‘Türkçe edebiyat’ neyin üzerini örtüyor?

featured

Kaan Eminoğlu yazdı…

Son günlerde entelektüel gündemi meşgul eden “Türk edebiyatı mı, Türkçe edebiyat mı?” tartışması her ne kadar bir edebiyat tartışması olarak ele alınsa da meseleyi siyasi bir konunun edebiyat dünyasındaki izdüşümü olarak değerlendirmek çok daha doğru bir tutum olacaktır.

Meselenin çıkış noktası Türk modernleşmesiyle başlayan kimlik krizine kadar götürülebilir. Konuyla ilgili tercihler de Batı karşısında yaşamış olduğu yenilgiyi kabul eden Osmanlı aydınlarının yaşadıkları travma sonucu gerçekleştirdikleri iki farklı tavrın günümüze yansıması olarak ele alınmalıdır. Bu tavırlardan ilki mazinin yüceltilmesi yoluyla yenilginin psikolojik olarak telafi edilmeye çalışılmasıdır. Tarihte tatil sürecine girdiği için Batı’dan geri kalan Doğu’nun aydını Batı’dan geri kalma sebebi olarak zihinsel devrimi gerçekleştirememiş olmasını değil, Doğu ile Batı arasındaki teknik farkı görmeye başlamıştır. Oysa teknik farkı yaratan süreç Batı’nın o tekniği yaratan felsefeyi inşa etmiş olmasıyla ilişkilidir. Aksi olsaydı eğer Batı’dan alınan teknikle Batı’yla rekabet edilebilir ve yenilginin sürekliliği sürecine son verilebilirdi. Ancak Osmanlı aydını mazinin şanlı günlerini gerçeği gizlemek için bir örtü olarak kullanmış yenilgiyi yaratan zihinsel süreci görmezden gelmiştir. III. Selim’e 1789 Fransız Devrimi ile ilgili rapor sunan devrin Dışişleri Bakanı (Reisülküttap)  Âtıf Efendi’nin ”Volter ve Russo misüllü meşhur zındukların eserleriyle husule gelmiş bir fısk u fücur cümbüşü” ifadeleri durumu özetliyor aslında. Batı karşısında alınan yenilgilere rağmen terk edilemeyen özgüven perspektifi yenilginin asıl sebeplerini görünmez kılan bir körleşmenin de başlangıcı olmuştur.

Batı’ya karşı alınan yenilgi karşısında takınılan ikinci tutumsa kimliğin silinmesi sürecidir. Özellikle Tanzimat romanında karikatürize edilerek tasvir edilen “yanlış Batılılaşmış insan tipi” bu ikinci tutumun yansımasına ilişkin bir örneklem oluşturmaktadır. Batı karşısındaki yenilgiyi kabul eden Osmanlı aydını kimliğini inkâr ederek bir Batılıdan daha Batılı görünmeye çalışmış ve bu şekilde yenilginin yarattığı psikolojik tahribatı telafi etmeye çalışmıştır. Yaşadığı kimlik bunalımını Doğulu kimliğini inkâr ederek aşmaya çalışmış ancak yaşantısının ve düşünce dünyasının her bir hücresine sinmiş olan değerleri inkâr etmek yaşantısıyla düşüncesi arasındaki uçurumların gün yüzüne çıkmasına sebep olmuş ve Osmanlı aydınını içsel ikilemlerle mücadele etmeye mahkûm bırakmıştır.

Günümüzde yaşanan “Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı?” tartışmalarında “Aşırı milliyetçi saiklerle hareket edip Türk edebiyatı değil Büyük Türk edebiyatı demeliyiz.” diyenlerle “Türk edebiyatı değil, Türkçe edebiyat hatta yerli edebiyat ve Anadolu edebiyatı demeliyiz.” diyenler her ne kadar iki zıt kutbun temsilcileri gibi gözükseler de esas itibarıyla yenilginin travmatik sonuçlarını yaşayan aynılardan mürekkep insanları temsil etmekteler. Oysa mesele karşısında takınılması gereken tavır ne inkâr ne de yüceltmedir. Olması gereken tavır hakikatin tayin edilmesidir. Eğer edebiyat kanonu diğer milletlerin edebiyatlarını o milletlerin adlarıyla anıyor ancak söz konusu Türk edebiyatı olunca “Türk edebiyatı demeyelim.” diyorlarsa ortada ideolojik bir inkâr mekanizması var demektir. Bu meseleyi “Ne olacak neden bu kadar büyütüyorsunuz?” diye geçiştirmek çifte standarda karşı göstermiş olduğumuz ahlaki tavrın bir yansımasıdır. Sosyal hayatımızda karşılaştığımız bir çifte standarda tepki veriyor ama kültür hayatımızda yaşanılan çifte standarda tepki vermiyorsak burada içselleştirilememiş bir ahlakilik söz konusudur. Buna ahlak değil ahlakçılık denilebilir. Entelektüel vicdan ahlakı değil ahlakçılığı hoş görüyorsa düşünce hayatımızı saran değerler felsefesinde tamiri mümkün olmayan hasarlar mevcut demektir.

DAYATMAYI KİM YAPIYOR?

Kültür dünyamızı bir kanser hücresi gibi saran tekel yayınevleri icat ettikleri kavramlarla edebiyat terminolojisine müdahale edip kimlik iptalini savunurken aynı zamanda halka kimliksel bir dayatma yapıyor. Şairsiz, yazarsız, aydınsız bırakılan halk kitleleri tekel yayınevlerinin bu dayatmasına karşı kimliğini koruyacak bir savunucu arıyor. Bugün sosyal medyadan yükselen boykot kararı bu arayışın bir sonucu aslına bakılırsa. Milyon dolarlık yayın piyasasını ellerinde tutan yayın tekelleri paralarıyla, kitaplarıyla, yazarlarıyla birlikte savundukları kimlik iptaline karşı başlatılan boykot çağrısının halk nezdinde bu kadar itibar görmesinin bir sebebi de halkın derdine tercüman olacak kişileri bulmuş olmasından ve onların önderliğinde harekete geçmeye başlamasından kaynaklanıyor. Yayınevlerini ve onların editörlerini demokratik bir tartışmaya çağrıldıklarında dahi bunu kabul etmeyen tutumları aslında okuru ve okurun taleplerini nasıl değerlendirdiklerinin de bir ispatı. Kültür alanında faaliyet gösteren birçok yayınevi kendilerini var eden halkın taleplerine duyarsız kalarak kimlik iptali için yaptıkları çalışmaların bir oldubittiyle kabul edilmesini talep ederek demokratik olanı değil, baskıcı olanı öncüllediklerini de gözler önüne seriyorlar.

Elbette dalkavuk yarı aydınlar yayınevlerinden puan toplamak ve yeni kitaplarının basılmasının önünü açmak için haklıdan değil, güçlüden yana tavır alıyorlar. Haklıdan yana tavır almak doğru yanlış diyalektiği bağlamında ahlaki olan olsa da fayda zarar diyalektiği ile hareket eden bir yazar için kazançlı bir yatırım değildir. Bugün edebiyat kariyerini riske atıp tek başına böylesi bir itirazın öncülüğünü üstlenen genç bir şaire “Bize dayatma yapamazsın!” diye parmak sallayan yarı aydın takımı tek başına olan bir şairin milyon dolarlık yayınevlerine, “haber” sitelerine, yarı aydın tam karanlık kültürel sömürge yazarlara nasıl bir baskı kurabileceğini de açıklamak zorundalar. Ancak hiçbiri bunun taraftarı değil. Çünkü etiketleyip itibarsızlaştırmak, ad hominem yaparak tartışmayı bağlamından çıkarıp bir kişilik karalamasına dökmek doğruyu değil, kendi doğrusunu kabul ettirmek isteyenler için kullanışlı polemik enstrümanlarıdır.

TÜRKİYE’NİN BU KADAR SORUNU VARKEN NEREDEN ÇIKARDIN BU TÜRK EDEBİYATI TÜRKÇE EDEBİYAT TARTIŞMASINI?

Belki de tartışmanın en bel altı vurulan yeri burası. Ortada bir aksiyon var. Bu aksiyonu başlatan da tüm milletlerin edebiyatlarını kabul edip sıra Türk milletine gelince “Hayır Türk edebiyatı yok onun adı Türkçe edebiyattır.” diyen yayınevleriyken insanlar “Ülkenin bu kadar sorunu varken sen neden bir kimlik iptali politikası güdüyorsun.” demeyip tepkilerini -daha güçsüz gördükleri için- yayınevlerinin başlattıkları bu aksiyona karşı reaksiyon gösteren şair ve yazarlara gösteriyorlar. Burada ortaya bir güç problemi çıkıyor. İnsanlar her ne kadar romantik söylemlerle haklı ve güçsüzden yana tavır koyduklarını iddia etseler de gerçekte gücün cazibesi haklıyı dahi haksız gösterme konusunda insanlara yaratıcı bir motivasyon verir. Güçlü ve haksız olana yöneltmeleri gereken eleştiriyi güçsüz ve haklı olana yöneltmekte bir beis görmezler. Çünkü güçlü olanın yanında durmak, konfor alanını terk etmemek demektir. Güçlü olana yakın olmak insana yeni kapılar aralama imkânı sunabilirken güçsüzün hakkını savunmak vicdani bir rahatlama dışında herhangi bir kazanç elde edilmesine yaramaz. Bir patron emekçilerin hakkını vermeyerek onları işten çıkardığı zaman patronun yanında durup onun eyleminde haklı olduğunu savunmak güçlünün yanında durana risksiz bir yerden yatırım yapma olanağı sağlar. Oysa haklı ve güçsüz konumda olan işçinin yanında durmak elindeki bazı kazanımları kaybetmesine hatta kendisi de o işletmede bir işçiyse direnişe destek verdiği için işinden olmasına bile sebep olabilir. Buradaki ahlak problemi kişinin nerede durduğunun kişinin kendine getireceği artı ve eksilerle ölçmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa hak artılara ve eksilere vurulamaz. Ahlaki olanı ıskalamak bir sorun değil sorumluluk eksikliğidir. Bir görme kusuru, seçme özrüdür. Doğru, Dostoyevski’nin dediği gibi pırıl pırıldır. Onu gözden kaçıramazsınız.

‘TÜRKÇE EDEBİYAT DA OLUR TÜRK EDEBİYATI DA’ NE FARK EDER Kİ?

Hayatta karşılaştıkları her sorunu orta yolculukla çözmeye çalışan, tavır almaktan korkup etraftan puan toplamak adına doğru olanı değil kimseyi kırmamayı öncülleyen insanlara sosyal hayatımızdan aşinayızdır. Bu tip insanların entelektüel cenahta var olmadığını düşünüyorsanız eğer fazlasıyla yanılıyorsunuz demektir. Hiçbir konuda tavır koymayan tavır koyanları da aşırı olmakla, uç olmakla, keskin olmakla itham edip her iki taraftan da saygı devşirmeye çalışanlar bana kalırsa bu ikiyüzlü tutumlarıyla kimlik iptalini savunanlardan çok daha tehlikeliler. Kimlik iptalini savunanlar son tahlilde niyetlerini beyan etmeleri bakımından tartışarak çürütülebilecek tezlere sahip kimseler. Oysa orta yolcular hiçbir şekilde çürütülebilecek tezlere sahip değiller. Onlar ahlaksızlığı gördükleri bir tartışmada dahi ahlakçıyı oynayıp tartışma ortamında sahte bir arabuluculuğa soyunup saygı kazanma peşindeler. Üstelik orta yolcular hesaplı hareket etme konusunda herkesten çok daha başarılıdırlar. Tartışmada bir taraf ağır bastığı zaman orta yolculuğu terk edip kazanan tarafta olmayı kendi ahlak prensipleri bakımından  vicdani bir tezatlık görmezler. Ortamı görüp güç dengelerine göre konum belirlemek son derece siyasi bir tutumun da yansımasıdır.

Orta yolcuların hiçbir şey söylemeden birçok şey anlatmaları, laf kalabalığının değerini değil sözü yormalarının değersizliğini ortaya koymaktadır. Söylem olarak geliştirdikleri “Türk edebiyatı da olur Türkçe edebiyat da.” düşüncesini herhangi bir dil felsefesiyle açıklamak mümkün değildir. Bir kişi çıkıp da “Gözlük de olur gözlükçü de.” Derse bu gülünç olur. Çünkü gözlük sözcüğüyle ona getirilen yapım ekiyle yapılan gözlükçü sözcüğünün anlam evreninde farklı temsliyetleri vardır. Birbirlerinin yerlerine kullanılmaları anlam evrenini reddedip dil felsefesi açısından bir anlamsızlık sarmalına girişi teklif etmekle eş değer bir tutumdur. Hiçbir bilimsel geçerliliği yoktur. Bilimsel bir geçerliliğe sahip olabilmesi adına altının doldurulması, entelektüel zeminde tartışılması gerekmektedir. Ancak bugünkü eleştirisizlik ortamında güçlü ve parası olan odaklar “Gözlük demeyelim yerine gözlükçü sözcüğünü kullanalım.” deseler dahi sahip oldukları güç sebebiyle kendilerine destekçi edinip bu desteklerini “entelektüel bir birikimle” açıklayabilecek kişiler bulabilirler. Bu köpeksiz köyde değneksiz gezmenin vücut bulmuş hâlidir.

Bir Fransız yazara gidip senin ulusal kimliğin ayrımcı oysa diğer milletlerin ulusal kimlikleri ayrımcı değil denirse Fransız yazar karşısındaki kişinin akli melekelerinin yerine olmadığını düşünür. Oysa aynı söylemi Türkiye’de liberal bir Türk yazara karşı kullanırsanız safsata olmaktan öte bir geçerliliği olmayan bu fikirde haklı yanlar bulabilir. Çünkü liberal ahlak her gün “mazlum zulmü” denen bir baskıya maruz kalmaktadır. Kalbi halkın içinde atmayan bir liberal hayatı kitaplar ve sosyal medyadan okudukları kadarıyla öğrenebilir. Konfor alanından dışarı çıkıp halkın gerçek sorunlarını anlamak için çalışmak yerine kendisine anlatılan hikâyeler üzerinden bir ahlakilik geliştirip kimliğini reddedecek bir konuma savrulabilir. Elbette bu savrulmada onu bu noktaya savuran seçici vicdanlıların alkışları motivasyon unsuru olarak sunulan birer başarı nişanesi olarak itici bir güç olabilir.

TÜRKÇE EDEBİYAT NEYİN ÜZERİNİ ÖRTÜYOR?

Meselenin belki de en can alıcı noktası da burası. Türkçe edebiyat söylemiyle kimlik iptalini savunanlar ve onlara örtülü destek veren orta yolcular aslına bakılırsa sadece kimlik iptalini değil o kimliğin iptalini sağlayacak niteliksizlik ve eleştirisizlik sarmalını da üretmekle görevli oldukları gerçeğini gizliyorlar. Bugünlerde Türk edebiyatına Türkçe edebiyat dayatmasıyla kimlik iptalini savunan yayınevlerinin, dergilerin, yarı aydınların ve sahte yazarların topluma pompaladıkları vasat edebiyatın, niteliksizlik dayatmasının maskesi düşüyor. Edebiyattaki tasniflerinde dahi çifte standart uygulayan cenahın bastıkları kitaplarda, verdikleri ödüllerde, övdükleri isimlerde ne kadar tutarlı olabileceği okur tarafından sorgulanır hâle geliyor. Korkuları kaynağı boykotla uğrayacakları maddi zarar değil, sesini uzaktan ama gür bir şekilde duyuran dip dalgasının yıllardır keyfini sürdükleri niteliksizlik saltanatını yıkacağına duydukları endişe. “Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı?” tartışması düşünen ve sorgulayan okura bir yol açıyor. Türkçe edebiyat ifadesini savunanlar tartışmaktan kaçtıkça açılan yol kapanamayacak kadar büyüyor. Büyüklüğün yükü edebiyatımızı omzuna yüklendikçe nitelikli okurun gücünü daha da çok hissettiriyor. Şimdiye kadar yazdıklarımız bir kültür savaşının ayak izleriydi. Halk ve aydınlar şimdi yapacak seçimini. İsteyen takip edecek bizi isteyen tahrip. Türk halkı bu onurla çıkışla şunu fark etti: Bütün kaleler zapt edilmedi!

‘Türkçe edebiyat’ neyin üzerini örtüyor?

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 Yorum

  1. Anglo/Amerikan emperyalizminin nihai hedefi, neoliberal sömürge ekonomisi ve siyasal islam yardımı ile Türk Kimliği’nin bütünüyle tarihten kazınması, ATATÜRK aydınlanmasının sona erdirilmesidir!!!
    Türk edebiyatı mı, Türkçe edebiyat mı? mugalatasının nihai amacı da budur. ⚠

  2. 5 Şubat 2023, 08:48

    Konu bana göre de gayet güzel anlatılmış emeği için teşekkür ederim

  3. 4 Şubat 2023, 22:42

    Yüreğinize sağlık.

  4. Kaan Bey, aklınıza ve vaktinize sağlık. Müthiş bir sorumluluk örneğidir bu yazı. Son on yıllardır üstümüze yapışan “ben bilinci”nden sıyrılıp “biz” olduğumuzun hatırlatmasıdır. Toprağın vatana dönüştüğü, dilin kimliğe evrildiği bir toparlama; kimlik doğrulaması.
    Hiçbir şeyci olmadan entelektüel milliyetçi bir aydın özlemimiz var. Çok kıymetli, var olun.

  5. Çok doğru tespitler.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!