Avatar
Lütfü Şahsuvaroğlu

Çölleşme, milliyetçilik prensibi olamaz

featured

Lütfü Şahsuvaroğlu yazdı…

İsrafil Kumbasar adında bir gazeteci arkadaşımız vardı.

“Gönül bahçelerinin en saf köşelerinde filiz veren bir gonca gül gibidir vatan.

Birileri canını ortaya koyar onun uğruna; maniler, horyatlar, türküler dizer, şiirler, destanlar yazar ardından; incinir korkusu ile dokunmaya dahi kıyamaz.

Ama birileri gelir onu hoyratça tuttuğu gibi ta kökünden koparmaya kalkışır.

Anadolu tarihte eşine benzerine rastlanmamış bir rant erozyonu ile karşı karşıya.”

Sevgili İsrafil Kumbasar artık olmayan köşesinde böyle yazmış bir zamanlar.

“Milliyetçiliğin temeli çevrecilik değil mi?” diye sormuş.

Yazısına “Türk medeniyeti aslında bir su medeniyetidir” diye başlaması da manidar…

“Ormanların talan edilmesi, verimli arazilerin betonlaşmaya açılması, su kaynaklarının kurutulması, doğal yaşam alanlarının yok edilmesi; bu kutsal Anadolu topraklarının adım adım çöl haline getirilmesi karşısında milliyetçilerin söyleyecek sözleri yok mu?” diye haykırmış Kumbasar. Ne vardı yani yazmaya devam etseydi? Geç de olsa burada hakkını teslim etmek gerekir.

Yüzde bin beş yüz haklı.

Milliyetçiliğin sahip çıkması gereken birincil değerlerin başında vatan gelmiyor mu? Vatan kuru bir hamaset aracı mı? Bir söylem, bir lakırdı, bir slogan malzemesi mi?

Vatanı korumak demek çevreyi korumak demek değil mi? Vatanı korumak demek onun su ve toprak kaynaklarının muhafazası ve geliştirilmesi demek değil mi? Vatanı korumak demek üstüne avm’ler, plazalar, twinsler, towerslar yapılırken seyretmek mi demek?

Milliyetçilerin birinci meselesi çevredir.

Bakınız şair Abdurrahim Karakoç ne demiş:

“Sevgi dağ zirvesi, kin dipsiz kuyu

Karıştan kısadır hayatın boyu

Şayet kirletirse toprağı, suyu

Göğsünden vururum kendi gölgemi”

Böylesine duyarlı bir çevreci şiir duydunuz mu daha önce?

Milliyetçilik suyun medeniyetini kavrayış demektir.

Milliyetçilik toprağın sesi olabilmek, toprağın dokusunu idrak demektir.

Milliyetçilik şehir ve çevrenin en estetik münasebeti ve uyumu demektir.

Şehirlerimiz barbarların işgali altında. Tarihi dokusu iğfal edildi şehirlerimizin. Şehir yoksa medeniyet de yok. Medeniyet yoksa milliyetçiliği nerede kalır onun? Milliyetçilik estetik bir yaşam biçimi hazırlamak ve onu anlamak demektir. Onu anlamadan iddiasına sahip olmanın saçmalığı ortada değil mi?

İşte bu yüzden biz Şehir ve Çevre Derneği kurduk. Adı da Altınküre Şehir ve Çevre Derneği… Altınküre Kızılelma demek.

Ülkümüz…

Ülkümüz Aral’ın kurumadığı, vatanın çölleşmediği, su ve toprak kaynaklarının en iyi şekilde muhafazası ve geliştirilmesidir. Ülkümüz vatanın her karış toprağının elbette vatandaşın kanıyla sulanmadan düşmana terkedilmemesi davasının bir rüknüdür ama ondan evvel her karış toprağının erozyonla yitip gitmesini önlemektir. Ülkümüz, Aral’dan Tuna’ya, Nil’den Fırat’a bütün su toplama havzalarının yaşanabilir kılınmasıdır, Ülkümüz şehirlerin huzur iklimi yaşatmasıdır.

Her yıl Kıbrıs büyüklüğünde topraklarımız erozyonla yitip gidiyor. Doğru bir ürün deseni ortaya koyamıyoruz. Üstüne üstlük en verimli arazilerimizi sözde şehirleşme adına rantiyenin önlenemez iştihasına terk ediyoruz.

Milliyetçiliğimiz çevreyi, suyu, toprağı öncellediği için biz de yıllar evvel Su ve Toprak Kaynaklarının Muhafazası ve Geliştirilmesi – Strateji- Yönetim- Eylem Planı’nı yazdık.

Sadece yurt içinde su ve toprak kaynaklarının muhafazası ve geliştirilmesi yetmezdi. O yüzden Su Barışı Türkiye ve Ortadoğu Su Stratejileri’ni masaya yatırdık. Su savaşları tezini yazan Adel Derwish ile John Bullock’un iddialarını çürüttük. Ama şimdi ne yazık ki onlara ilave yeni ajanlarla: David Phillips ve Henri Barkey ile bu iki buçuk savaş stratejisine bir de Kürt sorunu ve o çerçevede Ortadoğu’nun kan deryasına dönmesi sağlandı.

Bütün bunlar olup biterken milliyetçiliğin siyasi merkezi bu konularda hiç ama hiçbir şey söylemedi.

Ne Kürt sorunu için. Ne Ortadoğu için. Ne çevre için. Ne suyumuz için, ne toprağımız için…

İsrafil sonuna kadar haklı…

Milliyetçiliğin birinci umdesi çevreye sahip çıkmak ve üstün çevre stratejileri ve politikaları geliştirebilmektir.

“Can attım gül atamadım

Suları ıslatamadım” diyen bir şairimiz vardı, onun bile davasını anlamadık.

Anadolu, biricik vatan toprağımız… tam bir işgal altında.

Barbarlar, şehirleri bizim şehirlerimiz olmaktan çıkardılar.

Vadilerimiz, su havzalarımız, su toplama havzalarımız bile TOKİ’nin işgali altında.

Şehirdeki “merhaba” kültürünü öldüren bir yığınlaşma var.

İlk ülkücü olduğum gün on beş yaşımdaydım.

Ve büyük bir şehre gelmiştik. Şu şiiri yazmıştım:

“Artık yeter ey koca kent

Ey karman çorman binalar

Ey beynime dikili taşlar

Duvarlar, vitrinler ve lambalar

Neden her intiharın

Her sonu gelmez sevdanın sebebinde siz varsınız

Ve neden açlığın, suzuzluğun ve terin sebebi hep siz

Durdurun bu cinayeti

Bu, gün ortasında işlenen”

Bu şiirim Nurettin Topçu’nun önderlik ettiği Hareket dergisinde yayınlandı sonra.

Su, toprak, şehit, vatan, ülkü şiirlerimizin harcında yatan şey tam da İsrafil Kumbasar’ın işaret etitği çevre bilincinin en yüksek vatan sevdası haline gelmiş biçimi olmalıdır.

Bugün Anadolu toprakları sadece su ve rüzgar erozyonuyla yitip gitmiyor; rant erozyonuyla da talan ediliyor.

Şehirlerden estetik haz ve bilinç kaçmış vaziyette. Şiddet, tedhiş, hadnaşinaslık almış başını gitmiş. Yeni yapılan mabetlerde bile artık temsil ettiği tevazu, merhamet, hürmet, hikmet ve aşkın izleri yok… Rantiyenin mütemmimi olmaktan öte bir niyetle yapılmıyorlar sanki…

Çölleşme bütün veçheleriyle ruhumuzu ve bedenimizi sarmış durumda…

Bugün milliyetçilerin, dava diye savunduklarını sorgulamaya ihtiyaçları var, iktidar heveslisi olmaktan çok evvel bir şehir ve çevre programlarına ihtiyaçları var.

Süleymaniye gibi ecdat yadigârı bir muazzam mabedin önünü betonu dikenlere toplumdan hemen herkes isyan etti.

Son çeyrek asırda İstanbul’un silueti tamamen çirkinleşti. Gökkafesler, beton binalar tarihî dokuya galebe çaldı, Rant ve hadnaşinaslık birleşti ve şehrimiz megakentin küçük bir rüknü hatta en zavallı muhitini oluşturdu. Cami mihverli medeniyet cami mihverli şehirlerimiz avm mihverli megakentlere evrildi.

Ne fark eder kimin bu sürece hizmet ettiği.

Ne yazık ki şehir eminleri şehir yönetmeye layık değillerdi.

“Kör bir şoförün sürdüğü otobüste olmaktan daha tehlikelidir estetik duygudan mahrum bir belediye başkanının yönettiği şehirde yaşamak zorunda kalmak…”

Milliyetçilik çevre ve vatan sevgisinin ihyası demektir. Sadece doğada değil şehrin ortasında da…

Annemizin yüzü şehirlerimizin siluetini bozanlar âdeta namusumuza göz dikmişlerdir.

Çölleşme, milliyetçilik prensibi olamaz

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!