Avatar
Nihat Genç

Pele ya da herkesi çalımlamak

featured

Nihat Genç yazdı…

Adı en çok bilinenler neden futbolcular oluyor!

Pele, Maradona, Messi!

Çocukluğumuzda dilimizden düşmeyen Brezilya’nın ileri üçlüsü!

Didi-Pele-Garrinca!

Garrinca’nın Pele’den dahi büyük futbolcu olduğu hala yazılıp çizilir ve Didi, Türkiye’de Fenerbahçe’yi çalıştırdı!

Çocukluğumda bana takılan lakaplardan biri de Garrinca’ydı!

Aynı yıllarda Trabzon’da NECMİATİ futbol takımının ileri dörtlüsü de şiir gibiydi:

Ela, Çita, Tipa, Atilla!

Evet, ama, modern dünyamız, seyredenlerin-izleyicilerin çoğaldığı oynayanların çok azaldığı bir çağa girdi!

Topu oynayanlar 11 kişi ama milyonlar seyrediyor, golfü, tenisi, voleybolu, oynayanlar az ama, izleyicisi milyonlar!

Siyaset de öyle, az insan ‘yapıyor’ ve milyonlar sadece ‘seyrediyor, izleyici’!

Hatta seks de öyle çok az insan canlı kanlı bir karşı bedenle tanışıyor ama milyonlar sadece hala porno seyrediyor!

Çocukluğumuzu hatırlayalım, okul bahçesi, yüzlerce çocuk teneffüsteyiz!

Ortamıza bir gazoz kapağı atıldığında yüz çocuğun yüzü de birbirine girer gazoz kapağıyla futbol oynamaya başlar!

Bir gazoz kapağının peşinde birbirini ittiren koşuşan yüzlerce çocuk!

Sahanın kalenin kuralın bilinmediği bir kaos anarşi ortamı!

Bu oyun kalabalığına yukardan kuşbakışı baktığınızda kaosun da bir estetiği olduğunu görürsünüz, göklerde dans eden sığırcık sürüsü gibi!

Gazoz kapağı peşine düşmüş yüzlerce çocuk, cıvıl cıvıl, dikkat edin, kimse sürüye uymak istemiyor, aksine, her çocuk sürünün ayağından gazoz kapağını tek başına almak istiyor, oyuna katılan her çocuk tek kişilik cüssesiyle bir ordu çocuğa meydan okuyor!

Henüz hiç biri hayatın sillesini yememiş, çalınmış sorularla hayatları kaymamış, henüz hayal kırıklıkları yaşamamış, henüz hiç biri başarısızlığı hiç tatmamış, bir gazoz kapağının peşinde bir bahçe dolusu çocuk! Henüz hiç biri bilgisayarın sanal oyunlarında sanal askerlerle sıkıntı öldürmeye ve hayatı artık uzaktan ve kenardan izlemeye hiç başlamamış!

Ve ama çocukken oynanan oyunu ‘seyretmeye’ bir kenardan ‘izlemeye’ hiç niyetimiz yoktu hepimizin ortaya atılan topun peşine coşkuyla telaşla kafa göz yara yara tekme tokat boğuşma ölümüne kim kime dum duma bir harala gürele arbedenin içine gönüllü koşardık!

Ve çocukluğumuzda sahalar küçük ama oyuna hevesli çocuk sayısı çok fazlaydı.

Bu yüzden, en zor şey, beşe beş, dörde dört eşleşip bir takım kurabilmekti…

Takıma giremeyenler küserdi ya da beni niye almadınız diye oyunu bozardı, neden o yaşlarda hiç kimse seyirci olmak istemezdi!

Çocukken seyirci olmayı neden kendimize yediremezdik!

Her çocuk oyuna girmek için can atardı ve oyuna girmek için yapmadık mızıklık pislik çakallık oyun bozanlık kalmazdı!

Hatta beşe beş bir takım kurduğumuzda dışarda kalan arkadaşlar, fazladan kaynak yapardı, takımda olmadıkları halde sahaya dalarlardı ve çok girişken çok sokulgandılar ve kural tanımadan kendilerini bir şekilde izinsiz rızasız oyuna sokarlardı!

Bu yüzden olmalı çocukken en zor şey bir ‘takım’ kurmaktı, çünkü oyun dışı kalmayı hiç bir çocuk sindiremez kabul etmez ve oyun dışı kalan arkadaşların küslüğü bir ömür sürerdi!

Arkadaş kavgasının en büyük sebebi: ‘beni oyuna almadınız!’

Şimdi öyle değil, hayat hepimizi seyirci-izleyici yapıverdi!

Şahit oluyoruz yaşadığımız hayata artık kimsecikler beni neden oyuna almadınız diye ağlamıyor küsmüyor hatta bir kenardan sessizce seyretmek hepsinin ve modern çağımızın yeni ‘karakteri’ oluvermiş!

‘Yapan, oynayan’ değil ‘izleyen’ oluverdik!

Ortaokul bahçesindeki gazoz kapağına dönelim, herkes sahaya girince öyle bir kaos-anarşi olurdu ki kim hangi takımda oynuyor belli olmazdı!

Herkes topun peşine düşerdi ama hangi kaleye vuracaklarını bilmezlerdi ya da ‘rakip oyuncular’ da bilinmezdi!

Bu yüzden gazoz kapağı maçında sahaya giren herkes ‘herkesi çalımlamak’ isterdi!

Pele, Garrinca, Maradona, Messi, Neymar, herkesi çalımlayan bu isimlerin modern çağımızda birer ‘ikon’ olmasının sebebi ‘herkesi çalımlamak’ isteyen içimizdeki çocuk olmalı!

Henüz hayatı öğrenmemiş henüz okul kitap okumamış çocukluk bilincimizde herkesi tek tek çalımlayarak geçip gol atan, kimdir?

Ve bu dünyaya bir kez gelmiş herkes-hepimiz en çok da çocukluk günlerinde herkesi çalımlayarak geçmeyi bir çok kez denemiştir! Gücünün becerisinin iradesinin alanlarını ve sınırlarını zorlamıştır!

Gazoz kapağı oyununa tekrar dönelim, rakiplerini dahi bilmiyorsun yani sahadaki herkes senin ‘rakibin’ ve herkesi çalımlamak zorundasın ya da herkesi peşine takmak ve topu geçireceğin bir ‘kale’ dahi yok! Neyin peşindesin? Bilen var mı?

Herkesi çalımlayarak geçemeyeceğimizi anladığımızda mı ‘kurallar’ koymaya başlarız!

Önce elimize topu alır sonra kaleyi kurar ve sonra eşleşiriz!

Ve sizi geçemeyeceğini anlayan çocuk belinize sarılır ya da tekme atar ve hatta topu bırakıp sizi güreş gibi yere yıkmak ister ya da çokça şahit oldum ayağıyla kazanamayınca bir hırsla kuralı çiğneyip topu eline alıp topu kaleye doğru koşar ve oyunun ciddiyeti bozulur!

Şu mu öğretildi bize eşitçe ve özgürce bir oyun için ‘kural’ şarttır!

Kural ve özgürlük birbirine hiç yakışmasa da birbirini tamamlar!

Ve ruhumuzu en çok yoran şey, kuralların ihlali, isyan ederiz!

Mesela, haksız verilmiş penaltı, enerjimizi henüz hiç terlemeden yorulmadan bitiriverir!

Bizler sınırsız fırsat ve seçeneğin sunulduğunu sandığımız Cumhuriyet okullarında okuduk!

Ancak, maçı kazananlar hep, ağanın paşanın torpillinin burjuvanın çocukları oluverdi!

Bu sonsuz seçenek ve fırsatları ne kurallı ne kuralsız ne yasalara uyarak ne nara atarak hiç yaşayamadık!

Ancak hatırlayın ve asla unutmayın, takıma giremesek de top ayağımıza hiç gelmese de, top ya da gazoz kapağı peşinde koşmaktan itiraf edelim hiç yorulmadık!

Bu demokrasimiz için çok acı bir itiraf, topu ele geçirmenin artık hiç bir kuralı yasası yok!

Ve ama buna rağmen hepimizin içinde en iyi çalımı ben atarım bir özgüveni olurdu bazen kendimizde top oynama ustalığımıza şaşırıverdik!

Hayatı yaşanılır ve mümkün kılan ben de bu topu iyi oynarım özgüveni!

Ve az da olsa bir kaçımız top peşinde bir kişilik (kahramanca bir özgünlük, bir isim) edindik!

Ama çoğumuz herkesi çalımlayabileceğimize inanmayıp çok erkenden ‘yorgun’ düşüp sessiz izleyicilere dönüşüverdi!

Hatta bomboş sahalar olsa bile kimsenin oynamaya hali yok!

Ve hepimiz dehşetli sıkıntılı takıntılı bir sıkıntıyı tedavi etmek için sahici insanların olmadığı sanal oyunlara gömüldük!

Mağlubiyet acılar ve hüsranlar yaşayıp yaş ilerledikçe herkesi çalımlayabileceğimize inancımız artık hiç kalmamış!

Ve ne çok arkadaşın topu maçı bırakıp Ege’nin köylerine yerleşip maçı ve olup bitenleri çok uzaktan izleyen romantik ve alaycı seyirciler oluverdiğini gördük!

Canıyla kanıyla tekme tokat kafa göz top oynayanlara uzaktan dalga geçerek izlemek bu kadar kolay mı? Bu hayatta öfkemiz ve kızgınlığımızla alay etmeyi hak edecek ne yaptılar? Hayatın imkansızlıkları bir çöp gibi onları bir kenara süpürmüş ve onlar bizi Don Kişotlukla yargılama hakkını kendilerinde görüyorlar!

İşte iktidar ve muhalefet ve medya bir ‘siyasi saha’ kurmuşlar, içlerinde tek bir Cumhuriyetçi yok!

Sağcı-solcu fark etmez bizim çocuklardan hiç kimseyi de oyuna kasıtla almamışlar!

Takıma alınanlar içinde, hepimizin eşitliği ve kardeşliğine inanmış, toprak bütünlüğüne bağlı, mezhepçilik etnik ayrımcılık yapmadan herkese kardeşçe sarılmak ve bölüştürmek isteyen içlerinde tek kişi yok!

Oysa ayağımıza bir gazoz kapağı geldiğinde hepimiz dinden ırktan mezhepten yoksuldan zenginden aşkın daha öte aynı insan oluruz!

Ama değil, bu topraklarda bir vatanseverin bir cumhuriyetçinin ayağına değil bir top, bir gazoz kapağı dahi vermiyorlar! Oynadıkları oyuna sahaya tek birimizi hiç sokmuyorlar! Ağalar paşalar müteahhitler elçilikler ajanlar mezhepçiler İslamcılar foncular ve liberaller, mezhepler tarikatlar, topu hep, kendi aralarında tek başlarına oynuyorlar!

Milli egemenliğin sahiplerinin oyuna alınmayışı hiç mi ağrımıza gitmez!

Kimse ayağımıza top vermese de Veryansın TV’de beş-on genç adam, dünyanın en büyük altın şirketlerine karşı ortalığı ayağa kaldırdık! Paramount Otelle meşhur narko siyasetin üstüne gidip mermi yedik. Herkes tırsıp korkarken Montrö’yü savunan Amiraller metnini yayınladık! Ve açılımcı ve bölücü Altı Masa’yı ve başta İyi Parti’nin arkasındaki karanlık yapıyı ifşa ettik! Ve kimse topu vermese de sarıklı amiralden tecavüzcü tarikatlara ve kediciklere kadar nara atıp üstüne yürüdük! Ve sağcı solcu, bizden sizden diye taraf ve bizim adam demeden kirli şaibeli kim varsa işte gördünüz Hablemitoğlu cinayeti arkasındaki derin yapıyı bayrak çekip meydan okuyarak hepsini deşifre ettik!

Yüzlerce kez mahkemeye verildik sansürlendik tehdit edildik ve halen bu toprakların en kesif ambargosu altında yayınlarımızı sürdürüyoruz ve ama izleyici ve seyirci olmadık!

İşte gördünüz Atatürkçüyüm diyenleri, Suriye’de Müslümanları birbirine kırdıran Davutoğlu’nun dahi Susurluk’un derin kanlı karanlık kraliçelerini dahi, Hablemitoğlu’nun arkasındaki iş ortaklarını dahi savunanların peşinden selin taşıdığı çöpler gibi sürükleniyorlar!

Koskoca aydınlar gazeteler sel sularına kapılmış bir yaygarayla inşa edilmiş bir algıya kurban edilmiş felakete doğru gidiyor elçiliklerin kurduğu ‘takımları’ alkışlayıp tribünden kahraman diye yırtınırcasına alkışlıyorlar! Koskoca aydınlar gazeteler başkalarının kurduğu takımı tribünde tempo tutup İzmir marşları söylüyorlar!

Yani kardeşlerim, gelmekte olan felaketin önlenemezliği karşısında herkes çaresizliğe boyun eğip izleyici seyirci oluvermiş!

Hatırlayın, çocukluğumuzda oynadığımız bir oyun daha vardı, imece gibi bir oyundu, gönüllü oynardık, yağmurlar yağıp sokakları sular seller bastığında…

Bayır, dik sokaktan aşağı kirli sel suları her şeyi önüne katıp şehri istila etmeye başladığında!

Bir kaç çocuk, sokağa fırlar, sel sularının önüne çamurla set kurardık!

Çok hızlı akan sel suları çamurdan setlerimizi delik deşik yapıp yıkardı!

Ve ama yılmaz yorulmaz geri adım atmaz, tekrar çamurdan baraj yapardık, bir daha bir daha, bir daha!

Ve inadımızın coşkusuyla film başlar, annesinin kucağında camdan bakan hiç bir çocuk çamurdan setlerimizin habire yıkılmasına dayanamaz ve koşup yanımıza gelir! Neşemize telaşımıza ortak olur! Hepimiz tepeden tırnağa sırılsıklam ve yalınayak, sel sularını durdurmak için bir mahalleli çocuk çığlık çığlığa!

İmdadımıza koşup yardıma gelen çocuklar habire yıkılan çamurdan setlerimizin yanına önüne yine yıkılacaklarını bildikleri halde bir daha bir daha çamurlar setler neden yapardı!

Suların çamurdan duvarımızı yıkacağını bile bile o küçük setleri neden kurarız!

Çünkü içimizde sel sularıyla baş edebileceğimize dair bir neşe vardı!

Neşemiz sel sularından daha kabarık daha yüksekti!

Sel suları çamurdan setlerimizi yıkıyor evet ama neşemizi asla!

Yoksa, sel sularıyla yıkılan çamur setlerini görmek çok mu eğlenceliydi!

Yoksa su ve çamur, bu iki büyük mucize, oyun ve eğlence ve coşkulu çığlıklar atmak ve telaş içinde kendimizi kaybetmek için mükemmel bir fırsat mı? Oyuna meşgaleye katılıp iç sıkıntımızı unutmak?

Çamurdan duvar kale baraj bariyer inşa etmek, yani direniş yani set çekmek, yani karşı bir cephe kazmak, yani mahallenin bütün çocuklarını oyuna katmak, inanılmaz zevkli bir oyun!

Ve milyonlarca çocuk içinde kendin gibi asla yenilmeyeceğine inanan arkadaşlar bulmak ve herkesi tek başına çalımlayıp geçebileceğine inanmış çocuklarla tanışmak, işte, oyun, bu çocuklarla ustalık ve estetik ve sanat ve doyumsuz sonsuz bir zevk kazanıyor!

Ne yani, sel sularına teslim mi olacağız!

Ne yani, seller sular her şeyi delecek her şeyi mahvedecek ve değme aydınlarınız bile o sel suları içinde çer çöp gibi sürüklenecek ve biz ‘çaresizlik’ ‘bir şey yapamama’ ve sıkıntı içinde camdan mı seyredeceğiz?

Dağdan dereden inen sular bulanık akmaya başladı sel geliyor ve herkes ya selden kaçıyor ya felaketi uzaktan korunaklı bir izleyicisi oluveriyor!

Ya da ekmeğimden olurum diyor, ya da beni çağırmadılar diyor, ya da annem babam sevgilim izin vermedi diyor, ya da beni zaten oyuna almadılar bahanesiyle yakınıyor ya da bana görev vermediler ki diyor…

Oysa topun bir gazoz kapağı peşinde koşan çocukluğumuz, hepimize oyuna girmek için kimseden talimat izin alınmayacağını öğretti!

Benim toprağımda benim arazimde beni oyuna almayanın alnını karışlarım, kale direklerini parçalar, topunu patlatır, başkalarının kurduğu takım oyuncularının kaşını gözünü morartırım!

Oyunu kuranların holdingleri milyar dolarları arkalarında Amerika İngiltere ve müteahhitleri ve kandırılmış ve satın alınmış milyonları var, ve ben bunlardan korkacağım!

Ve her defasında yenilgi hezimet hayal kırıklığı ve her defasında yaşanan depresyon travma ve kabuk bağlamayan yaralar ve asla soğuyup unutulmayan ıstıraplar size seyirci-izleyici sessiz kalmak için yeterince bahaneler oluşturur!

Ne kadar çok travmamız olursa olsun, insan çocukluğunda bir kez herkesi tek başına çalımlayacağına, inanmışsa….

Bir avuç çamur ya da bir gazoz kapağıyla, rakip kim, kale neresi, bu kaos ve anarşi ortamında,  sahadaki herkesi ekarte sürklase edip eleyeceğine inanmış benim soylu kardeşlerim!

Yaratılışımızdaki o hayata tam ortasından katılmak isteyen o iradeyi kimse elimizden alamaz!

Kimse bizi dövüp kovup dışlayıp çaresizlik öğretip can sıkıntısından bunalmış oyun dışı seyirciler haline getiremez!

Bedenimiz canlı ve yaşıyor, insanlığın ve ülkemizin konuşan gören bağıran heyecanlanan ağlayan öfkelenen ve sarılan ve onur ve kişiliği en yüksek insanlık değeri kabul etmiş bu toprakların asli çocuklarıyız!

O gazoz kapağını kovalayan içimizdeki o muazzam büyü!

O tüm tarihlerin ve hayatımızın en büyük oyunu!

Herkesi ve her felaketi tek tek çalımlayarak geçeceğine inanmış o çocuk, içimizde!

Bizim çocuklar, iradesine egemenliğine inanmış Cumhuriyet’in çocukları!

Yeni yılda da durmadan bıkmadan yorulmadan kimseden izin almadan sel sularının önüne bu sütunda minik avuçlarımızla tadına telaşına doyum olmayan dolu dizgin heyecanlarla daha nice çamurdan setler kuracağız!

Oyun dışı seyirci kalmış, içindeki çocuğu yani insanı kendi can sıkıntısıyla öldürmüş ve başkalarını alkışlayan çocuklarla, takım kurulmaz sahaya çıkılmaz!

Pele ya da herkesi çalımlamak

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 Yorum

  1. 1 Ocak 2023, 18:40

    Veryansın olmasa yanar gönüller,kaybolur ümitler…

  2. No koyun; yes oyun!
    No pasaran!

  3. İşte bu yüzden VERYANSINTV
    İyi ki varsınız, hep olun…

  4. Çok iyiydi be abi..

  5. “bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
    bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik”

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!