim afişine adeta imzasını atmıştı: Su…su… su… ve yol! Ana davalarımızdandır!

Yine 1965 seçimlerine ilk kez giren legal sosyalistlerin heyecanı yansıtan Türkiye İşçi Partisi afişi: Üstte TİP’in logosu; çark içinde başak ve altında Köylüye Toprak – Herkese İş. Altta: Göz nuru/Alın teri Türkiye İşçi Partisi.

1969 seçimlerine giderken CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit’in açıkladığı “Düzen Değişikliği Programı” ve sloganlar: Toprak İşleyenin Su Kullananın, Yoksulluk Kader Değildir, Bu Düzen Değişmelidir!

1973 CHP sloganı ve seçim bildirgesi kapağı: Ak Günlere… Yine 1973 seçimlerine iddialı giren Erbakan’ın Millî Selamet Partisi afişi: Denenmiş Denenmez! Solcuya-Renksize İnanma! Altta parti logosu; üstü yürek olan anahtar. Yanında Milli Selamet Partisi.

Örnekleri sıralamak ve çoğaltmak olası. Ama ortak noktaları toplumun o günkü isteklerini yakalamaları ve kendi ideolojilerini yansıtmalarıdır.

Gelelim günümüze… Orta sınıf yok olmak üzere. Çarşı pazar yanıyor. Pahalılık insanları ateşten gömlek gibi yakıyor. AB ülkelerinde yüzde dokuzları geçmeyen asgari ücretliler ülkemizde yüzde yetmişleri zorluyor. Asgari ücret ortalama ücret haline geldi! Ülkenin en büyük şirketlerine vergi indirimi yapılırken, Kredi Yurtlardan burs alan öğrencileri mezun olduklarında ağır faiz yükü bekliyor. Bu alanda Nas yok! Çiftçilerin tarlaları ipotekli, traktörleri hacizli, emekli açlıkla karşı karşıya. Memur, dar gelirli şimdiye dek görmediği geçim sıkıntısı içinde. Ülkenin üniversite mezunu gençleri işsiz. Durumu bilen tek adam rejimi, sivil toplum örgütleri, yandaş olmayan medya ve özetle emekçi halk üzerinde antidemokratik baskılar uyguluyor. Toplumun can alıcı istekleri belli. İçinde yaşayacağı konut, can güvenliği, iş, sağlık, eğitim ve enerji, yani su/elektrik/doğal gaz gereksinimi değil mi?

Eskiden eğitim ve sağlığın kamulaştırılmasını sadece solcular isterdi. Oysa şimdi bunlar insan hakkı kapsamında! Bu ortamda ve bu koşullarda seçmene damardan giren sloganlar gerekmiyor mu? Devlet savaşta ve teröre karşı mücadelesinde canını vermesini istediği yurttaşından nasıl muayene, tedavi ve ilaç parası isteyebilir? Hastaya nasıl ve hangi hakla müşteri muamelesi yapılabilir? Zengin çocukları yurt dışında veya özel okullarda eğitim görürken dar gelirli emekçi çocukları nasıl 60 kişilik sınıflarda süründürülür ve gençlerin umutları karartılır?

Bu durumda, artık insan hakları kapsamına giren konularda paranın sözü edilmemesi gerekir. Bunları da seçim sloganı, daha sonra afişine dönüştürmek gerekir. Örneğin, “Ana okulundan üniversite sonuna eğitim ücretsiz olacak!”, “Defter, kalem, kitap bilgisayar her öğrenciye bedava!”, “Okul, burs, ulaşım ve yurtta ücret yok!”, “Hastane, muayene, tedavi ve ilaçta paraya son!”, “Elektrik ve doğal gaz kamulaştırılacak!” Bunları reklâm şirketleri çok daha etkili hale sokabilir.

Bu satırları okuyanların aklına doğal olarak “Pekiyi hangi kaynaktan?” sorusunun geleceğinin ayırdındayım elbet. İktisatçı olmaya hiç gerek yok! Araç, yolcu, hasta garantili ve 30-40 yıl sonramıza kadar bizi borçlandıran anlaşmalar geçersiz hale gelince ortaya çıkacak kaynak sorunları çözmeye yeter. Osmanlı’nın yabancı şirketlere tanıdığı yargı ve ekonomik ayrıcalıklarının adı kapitülasyondu. Bazılarının küçümsemek küçüklüğünü sergilediği Lozan Antlaşmasıyla bunlardan kurtulduk. Ama Cumhuriyet hükümetleri 1954 yılına kadar bu borçları ödediler. Yeni kapitülasyonlardan kurtulmak ise ayrı bir yazı konusudur. Altılı masadan umutlanan kitleler bu konudaki sloganları duymak istiyor!

Damardan girmek!

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!