Gül takıntısı! ‘Erdoğansız AKP’nin adı ‘Altılı Masa’ olmuş

Emre Köksal yazdı...

featured

Yılbaşının sabahında dostlarla havadan sudan sohbet ederken, konu önce ekonomiye ardından Kılıçdaroğlu’nun adaylık için akıl almaz biçimde ısrarcı oluşuna geldi dayandı. Ben Kılıçdaroğlu’nun adaylık için zannedildiği kadar da istekli olmadığı, esas niyetinin istediği adayı dayatabilmek ve olası diğer adayları ayıklamak olduğu kanaatinde bulunduğumu belirttim. Kılıçdaroğlu tarafından istenen bu aday, elbette ve her zaman 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmuştur. Ortamda “Gül meydanda yok ki” itirazları yükselince de şunu söyledim, “Meydanda olmasına gerek yok, prensi Babacan masada.”

Dolayısıyla; 3 Ocak’ta VeryansınTV Youtube kanalında Erdem Atay’ın, Kılıçdaroğlu’nun kendisini öne sürerek Yavaş ve İmamoğlu gibi potansiyel adayları ekarte ettiğine ve bir sonraki hamlesinin masaya Babacan’ı dayatmak olacağına dair “önemli kişiler”e dayandırdığı iddialarının çok dikkate değer olduğunu düşünüyorum. Atay’dan birkaç saat sonra Şaban Sevinç de Kılıçdaroğlu’nun adaylıktan son anda vazgeçip DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ı aday göstereceği kulisini paylaştı. Bu iddia yeni de değil; Aralık 2021’de CHP eski Genel Sekreteri Mehmet Sevigen, Kılıçdaroğlu’nun taktik uyguladığını ve esas niyetinin Abdullah Gül’ü aday göstermek olduğunu söylemişti. O dönem Abdullah Gül muhalif tabanda büyük tepki doğurduğundan konu soğumaya bırakıldı, ancak o günden bu güne Gül ismi zaman zaman ortaya atılarak zemin yoklanmaya devam edildi. Peki Kılıçdaroğlu’nun bu Abdullah Gül takıntısının ardında ne yatıyor?

Abdullah Gül, 2007’de meclis tarafından Cumhurbaşkanı seçildiğinde bunun en sert karşıtlarından biri o dönem CHP Genel Başkanı olan Deniz Baykal’dı. Baykal bu tutumunu “ülkeyi ilgilendiren önemli konular dışında” Çankaya Köşkü’ne çıkmayı reddetmeye kadar vardırmıştı. Baykal’ın 2010’da bir kaset kumpasıyla tasfiye edilmesinin ardından CHP’nin yeni Genel Başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun ise, ilk iş olarak köşke çıkarak CHP ile Çankaya arasındaki ilişkileri düzeltmesi dikkat çekiciydi. Bu adım Baykal’ın aksine bir tavır göstergesiydi ve Kılıçdaroğlu, Gül ile uyumlu bu bakış açısını sürekli olarak muhafaza edip CHP’yi kendi deyimiyle Yeni-CHP haline bürüyecekti.

Göreve getirilmesinden 4 ay sonra Avrupa turuna çıkan Kılıçdaroğlu, Almanya dönüşünde havalimanında Türkiye’de laikliğin tehlikede olduğunu düşünmediğini belirtti. Bu tavır da Gül ile olan “şiir gibi” ilişkisiyle son derece tutarlıydı. Kasım 1995’te o dönem Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üyesi ve Refah Partisi Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan Abdullah Gül, İngiliz The Guardian gazetesine verdiği demeçte Cumhuriyet döneminin sonunun geldiğini, laikliğin başarısız olduğunu ve laikliği mutlaka değiştirmek istediklerini belirtmişti. Cumhurbaşkanlığına aday olduğu dönemde bu demecini inkar etti ve söyleşiyi gerçekleştiren muhabir Jonathan Rugman, bu kavgaya bulaşmak istemediğini ve çeviride bir yanlışlık olmuş olabileceğini söyleyerek Gül’ü rahatlattı.

Hablemitoğlu’na göre Türkiye’de ABD ve Almanya tarafından fonlanan vakıflardan biri olan TESEV’in 183 numaralı kurucu üyesi Kemal Kılıçdaroğlu, ana muhalefet liderliği yaptığı süre boyunca AKP’nin Avrupa ile uyumlu ve benim kanaatimce ihanete varan hiçbir politikasına etkili biçimde karşı çıkmadı. Söylemleri ve fiilleriyle, Avrupa’ya yönelik olarak “AKP uyguluyor ama biz daha iyi uygularız.” demekten bir adım ileriye gidemedi. Genç birer CHP sempatizanı bizler, meydanlarda “Ne ABD ne AB” diye bağırırken başımıza dikilen çobanın bir TESEV üyesi olduğunu bilmiyorduk. Önce CHP ve ardından ülke, kaynayan kurbağa gibi yavaş yavaş ve geçmişi hatırladıkça şaşıracağımız ölçüde dönüştürüldü.

Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’nın sona ermesinin ardından 2014’te ilk kez yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde muhalefet, Erdoğan’ın karşısına Ekmeleddin İhsanoğlu’yla çıkmaya karar verdi. Kararın açıklandığı güne dek kamuoyunun adını dahi duymadığı bir adayla böylesine önemli bir seçime gidilmesi o dönem çok tartışıldı. Üstelik Kahire doğumlu İhsanoğlu, hitabet yeteneğinden yoksun olması bir yana politik bakımdan İslamcı bir çizgiye sahipti. CHP’nin Altı Ok’un hiçbiriyle uyuşmayan ve Abdullah Gül’e yakın olduğu dışında hakkında hiçbir şey bilinmeyen bir adayı destekleyeceğini duyurması doğal olarak tabanında infiale yol açtı. Tepkilerin artması üzerine Kılıçdaroğlu çıkıp kürsüye vurarak “Tıpış tıpış sandığa gideceksiniz ve demokrasinin gereğini yapacaksınız.” diyecekti. Seçim Erdoğan tarafından ilk turda ve rahatlıkla kazanıldı. Seçimin ardından geçen yıllarda İhsanoğlu’nu muhalefete Abdullah Gül’ün önerdiği defaatle yazıldı ve yalanlanmadı. İddiaya göre; Cumhurbaşkanlığı görevinin ardından partiye geri dönüşü Erdoğan tarafından veto edilen Gül’e muhalefet tarafından tekrar aday olması teklifi götürülmüş, o da şartları henüz uygun bulmadığı için İhsanoğlu ismini önermişti. Bu seçim siyasi hayatımız bakımından iki yönden önemliydi: Birincisi, Erdoğan ile Gül arasındaki siyasi mücadele ilk kez “neredeyse” resmiyet kazanmıştı ve ikincisi, CHP’nin dönüşümü tamamlanmış ve tabanın dönüştürülmesi aşamasına geçilmişti.

Aynı yıl, dış basında Erdoğan ile ABD arasında ideolojik sorunların ortaya çıktığına yönelik değerlendirmeler yayımlanmaya başladı. Özellikle Edelman ve Abramowitz’ın raporundaki bir ifade dikkat çekiciydi: “Erdoğan’ın değişken ruhsal durumu ve narsisist kişiliği son on yılda elde edilen kazanımları heba edebilir… Türkiye siyasetinde bir değişim yaşanmalı.”[1] AB-ABD kaynakları, 17-25 Aralık’tan sonra gündeme gelen “Erdoğansız AKP” projesini daha gür sesle dillendirmeye başlamıştı. Parti içerisindeki ağırlığı ve “dış ilişkilerdeki başarısı” gözetildiğinde bu projenin onursal lideri, elbette ki, Abdullah Gül idi. Nisan 2015’te kendisine yeni bir parti kurma düşüncesinin olup olmadığı sorulan Gül, adeta meydan okudu: “AK Parti’nin esas kurucusu benim. Ak Parti’nin hem ilk çıkardığı başbakan benim, ilk cumhurbaşkanı da benim.”

Erdoğan Ak Saray’a çıkmasının ardından, kanaatimce ABD ile dengeleri koruyabilmek adına, AKP’nin başına Ahmet Davutoğlu’nu atadı. Fakat bu yeterli olmayacaktı… Graham Fuller, Erdoğan’ın hem kendisinin hem de partisinin mirasını yok etme sürecinde olduğunu yazdı. Tam da bu dönemde Erdoğan, “Çözüm Süreci”nden dönüş işareti verdi. 2015 yılında medya, Abdullah Gül’ün ülkede etkisinin artacağı dedikodularıyla ve özellikle dış basın nezdinde TSK’da kutuplaşma olduğu, ülkenin bir askeri darbeye gidebileceği iddialarıyla doluydu. Türkiye, 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’ne gidiyordu ve bu seçimle alakalı pek çok odağın farklı planları vardı. 15 Mayıs 2015’te Cumhuriyet gazetesinde kulis haberleri yazan Mustafa Halif mahlaslı yazar sordu: “Babacan, Gül’ün desteğiyle AKP’ye lider olur mu?”

“Babacan, her ne kadar ‘İşlerimin başına dönmek istiyorum.” dese de kıramayacağı bir isim var: Abdullah Gül. Seçim sonrası Gül’ün de partide daha aktif olmak istediği ve siyasete kazandırdığı Babacan’ın partinin daha kritik bir yerinde görev almasını istediği konuşuluyor.”

Seçim sonrası ne olacaktı ki Abdullah Gül kendisine alan doğacağına inanıyordu? Nihayetinde Gül’ün beklediği oldu ve 7 Haziran gecesi AKP tek başına hükümeti kuracak vekil sayısına ulaşamadı. Başbakan Davutoğlu’nun danışmanı Etyen Mahçupyan, AKP’nin tek başına iktidar olamamasının nedeni olarak Erdoğan’ı işaret etti. Taraf’tan Amberin Zaman, “Erdoğan dönemi bitmiştir, kabus bitti.” diye yazdı. Büyük sermaye ise Kemal Derviş’in ağzından, adına “Grand Coalition” denen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ak Saray’da etkisizleştirileceği bir AKP-CHP koalisyonunu talep ediyordu. Fiili anlamda bu, Davutoğlu-Gül-Kılıçdaroğlu ittifakı olacaktı. Bugünkü Altılı Masa’nın temelleri işte o günlerde atıldı. “Erdoğansız AKP” projesi tıkır tıkır işliyordu ki sahneye Devlet Bahçeli çıktı. Kılıçdaroğlu tarafından kendisine Başbakanlık teklif edilmesine rağmen hiçbir koalisyonun içerisinde bulunmayacaklarını açıkladı. Erdoğan; Baykal ve Bahçeli’den aldığı güç ile AKP-CHP arasındaki “istikşafi görüşmeleri”ni de baltalayacak güce ulaşınca, erken seçim kaçınılmaz oldu. Kaotik bir sürecin ardından aynı yılın Kasım ayında AKP yeniden tek başına iktidara geldi.

Türksüz bir federasyon anayasası yapmaktan bahseden Başbakan Davutoğlu, Mayıs 2016’da istifaya zorlandı. ABD’li Foreign Policy bu istifayı, “Amerika Ankara’daki adamını kaybetti.” sözleriyle yorumladı. Yerine Erdoğan ile hiçbir konuda çelişmeyen ve “düşük profilli” olması istenen Binali Yıldırım atandı. Temmuz 2016’da Fethullahçı Askeri Kalkışma gerçekleşti ve bastırıldı. Ekim 2016’da Bahçeli, Cumhurbaşkanlığı Sistemi için bir anayasa değişikliğinde Erdoğan’ı destekleyeceklerini “15 Temmuz’dan sonra bu ihtiyaç acil bir hal almıştır.” sözleriyle duyurdu. Başkanlık Sistemi referandumla kabul edildi ve AKP tamamen etkisizleşmiş oldu. “Erdoğansız AKP” projesi, Bahçeli’nin hiç beklenmeyen manevraları ile “AKP’siz Erdoğan”a dönüştürüldü ve o günden beri ülke Erdoğan hükümeti tarafından yönetiliyor. Hiç beklenmeyen diyorum çünkü Baykal’ın bu konudaki tutarlı tavrının aksine, Bahçeli 2015’e değin Gül ile Erdoğan arasında kaldığı her açmazda tercihini Gül’den yana kullanmıştı.

2018’de Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin ilk seçiminde Kılıçdaroğlu masaya yine adayı olarak Abdullah Gül’ü koyar, Meral Akşener’in karşı çıkmasıyla Kılıçdaroğlu tarafından harcanmak üzere Muharrem İnce aday gösterilir. Geldiğimiz noktada, 2023 yılında, Kılıçdaroğlu aday olma tehdidiyle tüm masayı domine etmiş durumda ve muhtemelen yine ve yeniden Gül-Babacan ekolünden bir aday tasarlıyor. Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın şahsından daha AKP’lidir. Koskoca Türkiye’nin son yirmi senelik siyasi tarihi, AKP(Gül) ile Erdoğan arasındaki kavgaya göre şekillenmiştir. Ve bugün yeni adı “Altılı Masa” olan bu “Grand Coalition”, bizlere açık açık 1921 Anayasası’nı temel alan bir federasyon anayasası dayatıyor. Özelleştirmelerin ve neo-liberalizmin Kemal Derviş tarzı devamından söz ediyor. Babacan çıkıyor; anayasadan Türklüğü çıkarmaktan, cemaat ve tarikatlara örgütlenme özgürlüğü vermekten bahsediyor. Kılıçdaroğlu’nun başdanışmanı, Barzani’nin kanalına CHP Genel Merkezi’nde arkasındaki Türk bayraklarını kaldırtarak verdiği röportajda Kürtlere özerklik vaat ediyor.

Tarihsel süreç ve şartlar gereği Türkiye’nin Erdoğan iktidarını aşması gerektiğine gönülden inanan ve arzulayan biri olarak soruyorum: Yahu biz hangi savaşı kaybettik de dört bir koldan bize Sevr’i dayatıyorsunuz? Neden Türk halkı olarak bu bozgundan bizim haberimiz olmadı? Koca bir ülkeyi 2002 model Erdoğan olan İmamoğlu ile 2002 model AKP olan Altılı Masa arasına nasıl sıkıştırdınız? Bu Büyük Ortadoğu Projesi ile Yeni İpekyolu Projesi arasındaki kavgadır, bu AB ile Brexit arasındaki kavgadır, bu Nurculuk ile Nakşîlik arasındaki kavgadır. Türk Milleti’nin milli ve bağımsız yaşama özlemini gözeten bir cumhuriyet burjuvazisi de kalmamış, herkes cebini doldurmuş ve köşesine çekilmiş. Ancak unutulmasın ki; Kurt kışı geçirir fakat yediği ayazı unutmaz. Bu ülke barışta sizin, savaşta bizim. Bu kez barış tekrar sağlandığında, evvelden yapılan hatalar yapılmayacaktır.

 

 

[1] T.Karslı, “ABD ile Erdoğan Arasındaki Sorun ‘İdeolojik’, Odatv, 1 Kasım 2014

Gül takıntısı! ‘Erdoğansız AKP’nin adı ‘Altılı Masa’ olmuş

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

7 Yorum

  1. 9 Ocak 2023, 23:08

    Yaşananları anımsatan yararlı yazı için teşekkürler.

  2. Rt iktidara gelmeden önce de kendisine muhaliftim. Allah korusun abdullah yada onun çakması babacan aday gösterilsin ve de başka aday kalmasın, ellerim titreyerek rt’ye oy veririm. Abdullah ve ekibi ingiliz hizmetkarı ve ermeni sevici bir tayfa

  3. Veryansıntv, iyi ki varsın, iyi ki Türk toplumunu bilgilendirici, unuttuğunu hatırlatıcı çok kaliteli yazarların var..

  4. “Seçimin ardından geçen yıllarda İhsanoğlu’nu muhalefete Abdullah Gül’ün önerdiği defaatle yazıldı ve yalanlanmadı.”
    Emin misiniz? Sakın o isim Devlet Bahçeli olmasın? Hani sonrasında MHP’den milletvekili olmuştu ya ondan! İddianızın tam aksine Gül’ün değil Bahçeli’nin isteği olduğu yazıldı ve söylendi. Gül diyen birini gösterirseniz mutlu oluruz.

  5. 8 Ocak 2023, 13:52

    Abdullah Gül 2018 seçimlerinde aday oluyordu ki Erdoğan Akar ve Kalın’ı Gül’ün bahçesine helikopterle indirdi. Ondan sonra Gül aday olmaktan geri adım atmak zorunda kaldı. Genel olarak bu seçimde bende Kılıçdaroğlu’nun Abdullah Gül veya Ali Babacan’ı aday yapacağına inanıyorum ve Akşener o günde bu günde Gül’e karşı değil.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!