Avatar
Mihriban Ünal

‘Yaşamak şakaya gelmez’

featured

Mihriban Ünal yazdı…

Hava bulutlu, gözlerim kapalı, aklım yitmiş, hüzünle mutluluk martılar gibi çırpınıyor yüreğimde. Ne hüzün ne mutluluk vazgeçiyor bu müzikten. Rüzgârın uğultusu, kuşların sesi, dalların hışırtısı, derenin sakin akışı, toprağın türküsü göç ediyor avuçlarıma değerek masmavi bir kelebeğin kanadında… Zeytinlikte, yurdumdayım!

Sımsıkı sarılıyorum zeytin ağaçlarına, toprağa düşen tanelerini avuçluyorum zeytinlerin, yaprakların kokusunu içime çekiyorum, öpüyorum, bir daha öpüyorum dallarını zeytinin. Kuru daldan yeşerip fışkıran bir zeytin yaprağı haykırıyor şairimden ilhamla ve çığlık çığlığa: “Yaşamak şakaya gelmez!”

O şair ki, adını Yunus’un dizeleri vermiş, aşk vermiş, alnının, kaleminin teri, kanı hep hilekâra karşı akmış!

“Bana kiriş (kalın direk) didiler ışka giriş didiler

Benüm adum ışk virdi ben durmazam kolmaşda (hilekâr, kalleş, hırsız)”

Bizi de Yunus’tan Nazım’a o “aşk” doğurdu, zeytin ağaçları büyüttü ve insan etti de biz, derman olması beklenen yolları, hastaneleri, camileri bile betondan ve demirden, hissiz, soğuk, karanlık, devasa enkazların altında bırakan bu saf kötülüğün ellerine nasıl bıraktık sizi ah?!

Ahınız var, nerelere gidelim, size koştuk, kapınıza geldik, ahınız var, yangınımız, acımız göklere ulaşmış, çığlık çığlığa bir karanlık, kıyamet, biz ettik, siz etmeyin, kucaklayın bizi, iyileştirin, insan edin tekrar, gidecek başka yerimiz yok topraktan, sizden başka! Biz size kıydık da nasıl oturduk o rönesans(!) rezidanslarda ah, ah affedin bizi! Besmele gibi adınızla başlayalım güne, ellerinizi tutup dallarınıza sarılalım, toprağa karışalım, çiçeklerin kalp atışını duyalım, böcekleri rahatsız etmemek için usulca basalım toprağa, insan edin bizi, sallayın kadim beşiğinizde!

Damarlarımızda tomurcuklansın çiçekleriniz, hürriyet gibi, cumhuriyet gibi, bayrak gibi! Yeniden barışalım, baştan başlayalım, kovalım bu Allah’sız kibri, kötülüğü yuvamızdan! Çocuklar gibi koşalım size doğru, pırıl pırıl su gibi akalım, bağımsızlığı anlayalım binlerce yıllık direnişinizden, köklerinizden, yağmurlar yağsın üzerimize, temizlesin, arıtsın bizi.

Sesimizi duyun ne olur! Küstünüz mü, kırgın mısınız bize? Haklı mıydı bir başka şair arkadaşına göre fazla şiirden ölen “cansever” şairimiz: “Hani var ya oldukça yavaş uzanır el ağlayana” derken. Köklerinizi sökerken iş makineleri, dozerler geçerken dallarınızın üzerinden, betonlar dökülürken üzerinize, ağlarken siz çığlık çığlığa karanlık gecelerde yavaş mı uzandı ellerimiz size, geç mi kaldık yaşamak, sevmek için?

Kimleri karşıladınız dünyada, kimleri uğurladınız dünyadan, çok büyüksünüz, tarifsiz güzelsiniz, uçsuz bucaksız maviliğe, sonsuz aydınlığa uzanan dallarınıza teslim olup çekelim cezamızı, insanca pişman olalım, acıyı yaşayabilmenin bile ne büyük nimet olduğunu, bizi yalnızlığın, bizi bencilliğin, hırsın, budalalığın, rantın, şatafatın, altının, sarayların, saltanatların, firavunların öldürdüğünü anlayalım, yanalım, yanalım…

Kendimize gelelim, değerinizi bilelim, vefa ne hatırlayalım da eski medeniyetlerin tozu toprağı altında kalan, uzmanların ne bağ olur ne bahçe ya sabır ya para tüketir dediği Bozkır’da bağımsızlık savaşı verip burayı yemyeşil bir ormana çevirerek başkent yapan ve kuru daldan sulaya sulaya cumhuriyet gibi soylu bir fikri yeşerten Mustafa Kemal Atatürk’ü anlayalım.

Yolumuzun üstünde her gün selamlaşıp konuştuğumuz iğde ağacını göremeyince hüzünlenip ağlamanın, bir yaralı kargayı iyileştirmenin, bu Bozkır ömür tüketir denen yere “Burası vatan toprağıdır ve kaderine terk edilemez!” demenin ve o Bozkır’ı akasyaların, çamların, meşelerin, çınarların, kavakların, çiçeklerin yurdu yapmanın mucizesini kavrayalım.

İşte temeli kültür olan cumhuriyetimiz, aydınlığımız…

Adaletsizlik, beceriksizlik, liyakatsizlik, cahillik, yobazlık, ihmalkarlık ve bunlar gibi ne kadar kötülük varsa hepsini “kader planı” diye yutturmaya çalışan ve yaşamayı şaka zanneden sihirbazların asla anlayamayacağı değerimiz, ekmeğimiz, suyumuz, toprağımız, ölümsüz ağacımız!

Koşup koşup sana geliyoruz, dönüp dolaşıp toprağına yüz sürüyoruz, yüzünü bile görmediğimiz insanlar için ölebilmeyi göze almanın mutluluğuyla ve büyük bir ciddiyetle, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz dallarına sarılarak, yaşamak yanı ağır basıyor yani, yetmişimizde bile avuçlarımızla su taşıyoruz sana, çünkü biliyoruz yaşamak şakaya gelmez, çünkü biliyoruz hiçbir zalim senden uzun yaşamadı ve yaşayamaz!

‘Yaşamak şakaya gelmez’

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 24 Şubat 2023, 03:53

    Sayın Ünal, zeytinliklere, diğer doğa varlıklarımıza yaptıklarımız,
    (bu büyük felaketle organik bağı olan) yıllarca acı çektiriyordu ,şimdi daha da yakıcı oldu.Duygularınızı, duyuyorum, sizi selamlıyorum güzel Vatan’ımızın güzel evladı .

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!