Avatar
Şahin Filiz

Nasıl bir Diyanet olmalı?

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı...

featured

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin diğer kurumları gibi Diyanet İşleri Başkanlığı da laik ve özerk bir kurumdur. Kuruluş amacı ve görev, yetki ve çalışma alanı tanımı, 429 Sayıl kanunla belirlenmiş olmasına rağmen, bazı dönemlerde bu amaç ve görev tanımının sınırları dışına çıkıldığı ya da bu sınırlar içindeki bir takım yükümlülüklerin ihmal edildiği görülmektedir. Bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı, görev ve sorumluluk alanının dışına çıkarak Anayasada belirtilen sorumluluklarını ihlal eden açıklamalarda bulunmakta; bunun yanı sıra, asıl görevlerini yapmamaktadır. Başka bir deyişle Diyanet, laikliği ihlal eden davranış ve açıklamalarla sorumluluk alanının dışına çıkarken, Türkiye’de yüzlerce tarikat ve cemaatlere, illegal medrese ve din okullarına karşı yetkilerini kullanarak bunlara yaptırımlar uygulanması için gerekli girişimlerde bulunmamaktadır. Böylece iki şekilde görevini ihmalde bulunmakta ve anayasal suç işlemektedir.

Eleştirilerin hedefi olmasını, yaptıkları ve yapmadıkları olmak üzere iki nedene dayandırabiliriz:

Şeyhülislamlık makamı ile benzerlik kuranlar, Şeyhülislam’ın daha Osmanlı döneminde II. Meşrutiyet ile birlikte kabineden çıkarıldığını hatırlamak zorundadırlar. Laiklik 5 Şubat 1937’de Anayasaya girmiş olsa da fiilen Osmanlı döneminde II. Mahmut’un icraatlarıyla fiilen uygulamaya başlamıştır. Hatta Türk tarihinde İslam-devlet ilişkileri fiilen 1055’de Büyük Selçuklu devleti Sultan Tuğrul Bey ile zayıflamış Abbasi devleti Kaim biemrillah arasındaki görev bölüşümüyle birbirinden ayrılmış; Kaim din işlerini yürüten halife, Tuğrul Bey de devlet işlerini yürüten devlet reisi olarak din ile devleti birbirinden ayırmışlardır. Devletin din ile değil, seküler siyasi yöntemlerle, yasalarla yönetileceği gerçeğini, dini devletten arındırarak uygulamaya koymuşlardır. Öyleyse Atatürk Cumhuriyeti laikliğinin Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılardan gelen çok uzun bir tarihsel, kültürel ve siyasal kökü, geleneği vardır. 3 Mart 1924’de Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak, 429  sayılı kanunla başvekalete bağlı olarak kurulan Diyanet İşleri Reisliği (başkanlığı);

İslam dininin inançlarını, ibadetlerini ve ahlaki konularla ilgili işleri yürütmek, bu yolda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek gibi anayasal görevleri yerine getirmekle yükümlüdür.

Diyanet bu anayasal çerçeve dışına çıkamaz. Din alanı dışında herhangi bir konuda fikir, yorum, görüş belirtme özgürlüğüne sahipse de bunları siyasal ve toplumsal bir zorunluluğa dönüştürecek beyanatlarda ve icraatlarda bulunamaz.

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, siyasiler tarafından sosyal medyaya kısıtlama getirilmesi tartışmalarına katılarak, sanki yapılacak herhangi bir siyasi icraatın dinen meşruluğunu vaz ederek haberleşme ve iletişim özgürlüğüne ilişkin düzenlemelerin dini süzgeçten geçirilerek uygulamaya konulmasını önermektedir. Bu, laikliği yok sayarak dinin devlet ve siyaset işlerine doğrudan müdahalesi etmeye kalkmanın yanında, en büyük devlet bütçesine sahip olmakla yetinmeyip vatandaşlardan da maddi destek gören Diyanet’in yine bu gücü vatandaşların özgürlüğü aleyhine kullanmaya girişmesi anlamına gelmektedir. Görev tanımında sosyal medyaya ilişkin düzenlemeleri deruhte eder diye bir vazifesi yoktur. En yüksek protokollere toplu dua yaptırmak, nezaret etmek ve tek yanlı dini söylemlerle, laik kurumları etkilemek söz konusu olmamalıdır.

Çünkü devlet yönetimi; yasama, yargı ve yürütme ne tarihte ne de bundan sonra herhangi bir dinin duasıyla icra edilecek dini işler değildir. İstismar kapılarını sonuna kadar açabilecek bir yanlışlıktır, hatadır.

Rifat Börekçi gibi, Kurtuluş Savaşı’na ve Kuvayı Milliye’ye destek veren onlarca  örnek din adamı varken, Ali Erbaş, “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen Kadir Mısıroğlu’nu, İskilipli Atıf Hoca’yı ve Fetö’nün hocası Said-i Nursi’yi  Türk halkına gerçek din bilginleri imiş gibi göstermekten geri durmuyor. Bu davranış, sayesinde makam sahibi olduğu Cumhuriyet’e, ülkenin bağımsızlığına, birlik ve beraberliğine aykırıdır. Laikliği karşınıza aldığınızda bütün olarak Cumhuriyeti, kuruluş ilkelerini ve Türk milletini karşınıza alıyorsunuz demektir.

Bu ısrarlı yanlış tutum sonuçta İslam dininin Anadolu topraklarından sürüp çıkarılmasına yol açacaktır.

“Gençlere kulluk unutturuluyor” diyerek binlerce yıldır kulluğa, köleliğe ve esarete boyun eğmemiş bu milletin gençlerini din adına kulluğa çağırmaktadır. Kulluk Allah ile kişi arasındadır. Kimse Allah adına kulluğa çağıramaz. Diyanet reisi de olsa İslam hiçbir Allah kuluna, Allah adına kulluğa çağırma imtiyazı vermez.

“Din ile devleti organik olarak birbirine karıştıracak beyan ve tutumlarının bir başka örneği de, “eleştirenler, dinin Allah ile kul arasında kalmasını istiyorlar” diyerek yalnız laikliğe değil, İslam dininin doğasına da taban taban aykırı bir serzenişte bulunuyor olmasıdır. Din doğal olarak Allah ile kul arasındadır. Kul, erdem ve adalette, takva ve dürüstlükte “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak” ile yükümlüdür. Bu yüzden İslam’a göre gerçek kişiler Allah katında sorumludur. Tüzel kişiler yani kurumlar gerçek kişi olmadığı için dinin kurumlarla Allah arasında olmasını istemek, kulun Allah’a siyasal ve idari bir mevki vaat etmesinden farksızdır. İşte bu laikliğe kökten aykırıdır. İslam mantığı içinde de hiçbir açıklaması yoktur. Çünkü şirktir.

Türk insanını gerçek, sahih ve güvenilir din bilgisiyle değil, günlük siyasetin yüzeysel dalgalanmalarına göre konuşma yapmamalıdır.

Cemaat ve tarikatlara doğrudan veya dolaylı olarak destek vermemelidir.

Genellikle ülkemiz sathına gittikçe yayılan illegal medreselere ve gayrı meşru din eğitim kurumlarına karşı denetleme ve yaptırım yoluna gitmeli; sonuçta bu yasa dışı oluşumların kapatılmasını sağlamalıdır.

Din eğitimi ve öğretimi yetkisi tamamen Diyanet’e ait olmasına rağmen bu yetkiyi, korsan dini kuruluşlara devretmediğini  somut icraatıyla göstermelidir.

Dinsel bilgi kirliliğine karşı ağırlığını koymalı; aslı astarı olmayan korsan din vaazlarına ve fetvalara karşı anında düzeltmeler yapacak şekilde Din İşleri Yüksek Kurulu’nu daha aktif hale getirmelidir.

Kalıcı dini söylemleri geçici siyasal angajmanlara göre eğip bükmemeli, saptırmamalıdır.

Yaptıkları ve yapmadıklarına baktığımızda Diyanet, mevcut icraatları ve söylemleriyle İslam dinine büyük zararlar vermekte; Türk halkı nezdinde dinin masumiyetini ve meşruiyetini hırpalamaktadır. İnsanların deizme veya ateizme rağbet ettiklerini sosyolojik ve teolojik bilimsel çalışmalarla analiz etmeli, kendi içi muhasebesini yapmalıdır.

Diyanet’in varlığı ya da yokluğu ayrı bir tartışmanın konusudur. Uzun bir analize ihtiyaç var. Konumuz Diyanet’in mevcut durumu ve icraatları olduğundan bu noktaya odaklanalım.

Şu anki haliyle İslam dini, Diyanet’in resmiyetten aldığı maddi ve manevi devasa gücüyle, cemaat-tarikat ve radikal dinci gruplardan oluşan yasadışı, kayıt dışı kuruluşların linçine uğramaktadır. İslam dini linç edilmektedir. Başkan Erbaş, Türk gençleri arasında ateizmin ve deizmin hızla yayıldığından şikayet edip dövüneceğine “ben Diyanet olarak ne yaptım ya da ne yapmadım da bu sonuçla karşılaştık” diye nefis muhasebesi yapmalıdır.

Evet, İslam dini Diyanet’in adeta himayesinde  cemaatlere, tarikatlara ve radikal bölücü, etnik ırkçı yasadışı dinci gruplara linç ettirilmektedir. Oysa tam da yükümlü olduğu görevi ihmalinin doğal donucudur bunlar.

Başkan ve ekibi değiştirilir, saydığımız hataları yapmayacak başka bir ekip gelirse, Diyanet’e ne kadar ihtiyacımız olduğunu daha iyi anlayacağız. Başkana küsüp kurumu yok etmek, çözüm değildir. Cemaat ve tarikatlara meydanı bırakılamaz.

Erbaş yönetimindeki Diyanet’in radikal dinci gruplara karşı yeterince bilgilendirme, aydınlatma ve itiraz davranışı sergilemediğini biliyoruz, yaşıyoruz.

Diyanet kurum olarak, hem inanç ve ibadet olarak hurafelere karşı İslam’ı doğru bir şekilde öğretmeli hem de bu hurafe ve bölücülüğü toplum katmanlarına yayan cemaat ve tarikatlara karşı mücadele etmelidir. Kuruluş amacı budur. Ama bu amaçtan sapan bir Diyanet’in şu an için varlığı ve yokluğu denk olduğuna göre, “Diyanet’in olmadığı bir Türkiye’de neler yaşanabilir” sorusunun cevabı, başından beri işaret ettiğim sorunlardır. Yani Diyanet’in diyanetlikten çıkması ile kaldırılması arasında hiçbir farkın olmadığını son zamanlarda yaşayarak görüyoruz.

Bu vahim durum, bir yandan Diyanet kaldırılsın diyenleri, diğer yandan da cemaat ve tarikatları aynı noktada buluşturuyor. Kurum kendisini bu sıkışmışlıktan kurtarmalı; anayasal görevlerine daha titiz bir özen göstermelidir.Aksi takdirde,  Türk milleti’nin büyük çoğunluğu denetimsiz cehaletin en büyük mağduru olacaktır.

Hurafeleri, batıl dinsel inanışları, pörsümüş, köhnemiş fetvaları, içi geçmiş fıkhi hükümleri, erenler evliyalar masallarını İslam imiş gibi anlatarak halkı yanlış bilgilendirmek ve bunlarla avutmak, en önemli ahlak ilkelerini görmezden gelmeyi kolaylaştırmaktadır. Saydığımız kötülüklerle mücadele edebilecek bir Diyanet, kuruluşundaki laik ve özerk gücüne dayanmak zorundadır. Sultan sofrasında oturan bir Diyanet, sultanı hiçbir konuda uyaramaz. İslam’ın ahlaki erdemleri, devlet ile bütünleşmiş bir din anlayışında barınamaz. Oysa laik ve özerk bir kurum olmak, Diyanet-devlet ilişkilerinde makul, meşru ve olması gereken bir mesafeyi zorunlu kılar. Bu hem laiklik ilkesini aşındırmaz, hem de İslam’ın ahlaki gücünün yöneticilere ve halka daha etkin bir şekilde göstermesini mümkün kılar. Çünkü dinin gücü, ahlaksal içeriğindedir. Yoksa fıkhi yaptırımlarında değil.

Siyasallaşan din, siyasilerin emrine girer; siyasallaşan bir din adamı, dini Allah ile kul arasından çıkarır, kul ile kul arasına sıkıştırır. Allah’ın ahlakıyla değil, siyasinin ahlakıyla yetinir. Oysa siyaset ahlaka değil, ahlak siyasete yön vermelidir.

Din, eğer tüm Türk halkına din hizmeti vermekten sorumlu bir Diyanet eliyle siyasallaşıyorsa, değişen siyasetlere göre değişen bir din doğar. Böyle bir din anlayışı ise birleştirici değil, ayrıştırıcıdır. İslam için şu ya da bu parti değil, ahlak, adalet ve insanlık esastır. İnsanları bu genel ilkeler etrafında  birleştirebilirsiniz.

Diyanet’in asli vazifelerini yukarıda saymıştık. Görevi, devletin emrine giren veya dinin emrine giren bir devlet kurmanın yollarını aramakla meşgul olmak değildir. Din, ne emir altına girer, ne de resmi olarak emri altına alır. Afganistan, Arabistan  Irak, parçalanmış Suriye ve benzeri pek çok yerde din ya siyasetin, ya da siyaset dinin emrindedir. Sonuç mu? Her anlamda yıkımdır. Atatürk bunun için laikliğe özellikle vurguda bulunmuştur.

Diyanet, Türkiye’de İslam’ın içinde çeşitli mezheplerin ve İslam’ın dışında az da olsa çeşitli dinlerin arasında yepyeni bir vizyonla birleştirici, uzlaştırıcı ve köprü olmak zorundadır.

Bütün hükümetlere ve siyasilere karşı kesinlikle eşit, özgür ve özerk bir mesafede olmalıdır. Yoksa özgürlüğünü, eşitliğini ve özerkliğini kaybeder. Dini kendi eliyle elden çıkarırsa kendisi de elden çıkar.

Öncelikle siyasiler Diyanet’in amacına ve kuruluş ilkelerine aykırı bir yola girmesine neden olmaktan kaçınmalıdır. Çünkü bu kurumu siyasi rakiplere karşı yönlendirirseniz, her gelen hükümet aynı kısır döngüyü tekrarlayacaktır. Din ile oynamak her açıdan bir felakettir.

Diyanet  kuruluşundan beri kurum olarak elbette çok yararlı işlere imza atmıştır. Ancak Reis Erbaş ve ekibi, bu yararlı işleri bir makam, bütçe ve zenginlik gösterisine dönüştürmüştür. Bunca bütçe ve zenginlikle yapılan ve yapılmayanlar bu ise, Diyanet İşleri Başkanlığı kapasitesinin ve tabii ki amacının çok ötesinde bir yerde bulunuyor demektir.

Halka yoksulluğu din diye anlatıp göz kamaştırıcı bütçe ile lüks içinde yaşamı izah edemezsiniz. Allah’ı bile zenginlerin ve yoksulların Allah’ı gibi ikiye ayırırsınız.

Diyanet nasıl olmalıdır?

Hem İslam’ın içindeki farklı mezhepler hem de İslam’ın dışındaki diğer dinlerin inanç, ibadet ve ahlakta ortalamasını temsil etmelidir. İnanç ve ilke bakımından çok büyük farklar yoktur. Yeter ki bunları devlet, kamu ve siyasi hedefler için  uygulamaya kalkmasın.

Merkez ve taşra teşkilatlarındaki eğitim-öğretim kurumlarında en son bilimsel gelişmeleri (örn. Yapay Zeka, Makine Öğrenimi vb) içeren derslerle, felsefe, sosyoloji, psikoloji, İnkılap Tarihi, Türk Tarihi gibi derslerin konulması zorunludur. Hatta din adamlarıyla birlikte anıldığına üzüntü ile tanık olduğumuz cinsel istismarları önlemek için bilimsel cinsellik dersleri konulmalıdır. Bu dersleri örneğin jinekologlar, ürologlar gibi uzmanlar vermelidir.

Asırlık fıkhi hükümler ve fetvalar ayıklanmalı, Diyanet’in Din İşleri Yüksek Kurulu çağa, bilimsel gelişmelere ve toplumsal değişmelere ayak uydurarak yeni fetvalar üretmelidir. Mezhep yobazlığı terk edilmelidir. Sünnilik ve Alevilik, artık büyük ölçüde arkeolojik bir kalıntıdan farksız hale gelmiştir. Hiçbir biri dinamik bir İslam için yararlı değildir. Ayak bağıdır. Çünkü İslam, mezhepsizdir.

Belli bir mezhebe göre değil, yaşanılan çağın gereklerine göre tefsir, kelam ve İslam felsefesi oluşturulmalıdır. Diyanet’e bunu İsam aracılığıyla pekâlâ yapabilir.

Her Müslüman ülke kendi kültürel kodlarına göre bir İslam anlayış geliştirmiştir. Bu İslam dininin zenginliğidir. Diyanet de Anadolu Türk İslam anlayışının öncüleri olan başta Atatürk olmak üzere, Ahmet Yesevi, Yunus Emre,  Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Seyyit Nesimi gibi evrensel, hümanist değerlerle İslam ahlakını bütünleştiren Türk büyüklerinin din felsefesine eğilmelidir. Halka ve gençlere bu geleneği öğretmelidir.

Makam, bütçe ve israf saltanatına son verilmeli; görev ve çalışma alanları çerçevesinde makul bir bütçe oluşturulmalıdır. Bunun için de görev tanımı  çağdaş gereksinimlere göre yeniden güncellenmelidir.

Diyanet bir şeyhülislamlık makamı ya da Vatikan tarzı bir papalık değildir. Cumhuriyet’in anayasal kurumları ile mevcut anayasal çerçeve içinde resmi ilişkilerini tanzim etmelidir.

Kurcusuna saygılı olmalı, ona olan minnet ve şükranını kurumsal düzeyde tutmalıdır. Bütün teşkilatlarında Atatürk ilke ve devrimlerini öğretmelidir ki, o olmasaydı biz de olmazdık düşüncesini gençlere öğretmelidir.

İslam’da açıkça ve kesin olarak haram kılınmış uyuşturucu, hırsızlık, yolsuzluk, adaletsizlik, liyakatsizlik ve teröre karşı tavrını koymalıdır. Bu tavrı devlete ve laikliğe karşı değil, haram ve cürümlere karşı göstermelidir.

Hiçbir cemaat, tarikat ya da radikal dinci yapılanmalara fırsat vermemeli; yetkisini onlarla bölüşmemelidir. Vakıf, dernek adı altında açılan Cemaatlere ve tarikatlara bağlı tüm yatılı-yatısız Kur’an kursları kapatılmalı; Diyanet zaten deruhte ettiği bu faaliyetleri de tamamen kendi yetkisi dahilinde olduğunu resmen göstermelidir.

Eğer Diyanet, Sünnilik ya da başka bir İslam anlayışını kamusal dini bir politika olarak benimseyip savunmaktan vazgeçer; tüm mezheplerin bir ortalaması olmayı başarırsa, hiçbir grup neden temsil edilmiyorum diye sorma ihtiyacı duymayacaktır.

Nasıl bir Diyanet olmalı?

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

4 Yorum

  1. Şahin hocam yüreğinize sağlık. Muhteşem bir yazı

  2. 17 Ekim 2022, 19:46

    Şahin Filiz’e ve diyanetten kaynaklı aksaklıların tümüne birden yanıt: “Diyanet olmamalı, din adamları maaş ve sosyal hak almamalı, din adamının toplum üzerinde hiç bir vesayet hak ve yetkisi de asla olamamalıdır!!!

  3. 17 Ekim 2022, 11:14

    İşin özü “Sultan sofrasında oturan diyanet, sultanı hiç bir konuda uyaramaz.
    Çok güzel yalın bir dille bizleri aydınlatmışsınız. Tab anlayana ya da anlsmsk isteyene. Aynı düşüncedeyim. Kaleminize sağlık.
    Fikir beyan etmek suç oldu sanırım artık.

  4. Camide,sokakta,çarşıda ,pazarda nerde olsa sürekli para isteyen tüketen bi kurum. Hayatımda şimdiye kadar 3 kuruşluk bi hayırlarını görmedim. Barış da savaşda sürekli isteyen kurum

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!