Ahmet Müfit yazdı…
Seçim sonrasında, sanki iktidar değişmiş de farklı bir kişi Cumhurbaşkanı olmuş gibi dış politika ve ekonomide yaşanan 180 derecelik dönüşler sonrasında, aniden gündeme getirilen konulardan birisi de, 1995 Mart ayında, Deniz Baykal ve Tansu Çillerin liderliğindeki koalisyon tarafından imzalanan Gümrük Birliği Anlaşmasının güncellenmesi/modernize edilmesi. Güncelleme ya da modernize edilme derken en yaygın şekilde kastedilen şey ise Gümrük Birliği kapsamının tarım, hizmetler sektörü ve kamu ihalelerini de kapsayacak şekilde genişletilmesi.
Bu yazının konusu, kuruluş anından itibaren iç ama esas olarak dış konjonktüre bağlı olarak siyasi çıkarcılık ekseninde ve çapsız siyasi figürler elinde şekillenen AKP pragmatizminin doğal sonucu olarak, 2002’den bu yana birçok kez yaşadığımız, ülkenin bu gününe ve geleceğine ilişkin çok büyük maliyetler/riskler içeren siyasi savruluşları, AKP eleştirisi bağlamında tekrar etmek değil.
Bu yazıda tartışacağım konu, İktisadi Kalkınma Vakfı ve TÜSİAD başta olmak üzere, sermaye çevrelerince ve patron derneklerince son 4-5 yıldır durmaksızın dile getirilen, buna karşılık toplumun çok büyük bir kesimi tarafından bilinmeyen “gümrük birliğinin güncellenmesi/modernize edilmesi” meselesini gündeme taşımak. Bunun için ise öncelikle, “nedir bu gümrük birliği” sorusunu yanıtlamak, “egemen ülkeler arasında yapılan serbest ticaret anlaşmalarından” farkının ne olduğunu ortaya koymak gerekiyor.
Söz konusu anlaşmanın hazırlayıcısı ve yürüteni Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde bu sorunun yanıtı: “… taraf ülkelerin mallarının tek bir gümrük alanı içinde, her nev’i tarife ve eşdeğer vergiden muaf biçimde, serbestçe dolaşabilmeleri ve tarafların, üçüncü ülkelerden gelen ithalata yönelik olarak da aynı tarife oranlarını ve aynı ticaret politikasını uygulamaları anlamındadır. Üçüncü ülkelere yönelik olarak aynı ticaret politikaları benimsendiğinden, gümrük birliği, serbest ticaret alanlarından daha ileri bir ticari entegrasyon modelidir.” şeklinde veriliyor.
Dışişleri Bakanlığının internet sitesinde söylenmeyen şey, AB ile AB üyesi olmayan Türkiye arasındaki bu gümrük birliğinin sonucu olarak üçüncü ülkelere yönelik olarak uygulanacak tarife ve kuralların tespit ve karar alma yetkisinin tek taraflı olarak AB organlarına devredilmiş olduğu. AB üyesi olmayan Türkiye’nin, uygulamayı kabul ettiği bu kural ve tarifelerin oluşturulmasında söz ve karar hakkının olmadığı, daha da öte, Türkiye ile AB arasında imzalanmış bu “anlaşmanın yani Sevr Anlaşmasının ekonomik mali hükümlerini hatırlatan tek taraflı teslimiyet/egemenlik devri kararının dünyada başka bir örneğinin bulunmadığı.
Bakanlığın sitesinde yer almayan, anlaşmaya ilişkin bilgiler bununla da sınırlı değil.
Söz konusu anlaşmayla ilgili olarak bilinmesi gereken ancak bakanlık internet sitesinde “farklı” ifade edilen bir diğer gerçek, “…Gümrük Birliği, Türkiye ile AB arasında yapılmış yeni bir anlaşma değildir” denilerek, Gümrük Birliği Anlaşmasının yeni bir anlaşma olmadığının, “1963 Ankara Anlaşmasıyla başlatılan bütünleşme sürecinin bir aşaması” olduğunun ifade ediliyor olmasıdır.
Söz konusu anlaşmanın imzalanması sürecinden bu yana sürekli tekrar edilerek gerçekmiş algısı yaratılmaya çalışılan bu ifade bütünüyle gerçek dışıdır, kandırma/manipülasyon amaçlıdır. Bizatihi halkı doğru bilgilendirme sorumluluğu taşıyan resmi kurumlar tarafından yapılan bu çarpıtmanın biri genel, diğeri ise nispeten özel sayılabilecek iki önemli boyutu bulunmaktadır.
Birinci yani genel boyut, 1963 tarihli Ankara Anlaşmasıyla başlayan süreçte, mevcut anlaşmanın kapsam ve niteliğinin, Ankara Anlaşmasını onaylayan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına sunulmaksızın, idari bir kararla genişletilmiş olmasıdır. 1963 tarihli Ankara Anlaşması’nın amacı, kapsamı/niteliği, meclisin de bu konuda gerekli duyarlılığı göstermemesinin, kendi yetkilerine sahip çıkmamasının, sonucu olarak, niceliğe/işleyişe yönelik işler olarak kabul edilerek, Anayasaya aykırı olarak alınan idari kararlarla değiştirilmiş, genişletilmiştir. Turgut ÖZAL’ın Nisan 1987 tarihli tam üyelik başvurusu, DYP-SHP/CHP Hükümeti tarafından onaylanan 1995 tarihli Gümrük Birliği Kararı gibi idari kararlar, meclise ait bir yetkinin gaspı niteliği taşımaktadır, Anayasaya aykırıdır. Şu an itibarıyla ülkemiz ve Avrupa Birliği (AB) arasındaki ilişkiler, yargının konuyla ilgili başvurularla ilgili olarak, hukuken yapması gerekeni, hakkıyla yapmamasının, siyasi gerekçelerle hareket etmesinin de sonucu olarak, bütünüyle hukuk dışı bir zeminde, yetkisiz mercilerce imzalanmış metinler dayanak olarak kullanılarak yürütülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında amacı ve kapsamı sadece Gümrük Birliği olan, ekonomik ve siyasi bir entegrasyonu ya da egemenlik devrini içermeyecek şekilde -ortak olarak mutabakata varılacak şartlarda- imzalanmış olan anlaşmaya, gelinen noktada, hukuka aykırı olarak, başlangıçtaki anlaşmanın kapsam ve içeriğini değiştirecek/genişletilecek şekilde alınan idari kararlarla, ekonomik ve siyasi entegrasyon içeren yani egemenlik devri gerektiren bir nitelik kazandırılmışştır. Gümrük Birliği Anlaşması, Ankara Anlaşmasının bir aşaması değil, amacı kapsamı ve içeriğiyle, tamamen yeni bir anlaşmadır.
İkinci yani kısmen özel olarak niteleyebileceğim boyut, 3. Ülkelere uygulanacak dış ticaret kuralları ve gümrük tarifeleri konusunda yetkinin -egemenlik devrinin-, 1963 Anlaşması yapıldığı tarihte hukuken ve fiilen bulunmayan, üstelikte üyesi olunmayan AB’ne devredilmiş olmasıdır. Bu durum, Osmanlı Kapitülasyonlarını kaldıran Lozan Anlaşmasının, yetki aşımı yapılarak imzalanmış, dolayısıyla hukuken geçersiz Bakanlar Kurulu Kararıyla fiilen delinmesi, kapitülasyonların hortlatılmasından başka bir anlam taşımamaktadır.
Bu hukuk dışı adımların sonucu, Türkiye ekonomisinin AB’ye AB sermayesine bağımlılığı sonucunu doğurmuştur. Bu bağımlılık, sadece ithalat ve ihracatla ilgili değildir. Bu sürecin en çarpıcı özelliği, yerli sanayinin, AB üyesi ülkeler şirketleri tarafından satın alınarak, kendi ana firmalarının bağımlı şubesi haline dönüştürülmesi, teknoloji üretme kapasitelerinin/yeteneklerinin yok edilmesi olmuştur. Bunun anlamı, ülkenin teknoloji, tasarım vb. gibi katma değer yaratmanın olmazsa olmazı konularda kan kaybetmesidir. Benzer durum, sigorta ve bankacılık sektörü için de söz konusudur. Bu sürecin kaçınılmaz sonucu, siyasi bağımsızlığın ciddi boyutta zarar görmesi, Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel’ın da 2020 yılında ifade ettiği gibi, Türkiye’nin AB’nin havuç ve sopayla hizaya sokabileceği bir kıvama getirilmesi olmuştur.
Sonuç olarak, Gümrük Birliği Güncellemesi ya da Modernizasyonu diye sunulan şey, yetkisiz şekilde imzalanan Gümrük Birliği Anlaşmasıyla fiilen gerçekleştirilmiş olan hukuk dışı egemenlik devrinin kapsamının genişletilmesi, AB’ye dolayısıyla batıya bağımlılığın daha da artırılması, kalıcı hale getirilmesi operasyonunun süslü ismidir. Lozan Anlaşmasıyla kaldırılan, Gümrük Birliği Anlaşmasıyla yeniden canlandırılan kapitülasyonların, neredeyse ekonominin tamamını kapsayacak şekilde genişletilmesidir.
Kaynakça:
https://www.ab.gov.tr/_117.html
https://www.mfa.gov.tr/turkiye-ab-gumruk-birligi.tr.mfa
https://www.mfa.gov.tr/1-95-sayili-ortaklik-konseyi-karari-gumruk-birligi-karari.tr.mfa
https://www.ab.gov.tr/files/pub/antlasmalar.pdf
https://www.mevzuatdergisi.com/2004/11a/05.htm
https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/42536/13207.pdf?sequence=1
file:///C:/Users/User/Downloads/13207%20(2).pdf
https://www.ikv.org.tr/ikv.asp?id=38
https://tusiad.org/tr/yayinlar/raporlar/item/8538-gumruk-birligi-nde-yeni-donem-ve-is-dunyasi
https://www.youtube.com/watch?v=DF0PcaJoH-w&ab_channel=Habert%C3%BCrkTV
Bir 30 ağustos daha gerekli oldu artık. Vatan sever cumhuriyeçilere azim, güç kuvvet versin.
Allah bu millete yardım etsin. Gene Galip çıkalım.
Yoksa bittik sonumuz geldi.