“Türk dilin Tanrı buyurdı Cebrail
Türk dilince sölegil dur git digil
Türk dilince Cebrail”hey dur”didi
Durı gel uçmagın terkin ur didi.”
Abdal Musa’nın en yakın yol arkadaşı, müridi, dervişi Kaygusuz Abdal hakkında incelemelerde bulunacağız. Kaygusuz Abdal, Abdal Musa’nın türbesinde ilk başta yazıt olmadan yer alan bir mekanda bulunmaktadır. Kaygusuz Abdal Alanya’dan Tekke köyüne gelmiştir. Alaiye Beyi’nin oğludur. Çok zengin, her türlü olanağa sahip, hiçbir şekilde hayat kaygısı duymayan bir insandır. Ama bütün bu zenginlikleri burakıp Elmalı Tekke köyüne gelmiş ve Abdal Musa’ya bağlanmıştır ve yakın zaman içerisinde onun müridi olmuştur. 40 yıl Tekke’de Abdal Musa’ya hizmet ediyor. Bu büyük bir fedakarlık olarak görülmelidir.
Kaygusuz Abdal’ın eserlerinin hemen hemen hepsi günümüze kadar ulaşmıştır. Bu sebepten Kaygusuz Abdal ile ilgili geniş bir bilgiye sahibiz. Dilgüşa, Dolapname, Sarayname gibi önemli bazı eserlerini Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlamıştır. Bugün Türkçeye çevrilmiş ve dipnotlar eklenmiştir. Bütün bu kaynaklardan yararlanarak Kaygusuz Abdal’ın felsefesini bilmek mümkündür. 15 bin şiiri ve 12 eseri vardır. Bu şiirler Abdal Musa’dan etkilendiğinin, o aydınlanma düşüncesinin bir göstergesidir. Pek çok Nasihatnamesi vardır. Bunlar özellikle felsefi açıdan ve dini yorumlama bakımından ayrı ayrı incelenirse çok daha yararlı olacaktır. Kaygusuz Abdal kendi döneminin bütün bilim alanlarında yetişmiş, iyi eğitim görmüş, eğitim öğretimin bütün aşamalarında gerekli donanımları sağlamış büyük bir Türk filozofudur.
Eserlerinden örnek vermek gerekirse Manzum eserleri; Divan, Gülistan, Mesnevi Baba Kaygusuz, Gevhername, Minbername, Budalaname, Kitab-ı Miglate, Vücutname. Manzum, mensur karışık eserler ise Sarayname ve Dilgüşa’dır. Eserlerinden hareket ederek görüşlerine bakacak olursak; ilk olarak vahdet-i vücut kavramını ele alan, hemen hemen bütün Türk sufilerinde ve filozoflarında vahdet-i vücut vurgulanır. Yani yaratan ile yaratılan, hak ile onun sıfatları, gölgesi olan bütün bu evren birdir. Bu gördüğümüz bütün çeşitlilikler vahdet-i vücut’ta tek bir mutlakın, hakkın, Tanrı’nın görünümleridir. Görünümlerin aslı esası yoktur. Asılları ve esasları Tanrı’nın kendisidir. Vahdet-i vücut özellikle bunu anlatmaktadır. Sadece Tanrı evren birliğinden söz etmez, aslında bunun yansıması bütün insanlığın bir olduğu bütün varlık evreni tek bir hakkın göstergesi ve görünümüdür. Bu yüzden vahdet-i vücut belirlenir ve bu doktrinin siyasi, sosyal, medeni, dini ve felsefi anlamda birliğe karşılık geldiğine tanık oluruz.
Şiirlerinde Evrenin ve Adem’in yaradılışından söz etmektedir. Diğer taraftan tasavvufun çeşitli konularından söz ettiğini görebiliriz. Tasavvuf, Türklere özgü, Alevi-Bektaşi geleneğinin yarattığı bir dünya ve evren yorumudur. Bu bakımdan tasavvufun çok önemli kavramlarına ve konularına hâkim olan bir Kaygusuz Abdal’la karşı karşıya kalmaktayız.
Kaygusuz Abdal’ın insan ile Tanrı ilişkisi hakkında şimdiye kadar söylenen, ifade edilen düşüncelerden çok farklı bir vurgusu vardır. Ona göre, İnsan-Tanrı ilişkisi Tanrı Adem’de tecelli etmiştir tümcesiyle özetlenebilir. İnsanın Tnarı görünümünde ortaya çıkmasına antropofani denir. Antropomorf’ın tam tersidir. Yani eğer bir insan Tanrıyı ararsa, Tanrı ile kendisi arasına bir perde çekmiş olur. Zaten insan ile tanrı arasındaki en büyük engel insanın kendisidir. Tanrı aranmaz. Tanrıyı insan kendinde ve Tanrı’nın sıfatları olan tecellilerinde aramalıdır. Tanrı her zerrede, her insanda tecelli etmiştir. Seyit Nesimi’nin ve Hallacı Mansur’un dediği gibi, ‘Tanrıyı ne arayıp geziyorsunuz, onu görmek istiyorsanız bana bakın, yani insana bakın’ demişlerdir. Dolayısıyla Tanrı bizden ayrı, yukarda, emreden, azap eden, ödül veren, cennete koyan, cehenneme sokan, bizden ayrı yabancı bir güç değil aslında her birimizde tecelli eden kendi varlığımızda vücut bulan bir varlıktır. O aranmaz, biz onu kendi içimizde hissederiz demektedirler. Aynı geleneği Kaygusuz Abdal da sürdürmüştür:
“Hak nurdur, cümle alem tecellisidir. Aslı Hakk’tır, cümle sıfat onun şubesidir. Daha sonra can ile vücud, murakka bir hırkanın astarı ile yüzüne benzetilir. Sonra dört mertebeden hakikat ile marifet anlatılır. Hakikat, Allah’tır. Marifet ise dünya hesabını etmemek, ahrete aldanmamak, her zaman Hakk ile olmaktır.
Hak ile kul arasındaki hicap (örtü, perde, engel) kulun kendisidir. Hakk’ı aramak, ayrılığa tanıklık vermek demek olur. Çünkü Tantı, bütün yaratılmış varlıklarda mevcuttur. Vacip olan, Allah’ı bulmak için herkesin kendine yönelmesidir. Bir sanata kulluk etmekle Allah’a kulluk etmek farklı değildir” (bkz. Dil-Guşa)
Kaygusuz Abdal, tüm varlıkların kaynağı olarak Tanrı’yı görür. Tam bir vahdet-i vücud doktrinine onun tasavvuf felsefesinde rastlıyoruz. Sokrates’ten beri bilinen ve değerini koruyan “kendini bilen Tanrı’yı bilir” sözünü şöyle yorumlar:
“Aklımın erdiği kadar remiz eyledim. Alim değilim, ibadet bilmem. Veli değilim, keramet bilmem. Sözü karpuz gibi yumru yumru söyledim. Sözden top yontup aşk meydanına koydum. Eriştiğim menzillere nişan verdim. Gördüğüm nişanları remiz ile söyledim. Deliyi zincirle bağladım, akıllıya nasihat eyledim. İşte armağanım budur. Daha ne vereyim. Nereye baktımsa vücudumdan başka nesne görmedim.” Bkz.Dil-Guşa)
Kaygusuz Abdal’ın söylediği tarikat yoluna bakacak olursak, bu yol azıksız, nimetsiz, çıkarsız ve mertebesiz bir yoldur. Bugünki tarikatler de bunların tam tersi mevcuttur. Asıl tarikat yolu eski dönemlerde Kaygusuz Abdal’ın da ifade ettiği gibi azıksız, çıkarsız, dünyevi hiçbir muhabbetin insanın gönlünde yerleşmesine izin vermeyen bir yoldur. Çünkü tarikat hak yoludur. Hak yolunda hiçbir zaman azık aranmaz, çıkar beklenmez, siyasi, ekonomik, toplumsal çıkarlar umulmaz. Bunların tam tersi olduğunda tarikat hakka giden yol olmaktan çıkmış olacaktır.
Kaygusuz Abdal’a göre insan, kendi varlığında her türlü çelişkiyi barındıran bir çelişkidir. Tanrı insanda her türlü çelişkiyi yaratmıştır. İşte insan varlığı çelişkiler varlığıdır. Arzularının, isteklerinin, aklının, zekâsının, bedeninin birbirleriyle çeliştiği bir bütünlüktür. Bu çelişki insanı meydana getirmektedir.
8 Yorum
- Yorumların Sıralanışı
- Yeniden Eskiye
- Eskiden Yeniye
Elinize emeğinize yüreğinize sağlık ve ne mutlu ki böyle bir zenginliğin içinde farkında olarak yaşamayi bilmek ve bu bildiğimiz ama bize unutturmaya çalıştıkları değerlerimizi bizlere tekrar hatırlattığınız için gönül dolusu teşekkürler. . . Bir insan Bir Dünya’ dır: Ve bir gönülde yaşarsa eğer bin Mana’ dır..!
Buradan başlayarak yeni bir nizamı başlatacak bir kişi var… Ve o tek başına. BİR TÜRK OLARAK VAR, Onun adı ATATÜRK!
Çok faydalandım. Kaygısız Abdal’ın kitaplarına nasıl ulaşabilirim. Yardımcı olursanız memnun olurum.
En iyi dileklerimle. Atilla Öztürk
Anadolu’yu Türkleştiren, Türk kültürünü Balkanlara kadar yayan ve Osmanlı’nın 600 sene Avrupa’da kalmasını sağlayan Türk tasavvuf önderleridir. Böyle bir kitapla Kaygusuz Abdal ‘ı halkımızın yakından tanımasına imkan sağladığınız için sizleri kutluyorum. Kendi çıkarları dışında hiç bir şey düşünmeyen, Arap kültürü meraklısı, çoğu emperyalizme hizmet eden ve esas amaçları Ulu Önder Atatürk’ü halkımızın gözünden düşürmek olan bugünkü tarikatlar artık bu toplumu ayrıştırmakta ve tüm değerlerini yok etmektedirler.
Çok güzel yazı teşekkür ederim.
Hocam saygılar. Diilinize kaleminize yüreğinize sağlık. İçim bir hoş oldu yazıyı okuyunca.İsmi biliyorum ama bu kadar derin olduğunu bilmiyordum. Birde artık klasik oldu bizim aydınlar hemen her proğramda bizde filozof yok derlerdi ve içim yanardı.Varmış hatta bizimkiler onlara yol ve ışık olmuş bence. Hocam bu pazarımı aydınlattınız tekrar aygılarımı sunarım.
Kaygusuz Abdal günümüzde yaşasaydı Ergenekon gibi kumpas davalarda hapse atılmıştı .İşte çürümüşlük böyle her yeri sarmış durumda ! Türkler Anadoludan Trakya’dan atılmak isteniyor !Türk kelimesinden nem kapanlar bu ülkede hainlik yapıyor! Şeytana tapıyor!
Sn. Şahin Filiz
Çıkan her yazınızı okuyor,
Anadolu Türk İslamını sizden öğreniyor, aydınlanıyor ve değerli yazılarınızı dostlarımla
paylaşıyorum.
Emeğinize gönlünüze sağlık.