Hümay Göbel yazdı…
“Akşam dedi ki bana: “Gölgeme susamışım!”
Ve ay dedi ki bana: “Yıldıza susamışım!”
Billur kaynak, dudaklar ve ah’lardan
Rüzgâr bekliyor.
Ben mi… güzel kokulara, gülüşe susamışım
İçinde ay olmayan, gökkuşağı olmayan,
Ölü aşklar olmayan,
Yeni şarkılara susamışım.” (Yeni Şarkılar, Federico Garcia Lorca)
Güzel kokulara, sağlıklı, umutlu gülümsemelere susadık… Daha güzel bir dünyayı anlatan yeni şarkılara susadık. Lorca’nın uzun yıllar önce şiirinde haykırdığı, milyarlarca nüfuslu günümüz dünyasının kalbindeki evrensel çığlık oldu. Ve biz, Ankara’lı sanatseverler olarak şanslıydık ki 07.10.2020 tarihinde CerModern Açık Hava Sahnesi’nde Endülüs ezgileriyle, danslarıyla dolu dolu bir akşam yaşayarak susuzluğumuza çare bulduk, Noche Flamenca sayesinde.
“Oy, çingene türküsü!
Oy, petenera oy!” (Tiz Perdeden, Federico Garica Lorca)
Flamenko denildiğinde birçoğumuzun aklına sanıyorum ki bir müzikten çok yere vuran topuk seslerinin süslediği o isyankâr dans gelir. Meydan okumanın, sözcükler de dahil olmak üzere hiçbir araca ihtiyaç duymaksızın çığlık çığlığa ortaya konduğu bu kadar etkili başka bir yol daha, bu yazıyı yazanın aklına gelmiyor… Haykırışın dansıdır Flamenko; isyan vardır, acı vardır; neşe, şehvet, çoşku, aşk, özlem, ölüm bittabi yaşam vardır onda. Yere vuran topuklar, savrulan etekler, salınan zarif eller, garpla şarkın bütünleştiği harika ezgilerin armonisinde olağanca sadeliğiyle yaşama dair ne varsa koyar önümüze.
Cervantes’in Çingene Kızı isimli kitabını referans alacak olursak Flamenko’nun bir dans türü olarak rüştünü ispat ettiğini söylemek mümkün olsa da bir müzik türü olduğuna dair kabul görmüş bir gerçeklik olduğu yadsınamaz. Ben Flamenko’nun dans ya da müzik türü diye indirgenemeyecek kadim bir kültür olduğuna inananlardanım.
Flamenko sözcüğünün Arapça kökenli olduğu yaygın şekilde kabul görmüş bir bilgi. 19. yüzyıl başlarında kibirli ve sahtekâr insanlar için kullanılan argo bir tabirken, daha sonra Endülüs Çingenleri (Gitano) için kullanılmaya başlamış ancak zaman içerisinde bu topluluğun üretimi olan müzik ve dans türünü ifade etmek için kullanımı tercih edilmiş ve günümüze de bu anlamıyla taşınmıştır.
Peki Flamenko’nun anavatanı niye İspanya’dır? İspanya’yı Flamenko’nun anavatanı yapan iki ana gelişmeden bahsedilebilir. Biri, 700’lü yıllarla birlikte başlayıp yaklaşık 900 yıl sürmüş Endülüs topraklarındaki Arap hakimiyeti, diğeri ise 1492’de kabul edilen El Hamra Kararnamesi. Bu iki gelişme İspanyol topraklarındaki kültürel alışverişi doruk noktasına taşımış ve o günlerde filizlenerek günümüz dünyasına uzanan çok kültürlü, çok uluslu, çok dinli, çok renkli Flamenko’nun doğumuna imkan vermiştir.
İspanya’da süren Arap hakimiyetiyle birlikte Arap, Yahudi ve Çingene halklar yüzyıllar boyu birbirleriyle etkileşim içinde olmuşlar haliyle kültürel açıdan da bir alışveriş ortaya çıkmıştır. Bu alışverişin Flamenko üzerindeki en önemli etkisi sanıyorum ki oryantal makam ve ritimlerin batı kökenli Flamenko ile bütünleşmesi olmuştur.
1492 yılında imzalanan El Hamra Kararnamesi İspanya’daki Yahudilerin Kuzey Afrika, Güney Avrupa ve Balkanlar’a sürülmesini öngörür. Hıristiyanlığı seçenler ise İspanya’da kalmaya devam edebileceklerdir. Dinlerine ve kültürlerine bağlı kalmayı seçerek İspanya’dan ayrılan Yahudiler, İbranice İspanya anlamına gelen Seferad adını alırlar. Dönemin Osmanlı padişahı II. Beyazıd Seferad’lara çağrıda bulunur ve onları Osmanlı topraklarında yaşamaya davet eder. İşte bu çağrı, günümüz Türkiye’sindeki Yahudi nüfusun büyük çoğunluğunun Seferad Yahudisi olma sebebidir aynı zamanda.
Seferadlar’ın, İspanya’da kalarak Hıristiyanlığı benimseyen yakınlarını ziyaret etmeleriyle birlikte Osmanlı kültürü tüm çok katmanlı yapısı ile birlikte İspanya topraklarına taşınmaya başlar. Bu ziyaretler Flamenko’nun zaten renkli olan kültürel yapısının daha da renklenmesini sağlar. İlerleyen dönemlerde özellikle 19. yüzyılla birlikte Güney Amerika ile başlayan ilişkilerle birlikte Flamenko’da latin etikler de görülmeye başlar.
Tüm bu gelişmelere birlikte Flamenko adı altında dans ve söyleyiş biçimlerine göre ayrılan Sevillanas, Rondena, Alegrias, Fandango, Zambra, Farruca.. gibi isimler alan birçok alt dal oluşmaya başlar ki beni en etkileyeni oryantal etkilerin daha baskın olduğu Zambra’dır.
Adeta bir mozaik olan Flamenko kültürünün Klasik Müzik ile etkileşime girmemesi sanırım mümkün olamazdı. Nitekim Romantik Dönem’in İspanyol Bestecisi Isaac Albeniz ile birlikte Flamenko’nun, Klasik Müzikle olan dostluğu başlar. Albeniz’in kült olmuş eseri Asturias, Klasik Müziğin estetizminin Flamenko’nun sert çıkışlarıyla birleşerek bir şiire dönüştüğü harika örneklerden biridir. Öyle ki piyano için bestelenmiş ancak gitarla bütünleşerek günümüze taşınmıştır. Benim en sevdiğim versiyonlarından biri ise Filistin’li Ud Üçlüsü Le Trio Joubran grubunun udla icra ettikleri Leyenda (Asturias, Leyenda olarak da bilinir.) kaydıdır.
Flamenko’nun sözcüklere ya da herhangi bir araca ihtiyaç duymaksızın direkt ve yalın anlatım gücü olduğuna değinmiştim. Doğuşuna dair söylenenler de bu tezi doğrular niteliktedir. Flamenko’nun erken dönem örneklerinde gitarın kullanılmadığı, işçi çingenelerin alkışlarla; ellerindeki çekiçlerle, sopalarla çalışma esnasında birbirlerini motive edebilmek için müzik yaptığı bilinmektedir. Hatta günümüz Flamenko müziğinin icra türlerinden biri olan Martinete hala gitar olmaksızın yalnızca çekiç ve baston vuruşları ile icra edilmektedir.
“İstanbul’da namaz için insanları çağıran müezzin ile Flamenko müzisyeninin arasında çok büyük benzerlik var. İşte bu yüzden şurası veya burası Arap demek zor. Fakat bezeme, sesi kullanma şekli Batılı değil… Aksine daha Doğulu” (Paco Peña)
Yazının ilk satırlarında belirttiğim gibi Flamenko’yu müzik ya da dans sınırları içine sokmaktansa insanların, dinlerin, dillerin, ezgilerin karışımı olan bir kültür mozaiği olarak tarif etmekten yanayım. Varoluşuna dair bunca rivayet mevcutken Flamenko’yu İspanyol’ların, Yahudiler’in, Çingenelerin yahut Araplar’ın ezgisidir diye nitelemek her şeyden önce o kültürün çok renkliliğine ve çok sesliliğine haksızlık olacaktır. Tek bir halkın değil halkların ezgisidir Flamenko. Flamenko üstadı Paco Peña da bu yüzden bir müzikle ezan sesini aynı cümlede kullanma cesaretini gösterebilmiştir. Peña Flamenko’da Arap etkisinin baskın olduğuna inananlardandı. Bir diğer virtüöz ve üstad Paco de Lucia ise Seferadlar’ın Flamenko’da daha etkili olduğuna inanmaktaydı. Ezcümle Flamenko, arayan her farklı insanın kendine ait bir şeyler bulmasını mümkün kılacak kadar zengin bir kültür.