İngiliz Masalları

featured

Zekiye Yaldız yazdı…

Oprah Winfrey’in Prens Harry-Meghan Markle çiftiyle yaptığı söyleşi ilk günden yedi milyon izleyiciye ulaşınca masalların hayatımızdaki etkisini düşündüm. İşin içine prens, prenses girdi mi avunuyoruz sanırım. Güdük dünyalarımızın kapıları masallarla ışıltılı, başka bir gezegene açılıyor.

Meghan Markle’ın melez olması nedeniyle İngiliz Kraliyet’i oğluna prenslik ünvanı vermiyormuş. Aman ne şaşırtıcı! Sömürgecilik ve insan ticareti ekonomisinin en önemli kalemleri olmuş İngiliz Kraliyeti’nden beklenti neydi acaba?

Ama ben yine de prens-prenses masallarıyla büyümüş bir çocuk olarak Diana’ya da Markle’a da biraz üzüldüm sanırım. Prenses Kate Middleton’un gelinliği de her zaman  gelinlik modeli telaşında, kararsızlığında olan arkadaşlarıma sunduğum küçük bir haptır. Çaktırmadan günlük hayatlarında neler yaptıklarını, etek boylarını, reveranslarını, taktıkları takıların, taçların ne anlama geldiğini, diplomasinin fiziki kurallarını bir lady gibi ezber ettim.

Bütün çocukluğum Hacer anneden masallar dinlemekle geçti. Ve o masalların etkisiyle akıl almaz bir hayal dünyam oluştu. Hayallerim hep başka bir yerlere gitmekti. Çocukluğumun saray imgesi büyüdükçe ve görünür oldukça çok yara aldı. Artık saraylar, prensler hayal dünyama bir katkı sağlamıyor. Hattâ başka ülkelerde yaşayan türdeşler bile cazibeli değil gözümde. Galiba sorun saraylarda, köşklerde değil de şövalye ruhunun ölmesinde. Gerçek hayat masallardaki hattâ romanlardaki gibi olmayınca benim gibi romantiklere başka dünyalar hayali kurmak kaldı. Hayal illâ olacak! Hayatın gerçekleri bizi yıldıramaz! Şimdilerde başka gezegene gitme hayali, uzaylılar, Zülkarneyn’in ülkesi gibi meraklarım, hayallerim heyecan veriyor. 

 Hacer annenin ektiği hayal tohumları içimde öyle güçlü köklenmiş ki, hiçbir gerçek o kökleri söküp atamıyor. Hacer anne de ne?  Çocukluğu Sultan Vahdettin’in sarayında geçmiş, sonra nasıl olduysa bizim köye yerleşmiş beyaz bir kadın. Onun masalı da biraz tersten gitmiş anlaşılan. Sarayda başlayıp “Kelçe”yle evlenerek köyde biten bir masala pek mutlu son denilemezse de fena çocuklar sayılmazdık diye bir payeyle belki de mutlu son onunkiydi diye düşünüyorum. Masal anlatmaktan öyle hoşlanırdı ki, bizi üç kuşak dizlerinde büyüttü resmen. Bütün köylülerin “Kelçe” dediği adam kim bilir onun gözünde hangi prenslere denkti. Aşık kadınlar bu dünyanın nimetleridir, kesin bilgi!

Binbir gece masallarından, Kibritçi Kız’a, Çizmeli Kedi’den Kül Kedisi’ne bütün masalları ilk ondan dinledim. Ağzımızın suyu aka aka dizlerine yatışımız, çatısında kuruttuğu sarı eriklerin, elma kurularının tadı, daima sevgiyle karşılayışı ve uğurlayışı, içine sokacakmış gibi sarılıp kucaklayışı bu dünyada değil, kaç dünya olursa olsun izleri silinebilecek şeyler değil benim için. Hıh hıh hıh diye güldüğünde göbeği hoplar, dizlerindeki başım memelerine çarpar, gülmesi geçtiğinde başımı güvenle bacaklarının en yumuşak yerine yerleştirirdim. Biraz kalınca bir sesi vardı. Tüm çocukluk akşamlarım o sesi duyarak geçtiğinden olacak bilinç altım kadın sesi diye o sesi arıyor. İncecik sesler güvensiz geliyor. Okuma yazma öğrenip masalları kitaplardan okumaya başlamak en büyük yıkımlarından biriydi diyebilirim. Kendi sesim asla o tadı vermedi.

Ama bir masal vardı ki, bugün büyüsü bozulmuş sarayların hissettirdiği gibi hissettirmişti daha o yaşta.  “Ninenin evi sazdan, dedenin evi tuzdan” masalı. Daha üç beş yaşlarında erkeklerle ilgili bilinçaltıma bazı ipuçları yerleşmişti o masalla.  “Ninenin evi sazdan, dedenin evi tuzdanmış. Bir gün nine yemek yaparken bir bakmış tuz yok. Ne yapsam ne yapsam diye düşünürken, aklına dede gelmiş. Bir koşu dedeye gidip, ‘Dede dede, bana biraz tuz versene.’ demiş. Dede, ‘Git başımdan nine, yok sana tuz muz.’ diyerek nineyi eli boş çevirince nine , ‘Bir yağmur yağsın, bir yağmur yağsın da evi eriyip yok olsun.’ diye beddua etmiş. Gerçekten de gece öyle bir yağmur yağmış ki, dedenin evi eriyip su olmuş. Dede perişan, ne yapsam diye düşünürken utana sıkıla nineye varmış. “Nine, nine, ben ettim sen etme, alıver beni içeriye.’ diye yalvar yakar olmuş. Nine merhametli kadınmış, dedenin yalvarmalarına dayanamamış, ‘Orda kapının önünde, saçağın altında dur madem.’ demiş. Dede saçağın altında ıslanmadan biraz oturmuş, ama hava çok soğukmuş. Biraz daha yalvarsam belki nine beni içeri alır diye düşünüp bir yarım saat daha içeri girmek için yalvarmış. Nine sonunda dayanamamış, dedeyi içeri almış. Ocağın başında nine, kapının önünde dede bütün gece oturmuşlar. Sonunda nine yatmaya gitmiş. Dede bu sefer oturmaktan yorulmuş, ‘Nine, nine, ben oturmaktan çok yoruldum, uzanıversem şöyle ayaklarının dibine.’ yalvarmalarına başlamış. Ninenin uykusuzluktan gözleri kapanıyor, dedenin yalvar yakar mırıltısı uyumasını engelliyormuş ki, sonunda çaresiz dedeyi yatağına alıvermiş.”

İçinde prensler, prensesler olmayan bildiğim tek masaldı. Çocuk aklımla “Ne biçim masal bu?” dediğimi hatırlıyorum. Ne Karulga Sultan’ın üzüm bağları gibi kopardıkça yerinden daha güzel üzümler çıkan bağlar var, Ne Şehrazat’ın gündüzleri Dünyazat’tan dinleyip geceleri Şehriyar’ı uyuttuğu birbirinden heyecanlı hikâyeler vardı. O gün, Hacer anneden biraz hayal kırıklığıyla ayrıldığımı ve gece de rüya müya görmediğimi itiraf etmeliyim.

Bu ara Harry-Maghan Markle çiftinin masalı da biraz “Dedenin evi tuzdan ninenin evi sazdan” masalı gibi gelmeye başladı. Pek itibar etmez oldum. Haberlere düştüklerinde şöyle bir bakıp geçiyorum. Saraydakilerin sömürgecilikle alınmış paha biçilmez gerdanlıkları, giysileri, taçları da midemi bulandırıyor. Hele o, kara derili insanlara kendilerini taşıttıklarını gördüm ya, The Crown’la Prens Philp’ten nefret etmiş, Kraliçe Elizabeth’i dünyanın en sıkıcı kadını bulmuşken üzerine o görüntülerle İngiliz Kraliyet ailesi, istedikleri elmas gerdanlığı taksınlar, kömür kalmıştır gözümde.

Tuzlu dedenin sazlı nineye yaptığından tut, İngilizler’in, Fransızlar’ın, Portekizliler’in, İspanyollar’ın, Hollandalılar’ın yaptıklarına kadar sömürgeciliğin her türünün tüm kurumları ve destekçileri yok oluncaya kadar mücadele etmek ve son nefese kadar ille de özgürlük, ille de bağımsızlık için yaşamak masalların insanı ulaştırdığı son nokta. Özgürlük, masaldan çıkıp gerçeklere karşı insanın geliştirdiği içsel bir tutum sanırım ve o da ancak çok masal bilmekle sağlanabilir.

İngiliz Masalları

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

  1. “Yazı tura’yi “izlemeni öneririm.

  2. 11 Mart 2021, 11:33

    Monarşiye karşıyız…

  3. harika yazı

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!