Avatar
Ahmet Müfit

Neoliberalizmle mesafeli ekonomistler!

Ahmet Müfit yazdı...

featured

Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı için ilham almaya gittiği ABD gezisinin başlangıcında, ABD’de çalışan Türk Akademisyenlerle yapmış olduğu toplantıda Daron Acemoğlu’nun da olduğunu görünce, aklıma Soner Yalçın’ın, 29 Eylül tarihinde Odatv’de yayınlanan, “Erdoğan saplantısı”ndan kurtulmanın zamanı gelmedi mi” başlıklı yazısı geldi.

ABD’ye gitmeden önce neoliberalizme karşı olduğunu söyleyen, Kılıçdaroğlu’na öneriler olarak da değerlendirebileceğimiz yazıda, neoliberalizm konusuna -kendi bakış açısıyla- kısaca değinen Yalçın, yazısını; “Muhalefet partileri acil olarak, gerçekçi planlamaya, projelere yönelmek için gelecek üzerine çabalayan iktisatçılardan, siyasal bilimcilerden, sosyologlardan, tarihçilerden vd. ekip oluşturmalıdır” diyerek noktalıyor.

Söz konusu yazıda, CHP’ye yararlanmaları için önerilen ve “neoliberalizmle mesafeli” olarak belirtilen kişiler arasında Dani Rodrik, Daron Acemoğlu ve Mahfi Eğilmez de bulunuyor. Yalçın’ın, yapması gerekirken yapmadığı şey, bu kişilerle neoliberalizm arasında olduğunu ifade ettiği mesafenin ne olduğunu açıklamıyor olması.

Benzer nitelemelerin, Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisine de katılan Orhan Bursalı dahil farklı yazarlar tarafından dile getirildiğini de ifade edip devam edelim.

İktidara muhalif, 6’lı masaya esas itibarıyla sıcak pek çok kişinin görüşü bu yönde olunca, benim de bu yazıda ele alacağım konu, “neoliberalizmle mesafeli” denilerek tanımlanan bu kişilerin, neoliberalizmle mesafesinin ne olduğu ya da gerçekten bir mesafelerinin olup olmadığı olacak.

Bunun için öncelikle yapılması gereken şey, neoliberalizmin ne olup ne olmadığını, kısaca bir kez daha paylaşmak.

Öncelikle söylenmesi gereken şey, neoliberalizm denilen şeyin yalnızca bir iktisadi kavram olmadığı. Tam tersine, devletin gümrük tarifeleri ve sermaye hareketleri başta olmak üzere ekonomiye ilişkin müdahale alanlarının olabildiğince azaltılması, buna karşılık Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi uluslararası kuruluşların, uluslar arası mahkemelerin -tahkim dahil- güçlendirilmesi ile devletin tüm kaynaklarının özel sektörün gelişmesi için kullanılmasını esas alan siyasi ve sonuç olarak idari/hukuki bir yeniden yapılanma, bu esaslar üzerinden yeni bir dünya düzeni kurma projesi olduğu.

Neoliberalizm döneminin başlangıcı olarak, ABD’nin, doların değerinin altına bağımlılığını, uluslar arası antlaşmaları tanımaz bir kararla, tek taraflı olarak kaldırarak, karşılıksız para basma, faiz ve emisyonla oynayarak, uluslararası ticareti rezerv para olarak doları kullanan ulusal ekonomileri, dolayısıyla ulus devletlerin iç siyasi yapılarına doğrudan müdahil olma “hakkı” kazandığı 1972 yılını almak sanırım yanlış olmayacaktır.

Neo-liberalizm, 1975 yılında dünya ekonomisinin büyük bölümünü kontrol ediyor olmalarını gerekçe yaparak, dünyanın geneli ve geleceği hakkında söz söyleme haklarının olduğunu iddia eden G7 (Gelişmiş Piyasa Ekonomileri) isimli birlikteliğinin oluşturulması ile kendi idari ve hukuki altyapısına sahip olacak, yeni bir dünya düzeni -kurallara dayalı dünya düzeni- oluşturma yönünde büyük bir adım attı.

Bu yeni “adımın”, en önemli “eseri” 1989 tarihli Washington uzlaşısı oldu. Sovyetler Birliğini ortadan kaldıran kişi olarak, Rusya’nın en çok nefret edilen siyasetçisi unvanını da açık ara elinde tutan Mikhail Gorbaçov’un da katılımıyla, G8 adını alan sömürgeci birlik, Washington Uzlaşısı (Konsensüsü) adını verdikleri bir belge ile kurmak istedikleri yeni dünya düzeninin hukuki temellerini ortaya koymuş oldu. (Söz konusu birlik, şu an yeniden G7 olarak faaliyet gösteriyor)

1992 tarihli Maastrich, 1993 Kopenhag Antlaşmalarına ve Avrupa halklarının sağduyusu sayesinde yasalaşamadan tarihin çöplüğüne giden Avrupa Anayasası girişimine ilham veren Washington Uzlaşısı’nın on maddesi bulunuyor. Mali disiplinin sağlanması, özel mülkiyetin korunması, kamu harcamalarının azaltılması, kamu teşebbüslerinin özelleştirilmesi, vergi reformu, ticaretin serbestleştirilmesi, finansal reform, uluslararası ticaretin önündeki engellerin kaldırılması, sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesi, serbest faiz hadleri ve rekabetçi kur politikaları.

Yukarıda kısaca sıraladığım madde başlıklarından da kolayca anlaşılacağı gibi, Washington Uzlaşısı denilen şey; neoliberal politikaların yeni dünya düzeninin temelini oluşturması ve ulus devletlerin bu uzlaşıyla kabul ettikleri kurallara uymalarını sağlamayı amaçlayan büyük adım. Konumuzla doğrudan ilişkili olmasa da, bu zorlamanın, soğuk savaş döneminde yeniden yapılandırılıp, doğuya doğru genişletilen NATO eliyle gerçekleştirildiğini, Yugoslavya’nın parçalanmasının bu yönde atılmış ilk adım olduğunu da ekleyip, devam edelim)

Bu “ büyük adımı”, G7 dışı ülkelere benimsetme, hukuk ve idari yapılarını, bu uzlaşının talimatları doğrultusunda yeniden yapılandırmalarının koordinasyon ve yürütülmesi görevini üstlenen “kurumlar ise, Dünya Bankası ve OECD. Bu görevi yürütürken kullandıkları temel araç ise “Yapısal reformlar” yani devletlerin hukuki ve idari sistemlerinin, bu yeni dünya düzeniyle uyumlu olmalarını sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılması. Bizde, AB müktesebatına uyum denilerek ve maalesef muhalefetin de desteği alınarak, toplumsal muhalefetin yok edildiğini ise bilmem hatırlatmaya gerek var mı. Bu nokta da, özellikle 90’li yıllarda işlenen cinayetlerle/suikastlarla ve Ergenekon, Balyoz gibi kumpas davaları ile toplumun baskı altına alındığını manipüle edildiğini de sanırım hatırlamakta yarar var.

Dünya Bankası belgelerinde yapısal reformların amacı, bizim gibi ülkeler için “halihazırda eksik olduğunu üzerine basarak söyledikleri “güvenilir kurumları oluşturmak” olarak açıklanıyor. Aynı şeyin, benzer varsayım ve sübjektif kabullerle, Yalçın’ın, neoliberalizmle mesafeli dediği, Kılıçdaroğlu’nun dünyanın en parlak zihinlerinden biri olarak nitelediği Daron Acemoğlu’nun, Türkçeye “Ulusların Düşüşü” adıyla çevrilen “Why Nations Fail” isimli kitabında anlatıldığını ve bu kitap sonrasında dahilik mertebesine yükseltildiğini de ifade edip, Dünya Bankasının yapısal dönüşüm operasyonunun detaylarıyla devam edelim.

Dünya Bankası; Yapısal Reformların “güvenilir kurumlar” yaratmayı amaçladığını söylerken, “kimin için güvenilir” kurumların yaratılması gerektiğini doğrudan ifade etmiyor. Ne olduğunu görebileceğimiz yer, bize ve dış kaynağa dayalı büyüme önerilerek ulusal ekonomik altyapıları yok edilen bizim gibi çökertilmiş ülkelere -başta, ABD destekli darbelerle sol ve bağımsızlıkçı siyasi yapıların çökertildiği Güney Amerika ülkeleri- dayatılan yapısal reformların -bizde bu süreç, 24 Ocak Kararları ile başlatıldı ve günümüze kadar iktidar olma şansı yakalayan sağcı, solcu, milliyetçi, dinci tüm iktidarlar ve iktidar ortakları tarafından tavizsiz uygulandı- içerikleri. Söz konusu içeriklere bakıldığında görülen şey ise, güvenilir kurum arayışının vatandaşın güveniyle değil, ülkeye gelecek yabancı yatırımlarla yani borç para vereceklerin güveniyle/güvenlerinin kazanılmasıyla, onların “güvenilmez ulusal kurumlardan” korunmasıyla ilgili olduğu.

Sonuç olarak, “güvenilir kurumlar” yaratmak denilerek yapılan şey, bir yandan ulus devletlerin başta ekonomiye ilişkin kurumlar olmak üzere devletin/devlet yapısının deformasyonu, diğer yandan, kredi derecelendirme kuruluşları, bankalar, vb. özel şirketlerin, “kurum kimliği kazandırılarak”, yeni küresel sitemin, ulusal ekonomiler üzerinde tasarruf/yönlendirme hakkına da sahip meşru aktörleri haline getirilmesi oldu. Devletlerin ya da yerel yönetimlerin batması normal karşılanırken, batmasına izin verilemeyecek büyüklükte finans şirketleri bu şekilde kamu kaynaklarıyla, vatandaşın vergileriyle yaratıldı.

Bu noktada, GATS Anlaşması ve DTÖ karşıtlarının, 1999 yılında Seattle sokaklarında acımasızca, -“Çok Demokrat” Bill Clinton’ın Başkanlığı döneminde- dövüldüğünü bilmem hala hatırlayanlar var mı? diye sorup, gelelim, Soner Yalçın’ın neoliberalizmle mesafeli olarak nitelediği, son günlerde neoliberalizme karşı olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu’nun, bir kısmıyla görüşmek üzere ta ABD’ye gittiği kişilerin neoliberalizmle mesafelerinin ne olduğu konusuna.

Söz konusu “mesafe” konusunu açıklığa kavuşturmanın yolu, bu kişilerin, son aşama olarak Washington uzlaşısı ile oluşturulan neoliberal küreselleşmeci dünya düzenine giden süreçte alınan karalara bakışlarını ortaya koymak.

Daron Acemoğlu’nun durumunu yukarıda ifade ettim. Mahfi Eğilmez de, bu konuda son derce net. “Washington Uzlaşısı adı altında toplanan bu on ilke, özellikle “gelişmekte olan ülke” iktisatçıları tarafından ağır biçimde eleştiriliyor. Oysa bu ilkelerin çoğu son derece doğru ilkeler. Bu on ilke arasında yalnızca özelleştirme ve sübvansiyonların (özellikle tarıma yönelik) kaldırılması gibi öneriler tartışılabilir. Ötekilerin tartışılabilir yanı yok.” diyerek düşüncesini çok net belirtmiş durumda.

Kendisinin “yapısal reform” sevgisi, hatta bu reformları, siyasi bağımsızlığın ancak ekonomik bağımsızlık sayesinde mümkün olabileceğini söyleyen Atatürk’ün adını kullanarak meşrulaştırmaya çalışması, Cumhuriyetin kuruluşuna yön veren devrimler ile eş tutuyor olması, kendisinin neye ne kadar mesafeli olduğunu ve tabii ki misyonunu, sanırım net olarak ortaya koyuyor.

Esas sorun ise, neoliberalizmi yalnızca bir ekonomi politikası tercihi olarak düşünüyor ya da öyle düşünüyor gibi yaparak söz konusu “ekonomik görünümlü” tercihin, küresel çapta bir idari ve siyasi düzenin –ulus devletleri çökerten- hukuki altyapısı olduğunu göz ardı edenlerin, söz konusu, “güvenilir kurumlar yaratma amaçlı olduğu söylenen” yapısal reform dayatmalarının, Osmanlı kapitülasyonlarıyla ya da İngiliz İmparatorluğunun ya da Fransa’nın işgal ettikleri, sömürgeleştirdikleri ülkelere zor kullanarak empoze ettikleri hukuki sistemlerle benzerliğini görmezden geliyor olmaları.

Yazıyı, ne alakası var yapısal reformların, kapitülasyonlarla diyenler/diyecekler için, Mahmut Esat Bozkurt’un Türk Hukuk Kurumu tarafından, 2008 yılında, “Osmanlı Kapitülasyonları Rejimi” ismiyle kitap halinde yayınlanan doktora tezini okumalarını önererek bitirelim.

 

Not: Mahmut Esat Bozkurt’un bu değerli çalışmasını kitap haline getirerek, bizler için ulaşılır kılan o dönemki Türk Hukuk Kurumu Yönetimine özellikle teşekkür ediyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=_Y9Lu3rT7jw&ab_channel=Halktv

https://www.odatv4.com/makale/erdogan-saplantisindan-kurtulmanin-zamani-gelmedi-mi-29092036-192566

https://openknowledge.worldbank.org/handle/10986/24360, https://ia800606.us.archive.org/15/items/WhyNationsFailTheOriginsODaronAcemoglu/Why-Nations-Fail_-The-Origins-o-Daron-Acemoglu.pdf

http://documents.worldbank.org/curated/en/826251468185377264/pdf/105822-NWP-ADD-SERIES-MFM-Discussion-Paper-11-PUBLIC.pdf

https://www.ecb.europa.eu/explainers/tell-me/html/what-are-structural_reforms.en.html

https://blogs.imf.org/tag/structural-reforms/

https://www.dunya.com/ekonomi/dunya-bankasindan-yapisal-reform-vurgusu-haberi-395692

http://www.mahfiegilmez.com/2012/01/nedir-bu-yapsal-reformlar.html

http://www.mahfiegilmez.com/2015/11/yapsal-reformlar-listesi.html

http://www.mahfiegilmez.com/2015/10/guncellenmis-yapsal-reformlar-rehberi.html

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orhan-bursali/nereye-kacti-bu-kilicdaroglu-1991661?utm_medium=Kose%20Yazisi&utm_source=Cumhuriyet%20Anasayfa&utm_campaign=Kose%20Yazisi

Neoliberalizmle mesafeli ekonomistler!

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

7 Yorum

  1. 19 Ekim 2022, 00:23

    Lenin, emperyalizmin kapitalizmin ulaştığı en yüksek basamak olduğunu ortaya koymuştu. Küreselleşme ve neoliberalizm olgularının da kapitalist sistemin ve emperyalizmin yeni bir evrimsel boyutu olduğunu, yüzyıllardır dünyayı sömüren batılı beyaz adamın insanlığın hayrına bir düzen kurmasının mümkün olmadığını artık herkesin öğrenmesi gerekiyor. Küreselleşme kavramı ilk ortaya atıldığında aydınlar da sıradan insanlar da konuyu tüm boyutları ile kavramakta zorlandılar. Aynı durum bu gün de devam ediyor. Küresel sistem, kavramların içini boşaltarak ya da onları yeniden tanımlayarak, yeni kavramlar üreterek insanların algılarını körleştiriyor. Devlet sanayi ve ticaret ile uğraşmaz, milliyetçilik ırkçılıktır, ulus devletlerin sonu geldi, özelleştirmeler gereklidir, ideolojiler ortadan kalktı, vb. gibi pek çok palavra hap şekline getirilerek insanlara yutturuldu ve yeni tüketim kalıplarının içine hapsolmuş, kimliksiz yeni bir insan tipi yaratıldı. Bu tuzağa paçayı kaptırmamak için okumak, çok boyutlu düşünebilmek, sorgulamak, küresel sistemin yeni zehirli kavramlarından uzak durmak, yeni tüketim alışkanlıklarına kapılmamak, kafamızın içinde ideolojik netleşmeyi sağlamak şarttır. Konuyu her yönüyle mükemmel izah etmişsiniz. Kaleminize sağlık.

  2. 18 Ekim 2022, 20:34

    Bir iktisatçı olarak, yazarı değerli ve dikkate değer tanımlamaları nedeniyle kutluyorum…

  3. Hocam elinize sağlık güzel ve faydalandığım bir yazı olmuş ama biraz uzun olmasa daha iyi olur kanımca. Acemoğlunun ikinci bir derviş vakası olacağını düşünürsek başımıza örülecek çorabı düşünmek bile istemiyorum,nitekim en çok emekçi ve çiftçilerin başı ağırır.Ne diyeyim Allah milletimize akıl ve sabır versin.

  4. 18 Ekim 2022, 14:04

    Yapısal reformlar yapıla yapıla bitirilemiyor. Yapılmaları bir tamamlansa her yer süt liman olacak sanki.

  5. 18 Ekim 2022, 13:40

    Ahmet bey, sizce Türkiye’yi bu boyunduruktan kurtarabilecek bir irade, oluşum var mı? ve bundan sonra ne olur?

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!