E-kuşaklar ve Türk gençliğinin buhranı

featured

Emre Köksal yazdı…

Bu yazıda “genç” ifadesi; geleceğe yönelik hayalleri ve ümitleri olan, hayran olabilen ve hayret edebilen, dışarıdan gelen her türlü veriyi değerlendirmeye açık ve talepkâr olan insanları tanımlamak için kullanılmıştır. Bu ifade, bir yaş grubunun tamamını eksiksiz biçimde kapsayamayacağı gibi, bir yaş aralığıyla da kesin olarak sınırlandırılamaz. Gençlerin duygu ve arzularını bir genç olarak analiz etmeye çabaladığım bu metinde, ele aldığım konu başlıklarında yargılayıcı bir bakış açısından kaçınmaya ve çoğunlukla taraf tutmamaya çalıştım. Niyetim; içerisinde bulunduğumuz ve var olan durumun altında yatan sebepleri, tüm çıplaklığıyla görmek ve aktarmaktır.

Genç insanların yukarıda belirtilen nitelikleri, hemen her dönem aynıydı. Bunun hormonel ve evrimsel temelleri olabileceği gibi, toplumsal bir bakış açısından da bu zamansız benzerliği açıklamakta faydalanabiliriz. Ancak bugün, miskin zamansızlığın kırıldığı çok sert bir değişim sürecinin içinde; dünya, toplum ve dolayısıyla birey.

Hayaller kurabilen, hayran olabilen ve hayret edebilen insanlar, bu eylemleri dışarıdan edindikleri verilere dayanarak gerçekleştirirler. Verilerin türü ve doğrultusu, bu insanların belki ömür boyu taşıyacakları karakterlerini belirler. Son asrın modası olan kuşakları harflerle isimlendirme ve sınıflandırma hevesi, yine son asırda gerçekleşmiş kitle iletişim teknolojilerindeki gelişmelerden ve oluşan veri çeşitliliğinden bağımsız olarak ele alınamaz. Takdir edilecektir ki; inovasyonun bu denli ivme kazanmadığı bir dönemde yaşayan, dış kaynaklı veriyi savaş ve ticaret gibi olgularla dolaylı biçimde edinebilen ve bu veriyi yalnızca hikaye ve destanlarla kitlesel ölçüde koruyabilen, kaynak ve lojistik imkanların yetersizliğinden nüfusu belli bir çıtayı aşamayan ve yine benzer sebeplerden sermaye birikimi ve tüketim alışkanlıklarında farklılaşma oluşmamış kapalı bir toplumda, insanları ve kuşakları bu düzeyde sınıflandırmaya imkan ve ihtiyaç bulunmaz. Çünkü insan öğrenmesindeki temel yöntem, kıyas ve karşılaştırmadır.

Kitle iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle ayyuka çıkan veri çeşitliliği, internet ile beraber bambaşka bir hüviyet kazandı ve kitleler devasa bir havuzdan veri seçebilme ve kullanımı kişiselleştirebilme olanağı edindi.

Martin Hillbert tarafından 2011 yılında Science dergisinde yayımlanmış bir araştırmaya göre, gezegende var olan tüm bilgilerin %95’i dijitalleştirilmiş durumda ve çoğuna internet aracılığıyla erişilebiliyor. Fakat havuzu esas dolduran dijital dünyada üretilen veriler. Ortalama olarak; her gün Twitter’da 500 milyon tweet, Whatsapp’ta 60 milyar mesaj ve İnstagram’da 100 milyon fotoğraf ve video paylaşılıyor. Var olan dijital içeriğin boyutunun kesin olarak hesaplanması mümkün olmasa da 2020 itibariyle bu rakamın 40.000.000.000.000.000.000.000 bit yani 40 sekstilyon bit olduğu tahmin ediliyor. Evrende 10 sekstilyon yıldız olduğunun ve dünya üzerinde 4 sekstilyon kum tanesinin olduğunun hesaplandığı düşünülürse veri havuzunun büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir. Meselenin daha akıl almaz kısmı ise; bu veri miktarının %90’ının son 3 yılda oluştuğunun tahmin edilmesi.

KUŞAKLAR ARASI ÇATIŞMA

Pek çok kişi, veri-bilgi dendiğinde bunun ansiklopedik biçimde öğretici olması gerektiğini düşünüyor. Halbuki; karakter gelişimi içerisindeki bir çocuk için sokakta gördüğü köpek saldırısı nasıl ki bir veriyse, internette dolaşırken denk geldiği bir şiddet videosu yahut paylaşımına gelen “beğeni”ler de, benzer şekilde, bir veridir. İnsanların kişiliği üzerinde, özellikle belli bir yaşa kadar, didaktik bilgilerden ziyade nöronlarda hareketliliğe yol açan veya beyne hormon salgılatan verilerin daha etkili ve köklü olduğu, zannediyorum ki, kabul edilebilir. Dolayısıyla; var olan ve maruz kalınan veri bombardımanı düşünüldüğünde, insanlık ve toplum tarihte görülmemiş ölçüde bir değişime uğramak zorundadır ve internetin içine doğmuş, dış dünyayı algılamaya en aç olduğu dönemlerde bu bombardımana maruz kalmış e-kuşaklar ile internetle orta yaş ve sonrasında tanışmış ve onu dünyayı tanımak için kullanmamış kuşaklar arasında kapanması mümkün olmayan bir makas ve çatışma ortaya çıkması, tamamen doğaldır.

GENÇLER GELECEK KAYGISI YAŞIYOR

İnternetin içine doğmuş gençler, eski kuşaklara nazaran daha talepkâr, daha cüretkâr ve daha isyankâr. Sorgulama ve muhakeme yetileri daha gelişkin. Tatmin edilmeleri güç ve eskilerin normlarını mantıklı bulmadıkları gibi haklı olarak ciddiye de almıyorlar. Pek çoğu toplumsal ülkülere sahip değil ve hayatı materyalist biçimde algılıyor. Politikayla ilgilenmiyorlar ve öncelikli olarak kendilerini düşünüyorlar.

Toplumsal ilişkiler, bireysel temelde yeniden inşa edilirken; gençler bunun tam merkezinde bulunuyor ve değişimin öncülüğünü üstleniyor. Fakat belirtilmeli ki ilgili konum övülmeye değer değil, çünkü örgütlü veya bireysel bir tercihten ziyade bir kader veya lanet. Tarihin kırılma noktasına düşen bu insanlar, eski ile yeni arasında sıkışmış vaziyette ve birçoğunun hayata baktıklarında hissettikleri temel duygu tutarsızlık ve anlamsızlık.

Bugün, gençlerin hatırı sayılır bir kısmı hayal kırıklığı ve gelecek kaygısı taşıyor, hak ettiği hayata sahip olmadığı duygusunu içinden atamıyor ve derin bir öfke duyuyor. Stanford Children’da Aralık 2020’de yayımlanan bir yazıda Dr. Strelitz, gençler arasında kaygı ve depresyonun pandemiden önce dahi büyük bir sorun olduğunu ve pandemiyle beraber daha da kötüye gittiğini belirtiyor. Yine pek çok araştırma, sosyal medyadan edinilen veri bombardımanının, muhataplarında gizli bir yetersizlik duygusuna yol açtığını gösteriyor. Bir genç olarak, hedonist eğilimlerdeki ve madde bağımlılığındaki artışı da bu çerçevelerden ele almanın yanlış olmayacağı kanaatindeyim.

‘HAK ETTİKLERİNDEN DAHA KÖTÜSÜNÜ YAŞAMA’ ÖFKESİ

Türkiye, Meksika, Brezilya gibi “gelişmekte olan” sınıfındaki ülkelerin gençleri için ise durum ayrıca belirtilmeli. Görece yeni sanayileşmiş ve ekonomik refaha kavuşamamış bu ülkelerin gençleri, internet dolayısıyla gelişmiş ülkelerin gençleriyle kendilerini kıyaslama imkanı buluyor ve ister istemez “hak ettiklerinden daha kötüsünü yaşadıkları” hissine kapılıyor. Bu hissiyat, aynı zamanda, evvelki nesillere yönelik öfkeyi de beraberinde getiriyor ve bulundukları topluma aidiyet duygularını zayıflatıyor. Ayrıca; ilgili gençlerin ekonomik özgürlüğünün olmadığı 2000-2009 arasında yaşanan borçlanmaya dayalı sahte küresel refah, geleceğe yönelik beklentileri çok yükseltmiş iken bugün ekonomik gerçekler, bu beklentileri en tepeden yere çalmış durumda.

Konuyu Türkiye özelinde ele alacak olursak, Yeditepe Üniversitesi ve MAK Danışmanlık iş birliğiyle 2020 yılında hazırlanan “Gençlik Araştırması” raporuna göre; 18-29 yaş aralığındaki gençlerin %74’ü kendisini mutlu olarak tanımlayamıyor. Yalnızca %9.4’ü üst kuşakların onları yeterince anladığını düşünüyor. %78’i siyasi partilerin hiçbirinin gençlerin sorunlarını çözmeye yönelik yeterli politika ürettiğini düşünmüyor veya üretilen politikaları samimi bulmuyor. %64’ü ülkeyi kalıcı olarak terk etme imkanı doğsa bunu düşüneceğini söylüyor ve araştırmaya göre bu kararda en net motivasyon, gelecek kaygısı. Gençlerin %39’u kendilerinin en önemli sorununun işsizlik ve ekonomi olduğunu değerlendirirken, %30’u bu soruya gelecek kaygısı yanıtını veriyor. %74’ü Türkiye’de işe girebilmek için belirleyici etkenin kayırmacılık ve torpil olduğuna inanıyor.

Türk gençliğinin hatırı sayılır kısmının internet deneyimi, temelde alfabe sebebiyle, batı toplumlarının ürettiği verilerden ibaret. Dolayısıyla gençler, kendilerini bu toplumlarda yaşayan akranlarıyla ister istemez kıyaslama imkanı buluyor. Fakat ülkede var olan ekonomik durum ve toplumsal-siyasi yapı göz önünde bulundurulduğunda, gençlerin hak ettiklerini düşündükleri şartlar ile hayatlarının gerçeklikleri çatışıyor ve bu tutarsızlık, aşılması güç ve yıpratıcı bunalımlar doğuruyor.

Gençlerin değer verdiği ve anlam yüklediği modern metaların çoğu, ülkemizce ithal edilmek durumunda. Bu ithal ürünler üzerinde Türk gencinin alım gücünü ve dolayısıyla “kendi değerini”, ulusal parasının değeri belirliyor. 2008 yılında 1 Türk lirası 85 cente denk iken; 2021 yılında bu denklik 12 cente kadar düştü. Elbette, gerek asgari ücret gerekse maaşlar Türk lirasının değer kaybı doğrultusunda artırıldı fakat bu artışlarda paranın değer kaybı oranının yakalanabildiğini ve halkın alım gücünün korunduğunu söylemek, maalesef, mümkün değil. Yine ithal edilmek durumunda olunan modern metalar üzerindeki vergiler, döviz açığının büyümesinin engellenmesi amacıyla halkın düşen alım gücünün aksine yükseltildi ki bugün gelişmiş batı toplumlarında temel ihtiyaç ürünlerinden sayılan ve çok az istisna dışında herhangi bir statü belirtmeyen elektronik eşyaların veya otomobillerin elde edilmesi; ortalama bir Türk genci için, hayatta aşılması gereken bir aşama ve bir lüks haline geldi.

YENİ DÜNYAYI GENÇLER KURUYOR

Alım gücünün düşmesi ve genç işsizlik/istihdam sorunu, gençlerin ailelerinden bağımsız bir hayat kurmasının da güçleşmesine yol açıyor. Bugün modern hayat şartları ve kapitalist sistem, toplumun birey üzerinden yeniden yapılanmasını gerektirirken, Türk genci bunu batı toplumlarındaki akranları oranında başaramıyor. Gençlerin ciddi bir kesimi, sırf bireyselleşme deneyimi için niteliksiz üniversiteleri amacı dışında kullanıyor ve üniversite şehirlerinde eğitimleriyle doğrudan alakalı olmayan sürdürülebilir bir hayat kurmanın peşine düşüyor. İnternet dolayısıyla oluşan veri çeşitliliği ve üniversite deneyimi, eskinin feodal aile bağlarını zayıflatıyor ve sorgulatıyor. Gençler artık aile büyüklerinden daha fazlasını bildiğine inanıyor ki matematiksel olarak da haksız olmadıkları ortada. Bu noktada bilginin niteliğini ve değerini tartışmak, bana göre, çok sağlıklı olmaz çünkü batı medeniyetinin temeli olan pragmatist felsefeye göre bilginin değeri, hayattaki karşılığı ve sonuç alma başarısıyla ölçülür. Yeni dünyayı gençler kuruyor veya yeni dünya, gençlere bu “alışılmadık” alışkanlıkları kazandıran sistem tarafından oluşturuluyor. Her halükarda eskinin tecrübesi, kıymetini korumakla beraber, eskiden olduğu kadar faydacı ve kullanılabilir değil. Evvelki nesillerin hayata ilişkin tecrübelerini tamamen yok saymak ve onlardan bir inat uğruna faydalanmamak, elbette, akıl kârı olmaz. Fakat gençlerin de; acemice bir montajı veyahut sahte bir sosyal medya haberini dahi ayırt etme yetisinden yoksun insanların, kendilerine ahkâm kesmesine tahammülü ve ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Bunlar da yeni dünyanın meziyetleri ve yeni dünyada eskiler, eskisi kadar ahkâm kesebilecek bir konumda değiller.

‘OTORİTER BABA’ FİGÜRÜ SAYGI UYANDIRMIYOR

Dolayısıyla kitle iletişimi açısından; siyasette, sinemada veya gösteri dünyasında “otoriter baba” figürü evvelki kadar sevimli ve saygı uyandırıcı bir durumda değil. Bu gençlerin tonton dedesi veya kafadengi ağabeyi veya arkadaşı olunabilir ancak korkutucu ve kural belirleyici bir baba figürünün onlar üzerinde popüler olacağını sanmak pek doğru olmaz. Yeni nesil iletişim uzmanlarıyla çalışan birçok siyasetçi ve ünlüde de bu farkındalığa rastlıyoruz.

Yazının başında belirttiğim gibi, gençlere dair görüşlerimin neredeyse hiçbiri, onları o şekilde görmek istememle alakalı değil. Sadece suyun akışını analiz etmeye ve suyun akarken yarattığı etkiler üzerine bir beyin jimnastiği yapmaya çabaladım.

Amerikalı yazar Chuck Palahniuk’un 1996’da kaleme aldığı Fight Club adlı kitabından iki pasajla bitiriyorum:

“Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı; ama bizim de bir savaşımız var. Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz. Büyük buhran ise bizim hayatımız. Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz.”

“Biz tarihin ortanca çocuklarıyız. Bizi bir gün milyoner olacağımıza, film yıldızı, rock yıldızı olacağımıza inandıran televizyon programlarıyla büyüdük; ama bunların hiçbiri olamayacağız. Ve bu gerçek kafamıza ancak dank ediyor. Ve bu yüzden çok ama çok öfkeliyiz.”

E-kuşaklar ve Türk gençliğinin buhranı

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 3 Haziran 2021, 15:51

    “Sorgulama ve muhakeme yetileri daha gelişkin.” ==> Bu tespitin geçersiz olduğunu kendi ülkemizden ve çevremizden görüyoruz.

    “Gençler artık aile büyüklerinden daha fazlasını bildiğine inanıyor ki matematiksel olarak da haksız olmadıkları ortada. Bu noktada bilginin niteliğini ve değerini tartışmak, bana göre, çok sağlıklı olmaz çünkü batı medeniyetinin temeli olan pragmatist felsefeye göre bilginin değeri, hayattaki karşılığı ve sonuç alma başarısıyla ölçülür.” ==> Bilgi olarak ele alınan şey “para kazandıran veriler ve altyapılar” olarak mı düşünülmeli? Bu çok sağlıksız bir bakış açısı değil midir?

    Her halükârda güzel ve kıymetli bir yazı.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!