Uyanıp kaçamadılar, kuş olup uçamadılar

Mustafa Özgür Sancar yazdı...

featured

Depremde yakınlarını kaybedenlerin isyanı yankılanıyor beynimde, ardından bir üperti bedenimi sarıyor, yükselen her feryat içimdeki öfkeyi koyulaştırıyor. Bu fizik ve duygu hâli, ancak derin bir iç yolculuğa çıktığınızda oluşabilir. Ve içsel yolculuklar, sadece kendinizi sorgulamakla sınırlı değildir; çoğunlukla başkası, başkaları yani toplumla kurduğunuz ilişkiye dair bir eleştiri olur.

Uyanıp kaçamadılar, 

Kuş olup uçamadılar 

Açıldı kuyular, kimse inemez 

Erzincan Beygiri rahvandır amma;
Ölüler ata binemez. 
Yan yana, sırt üstü yatan ölüler…

Nâzım Hikmet Ran, Kara Haber (1939 Erzincan depremi için) 

‘KURALIMIZ, DAİMA MİLLETE GERÇEKLERİ SÖYLEMEK’

Duyuyor ve hissediyorum “sıcak bir yerde ya da rahat yatağımdayken kendimi kötü hissediyorum” diyenleri. İnsanlar tonlarca ağırlıktaki betonların altında yaşam mücadelesi veriyor; vicdan sahibi olan bir insan bu durumdan etkilenmez mi (?)… Elbette ki bu soruya ”hayır” yanıtı verilemez; ancak şu var ki bireysel olarak yaşadıklarımız bizi çözüme götürmez; çözüm toplumun aksiyon ve organizasyonu içindedir. Türkiye’nin bu konuda nasıl büyük ve potansiyel bir güce sahip olduğunu arama kurtarma ve yardım kampanyalarına olan katılımla görmüş olduk. Üzülerek yerimizde oturmanın yerine dayanışma ve yardım için yetenek ve gücümüz ölçüsünde yapabileceklerimizi koymak çok daha değerlidir.

İnsanoğlunun, tarihin tekerleğini geriye döndürmek gibi bir yeteneği yok. Olanları değiştiremeyiz; esas olan yalansız bir gelecek inşâa etmek için vatansever duygularla çalışmaktır. Bir iki haftalık değil, uzun soluklu bir çalışma yapmaktır. Böylece olası İstanbul depremi nedeniyle oluşan travmatik toplumsal havayı da dağıtabiliriz.

”Gerçekten memlekete hizmet etmek isteyenlerin kalbi açık olmalıdır. Bunun aksi, safsatalar ile milleti aldatmak, onu birbirine düşürmek demektir. Kuralımız daima millete karşı gerçekleri ifade etmek olmalıdır.”

-Mustafa Kemal Atatürk

TÜRK YURTTAŞININ ÇIĞLIĞI

”İsterseniz beni hapse atın, burada yoktunuz, biz 50 saat boyunca tek başımızaydık, bizi kaderimizle başbaşa bıraktınız. Canlarımızı yitiyoruz, kimse yadım etmiyor” feryadı ile somutlaşan gerçeğin en dramatik tarafı, sevdiklerini kaybetme acısı ya da korkusuyla yanıp tutuşan Türk yurttaşının, hapse atılacağını düşünmesiydi. Baskılanmışlık en çok da ölümle yüz yüzeyken kendini dışa vuruyor.

Kandilli Rasathanesi’nin depremin 7.7 büyüklüğünde olduğunu rapor ettiği anda Türk Silahlı Kuvvetleri harekete geçirilmeliydi. Çok büyük olasılıkla ölüm sayısı daha az olacaktı, depremzedeler kendilerini tek başına hissetmeyecekti. Ayrıca sonradan yağma, gasp ve hapishanede isyan ile ortaya çıkan güvenlik sorunlarına baştan önlem alınmış olacaktı.

Depremin olduğu Hatay’da İl Jandarma Komutanlığı var, Gaziantep’te 5. Zırhlı Tugay Komutanlığı, Malatya’da ise 2. Ordu bulunuyor. Anında müdahale imkânı vardı. Ne kadar yıpratılmış olursa olsun, ki fetullahçı terör örgütüne bağlı darbeciler yuvalandı, Türk Silahlı Kuvvetleri, hâlâ devlet ve cumhuriyetin en organize ve Türk halkının en çok güvendiği kurum özelliğinde.

YARGILAMA MÜTEAHHİTLERLE SINIRLI KALMAMALI

Ölüm sayısının açıklanandan çok daha fazla olacağını düşünüyorum. Bunun sorumluları taammüden adam öldürmekten yargılanacak. Burada esas olan nokta soruşturmanın müteahhitlerle sınırlı kalmamasıdır. İmar afları ve  inşaat izinleri kapsamında yargılamanın gerçekçi ve geniş bir çerçevede kurulması gerekiyor. Depremde yıkılan Hatay Çevre ve Şehircilik İl Binası’nın yanındaki Yapı ve Malzeme Müdürlüğü’nün tek katlı binası hakkında Hatay Valiliği’nin verdiği yıkım kararı, yargı sürecini etkileyebilecek nitelikte; çünkü burada konut, iş yeri ve okullarla ait yapı ruhsatları ve denetim sonuçlarıyla ilgili evraklar var. Hepsi delil niteliğinde; neyse ki avukatların devreye girmesiyle yıkım kararı durduruldu, bir bölümün yıkılması sonrası yere saçılan evraklar, yine avukatlar tarafından toplandı.

BİN KAYGI BİN DERDİ ÇÖZMÜYOR, CUMHURİYET VE KAMUCU POLİTİKALAR

Tüm bu yaşananlar İstanbul depremi ile ilgili kaygıları daha da arttırdı; fakat bin tasa bir derdi çözmüyor. Kaygı harekete geçirici olmalı. Depreme karşı eğitim başta olmak üzere kamucu politikalar yürürlüğe girmeli. Cumhuriyetin, halkçılık ve devletçilik ilkesinde kendini bulan kamucu anlayışı günün en yakıcı ihtiyacı. Pratikte binaların depreme dayanıklı olarak yeniden inşası depreme karşı önlemin öncelikli maddesi. Bunu yaparken, yurttaşları aç gözlü ve kötü niyetli müteahhitlerle baş başa bırakmamak gerekiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetiminin bu konudaki önerisi son derece yerinde. İBB Meclisi’ne getirilen; ancak reddedilen öneriye göre, İstanbul’da hasarlı ve dayanıksız binaların yıkılıp yapılması için müteahhitlerle özel bir anlaşma yapılacak. Binaya iki kat fazla ruhsat verilecek; müteahhit bu iki katın sahibi olacak, bir katla yeniden yapım masraflarını karşılayacak diğer katla ise kâr elde edecek. Örneğin 4 katlı bir apartmanın yeniden yapımı için 6 kat ruhsat verilecek. Bunun iki katı apartmanın yapımını üstlenene verilecek. Bu şekilde ev sahipleri ücret ödemeden yeni evlerine kavuşacaklar.

Bu proje bir kez daha Belediye Meclisi’ne getirilecek. Umarım bu kez reddedilmez; çünkü bahsettiğimiz şey insan hayatıyla ilgili; devlet kendisini vareden milleti, kamu kurum ve politikalarıyla korur, yaşatır. Hayatın hiç olmadığı kadar pahalı olduğu ülkemizde, işte tam da bu nedenle her bir kamucu karara ve anlayışa ihtiyacımız var.

Uyanıp kaçamadılar, kuş olup uçamadılar

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!