Faiz, döviz, enflasyon 2- ‘Ekonomiyi bilenler’ ve ‘Ekonomiden anlamayanlar’

featured

Ahmet Müfit yazdı…

Ülke ekonomisi oldukça uzun süredir, faiz-TL’nin değer kaybı ekseninde tartışılıyor. Faizlerin artmasını söyleyenler “ekonomiyi bilenler”, karşısında yer alanlar ise “ekonomiden anlamayanlar” olarak piyasa güdümlü medya tarafından kesin olarak ayrıştırılmış durumda.

Faizlerin artırılarak, yani yüksek faizle de olsa yeni borçlar alarak -ülkeye para girişi sağlanarak- TL’nin değer kaybının durdurulması gerektiğini savunanlar yani “ekonomiden anlayanlar” cephesinde kimler var diye baktığımızda ilk akla gelen finans kesimi. Yani ülkeye faiz karşılığı para satan uluslar arası mali sermaye ve içerideki doğal uzantıları (küresel sitemden doğrudan borçlanabilen büyük sermaye, bankalar, sigorta şirketleri, sermaye piyasalarında işlem yapan ve TL’nin değer kaybı nedeniyle satıp kaçamayan, ciddi zararlar yazmak zorunda kalanlar) ile ekmeğini piyasa yandaşlığı sayesinde kazanan piyasacı akademi ve basın geliyor.

Söylemlerini meşru/halk yararına göstermek için kullandıkları temel iddia/varsayım, faizlerin düşük tutulmasının yatırımcıyı caydırdığı yani ülkeye para girişini kısıtlayarak, TL’nin değer kaybına, TL’nin değer kaybının da enflasyona yani halkın alım gücünün azalmasına, yoksullaşmasına neden olduğu.

Muhalefet cephesinin resmi ve gayri resmi ortaklarının koro halinde söylediklerine bakarak, muhalefet açısından da kurtuluş reçetesinin bu olduğunu söylemek mümkün. Bu noktada, dışarıdan daha çok ve daha yüksek faizle borçlanarak enflasyonu düşürmek, vatandaşı hayat pahallılığından korumak mümkün mü, madem böyle sihirli bir çözüm var bu yoldan daha önce giden ülkeler niçin başaramadı, beklentilerinin tam tersi oldu diye sorup, devam edelim.

İktidar açısından baktığımızda da durum çok parlak değil. İktidar olma karşılığında ulusal varlıkları satma vaadinin sonucu olarak, 19 yılın sonunda gelinen noktada, krizle mücadele de kullanılabilecek tüm ulusal varlıkların bizatihi kendi elleriyle satılıp, savıldığının, yok edildiğinin sanırım farkındalar. Geçmişte siyaseten yanlarında olup, iktidarı altın tepside sunanlar, siyaseten verdikleri gücü geri almak istediğinde, direnmelerini sağlayacak ekonomik araçları/dayanakları kendilerini destekleyenlerin “reform” önerilerine uyarak kendi elleriyle tasfiye etmiş olmanın pişmanlığını yaşıyorlar.

Esas sorun ise ne iktidar ne de muhalefetin, “kırk satır mı, kırk katır mı” deyişini hatırlatan bu açmaza niçin düştüğümüzü, geçmişte benzer borç krizlerini yaşamış olan ülkelerin krizden çıkmak için neler yaptıklarını, krizden çıkayım derken kendi insanlarına nasıl bir bedel ödetmiş olduklarını konuşmuyor, konuşmaktan kaçınıyor olmaları.

İktidar bu krize neden olan politikaları yıllarca uyguladığı, dışarıdan kaynak girişine yani borçlanmaya dayalı ödünç refah sayesinde 20 yıla yaklaşan bir süredir iktidarda kalmayı becerdiği, muhalefet ise iktidara geldiğinde aynı politikaları uygulamayı taahhüt ettiği için, her iki tarafta krizin ismini koymakta, yaşananın bir borç krizi olduğunu söylemekte isteksiz davranıyorlar.

Krizin ismi doğru konulmayınca, çözüm için sunulan tek seçenek de, faiz artışı yaparak, yani “Ortodoks mali politikalara” dönüş yaparak” para satıcılarının ekonomi yönetimine yeniden “güvenmelerini”, bu sayede borçlanma kanallarının yeniden açılmasını sağlamak oluyor doğal olarak.

Hal böyle olunca da, bugün bizim ülkemizde yaşananların benzerinin, 1990’larda Asya’da, 2000’lerin başında ise Güney Amerika’da yaşandığını kimse hatırlamıyor/söyleyemiyor.

“Hatırlamadıkları/söylemedikleri” diğer bir şey, krizden çıkmak, sermaye akışlarını yeniden rahatlatmak için yapılan faiz yükseltme/faiz düşürme tartışmalarının sonucunun -hangi yoldan gidilirse gidilsin-, temel sorun yani borçlanarak büyüme karşılığında para satıcıları ve ardındaki güçlere siyaseten bağımlı hale gelme sorunu çözülmediği sürece, insanlar ve ülkeler açısından yıkıma neden olduğu.

Son bir not olarak, Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) tarafından yayınlanan, “Küresel Borç Monitörü” raporuna göre, bu yılın üçüncü çeyreğinde küresel borç tutarının -devletler, şirketler ve hane halkları toplamı- 296 trilyon dolara ulaşmış durumda olduğunu sizlerle paylaşıp, gelecek kaç nesil bu borcu ödeyecek diye sorarak bitirelim.

  

https://www.bloomberght.com/nobelli-ekonomist-turkiye-klasik-bir-gelisen-piyasa-krizi-yasiyor-2292233

https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-45545710

https://www.iif.com/Research/Capital-Flows-and-Debt/Global-Debt-Monitor

Faiz, döviz, enflasyon 2- ‘Ekonomiyi bilenler’ ve ‘Ekonomiden anlamayanlar’

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 18 Kasım 2021, 18:42

    Çok teşekkürler. Şu toz duman içinde göz ardı edilen önemli bir noktaya parmak basmışsınız. İktidar döviz krizi karşısında ne yapacağını bilemez durumda. Muhalefetse yaşananlardan pay çıkartma kolaycılığında. Yok aslında biribirimizden farkımız der gibiler.

  2. Birisi ben bu oyunu bozarım arkadaş diyor ama acı verici olacak

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!