Frontex Manş Denizi’nde

featured

İsmet Hergünşen yazdı…

Öylesine değişken bir dünya içerisinde yaşıyoruz ki, bir önceki günden farklı bir gündem karşımıza çıktığında, ortaya konan iradenin anlaşılmasında zihnimizin algılaması bile bazen yetersiz kalabiliyor.

Neden ve sonuç ilişkileri dahilinde herşey apaçık ortadayken, işin kolayına kaçarak temel de fikir ayrılıkları olsa da, yaşanan gelişmeleri sıfatlarla tanımlamaya çalışıyoruz.

Afrika, Orta Doğu ve Afganistan kaynaklı belirsizlik ve istikrarsızlık diye tanımladığımız  oynanan oyunların, esasen geçmişten pek de farklı bir yanının olmadığıdır.

İsimleri değişse de aktörler belli. Figuranlar mı!.. Onlar da, kendilerini çok iyi biliyor.

Geçmişte imgeleme zordu. Kapalı ve sığ bir dünya, emperyalizm ekseninde bir sürü savaşlar dizini.

Ama bugün böyle mi!

Gelişen teknoloji sayesinde, dünyanın dört bir yanında cereyan eden gelişmelerden haberdar olan geniş insan toplulukları.

Yaşanan sorunların temelinde maziden gelen sorunlar dense de, görünürde olan kapitalizm güdümünde emperyalizmin, kendini koruma ve zenginleşmek için ortaya koyduğu “BEN” merkezli iradedir.

Yaratmaya çalıştıkları kaos ve sonucucunda ortaya çıkan “İnsanlık Dramları”.

Geçtiğimiz yüzyıllarda “Mega Ölümler” vardı, bu yüzyılda da “Mega Göçler”.

Neticede,

  • Şiddet ve yoksunluk sarmalına sokulan ülkeler.
  • Siyasi iradelerin hezeyanları ve çözüm noktasında askeri güce başvurmalar.
  • Boşa akıtılan kanlar, kin, nefret ve ölümler.
  • Vekil kılınan terörist gruplar ve mikro devletler.
  • Küresel güçlerin kucağına oturan yeni yönetimler.
  • Yaşama tutunmaya çalışan çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek artık sayları milyonlarca ifade edilen sığınmacılar.

Soğuk kış günlerini yaşadığımız bu günlerde, İngiltere’ye giden göçmen botunun Fransa’nın Calais kenti yakınlarında batması sonucu en az 27 kişinin hayatını kaybetmesi ve iki bin sığınmacının Polonya sınırında bekletilmesi insanlık dramının son halkasıdır.

Manş Denizi’nde yaşamını yitirenler arasında 5 kadın ve bir kız çocuğu da bulunan bu olay, unutulmaya yüz tutmuş olan Meksika Rio Grande nehrinde babasının tişörtü içinde 23 aylık Valera ve Türkiye sahillerinde Aylan bebekleri de anımsatmadı değil.

Bir taraftan yaklaşık altı milyon sığınmacıyı barındıran Türkiye’ye pervasızca saldıran, diğer taraftan üç beş bin sığınmacıya tahammül edemeyen ve de ölüme terketmekten bile çekinmeyen “Batı Dünyası’nın iki yüzlü hali”.

En dikkat çeken gelişme, Polonya Hükümeti’nin “NATO’yu göreve çağırması” ve Genel Sekreter Jens Stoltenberg’in “Belarus’un göçmenleri hibrit taktik olarak kullanması kabul edilemez ve müttefikleriyle dayanışma içinde olduklarını” içeren açıklaması.

Yaşanan gelişmeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin “18 Mart 2016 Mutabakatı”na bağlılığını bir kez daha göstermiştir.

Demografik yapımız için sığınmacılarla birlikte tehlike arz eden düzensiz göç, TSK’nın sınırlarımızda, Türk Jandarma ve Polisi’nin Anavatanda, Türk Donanması ve Sahil Güvenliği’nin Mavi Vatan da ortaya koymuş olduğu “kararlı mücadele”  sonucunda bir nebze de olsa rota değiştirmiştir.

Komşu ülkeler dahil bazı bazı Avrupa ülkelerinin sınırlarına dikenli tel çekmeleri ve Avrupa Sınır ve Sahil Koruma Teşkilatı (Frontex)’nın Ege Denizi ve Akdeniz geçişli göç hareketlerinde ilgili devletlerle birlikte sığınmacılara yönelik “acımasız uygulamaları” insanlık suçudur.

Polonya; sınırındaki krizin çözümünü NATO’nun insafına bırakırken, NATO’nun “Baltık Hava Polisliği” çerçevesinde görev yapan Türkiye’ye umarım iş düşmez.

Fransa ve İngiltere arasında mektuplaşmaya varan deniz yetki alanlarında balıkçılık ve göçmen krizinin tek çözüm noktası mı!…

Ege Denizi’nde misyonunu tamamlamış olan “Frontex’in Manş Denizi’nde görevlendirilmesinin AB Liderler Zirvesi’ne getirilmesi ve AB sözcülerinin ardı ardına açıklama yapmasıdır”, aynen Türkiye’ye olduğu gibi…

Son sözse; “Türkiye, Avrupa’nın güvenliği ve refahından ziyade kendi demografik yapısını ve refahını korumaya  esas alacak siyasi iradeyi ortaya koymak zorundadır.”.

Frontex Manş Denizi’nde

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 7 Aralık 2021, 08:40

    Değerli İsmet Hergünşen,
    Değerlendirmeniz ve saptamalarınıza çok teşekkürler. Soğuk Savaşı birkaç yıl öne alıp, Berlin Duvarı’nın yıkımıyla başlatmanızı çok gerçekçi buldum, beğendim.
    Sadece; Son paragrafta Türkiye!’nin arabuluculuğu fikrinize biraz mesafeli yaklaştım.
    Arabulucu; sürdürülebilir politikaları olan, istikrarlı, deneyimli, güvenilir, adil, biraz da güçlü olmalıdır. Sizce konjonktür buna uygun mudur?
    Anladığım kadarıyla işaret ettiğiniz yer DIŞ İŞLERİ BAKANLIĞI . . .
    Elbette, yurtta ve dünyada barışı hedefleyen, örnek davranışlarıyla bunu ispatlayan bir ülke “ARABULUCU” olmayı hak eder ve başarır!
    Belki de jeopolitik nedenlerle buna mecburdur!

  2. 1 Aralık 2021, 13:05

    Avrupa, Avrupa Birligi beklentisinin artik anlamini yitirdigi gunumuzde jeostratejik, jeopolitik ve demografik yapimizin dezavantajlari olan kisimlarini avantaja cevirmemiz icin belirttiginiz gibi partilerüstü ve ıstişare edilmis bir dıs politika ile hareket etmek zorundadir. Tabir- i caizse Hayt huyt politikasi yerine rasyonel bir dış politika gereklidir bu ulke vatandasina

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!