Hanedan yazarı Murat Bardakçı kardeşime

featured

Osman Selim Kocahanoğlu yazdı

Hanedan yazarı Murat Bardakçı, Vahdeddin’in Türkiye’den kaçış yıldönümü nedeniyle 17 Kasım tarihli köşesinde Cumhurbaşkanlığı  arşivinden bir belge paylaştı.  Bu belgede,  Mustafa Kemal’in Vahdeddin için “linç talimatı” gönderdiği iddia edildi.  Belgeye göre, o günün Genelkurmay Başkanı  Müşir Fevzi Paşa, Başkumandanlık Huzuru Samisine bilgi kabilinden 2 Kasım 1922 tarihli şu bilgi notunu   göndermiş:

“… Son zamanlarda İstanbul’dan aldığımız raporlarda memalik-i ecnebiyeye firarından  bahsolunuyor. Ezcümle saray mahfilleriyle temasta bulunan bir mutemet tarafından bu firar hazırlıklarında bulunduğu ihbar edilmekle arzı  keyfiyet olunur.”

Fevzi Paşa’dan gelen bu yazının altına Mustafa  Kemal el yazısıyla  bir not düşmüş ve Vahdeddin’in firarıyla ilgili olarak  aldığı bu haberden iki gün sonra  (4 Kasım 1922 ) Dersaadet’te bulunan Refet  Paşa’yı bir telgrafla uyarmıştır. Şöyle :

“İstanbul’da sarayda memalik-i ecnebiyeye FİRAR  için hazırlıklarda bulunulduğu istahbar edilmiştir.Tahakkuku halinde ahali vasıtasıyla muhalefet edilmesi, mecburiyet görüldüğü takdirde aynı vasıta ile  daha şedit icraatta bulunulması, firara  hiçbir veçhile meydan verilmemesi. ” TBMM Resi Başkumandan Mustafa Kemal

Murat Bardakçı,  Fevzi Paşa’nın yazısı ve Mustafa Kemal’in notunu verdikten sonra,   telgrafa özgün metninde olmayan “linç tatbiki” kavramını eklemiş görünüyor. Ona göre bu telgraf Mustafa Kemal’in “linç talimatı” oluyor.

Sayın Bardakçı bu metni literatüre ilk defa kendinin kazandırdığını iddia etmiştir. Halbuki Cumhurbaşkanlığı Arşivindeki bu metinler iki arşiv uzmanı Ercüment Hüsnü Baki ve Ahmet Hazerfen tarafından yıllar önce görülmüş, 2004 yılında da yayınlanmıştır. Bilinmeyen şey değildir.( Bkz. ATABE. c.14,s. 94, Kaynak Yayınları, 2004).

Kısacası Mustafa Kemal’in Refet Paşa’ya gönderdiği telgrafta “LİNÇ” kelimesi olmadığı halde yorum serbesttir. Vahdeddin Harrington’a 16 Kasım 1922  tarihli   iltica mektubunda, “hayatımı tehlikede görüyorum”  dediğine  göre,  buradaki  “tehlike”   olsa olsa  Mustafa Kemal’in bu “linç talimatı” olmalıymış! Şu halde  anlı şanlı Vahdeddin’e Mustafa Kemal’in  bu “linç senaryosu”  olmasa  belki  kaçmayacak, Malta -Hicaz- San Remo yolculuğuna çıkmayacak, tahtında şerefiyle  oturmaya devam edecekti.  O halde hain olan Vahdeddin değil 600 yıllık  hanedana son veren bu Selanikli Paşa olmalıymış.

Gelelim esas noktaya. Fevzi Paşa’nın yazısı da, İstanbul’a gönderilen telgraf da o günün ortamında devrimsel bir gerçekliğin ifadesi ve Vahdeddin’in kaçışını engellemek için alınacak bir tedbiri gösterir. Burada yanlış olan gönderilen telgrafın “linç talimatı” şeklinde yorumlanması, metnin tahrif edilip çarpıtılmasıdır. Bu yanılgı hanedan ve saray dalkavukluğu anlamına gelir.

Mustafa Kemal’in bilgi notu ve telgrafını değerlendirmek için tarihsel ortama inmek gerekir.  Bilindiği gibi saltanat TBMM’nin 1 Kasım 1922 oturumunda kaldırıldı. 30 Ekim ve 1 Kasım 1922 oturumlarında Osmanlı ve Türk tarihinin en büyük devrimi gerçekleşiyordu. Üstelik 1 Kasım tarihi mevlid-i nebeviye denk geliyordu. Yalnız 600 yıllık saltanat kaldırılmıyor 400 yıllık arka bahçesi de öne çıkıyordu. Bu devrimi perde arkasından yöneten bir adam vardı. Bu adam sanki İngiliz devriminin Cromwel’i Fransız ihtilalinin Danton ve Mirabau’su olmuştu.

1 Kasım’da  Şer’iyye Komisyonunda  eliyle çapraz işaret yaparak şunları söylüyordu:  “Arkadaşlar, egemenlik ve saltanat hiç kimseye görüşülerek verilmemiştir, Osmanoğulları  Türk milletinin egemenliğine zorla el koymuş, şimdi Türk milleti isyan ederek kendi hakkını fiilen eline alıyor. Bu bir oldu-bittidir. Eğer bu usulü dairesinde ifade olunmazsa, korkarım bazı kafalar kesilecektir!”  Mustafa Kemal’in bu konuşması ardından mağrur kafalar pestil gibi ezilmişti.

30 Ekim 1922 oturumunda Hüseyin Avni Vahdeddin’i “şeytandan ders alan Vahimeddin” diye niteliyor, “saltanat ve halife hukukunun ne olduğunu Sevr’i imzalarken düşüneydin” diyordu.

Kırşehir Mebusu Yahya Galip, “…Kendine halife süsü veren bu bu adam  dine karşı ihanet içindedir. O herif olsa olsa nasihat aldığı papazın (Rahip Frew) halifesi olabilir”diyordu.

İslam dünyasının  en büyük devrimini gerçekleştiren  bu oturumda   onlarca önerge verilmişti. Medrese ve tarikat dehlizlerini Diyarbakır mebusu Hacı Şükrü Efendi de sanki devrimci kesilmişti.  O da şöyle diyordu: ” …Vahdeddin denilen,  İslam mukaddesatına karşı şeytandan daha şeni olan bu alçağı tüm İslam alemi  besmele ile  şeytan gibi taşlamalıdır!” (Bu alıntılar için topluca Bkz. TBMM ZC.Devre:1, içtima senesi 3,  içtima 129, c.24, sene: 1328)

Mustafa Kemal’in Refet Paşa’ya gönderdiği telgrafı 30 Ekim ve 1 Kasım 1922 tarihli TBMM  oturumlarında yapılan bu konuşmalar ışığında   değerlendirmek gerekir.  Vahdeddin’in bilinç arkasını ve linç korkusunuda.  Refet Paşa’nın askeri 20 Ekimde İstanbul’a ayak basınca yer yerinden oynamış,  ücra sokaklara kadar şehir bayraklarla donatılmış, balkonlardan konfeti yağıyordu. Henüz saltanat da kaldırılmamıştı.

Vahdeddin halen TBMM’yi birkaç “Bolşevik eşkıyası” gibi görüyor, kendini ihanete sürükleyen olaylara bigane kalıyordu.

Milli Mücadeleye iç savaş başlatan kendisi, en büyük ihanet belgesi SEVR’i imzalayan kendisi, İyonya devletine cevaz veren de kendisiydi. 6 Kasımda Ali Kemal linç edilmişti. Atina’da bile Askeri Mahkeme Anadolu sergüzeştine katılan 6 kabine üyesini idam etmişti. Sakarya Harbinde kan gövdeyi götürürken beşinci gerdeğine girmek  ihanet değil miydi?  San Remo’da vatanını işgal eden İngiltere devleti fahimanesine ve Amerikan Cumhurbaşkanına mektup yazıp, tahtımı Bolşevik eşkıyasından kurtarın demek ihanet değil miydi?

Mustafa Kemal’in telgrafı gerçekten linç talimatı olsa bile  Vahdeddin’in ihanetleri  silinecek miydi?  Her tarafta ihanet kokuları sezilen bir dünyada o da  kendi ihanetinin bilincinde olmalıydı. İngilizlerin kuklası ve oyuncağı olmaktan başka bir sıfatı kalmamış, İstanbul  onun için  cehenneme dönmüştü.  Kendisi Yıldız’dan dışarı çıkamıyor, ancak Mevlid törenine katılabiliyordu. Gece tramvaylara “kahrolsun Vahdeddin” yazıları yazılıyor, saray etrafında gösteriler oluyordu. 17 Kasım’da Harrington’a haber gönderip İngiliz devleti fahimanesine iltica isterken bile, çaresiz ve bigane ama ihanetinin farkındaydı. Danişmend’e göre “ona ve ecdadına yarışan hareket, kaçmak değil her durumda ölümü göze almak, hatta ölmekti…”

Gelelim Murat Bardakçı kardeşime. Bir zamanlar hanedan türküsü söylediniz olmadı, “ŞAHBABA”  dediniz olmadı.  Nişantaşı sadaret konağında Bavyeralı hizmetçi Susan Ruff’a roller verdiniz olmadı. Gazeteciyim dediniz olmadı, tarihçiyim dediniz olmadı, “Tarihin Arka Odası”nda yıllarca konu mankenli programlar yaptınız olmadı.  100 sene sonra “Devlet Operasyonu” denilen uydurma bir  proje çıkardınız  tutmadı… Belgeyi okumak başka onu kavramak başkaydı. “Şahbaba”yı temizlemek için de mal bulmuş mağribi gibi şimdi küçücük bir not ve telgraftan medet umuyorsunuz. Mustafa Kemal “linç ediniz” dese ne olacaktı ki? Sanki linçe layık değil miydi? Zaten Harrington’un koruması altındaydı.

Sevgili kardeşim. Sizin ne demek istediğinizi nereye varmak istediğinizi gayet iyi anlıyoruz. Atatürk ve Cumhuriyet devrimleri yaşanmış bir gerçekliktir. Literatürün en büyük devrimi olarak da tarihe geçmiştir. Tarihin yaşanmış gerçekliğinden kaçılamaz. Bu arşiv merakınızı Osmanlı hanedanı yerine, biraz da Bardakçı hanedanına kullansanız olmaz mı? Babanız İlhan Bardakçı’nın Genelkurmay Askeri Mahkemesindeki yargılama zabıtlarını açıklasanız, en azından zerzevat piyasasının dillerine pelesenk olmuş şu ihanet kavramından uzaklaşıp, post modern şekline yönelseniz olmaz mı?

Madem Mustafa Kemal’e “nesebi gayrı sahih” diyen bir kültürle koyun koyunasınız. Oradan maaş alıp besleniyorsunuz. Büyük devlet ödülüne layık olduğunuzu da gösterdiniz.  Siz de açıklayın bari aile boyunuzu, biz de bilelim ideolojik kimliğinizi. Dede Cemal Bardakçı,  babanız İlhan Bardakçı’nın zihin mirasından kalan içi boş Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığını artık bıraksanız olmaz mı?  Ne bitip tükenmez bir Haçlı kini ki İslam dünyasının tek çağdaş devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin doğuş gerçekliği ve erdemini bir türlü hazmedemiyorsunuz. Nasıl bir zihniyet nasıl bir bilinçaltı, Julien Benda’nın nasıl bir aydın ihaneti ki, tarihin çöp sepetine attığı bir hanedanı, şirke bulaşmış bir hilafeti özlüyorsunuz?

Siz de bilirsiniz ki, sadece belge okumak marifet değildir. Onun altını üstünü, sağını solunu, önünü arkasını, siyakı sibakını ruhunu kavramanız gerekir. Şunu da iyi bilirsiniz ki, Türk devrimi Fransız devriminden de, Habsburg hanedanı, Cromwel ve Bolşevik devriminden de çok daha kansız olmuştur. Kimsenin burnu kanamadan hanedan üyeleri sürgüne gönderilmiştir. Her devrimde yaşandığı gibi bu da Türk devriminin bir gerçekliğidir. İsterseniz yazının sonunu bir Çetin Altan cümlesi ile bağlayalım:  Üç şey kansız olmazmış Bardakçı kardeşim. BİFTEK, GERDEK VE DEVRİM.

____

Osman Selim Kocahanoğlu kitaplarını satın almak için tıklayın

Hanedan yazarı Murat Bardakçı kardeşime

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 Yorum

  1. Geç oldu ama yazayım yine de; “Bardakçı nam zatın kitaplarının asla satın alınıp okunmaması gerekir”!

  2. Murat Bardakçı’nın tarihçi olmadığını öğrendiğimde çok şaşırmıştım.
    Adamı ‘tarihçi’ diye nasıl servis etmişler. Bir çok kişi hala onu ‘tarihçi’ diye biliyor. Adının geçtiği her yerde gerçekler yazılmalı, söylenmeli.

  3. Yaşayın, ince sezginiz için kutlarım.

  4. nesi kanına dokundu ?

  5. 22 Kasım 2022, 09:03

    Pakrudin bardakçıyan,Vahtetdin Mustafa Kemal e teşekkür etmeliydi bilmiyormuydu devletin bekası icin beşikteki şehzadelerin bile öldürüldügünü,ekim devrimini bilmiyormuydu,sıgındıgı ingilizlerin yorkla ve tudorlar arasındaki katliamlarını bilmiyormuydu.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!