Türkiye neden dozu yüksek sinirli bir ülke? Psk. Esra Özbey ile ‘Acı Çeken İnsan’

featured

‘Sinirli olmak’ ve ‘Ruh durum’ ifadelerinin profesyonel anlamları için Psk. Esra Özbey’e sorduk. ‘Sinirli’ ifadesinin psikolojideki kökenleri ve açıklamalarından Türk toplumunun analizine kadar detaylı açıklamalarıyla aydınlatıcı açıklamalarda bulunan Psk. Esra Özbey, ‘Acı Çeken İnsan’ adında Frekans Kitap’tan çıkan yeni kitabından bahsetti.

 

Esra Özbey kimdir?

Psikoloğum. Kendi iş yerim var, Opa Psikoloji Psikoterapi ve Psiko-eğitim Merkezi’nde psikolog ve psikoterapist olarak çalışıyorum. Yetişkin ve ergen bireylere bireysel olarak psikoterapi hizmeti veriyorum. Boğaziçi Üniversitesi’nden 2017 yılında mezun oldum. Uludağ Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimim mobbing yüzünden yarıda kaldı. Üniversiteye mobbing nedeniyle dava açtım ve davayı kazandım. Tamamlamış olduğum tezimin sınavına girip diplomamı almayı planlıyorum. “Acı Çeken İnsan” isimli kitabım da Frekans Kitap’tan Haziran ayında yayınlandı.

Yapılan araştırmalarda Türkiye’nin en sinirli ülkeler sıralamasında en üstte olduğunu görüyoruz. Özellikle kadın cinayetleri, şiddet durmuyor.

Sinir veya öfke duygusu işlevsel bir duygudur. Dozu uygun olduğunda işlevseldir… Bir haksızlığa uğradığınızda sinirlenirsiniz ve o duygu sizi ayakta tutan, harekete geçiren güçtür adeta. “En sinirli” olmak problem. “Yerinde ve zamanında” değil de doz aşımında, yersiz ve zamansız sinirli olma durumu bizde soru işareti ortaya getirmeli.

Türkiye neden dozu yüksek sinirli bir ülke?

Psikolojide herhangi bir özelliği ve durumu çok farklı merceklerden inceleyebiliriz. Sinirli ifadesi öncelikle bir ruh durumunu ifade ediyor. Ben bu kelimeyi “öfkeli” olarak kullanmayı tercih ediyorum. “Türkiye’deki insanlar” dediğimizde oldukça makro bir perspektiften bakıyoruz, ancak bunu birey bazına indirerek incelediğimizde karşımıza birebir olarak aynı şeyler çıkmayabilir. Öncelikle makro mercekten bakalım isterseniz. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durum, bireylerde doğal olarak belirsizlik duygusu yaratıyor olabilir ve belirsizlik duygusu kontrolü kaybetme korkusunu tetiklediği için insanlarda kaygı oluşturur. Kaygı duygusu ise genellikle kendisini dönüştürerek belli eden bir duygudur. Kaygı genellikle öfke gibi duygularla ve tepkisel davranışlarla kendisini gösteriyor. Özellikle kültürümüzde “Erkekler ağlamaz” şeklinde bir önyargı var, sokakta caddede yürürken ağlayamıyoruz özgürce. Duygu paylaşımlarını oldukça ketleyici bir toplumsal bağlamda büyümenin bir sonucu, üzüntü gibi bize kendimizi “zayıf” hissettiren duyguları dönüştürmek… Dolayısıyla en sinirli ülke Türkiye diye düşündüğümüzde, öfke duygusunun altında yatıyor olabilecek tüm olumsuz duyguları düşünebiliriz. Kaygı gibi, üzüntü gibi, keder gibi…

Ülkemizde özellikle erkekler için öfke duygusu dönüştürülmüş bir duygu. Peki, neden bu dönemde ortaya böyle bir ülke profili çıkıyor diye soracak olursak bu durumda aklıma gelen ilk cevap ekonomik olarak içinden geçtiğimiz zor dönem diye düşünüyorum. Üzerinde konuşsak da konuşmasak da bizatihi odaklansak da odaklanmasak da ekonomik durumların getirdiği belirsizlik psikolojik olarak hem kadınları hem de erkekleri olumsuz duygu durumuna sürüklüyor. Acı Çeken İnsan isimli kitabımda, “zincirleme koşullanma laneti” isimli bölümde paranın modern insan için neden bu kadar önemli olduğunu evrimsel psikolojik yaklaşımla açıklamaya çalıştım. Para, modern bağlamda özellikle erkeklerin psikolojisi için hayati derecede önemlidir.

Peki, makro perspektiften bakıldığında olayın ekonomik belirsizliğe dayandığını öne sürüyorsunuz. Mikro perspektiften bakıldığında sizce ne görülüyor? Sizce neden en sinirli insanlar Türk insanları olsun?

Mikro perspektife bakarsak aslında “sinirli” ifadesinin neden pek çok duygu yoğunluğuyla ilişki olduğunu anlayabiliriz. Özellikle duygu yoğunluğu ifadesini kullanıyorum, çünkü herhangi bir duyguyu çok yoğun yaşamak genellikle psikopatoloji hâlidir. Neşeyi hatta mutluluğu bile! Nitekim aşırı mutlu ve neşeli kişiler klinik anlamda manik durum tanısının kriterlerini karşılıyor olurlar. Bu duyguların hepsi beyindeki sinir aktivitelerinin sonucunda ve onlarla eşgüdümlü olarak gerçekleşir. Bu anlamda, her ne kadar günlük hayatta “sinirli” derken sinir hücrelerinden bahsedilmese de bu ifade oldukça isabetlidir. “Sinir” ifadesi, “nöron” yani beyindeki iletim birimi olan hücreleri ifade etmektedir. İnsanları bir robot gibi düşünecek olursanız, insan, duygularını tecrübe ederken durumun nöral mutfağında belirli duygularla ilişkili nöronların aktivitesi söz konusudur. Aşırı yükselen seratonin ve dopaminle ilgili nöronların aktivitesi manik duruma karşılık gelebilirken, testosteronla ilgili nörotransmiterlerdeki aşırı artış öfkeli duygu durumuna karşılık gelebilir.

Aslında mikro merceğin bir diğerinden daha bahsedebiliriz. Bu, her ne kadar günümüzde çok “bilimsel” kabul edilmese de bir ilim alanı olan psikanalitik yaklaşımın merceğidir. Psikanalitik kuram, biliyorsunuz, insanlarda psikopatolojinin temelinde cinsel dürtüleri bastırmanın, bu dürtüleri yok saymanın ve tabulaştırmanın olduğunu öne sürer. Freud “Totem ve Tabu,” “Kültür ve Huzursuzlukları” gibi kitaplarında kültürel bağlamın bu gibi dayatmaların ruhsal barış hâline karşı olan saldırısından söz edilmektedir. Evet, psikanalitik bakacak olursak, burada genel olarak kültürün getirdiği bir huzursuzluk tablosuna dikkatimizi çekebiliriz. Eğer Freud, mezarından kalkıp gelecek olsaydı muhtemelen “sinirli” olmamızın temel nedeninin temel dürtülerle kavga ettiğimiz bir sosyokültürel alt tabanda yetişmiş ve yaşıyor olduğumuzu söyleyecekti. Bu ilk anda çok ütopik gelebilir, ki nitekim günümüzde daha genel olarak kabul gören “bilişsel yaklaşımcı” gibi perspektifleri benimseyen kişilere “neden sinirliyiz” diye sorduklarında, neredeyse hiçbirisi toplumda bazı dürtüler tabulaştırılıyor ve üzerinde konuşulamıyor. Bazı fizyolojik ihtiyaçlara karşı savaş açıyor ve konuşulmasını dahi yasak kılıyoruz. Bu durum gerginlik yaratıyor” demeyecektir. Bence ülkemiz bu gibi tabuların kırılması konusunda yaklaşık 50-100 yıl kadar Batı’nın gerisinden geliyor ve eğer Freud bir Türk vatandaşı olarak bu düşüncelerini kitaplaştırsaydı, bir dönem Batı’da Freud’un kitaplarının yasaklandığı gibi, Türkiye’de de uzun bir müddet yasaklanabilirdi. O yüzden Freud mezarında yatmaya devam edebilir, etmek zorunda belki de… Diğer yandan kabul etmeliyiz ki dürtünün tatmini, psikolojik ruh durumu için elzemdir. Dürtüyü yok sayarak ancak psikopatolojiye ya da huzursuz, gergin ve belki de sinirli” ruh hâline varabilirsiniz.

Bu konuda Batı kültürleriyle aramızda bariz bir ruh durum tezatlığı da var. Hatta Türk kültüründen Batı kültürüne gidenler genellikle “rahat” ifadesini kullanırlar onlar için. Rahatlık sinirlilik hâlinin tam tersi gibi geliyor kulağa. Neden ve daha doğrusu nasıl daha rahatlar?

Daha rahatlar çünkü Freud’u okumuş, düşünmüş ve kültürel olarak zihinleri değiştirme üzerinden başlayan bir tekrar yapılanma sürecine girmişler. Türkiye’ye bu süreç nasip olur da rahat veya rahatlamış insanlar olur muyuz, bilemiyorum.

Yakın bir zaman için çok mümkün görünmüyor gibi. Çünkü nesiller arasında aktarılan tabular var. Dilimiz bile bu tür kelimelerin aşırı derecede kullanıldığı bir dil değil mi? Örneğin, “ayıp” gibi terimlerin pek çoğunun İngilizcede veya başka bir Batı dilinde karşılığını bulamıyoruz.

Kesinlikle. Çünkü zihin o şekilde yapılanmamış. Dil zihni, zihin de dili yapılandırır ve kültürlere kesinlikle aynadırlar. Tabii altını çizmek isterim ki, burada bir Batı güzellemesi yapmak değil niyetim. Sadece, onlar neden daha rahat hissediyorken biz daha sinirli hissediyoruz sorusuna dürüst cevaplar aramaya ve genel olarak açılmayan kapıları birazcık zorlamaya çalışıyorum. Elbette psikanalitik bakış yalnızca bir perspektif. Kabul edersiniz veya etmezsiniz… Bahsettiğim gibi, sosyokültürel bağlam, ekonomik bağlam bunların hepsi çok önemli ve sinirli olup olmamamızda belirleyici olarak katkısı var.

Son olarak, belki de yalnızca gerilmek değildir problem, yeterince rahatlamayı başaramamaktır. Bakın İngilizcede rahatlamaya yönelik serbest aktiviteler için “leisure” denen bir ifade var. Bu terimin direkt bir çevirisi yok, “boş zaman” diyoruz ama aslında ifadeler bire bir denk gelmiyor. “Leisure time activities” dediğimizde oyun oynama, kitap okuma, gezme, belirli bir spor dalıyla uğraşma, hobilerle uğraşma, sanatla uğraşma gibi insanı rahatlatıcı kılan aktiviteler aklımıza gelir. Türkiye’de ise insanlar dinlenmek, rahatlamak için “boş zaman” yaratmaya çalışıyorlar. Boş vakit mutlaka olumsuzluğa sürükler. Çünkü insan zihninde boşluğa yer yoktur ve olumlu bir şeyle doldurmadığınız zihninize çöplükler dolması kaçınılmazdır. Belki de ülke olarak yalnızca daha az gerilmeye değil, daha fazla rahatlama pencereleri yaratmaya, boş vakit dediğimiz zamanları planlı programlı eğlencelere yönlendirmeye ihtiyacımız var.

Psk. Esra Özbey – Acı Çeken İnsan kitabını satın almak için tıklayın

Türkiye neden dozu yüksek sinirli bir ülke? Psk. Esra Özbey ile ‘Acı Çeken İnsan’

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!