Avatar
Hakan Paksoy

Depremde ‘iki taş atmaya’ gelenler-2 ‘Maraş Maraş derler de bu nasıl Maraş?’

featured

Hakan Paksoy yazdı…

Salı sabahı 10.30’da Adana’dan başlayan yolculuk Maraş’ta saat 20.30 gibi bitti. Uzaktan Maraş’ı gördüğümde yüreğim daraldı. Maraş’ı hiç bu kadar karanlık görmemiştim. TEK’te ve TEDAŞ’ta hep aydınlatmaya çalıştığım şehirde tek tük lamba yanıyordu. Sanıyorum onlar da yukarı kesimlerdeki birkaç trafo ile devreye alınmış jeneratörlerdi.

Ağabeyimin yol tarifiyle onunla buluşabildim. Ama ona doğru giderken başta garip gelen tarifin niçin önemli olduğunu anladım. Artık yollar ve sokaklar enkazlarla kapalıydı. O, bana açık kısmı anlatmıştı.

Kısa bir sarılma, durumları sorma faslından sonra arabayla şehrin bir kısmını gezdirdi. Yol bizi nereye götürürse oraya girdik. Bildiğimiz yollar artık yıkılmış binaların enkazlarıyla kaplıydı. Her birinin başında insanlar bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı.

İlk çektiğim fotoğraf Ankara’ya gelmeden önce yaşadığım yedi katlı bina oldu. Artık tek katlı hâldeydi(!)

Ağabeyimin evinin karşısındaki, artık spor yapılmayan 12 Şubat Stadyumu ve spor tesisleri toplanma merkeziydi. Arabalarımızı bir kenarına çekmiştik. Stadın saha bölümünde 40-50 çadır vardı. O gün arabada yattık. Çok soğuktu. Arabayı biraz çalıştırdık, biraz stop ettik. Akaryakıt çok büyük problemdi çünkü. Sabah uyandığımızda saha tamamen çadırla dolmuştu. Sevinmiştik. Gecenin çok keskin soğuğuna rağmen çalışma devam etmişti.

Etrafı dolaşmak üzere çıktık. Gördüğüm manzarayı aklım almıyordu. Çocukluğumun geçtiği yerlerdeki binaların bir kısmı enkaz yığınıydı. Hemen hemen tamamının evvelini biliyordum. Lisede okurken bahçe olan yerlerde yapılmışlardı.

Maraş’ın en kalabalık caddesi olan, bayram törenlerinin yapıldığı Trabzon Caddesine çıktığımda şok daha büyüktü. Caddenin boylu boyunca bir tarafının neredeyse tamamı yıkılmıştı. Diğer tarafında da yıkım büyüktü. Trabzon Caddesiyle birlikte meydana çıkan Azerbaycan Bulvarında da ayakta duran bina yok gibiydi. Her iki tarafında da manzara korkunçtu. Memuriyete başladığım

TEK’in de kiralık oturduğumuz eski binası yıkılanlar içindeydi.

‘BİR GÖRÜNDÜ BİR YOK OLDU SERAP MİSALİ’

Öğleye doğru stada döndük. Etrafta hummalı bir çalışma vardı. Belediye Temizlik İşleri personeli etrafı temizliyor, çöpleri alıyordu. Girişteki toprak zemin de düzeltiliyordu. Deprem ânında ve sonrasında yağan karla karışık yağmur stadın zeminini ve etrafı oldukça yumuşatmıştı.

Kamera, gazeteci ve polis sayısı da artmıştı. Polislerden birisine nereden geldiklerini sordum, Ankara’dan geldiklerini söyledi. Geçici görevli gelmişti. “Hayırdır, Cumhurbaşkanı mı geliyor?” diye ikinci soruyu sordum. Yarım ağızla hayır dedi. Ama biraz sonra Cumhurbaşkanı stadın girişinde göründü.

Kısa bir süre gazetecilerle konuşan Cumhurbaşkanı çadırları da gezdi. Yeniden gazetecilere açıklama yapıp gitti. Ondan sonra hem gazeteciler hem de polisler ortadan kayboldu. Cumhurbaşkanı’yla birlikte görünen devletin görünürlüğü de kalmadı. Ta ki asker gelene kadar.

Görünen her şey Cumhurbaşkanı için yapılmıştı. Bürokraside sadece deprem korkusu yaşanmıyordu anlaşılan. O gidince kamp bir başına kalmıştı.

Maraş’ın ilk çadırkenti olsa gerek ki Cumhurbaşkanı buraya getirilmişti.

Tesisler stat, yüzme havuzu ve kapalı spor salonundan oluşuyor. Stat tarafı kamp alanı, kapalı salon da cenazelerin toplandığı ve kimlik tespitinin yapıldıktan sonra defnedilmeye sevk edildiği yer oldu.

Kamp da iki kısımdan oluşuyor. Stadın açık tribünleri yıkılarak tartan pistin birkaç metre dışından girişi olan duvarla ayrılmış. İç kısımda çadırlar kurulu. Duvarın dışında 15 metreye yakın betonla kaplı kısım var. Buraya da çadırlar kuruldu. Yemek yapan STK’lar, gelen yardımlar bu çadırlardaydı.

‘KÜKREMİŞ SEL GİBİYİM, BENDİMİ ÇİĞNER AŞARIM’

Devlet, hâlen kendisini göstermemişti. Kampı gönüllüler yönetmeye çalışıyordu. Hepsi de Maraş dışından gelmişlerdi. Gelen insanları çadırlara yerleştiriyor, yardım kamyonlarını boşaltıyordu. Tabi yardımlar sadece boşaltılmıyor aynı zamanda köylere yönlendiriliyordu da. Maraş’ı bilmediklerini görünce küçük bir müdahalede bulundum. Bu müdahale beni işin içine çekti ve kendimi aralarında buldum. Dönene kadar da onlardan ayrılamadım.

Kampın yemeğini, Kayseri’de ikamet eden Doğu Türkistanlı Uygur Türkü vatandaşlarımız, Trabzon Büyükşehir Belediyesi’nin fedakâr ve güler yüzlü personeli ile kendi başına kalkıp gelen yiğit vatandaşlarımız çıkardılar. Hiç yüksünmeden, öf bile demeden hizmet verdiler. Bir de Kızılay’ın karavanı vardı. Çay, sandviç ve bazen de çorba çıkarıyordu. Aracın üstünde de “Müge Anlı ve Dostları” yazılıydı.

Stadın kapısından bir tır çıkarken iki tır girmek için bekliyordu. Kamyonların sayısı belli değildi. Daha küçük kamyonetini dolduranlar da yardıma akıyordu. Türk Milleti afet bölgesindeki kardeşlerinin imdadına koşmuştu. Bir sel gibiydiler. Ama bu sefer yardım seliydi.

Depremin üçüncü günü gece yarısı bir kamyonet yardım malzemesi geldi. İndireceğimize bir köye yönlendirelim dediler ve bana sordular. Ben de ova köylerinin depremden daha fazla etkilenebileceğini düşünerek oradan bir köydeki tanıdığımı arayarak gönderdim. Yardım o köye gitti.

Ama sabah beni bir düşünce aldı. Bu işi aslında devlet yapmalıydı. Maraş’ın sosyolojisi çok önemliydi. Geçmişte çok acılar yaşamıştı. Yardımlar giderken yapılabilecek en ufak bir hata deprem psikolojisiyle birlikte derin yaralar oluşturabilirdi. Arkadaşlarla düşündüklerimi paylaştım. O an devlet bizdik, çadır kampında inisiyatif alanlardı. Zaman da yoktu. Soğuk ve ihtiyacın baskısı her an artıyordu. Bir yandan da yardım yağıyordu. Ben böylece işe dâhil oldum.

Ancak eksilmiştik de. İlk günden itibaren inisiyatif alarak kampı yöneten arkadaşlarımızdan birisi ayrılmak zorunda kalmıştı. Özel Harekât Polisi’ydi ve göreve çağrılmıştı. İstanbul’dan gelen bir AFAD gönüllüsüyle beraber vardiyalı olarak yönetimi ele almışlardı. Neredeyse onun yerine geçer gibi oldum.

Kamyonlar sadece yardım götürmüyordu. Beraberinde Türk Milleti’nin o yüce duygularını da taşıyordu. Bu emanete özen gösterilmeliydi. Gösterdik ve başardık.

Not: Dünkü bölümde Kamp’ın yemeğini çıkaranlardan bahsetmiştim. Kamp’taki gönüllülerden sevgili Esma arayıp Beşir Derneği’ni hatırlattı. Haklıydı. Spor Salonu’nun bahçesindeki Beşir Derneği’nin seyyar mutfağının hakkını teslim etmek gerekiyor. Hem çadır kampında hem de enkazlarda çalışanlarla dışarıdan gelenlere yemek çıkarmışlardı. Bir hakkın teslimi açısından Kamp’ın Prensesi Esma’ya teşekkür ediyorum.

Yarın devam edecek…

Depremde ‘iki taş atmaya’ gelenler-2 ‘Maraş Maraş derler de bu nasıl Maraş?’

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!