Sistemi tartışmaktan kaçınan siyaset kurumu… Sonuçlar üzerinden konuşmak sıkıntılara çare olabilir mi?

featured

Ahmet Müfit yazdı…

Bu yazıda tartışacağım konu, Ege Cansen’in Sözcü gazetesinde yayınlanan “Çift paralı ekonominin melez veledi” başlıklı, 27 Aralık tarihli yazısında yapmış olduğu tespit.

Ekonomimizin çift paralı olduğunu, hükümetin TL’nin değer kaybını durdurmak amacıyla bulduğu çözüm olan Kur Korumalı Vadeli TL Hesabı’nın bu durumun tescili anlamına geldiğini söyleyen Cansen’e göre, cari açık veren ve bu açığı kapatmak için dışarıdan fon transfer eden yani borçlanan bir ekonomide bu durumun değişmesi de mümkün değil.

Bütünüyle katıldığım bu görüşün doğal sonucu ise cari fazla veren bir ekonomiye dönüşmediği/dönüşemediği sürece parası konvertibl olan yani diğer paralar karşısındaki değeri uluslar arası piyasalarda belirlenen ülkelerin -mevcut kambiyo rejimini değişmediği sürece- kaçınılmaz olarak çift paralı olacakları. Cari açığınız arttıkça, ya dışarıdan gelen/gelecek paraya daha çok faiz vermeyi yani dışarıya daha çok kaynak aktarmayı kabul edecek ya da yabancı paralar karşısında değer kaybını göze alacaksınız. Cari açık veren ülkeler sıralamasında başlarda yer aldığımız da göz önüne alındığında, çift paralılığın bizim için kaçınılmaz son olduğunu da ilave edip devam edeyim.

Son dönemde iktidar kanadından gelen açıklamalar, bu tespitin onlar tarafından da kabul gördüğünü, ülkenin rutin döviz krizleriyle siyaseten şekillendirilmesi operasyonlarından kurtulmanın tek yolu olarak cari fazla veren bir ülkeye dönüşmesi olduğun en azından söylem düzeyinde kabul gördüğünü ortaya koyuyor.

Söylem ve eylem arasındaki halen devam eden çelişkili açıklama ve uygulamalar nedeniyle ciddi şekilde sorgulanabilir olsa da, iktidar kanadından gelen bu açıklamaları önemli bulduğumu söylemeliyim.

Cari açık, çift paralılık, ekonomik ve siyasi bağımlılık arasındaki bu kaçınılamaz neden sonuç ilişkinin varlığı kabul edildiğinde bakılması gereken ilk şey, hangi ülkelerin, hangi tarihsel ve ekonomik koşulların sonucu olarak cari fazla verdiği ve mevcut koşullarda Türkiye’nin cari fazla veren bir ekonomiye dönüşme olasılığının olup olmadığı oluyor kaçınılmaz olarak.

Bu yazının kapsamı içerisine, böylesi ayrıntılı bir analizi sığdırmak mümkün olmasa da, 2020 yılı itibarıyla cari fazla veren yani harcadığından çok döviz kazanan ilk on ülkenin sırasıyla Çin, Almanya, Japonya, Güney Kore, Hollanda, İtalya, Singapur, Rusya, Avustralya, Kuveyt olduğunu hatırlamak sanırım yol gösterici olacaktır. Bırakın ciddi kaynaklara başvurmayı, internette yapılacak kısa bir araştırma sonucunda dahi, bu ülkelerin “cari fazla verme başarısını” neye borçlu olduklarını, nasıl, hangi koşullarda gerçekleştirdiklerini, “başarının bedelinin” ne olduğunu öğrenecek bilgiye ulaşmanın mümkün olduğunu da ilave edip, gelelim sorunun ikinci kısmına ya da zurnanın zırt dediği yere.

“Küresel piyasaların” yani şirketler dünyasının, küresel siyasi güçlerin tercih ve hedeflerinden bağımsız hareket ettiği gibi bir manipülasyonun/fikri dayatmanın sorgulanmadan kabulüne dayalı neoliberal küreselleşmeci dünya düzeni içerisinde, ulusal ekonomik altyapısını büyük ölçüde yabancılara satmış, hukuki ve idari yapısını yapısal “yapısal reform” adı altında, ülkeye dışarıdan para/sermaye/borç girişini sağlamaya yönelik olarak yapılandırmış ya da deforme etmiş, parasının değerinin uluslar arası piyasalarda belirlenmesinin asla değiştirilemeyecek bir kabul olduğunu, iktidarıyla muhalefetiyle siyasi söylemin her noktasında tekrar eden bir ülke ne yapmalı ki, cari açık vermekten, cari fazla veren bir ülkeye dönüşebilsin.

Özellikle yap-işlet-devretlerle ilgili olarak, her ne kadar kendi geçmişte yazdıklarıyla çeliştiğini düşünsem de, Cansen’in söz konusu yazıdaki söylemi bu aşamada son derece net. Yeni borçlanmalardan, borçlanma yaratacak yap-işlet-devret projelerinden – AKP’nin bunu yapamayacağını söylüyor- yani borç stokunu büyütmekten kaçınmak.

Esas olan ise siyaset kurumunun bu konuda ne düşündüğü.

Günümüz itibarıyla ülkemiz siyaset sahnesinde hakim olan her ikisi de Özal çizgisinden-neoliberal, küreselleşmeci, serbest piyasacı- ilham alan iki görüş söz konusu ve ilham aldıkları görüşün gereği olarak serbest piyasa dışı ekonomi politikalarına, kalkınma seçeneklerine kategorik olarak karşılar.

İlk görüş, son dönem söylemlerinden anlaşıldığı kadarıyla hükümetin de izlediği yada izlemeye çalıştığı yol yani emeği ucuzlatıp, etnik ve dini kimlik politikalarıyla toplumu siyaseten kontrol altında tutarken, büyük pazarlara yakınlığın verdiği avantajı da kullanarak, ülkeyi ihracata yönelik olarak üretim yapan şirketler için cennet/üs haline getirmek. Zorunlu BES, işsizlik sigortası yanı sıra Kıdem Tazminatı Fonu oluşturularak içeriden cebren toplanacak paraların sermaye piyasalarına enjekte edilmesi yoluyla iç kaynakların harekete geçirilmesinden sıkça bahsedilerek, ekonominin dış kaynak ihtiyacının azaltılmasının hedeflendiği algısı oluşturulmaya, 2002 yılında kendilerini iktidara getiren süreçte yaşandığı gibi, döviz dar boğazı gerekçeli manipülatif iktidar değişimlerinin önü alınmaya çalışılıyor.

İdeolojik olarak TÜSİAD’ın başını çektiği, siyasi arenada savunuculuğunu Millet İttifakı’nın üstlendiği ikinci görüşü ilkinden farklı kılan şey, senaryonun içerisine Avrupa Birliği havucunun, olmadı “genişletilmiş gümrük birliği hedefinin monte edilmiş olması. Bu sayede, halen eksik kaldığını söyledikleri “yapısal reformların”, AKP iktidarının ilk 10 yılında olduğu gibi AB havucuyla gerçekleştirilmesi sağlanırken, yapılan bu hukuki/anayasal değişiklikler sayesinde batı kampından çıkış ya da Avrasyacılık gibi siyasi seçeneklerin önünün temelli bir şekilde kesilebileceği varsayılıyor/hesap ediliyor.

Zaman zaman Londra Bankerlerine muhtaç olmaktan, faiz lobisinden bahsetseler de mevcut siyasi yapıya hakim her iki görüşün ortak noktası da dışarıdan gelecek paraya/yatırıma ihtiyaç duyuyor olması. Dolayısıyla da, para hareketleri serbestisinden, ulusal paramızın değerinin uluslar arası piyasalarda, Dolar, Avro basan merkez bankalarının ve küresel para satıcılarının kararlarına bağlı olarak belirlenmesinden yana duruşlarını değiştirmekten, bırakın değiştirmeyi, bu noktada bir algı oluşmasından dahi son derece rahatsız oluyorlar. Kontrolsüz sermaye hareketlerini engelleyecek şekilde, kambiyo rejiminde değişiklik yapılması ve bu sayede TL’nin değerinin satabil hale getirilmesinin siyasi bir seçenek olarak konuşulmasına dahi dayanamıyor, kırmızı görmüş boğa gibi saldırganlaşıyorlar.

Aksi durumda dışarıdan para girişinin kesileceğini, son 40 yıldır uygulanan sat sav, borç parayla tüket politikalarının sonucu olarak büyümesini dışarıdan gelen paraya bağımlı hale getirdikleri ülkemizde büyümenin yavaşlayacağının, bunun da kendilerini kısa ve orta vadede siyaseten olumsuz etkileyeceğinin farkındalar. Son dönemde her iki kesimden de sıklıkla duyduğumuz “piyasa ilkelerine tavizsiz bağlılık” söyleminin ardında yatan şey tam da bu.

Sonuç olarak, konu salt ekonomiyle, hayat pahalılığıyla ilişkiliymiş gibi gösterilmeye çalışılsa, faiz, döviz, enflasyon üçgeninde tartışılıyor olsa da, konu esas olarak ekonomiyle değil, linkini kaynaklar arasında paylaştığım, TÜSİAD tarafından 21 Aralık 2021 Salı günü gerçekleştirilen “Türk Dış Politikasının Yüz Yılı” başlıklı toplantı izlendiğinde ne demek istediğimin açıkça görüleceğini siyasetle, dış politika tercihleriyle, ulusal bağımsızlıkla, batı kampına demirli kalınıp kalınmamasıyla ilgili.

Esas acı olan ise her ne kadar yüksek perdeden konuşsalar da, mevcut siyaset sahnesinin önde gelen aktörlerinin, bu gerçeği açıkça dile getirebilecek, orta ve uzun vadede ülkeyi bu acımasız sarmaldan çıkaracak, koşulsuz ulusal bağımsızlığı esas alan politika tercihlerini açıkça savunabilecek kadar cesur ya da bağımsız olmaması.

Yazıyı, bir sonraki yazıda Cansen’in söz konusu yazısında yer alan ikinci tespitini, iktidarın yap-işlet-devret projeleriyle borçlanmayı sürdürüyor olması konusunu ele alacağımı belirterek ve Veryansın okurlarına mutlu sağlıklı -bu koşullarda olabildiği kadar- bir yıl diyerek bitireyim.

 

Kaynaklar:

  1. https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/ege-cansen/cift-parali-ekonominin-melez-veledi-6849415/
  2. https://www.hurriyet.com.tr/her-kopru-butceden-yapilir-19736334
  3. https://tusiad.org/tr/yayinlar/raporlar/item/10855-yeni-bir-anlayisla-gelecegi-i-nsa-i-nsan-bilim-kurumlar
  4. https://tusiad.org/tr/basin-bultenleri/item/10896-turk-dis-politikasinin-yuz-yili-webinari
  5. https://odatv4.com/analiz/biz-yunanistani-konusurken-turkiye-alarm-veriyor-1907151200-78839

 

Sistemi tartışmaktan kaçınan siyaset kurumu… Sonuçlar üzerinden konuşmak sıkıntılara çare olabilir mi?

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 31 Aralık 2021, 15:32

    Çok yerinde saptamalar. Ülkemizde siyasi partilerin aynılığını ekonomiye yaklaşım kadar ortaya koyan bir başka alan bulunamaz. ÇOK PARTİ, İKİ İTTİFAK, TEK SEÇENEK bu durumu tanımlıyor bence. Hangi yoldan gidersen git Türkiye’nin 1 kiloluk dışsatımıma 1.5 USD’den daha büyük değer kazandırmak olanaksız.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!