Avatar
Cem Gürdeniz
Bal

Osmanlı deniz tarihinden Kapdan-ı Derya portreleri

featured

Osmanlı İmparatorluğunda padişahın egemenliği ve gücünün denizdeki temsilcisi olan Donanmayı Hümayun’a 1326’dan 1867 yılına kadar 160 Kapdan-ı Derya (Derya Kaptanı) hükmetti. Bu görev Sultan Abdülaziz döneminde 1867 yılından Saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım 1922 tarihine kadar 39 Bahriye Nazırı tarafından ifa edildi. Bu şahsiyetler içinde söz konusu görevi birden çok kez yapanlar da oldu. Dolayısı ile toplam görevlendirme sayısı 252’dir.

DERYA KAPTANLARI VE SULTANLAR

Osmanlıda Sultanlar sahip çıkmadıkça, başta donanmanın gelişimi olmak üzere denizcilikte yaprak kımıldamamıştır. Osmanlının tarih boyunca en büyük hatalarından birisi deniz ve deniz jeopolitiğini kavrayamamış olmasıydı. Bu konuları bilecek, takip edecek ve fikir üreteceklerin başında Derya Kaptanları gelse de tarih boyunca seçilen Derya Kaptanlarının ancak yüzde biri bu konularda donanımlıydı. Sultan Süleyman ile Barbaros Hayreddin Paşa’nın; Sultan III. Mustafa ve III. Selim ile Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın; Sultan Abdülaziz ile Ateş Mehmet Salih Paşa’nın birlikte çalışmaları bu konuda çok az sayıda örneklerdendir.

ZENGİNLEŞME ARACI OLARAK DERYA KAPTANLIĞI

Bu görev, en üst seviyede yüksek maddi imkanlar sunan bir görev olmasının yanısıra sultana yakınlığı nedeniyle güç mücadelesinde çok önemli rol oynamış zaman zaman bu makama gelebilmek için nepotizm, rüşvet ve kumpaslar kullanılmıştır. Sultanlar bu göreve adam seçerken liyakatten çok sadakat ve hatta gaddarlık derecesinde baskı uygulayıcılarını tercih etmişlerdir. Zaman içinde makamın kendisi görevdeki kişinin oksimoron özellikleri ile küçülmüş, işin ehli olmayanlar çoğunluk bu makamı işgal etmiştir. Derya Kaptanları içinde okuma yazması olmayanlar vardı. Sultanlar başta güven ve saray entrikaları sonucu sık sık Derya Kaptanlarını değiştirdiler. Örneğin 39 yıllık hükümdarlığı sırasında IV. Mehmet 18 kez; 33 yıllık sultanlığında II. Abdülhamit 15 kez Derya Kaptanı değiştirdi.

ARİSTOKRASİ, YOLSUZLUK VE KURUMSALLAŞMA

Donanmanın en büyük sorunlarından birisi kurumsallaşma, diğeri de yolsuzluktu. Donanma devlet üzerinden fakir ve hırslı kişilerin kişisel zenginleşmesi için araca dönüşmüştü. Özellikle kölelikten ve fakirlikten yetişme Derya Kaptanları kısa sürede zenginleşmeyi hedefliyorlardı. Osmanlıda aristokrasinin olmayışı bu süreçte önemli rol oynamıştı. İngiltere, Hollanda ve Fransa’da aristokrasi ve burjuvaziye ait ailelerin çocuklarından en az biri yetiştirilmek üzere donanmaya verilirdi. Bu aile geleneği nesiller arasında kesintisiz devam ederdi. İngiliz Donanması, 1600’lerin ilk yarısında Amirallerin rüşvet ve ilkel birikim hırsından o kadar çok acı çekti ki, gelecekte bunun tekrar etmemesi için geleneklerini gözden geçirdi ve yazılı olmayan kuralları hayata geçirdi. Yüksek görgü ve aile değerleri ile yetişen bu tip amiral ve subaylar, para ve güce doymuş olduklarından, yüksek makam sahibi olduklarında rüşvet ve devlet gücüyle zenginleşme yerine şan, şöhret, kahramanlık, şövalyelik gibi devlete bağlılığın temel değerlerini donanmaya taşırlardı. Alt sınıflardan gelenler de aristokrasi ve burjuvazi sınıfına yükselmeyi hedefler ve onların yüksek değerlerine sahip olmayı amaçlardı.

GARP OCAKLARI, GERÇEK DENİZCİ YUVASI

Osmanlının 15 ve 16. Yüzyıllarda Akdeniz’deki varlığının temel nedeni Haliç merkezli Osmanlı Donanmasından çok Garp Ocakları (Libya, Tunus, Cezayir) merkezli donanmaydı. Bu yiğit Türk denizciler Osmanlı Sultanı namına devlet adına korsanlık yaparak ya da sefer zamanı Osmanlı Donanması emrine girerek büyük işler başardılar. Eğer bu donanma olmasaydı Osmanlının İnebahtı (1571) sonrası Akdeniz’den geri çekilmesi çok daha hızlı olurdu.

BEYLİK DÖNEMİ DERYA KAPTANLARI

Osmanlının beylik döneminde ilk Kapdan-ı Deryası Karamürsel Bey oldu. Döneminde Marmara Denizine hâkim olundu. Denizi o kadar seviyordu ki vasiyetinde şunu yazmıştı: ‘’Ölünce beni öyle bir yere gömün ki, sırtım dağlara dayansın, kucağıma denizi verin, daima donanma göreyim.” Beylik döneminden devlete ve daha sonra İstanbul’un fethi ile başlayan imparatorluk dönemine kadar 4 derya beyi görev aldı. Hepsi de denizciydi. Osmanlının devlet aşamasına geçtiğinde ilk derya kaptanı Saruca Paşa oldu. I. Beyazıt döneminde 1390’da Gelibolu’da tersane ve 60 parçalık donanma kurdu.

İMPARATORLUK DÖNEMİ DERYA KAPTANLARI

1453’te İstanbul’un fethi ile başlayan İmparatorluk döneminin ilk derya kaptanı Gelibolu Sancak Beyliğinden terfi ettirilen kara adamı Baltaoğlu Süleyman Paşa oldu. Fetih esansında 3 Ceneviz ve 1 Bizans gemisinin Haliç’e geçişini önleyemediği için sultan tarafından azledildi. Ardından gelen beş Derya Kaptanı da denizciydi. 1463 yılında denizcilikten gelen Yakup Bey’in görevden ayrılmasından 1534 yılında başlayan (Barbaros) Hızır Hayrettin Paşa’nın Derya Kaptanlığına kadar geçen 71 yılda görev yapan 15 Derya Kaptanı da denizci değildi. 12 yıl görevi yürüten Barbaros Hayrettin’in 1546’daki vefatından sonra Türk asıllı nadir Reislerden Turgut Reis elde hazırken onun yerine Sokullu Mehmet Paşa Derya Kaptanı yapıldı. Sokullu denizci değildi ancak iyi bir stratejist idi. Onu yine Enderun kaynaklı Koca Sinan Paşa ile Piyale Paşa izledi. 1570 yılındaki Kıbrıs’ın fethinde Venedik filosunu durduramayan Piyale Paşa azledilince yerine Yeniçeri Ağası karacı Müezzinzade Ali Paşa geçti. 1571’de yaşanan İnebahtı yenilgisinde şehit düştü.

BÜYÜK YIKIM İNEBAHTI SONRASI BASKINLAR DÖNEMİ

Osmanlı Sarayı denizcilikten yetişmeyen Derya Kaptanlarına donanma teslim etmenin hatalarını acı içinde anlayarak İnebahtı sonrası Garp Ocaklarından yetişen denizcilerden İtalyan asıllı Kılıç Ali Paşa’yı Derya Kaptanı yaptı. 1571 ile 1587 arasında 16 yıl görev yapan Kılıç Ali Paşa’dan sonra 1867 yılında kurulan Bahriye Nazırlığına kadar geçen 280 yılda toplamda 128 Derya Kaptanı görev yaptı. Bu süre içinde 1770 yılında Çeşme; 1827 yılında Navarin ve 1853 yılında Sinop Baskınları yaşandı. Her baskında donanmanın büyük bir bölümü imha oldu. Baskınlar sırasında Derya Kaptanı olanların hepsi denizden uzak şahsiyetlerdi. Çeşme’de Mendelzede Hüsamettin Paşa karacı; Navarin’de Topal İzzet Paşa, valilikten gelme; Sinop’ta Topçubaşızade Mahmut Paşa topçu erliğinden yetişmeydi. Söz konusu 128 Derya Kaptanı içinde denizcilikten yetişenlerin sayısı 36 idi. Diğer meslekler arasında Enderun, Yeniçeri Ocağı, Bostancıbaşılık, Silahtarlık, Kapıcıbaşılık, Kasaplık, İmrahorluk (Ahır yöneticisi), Valilik, Defterdarlık, Kara Subaylığı, Musahiplik (Padişah sohbetçisi), Baltacılık (ormanda yol açan istihkâmcı), Sadaret Kaymakamlığı, Mabeyn Müşirliği, Kethüdalık (Paşa sekreterliği), Topçubaşılık, Adliye Memurluğu ile imam hatiplikten ve medreseden yetişme kişiler Derya Kaptanı yapıldılar. Bunların dışında okuma yazma bilmeyen Derya Kaptanlarının mevcudiyeti de söz konusudur. Örneğin 1808-1839 arasında 31 yıl hüküm süren ve döneminde Navarin baskını ile Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasının yaşandığı Sultan II. Mahmut, Vaka-i Hayriye (1826) ile yeniçeriliği ortadan kaldırıp, bahriyede reformlar yapmaya çalışmışsa da döneminde Derya Kaptanı olarak seçtiği kişiler yeterli değildi. 31 yılda 18 kişi bu göreve gelmekle beraber 1 yıldan uzun çalışan 6 kişi vardı. 18 kişi içinde gerçek anlamda katma değer yaratan iki önemli Amiral Nasuhzade Ali Paşa (AKUT Kurucusu Nasuh Mahruki’nin ecdadıdır.) ile Çengeloğlu Tahir Paşa idi. Geri kalanlar içinde sarayın kasap başı, ahırlar amiri, deniz görmemiş valiler vardı. II. Mahmut döneminde kayıkçılıktan yetişme Bostancıbaşı Deli Abdullah Paşa ile Pabuççu Ahmet Paşa; Abdülmecit Döneminde Topçubaşızade Mahmut Paşa kara cahildi. Diğer taraftan Derya Kaptanı olan 36 denizci içinde de ne yazık ki Mezemorta Hüseyin Paşa; Cezayirli Gazi Hasan Paşa, Çengeloğlu Tahir Paşa, Ateş Mehmet Salih Paşa ve Hacı Ahmet Vesim Paşa dışında isim yapmış ve tarihe mal olmuş Amiral saymak zordur.

BAHRİYE HAZIRLIĞI

Donanmacı ve denizci kimliği ile öne çıkan Abdülaziz döneminde (1861-1876) Donanmanın kurumsallaşması ve büyümesi için büyük çaba sarf edildi. Döneminin ilk yıllarında Derya Kaptanı olan Ateş Mehmet Salih Paşa, 2 yıllık (1863-1865) döneminde büyük atılımlara imza attı. Kırım Savaşında Mahmudiye Kalyonu komutanı olarak büyük ün kazanan Amiral, donanmanın her alanda büyümesi için gayret sarf etti. Ancak söz konusu büyüme niceliğe yönelikti. Nitelik seviyesi düşüktü. Zira gemilerin büyük çoğunluğu İngiltere, Fransa başta olmak üzere batılı devletlerden ithal ediliyordu. Gemilerin teknik personeli de yabancıydı. Abdülaziz, 1867 yılında Derya Kaptanlığını lağvederek yerine Avrupalı devletlerdeki gibi Bahriye Nazırlığı ile Donanma Komutanlığını tesis etti. Bu girişimde İngiliz Müşavir Paşa Hobart önemli rol oynadı. Diğer yandan bu makamda da denizden yetişmiş komutanların az sayıda görev aldığını görüyoruz. 1867’den 1922’ye kadar görev alan 39 nazır içinde denizci olanların sayısı sadece 11 kişiydi. Geri kalan 23 kişi karacı, beş kişi de mülkiye kökenliydi. Mondros sonrası Sultan Vahdettin döneminde görev yapan 7 Bahriye Nazırı da karacı generaldi.

BAHRİYENİN YABANCI MÜŞAVİRLERİ

Sanayi Devriminin arifesinden itibaren, Osmanlı denizgücü, teknolojik açığı kapamak üzere yabancı müşavirlerin/Müşavir Paşaların kontrolüne girdi. Onlar da genelde kendi ülkelerinin çıkarlarına sadık kalarak, yüzeysel reformlarla uğraştılar. Çoğunun denizciliğimize en büyük katma değeri, görev dönemlerinde yazdıkları hatıratları oldu. Bunlar, Osmanlı denizcilik tarihine ışık tutacak bilgi ve belgelere sahipti. Bunların çoğuna yüksek maaş ve imtiyazlarla birlikte Paşalık unvanı da veriliyordu. Bu şahısların, ilki 1755-1776 yıllar arasında Fransa’dan getirilen Mühendis Baron de Tott’dur. Daha sonraları İngiltere, Prusya/Almanya ve ABD’den bahriyeli danışmanlar imparatorluğa davet edilerek, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar kullanıldılar. Fransız mühendisler Baron de Tott, Benois ve Brun, Amerikalı mühendisler H. Eckford ve F.Rhodes, İngiliz Amiraller Slade, Hobart, Woods ve Gamble, Amerikalı Amiral Bucknam, Alman Amiraller, Von Hoffe, Souchon ve Paschwitz’in gerçekten Osmanlı Donanması’nın güçlenmesine ve Anadolu’nun denizcileşmesine hizmet ettikleri asla söylenemez. Bu danışmanların hepsi kendi ülkelerinin emperyal çıkarlarına hizmet ederken, diğer yandan silah fabrikalarının ve tersanelerinin ürünlerini Osmanlı’ya pazarlamaya çalıştılar. Örneğin Alman Müşavir Paşa Amiral Von Hoffe, II’nci Abdülhamit döneminde İtalya/Cenova’da tamir gören Asar-ı Tevfik korvetinin tamir işlemleri tam olarak tamamlanmadan, gemiyi kendi komutasında Almanya/Kiel’deki Germania Tersanesine götürmüştü.

AMİRAL PORTRELERİ-1

1827’de yaşanan Navarin’den iki yıl sonra Osmanlı Donanması’nda incelemelerde bulunan İngiliz Yüzbaşı Adolphus Slade, 5 Haziran 1829 günü Türk Rus Harbinin devam ettiği günlerde Büyükdere’de yatan Osmanlı Donanması’nın sancak gemisinde, dönemin Kapdan-ı Deryası Pabuççu Ahmet Paşa’yı ziyaret etmiştir. Paşa eski bir ayakkabı tamircisi olup, daha sonra tersanede Kapıcıbaşılık yapmış ve düzensiz denizcileri disiplin altına aldığı ve Vakayı Hayriye’de yararlılık gösterdiği için II. Mahmut’un gözüne girmişti. Denizcilikle uzak yakın ilgisi olmayan, okuma ve yazma bilmeyen bir kara cahildi. Slade, Büyükdere’de ilk kez ziyaret ettiği sancak gemisini görünce hayal kırıklığı yaşamıştır. İmparatorluk Donanması gemilerinin yelken donanımları düzensiz, standart dışı ve gevşektir. Seren ve bumbaların çoğu başıboştur. Topların bir kısmı lombarlardan dışarıda, bazıları içerdedir. Dirisa ve irtifaları gelişigüzeldir. Denizci erlerin standart üniformaları yoktur. Bazıları küpeşteye oturmuş ayağını sallandırırken, bazıları güverteye oturup sigara içmekle meşguldür. Slade, Navarin sonrası donanmanın durumunu zavallı” olarak değerlendiriyordu. Yüzbaşı Slade, daha sonra bu filo ile Karadeniz’e çıktı. Gemilerde seyir subaylığı görevini Ragusalı (Dubrovnikli) Hırvatlar yürütüyordu. Bulunduğu Selimiye Kalyonunda 1400 personel vardı, ancak talim yapılmıyordu. Gemide çoğunluk erat, topu hayatlarında ilk kez görmüştü. Cephaneliklerde deniz bağı bile yoktu. Geceleri karartma yapılmıyor, buna rağmen, toplu manevra icra edilemiyordu. Gemi Komutanları tecrübesiz ve bilgisizdi. Örneğin Şerefresan firkateyninin Gemi Komutanı eski bir hazine muhasebecisiydi. Gemilerde denizcilik gelenekleri ve disiplin uygulanmıyordu. Büyükdere’ye dönen filo, kıçtankara olduğunda halatlar sahildeki ağaçlara bağlanıyordu. Fırtına çıktığı halde önlem almayan vardiya subayını, Kaptan-ı Derya denize atarak cezalandırmaya kalkıyordu. Filonun Rus Filosu ile savaşa girme konusunu Pabuççu Ahmet Paşa, Selimiye Kalyonunun aşçısı ve kendi maskarası ile tartışmaya kalktığında, Yüzbaşı Slade dayanamayıp isyan etmişti.

AMİRAL PORTRELERİ-2

Şüphe yok ki, eğer Mora isyanında Osmanlı Donanması savaşa hazır olsaydı, Yunan ayaklanması daha ilk yılında bastırılabilirdi. Navarin baskını, Osmanlı için sadece Ege Denizinin kaybını tetiklemedi. Dönemin en gelişmiş ordu ve donanmalarından birine sahip Mısır’ın Osmanlı ile müttefiklikten koparak, düşman olmasına da sebep oldu. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim, Navarin sonrası Anadolu’da işgal harekâtına başlamış ve İstanbul’u almasını, 1833 yılında İstanbul’a davet edilen Rus Donanması ve ordusu önlemişti. II’nci Mahmut, 1839 yılında, Mısır Ordusu karşısındaki Osmanlı ordusunun Nizip yenilgisini duyamadan kahrından öldü. Kısa süre sonra Osmanlı Donanması başka bir skandalla karşılaştı. Nizip yenilgisinden sonra Osmanlı Donanması, Donanma Komutanı Ahmet Fevzi Paşa tarafından (daha sonra tarihte “Hain Ahmet Paşa” ya da Firari Ahmet Paşa olarak anıldı) Mısır’ın İskenderiye Limanına kaçırıldı. Ahmet Fevzi Paşa saltanat kayığı hamlacılığından, birkaç yıl içinde Kaptan Paşalığa yükselmişti. Ordusu dağılmış, donanması başındaki komutan tarafından Mısır’a kaçırılmış bir devletin adının, hala İmparatorluk ile anılması ne kadar gerçekçi olabilirdi?

AMİRAL PORTRELERİ-3

Osmanlı Donanması, 19’uncu yüzyıl sonunda yüzyılların birikimi olan denizden ve bilimden uzaklaşmanın acı gerçekleri ile her alanda karşılaşıyordu. Kırım Harbi öncesi 1853 sonbaharında bu durumun çok çarpıcı örnekleri yaşanıyordu. II. Mahmut döneminde yüzbaşı rütbesinde İstanbul’a gelen İngiliz Müşavir Adolphus Slade, Kırım Harbi öncesi (1852) Amiral olarak İstanbul’a tekrar müşavir olarak gönderildi. Müşavir Paşa, Slade o dönem için hatıratında şunları yazıyor: “Kaptan Paşa, gemiler demir üzerindeyken bile, arma ve yelken talimi yapılmasını yasak etmişti. Talim sırasında direkten er düşecek olursa, Padişahın yüreği kederlenir diye korkuyor, sorumluluktan çekiniyordu. Kışın donanmayı Karadeniz’e çıkarmak lafı olunca, korku ile gözlerini öteye çeviriyordu. Gemici erler, Allah’ın keremiyle yetişsin diye bekleniyordu. Allah’ın rızasını kazanmak için erlere beş vakit namaz kıldırılıyor, donanmanın imamları tarafından her akşam aydınlatılmış güvertelerde sure-i fethi şerif okunuyordu. Diğer taraftan bir yönü ile Türk deniz erleri çok iyi idiler. Güvertelerde serili yataklarına yattıkları halde, geceleri silah başına borusu çalınca, erler beş dakikada topları dolmuş halde ateşe hazır hale getirmekteydiler… Söz konusu dönemde denizci erlerin yaşam koşulları çok kötüydü. Kışın kar yağdığı günlerde dahi üzerlerinde, devlet vermediği için yazlık kıyafetlerle iş görüyorlardı. Yemekleri besleyici değildi. Her ere günde 675 gram peksimet ve bir avuç zeytin verilirdi.”

AMİRAL PORTRELERİ-4

1839 yılında ilan edilen Tanzimat’la birlikte, 1840 yılında ilk kez Bahriye Şurası-Admiralty” kurulmuştu. Amirallerden oluşan bu kurum, donanmanın büyütülmesi, Bahriye Mektebi’nin geliştirilmesi, tersane ve donanmayı ilgilendiren her türlü satın alma ile personel işlemlerinin tespiti ile görevlendirilmişti. Bu şuranın II’nci Abdülhamit döneminde başında bir doktor amiralin bulunduğunu ve şuranın yolsuzluk ve usulsüzlüklerin baş nedeni olduğunu söylemek abartma olmayacaktır. Bu dönemde değil tatbikat yapmak, savaş durumunda dahi Donanma görevini yapamamıştır. Nitekim 1897 Türk-Yunan savaşında Donanmanın Ege’ye çıkması emredilmişse de donanma gemileri değil Ege’ye Haliç’ten Çanakkale’ye zor gidebilmişlerdi. Sultanın kendi iradesi ile satın aldığı sadece iki gemi vardır. Onlar da iki denizaltıdır. İsveç –İngiliz yapımı Nordenfelt denizaltıları Yunanistan satın aldığı için alınmıştır. 1886 yılında Taşkızak Tersanesinde monte edilen ve 1888 yılında başarılı torpido atışı yaparak kendini ispat eden bu denizaltılar, vesveseler sonucu Sultan tarafından bir daha kullanılmamak üzere önce İzmit’e sonra tekrar Haliç’e hapsedilmiş ve çürümüştür. Başarılı iki denizaltının hiçbir neden gösterilmeden Sultan’ın iradesi ile çürümeye terk edilmesi ve esas alım nedeni olan Türk Yunan harbinde hiç kullanılmamış olması çok çarpıcı örneklerdir. 2010 yılında yayımlanan “Abdülhamit Donanmasında Bir Bahriyeli, Donanma Zabiti Emin Yüce’nin Hatıraları” isimli hatırat kitabında Yüce, 1881-1903 arasında 22 sene aynı görevde kalan ve II Abdülhamit’in buyrukları ile donanmayı küçülten ve Ertuğrul Firkateyninin Japon sularında batarak 537 bahriyelinin şehit düşmesine neden olan dönemin Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa için bakın neler yazıyor: “…Hakikatte Abdülaziz devrindeki muazzam donanmayı imha ile Haliç’teki şamandıralara kıymeti kalmayan yaldızlı gemileri bend ederek halkı iğfale çalışırdı…Hasan Paşanın en büyük fenalığı onun servet hırsı ve bu uğurda subay ve eratın hakları üzerinde suiistimal icra ederek, tersanede inşaat ve tamirata sarf edilen meblağ üzerinden şahsi çıkar temin etmek idi… Hulasa, Bahriye ile Tersane amiral ve subayları, erleri, gemileri, fabrika ve havuzları, gelir getiren bütün kaynakları ile önce Padişahın sonra Nazır Hasan Paşanın keyiflerine çalışırdı. Diğer bir deyişle Bahriye bir çiftlik ve biz de onun demirbaş hayvanı idik… Osmanlı tarihinde pek büyük nüfuz ve iktidara fevkalade ihtişam ve saltanata sahip değişik bakanlara tesadüf edilirse de makamını Hasan Paşa kadar uzun süre işgal eden görülmez. Hasan Paşa Abdülhamit’in arzusuna bağlı olarak donanmayı yok etmiş, Bahriyenin kıymetini hiçe indirmiştir.” Söz konusu dönemde Bahriyede rütbe ve makamların nasıl dağıtıldığını da şöyle anlatıyor: “Mutlakiyet döneminin sonunda Bahriyede 60 Amiral ile 6000 subay ve gedikli (astsubay) vardı. Bahriye ve donanmanın hali hazır durumu ile hemen hiç amirale ihtiyaç yokken bu altmış amiralin her birine bir iş bulunmuştu. Koramirallerin çoğu Padişah yaveri idi. Bazı paşaların öyle mevkileri vardı ki rütbeleri ile uyum söz konusu değildi. Mesela itfaiye taburu kumandanı, meşhur Deli Mehmet Paşa, binbaşılığında oturduğu bu makamı koramiralliğinde de koruyordu. Koramiral Şükrü Paşa küçücük İstanbul vapuru süvariliği, Tümamiral Abdi ve Behçet Paşalar Teşrifiye istimbotu süvariliği ve ikinciliği hep bu garip tayinlerdendi. Tersanenin meşhur filikacı başı 80 yaşındaki Tuğamiral Süleyman Paşa’sı vardı ki okuma ve yazması yoktu…O dönem maaşları da dikkat çekici ölçüde dengesizdi. Bir teğmen maaşı 1903 yılında 250 kuruş iken, bir oramiral maaşı 9000 kuruş idi. Yani kabaca 35 katı fazlaydı… “

ONURLU BİR AMİRAL PORTRESİ: AHMET VESİM PAŞA

Donanmayı bu acıklı duruma düşürmek, tüm geleneklerini ve kurumsal kimliğini yok etmeyi devlet politikası haline getiren Sultan II: Abdülhamit’in sorumluluğunda idi. Ancak bu duruma ses çıkarmayan, Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa ve dönemin son on yılındaki Donanma Komutanı Hasan Rami Paşa (II. Meşrutiyette yolsuzluktan tutuklandı.) aynı derecede sorumluydular. Her ikisi de donanmanın güçsüz ve hareketsiz bırakılmasına ortak olmuş ve yolsuzluklara bulaşmıştır. Kısacası, fırsatçı bir duruş sergileyerek Bahriyeye ihanet etmişlerdir. Diğer taraftan aynı dönemde ünlü Amiral Çengeloğlu Tahir Paşa’nın yanında yetişmiş, Abdülaziz döneminde Derya Kaptanlığı yapmış olan Ahmet Vesim Paşa örneği de deniz tarihimizde şerefli yerini almıştır. Ahmet Vesim Paşa, II. Abdülhamit döneminde 18 Nisan 1878’de Padişah Yaverliği de verilerek Bahriye Nazırlığına atandı. Padişah II. Abdülhamit’in Donanma ödeneklerini kesmesi ve gemileri silahtan arındırarak Haliç’e hapsetmesinden büyük üzüntü duyup, kendisine donanmayı Fransızca silahsızlandır ‘’Desarmez’’ emri veren Padişaha “Ben Fransızca bilmem. Ancak Donanmayı yaşatmakla görevliyim, bozmak elimden gelmez” demesi 14 Şubat 1879 da görevden alınmasına neden oldu. Diğer iki Amiral bu onurlu duruşu neden sergileyemedi?

TARİH UNUTMAZ

Bu makalede dünyanın en seçkin coğrafyasına sahip ancak hükmettiği jeopolitik değerin farkında olamayan bir deniz devletinin İnebahtı ile başlayıp Mondros Mütarekesi ile son bulan acıklı deniz geçmişinden Amiral portreleri sunmaya çalıştım. Donanma bu toprakların yaşam garantisidir. Anadolu güçlü bir donanma ile vardır. Ve bu donanma milli olmalıdır. Atatürk’ün dediği gibi milli sanayi içinden fışkırmalıdır. Dışarıdan alınan gemilere ve tuzaklara uzak durulmalıdır. Aksi takdirde milli sanayiye dayanmayan bir donanma idame edilemez ve yarımada devleti olarak denizden istilalara açık kalarak büyük güçlerin kuklası oluruz. Osmanlı bu gerçeği görememiş veya görmek istememiştir. Gerilemesi de denizden çekilme ile başlamıştır. Büyük güçler Anadolu’yu daima denizden kıtaya itmeye, Türkleri karaya hapsetmeye çalışmıştır. Bugün de tarih tekrar etmektedir. Türkiye’nin milli çıkarlarını NATO, ABD ve AB çıkarlarının önüne koyan donanmanın amiral ve en seçkin subayları hain FETÖ ve yerli işbirlikçileri ile 2007-2014 arasında kumpas davalar ile tasfiye edildiler. 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi yumuşak güç yerine sert güç kullanarak Türkiye’de tamamen Atlantik emrine girecek bir rejim değişikliğini hedefledi. Ancak başarısız oldular. Diğer taraftan 15 Temmuz sonrası uygulanan pek çok tedbir, başta askeri liselerle askeri hastanelerin kapatılması; harp okulları ve harp akademilerinin sivilleştirilmesi ile donanmanın kadim tarihine ait pek çok bina, kışla ve tersane alanının el değiştirmesi, kurumsal kültürün, örf adet ve geleneklerin korunarak gelecek nesillere aktarılmasına onarılması zor, ciddi hasar vermiştir. Donanmalar gelenekleri ve tarihsel mirasları ile yaşarlar. En gelişmiş firkateyni 4 yılda yapabilirsiniz ancak yüzlerce yıllık tarihsel geçmişi olan kurumları kaybedildiklerinde yerine koyamazsınız. Türk donanmasının gelenek zincirinin başlangıcı 1081 yılına; ülkemizdeki en eski yüksek öğrenim kurumu olan Deniz Harp Okulunun geçmişi 1773 yılına kadar uzanmaktadır. 100 yaşına varan Cumhuriyet Donanmasının Osmanlı Donanmasından devam ettirdiği geleneklerini ne FETÖ ne de başka bir güç değiştiremez. Bahriyemizin sosyo genetik kodları güçlüdür. Bu kodların asıl gücü Cumhuriyet Donanmasının kuruluşunda saklıdır. Mustafa Kemal Atatürk harabe yığını Osmanlı Donanmasını 13 yılda Cumhuriyet Donanmasına dönüştürebilmiştir. Bugün donanmamız dünya çapında bir marka değere sahipse, savunma sanayimiz ileri seviyeye erişmiş ise sebebi son 100 yılın bahriye kurumudur. Bu topraklar Firari (hain) Ahmet Fevzi Paşa’yı da; Onurlu Ahmet Vesim Paşayı da görmüştür. Bu topraklar Kara Cahil Pabuççu Ahmet Paşa’yı da donanmanın altın çocuğu Özden Örnek Amirali de görmüştür. Tarih önünde adını deniz tarihimize şerefle geçiren, onurlu duruşlarını değiştirmeden dik durabilen tüm denizcilerin önünde eğiliyoruz. Talihin her denizciye tarihin adalet terazisinde namus ve şeref cephesinde yer vermesini diliyorum.

 

(Kaynaklar: 1.Hasan Rami Paşa Hatıratı, Alfa-Arşiv Yayınları. 2. Kaptan Paşa-Sir Adolphus Slade, Boğaziçi Yayınları. 3. Müşavir Paşa’nın Kırım Harbi Anıları. Türkiye İş Bankası Yayınları. 4. Osmanlı İmparatorluğundan Günümüze Denizlerimizin Amirleri. Deniz Kuvvetleri Yayınları. 5. Deniz Harp Okulumuz. Deniz Kuvvetleri Yayınları. 6. Abdülhamit Donanmasında Bir Bahriyeli, Donanma Zabiti Emin Yüce’nin Hatıraları. Timaş Yayınları. 7.Kutay, Cemal, H. Rauf Orbay, Hayat Hatıraları. 1881-1964, Promet Basım Sanayi)

 

Osmanlı deniz tarihinden Kapdan-ı Derya portreleri

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

6 Yorum

  1. sizleri böyle güzel yazılarla tanımak bizler için büyük itibardır. teşekkürler.

  2. sayın amiralim, 1-uçak gemisi yerine nükleer enerjili denizaltılar yapmak daha akıllıca değilimi? 2-yunan tv lerinde milgemlerimizin yeterli süratte olmadığı, radarların en gelişmiş radarlardan olmadığı, silahlarının ve hava savunmasının yetersiz olduğu ve açıkdenizlere uygun nitelikte gemiler olmadığı kötü hava koşullarında düşmanla mücadele edemiyeceği gibi tesbitleri var bunlar ne kadar doğru? saygılar sunar bu konularla ilgili makalenizi bekliyoruz!

  3. 5 Şubat 2023, 21:03

    İlk yorumumdaki; 18 ve 19’uncu satırlarda “Aslanlar ordusunun başında bir aslan olmaktansa, tavşanlar ordusunun başında bir aslan olmayı yeğlerim.” ibaresi sehven yazılmış olup, ifadeyi “Aslanlar ordusunun başındaki bir tavşan olmaktansa, tavşanlar ordusunun başındaki bir aslan olmayı yeğlerim” şeklinde düzeltip yorumumu o şekilde yayımlamanızı istirham ediyorum.

  4. 5 Şubat 2023, 16:47

    Arşivlik bir yazı ellerinize sağlık. Ancak, Cumhuriyet döneminin de uygun bir zamanda objektif olarak değerlendirilmesi gelecek açısından hepimize ışık tutacaktır. Şöyle ki; Cumhuriyet donanması materyal ve platform konusunda her ne kadar ilerici adımlar atmışsa da, personel konusunda son derece tutucu ve bağnaz davranmıştır. Bu yazıda da belirtilen nedenlerden de kaynaklanabileceğini düşündüğüm korkulardan kendi içinde kendine göre bir sınıf ve nitelikli grup yaratıp diğerlerine “KAST”çı bir yönetim sistemi uygulamıştır. Açıkçası ne olursa olsun Harp Okulundan Olsun anlayışı nın Türk Donanmasını getirdiği yer de ortadadır. Diğer bir örnekse son derece sığ bir düşünce ile Liselerden çok önce en az onlar kadar kıymetli Astsubay Hazırlama Okullarının kapatılmasıdır. Sadece diploma bilgisiyle ilerleme olmayacağı, günümüzde diplomalı olmak kadar bilinçli, adaletli ve liyakatli olmanın da kadar önemli olduğunun anlaşılması elzemdir. Bir geminin sadece subaylarıyla başarılı olması asla yeterli değildir. Bir kuvvet ancak, erleri, uzman erbaşları ve özellikle astsubay ve subayları çok iyi ve bilinçli yetiştirilebilirse gelenekleri olan ama modern bir donanma olabilir. Bu süreçte Deniz Kuvvetleri Astsubaylıktan subay olmuş albayları ve kadın subaylarımızı birileri ile işbirliği içinde ya emekli emekli etti veya etmeye de devam ediyor. Astsubaylar bu yüzyılda ve hâlâ derece-kademe peşinde özlük haklarını almaya çalışıyor. Subaylar ancak çok iyi yetişmiş astsubaylara (astsubaylar diğer astlarına) komuta edebildiği sürece subay olabilirler. Ben, general Romel’in bir çok yönetim kitabında yer alan şu sözüne asla katılmadım ve katılmıyorum. “Aslanlar ordusunun başında bir aslan olmaktansa, tavşanlar ordusunun başında bir aslan olmayı yeğlerim.” hayır bir subay (ve hatta astsubay) asla böyle düşünmemeli ve böyle olmamalıdır. Bu kolaycılık bir kişiyi kurtarabilir ama asla bir orduyu kurtarmaz. Bir subay(veya astsubay) ancak Mustafa Kemal gibi aslanlar ordusunun başında bir aslan olmayı göze alacak şekilde yetiştirilmeli, bunu beceremiyorsa sadece bitirmiş olduğu okula göre komuta görevine getirilmemelidir. Aslanların ve aslanlar ordusunun başına geçeceklerin de çok iyi yetiştirilmesi için sadece askerî liselerin açılması yeterli olmayacaktır kanaatindeyim. Saygılarımla.

  5. 5 Şubat 2023, 12:28

    Saygıdeğer Amiralim, yine bilgi ve kaynak dolu bir yazı ufkumuza çok şeyler kattınız. İyi ki varsınız.

  6. Sagolun varolun. Bir solukta okudum. Binlerce kez tesekkürler verdiginiz aydinlatici bilgiler icin. Cehaletin, yolsuzlugun ve ihanetin nelere yol acabileceginin bir anatomisi. Hele hele üc tarafi denizlerle kapli bir ülkenin yapabilecegi en büyük hata denizciligini geriletmek. Osmanli karada yenildigi icin degil denizde yenildigi icin yikilmistir. Bariz ortada.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!