Şahin Filiz yazdı…
“Artık eski Türkiye yok, bundan böyle yeni Türkiye inşa ediyoruz; her türlü vesayete son veriyoruz” diyerek hukukun üstünlüğünü, laiklik ilkesini, sosyal hukuk devleti niteliğini ve Cumhuriyetin çağdaş kazanımlarını “Yeni Türkiye”de ortadan kaldırmayı hedefleyen boş propagandaların acı sonuçlarından birisi FETÖ’nün Türk milletinin başına bombalar yağdırmasına neden oldu. Tarikat-cemaat cennetine dönüşen Cumhuriyet Türkiyesi, “Yeni Türkiye” oldu. Ekonomi, eğitim, siyaset ve hukukta sınıfta kalan bir Türkiye portresi ile karşı karşıya kaldık. Laik Cumhuriyet, çağdaş Türk kadını profili üzerinde yükseldikçe kadınlarımızı toplumsal yaşamdan uzaklaştıran, yaşamı onlara dar eden tarikat-cemaat yapılanmasının İslam adına yalan-yanlış propagandalarına maruz kalıyoruz. Medreseleşme, feodal yapının kemikleşmesi, milli eğitimin millilik vasfının bozulmaya yüz tutması, şeriat isyanları ve her türlü etnik bölücü terörün şımarması yeni Türkiye kavramının altını dolduran ve ülkemizin bekasını tehdit eden bir furyaya dönüştü.
Kadınları, Kuran’da olmayan, sınır da tanımayan tesettür baskısı altına almaktan tutun İslam’ın tek yönlü mezhep anlayışına sıkıştırılmış dogmatik yorumunu resmi ve gayri resmi kurumlarca dayatan dincileştirme politikaları, özgürlükçü laik hukuk devleti esasına dayanan “eski Türkiye”yi düşmanlaştırıcı bir süreci başlatmıştır. Şeriat ile İslam’ı bir tutan militan söylem ve eylemlerle “yeni Türkiye” denilen hayali bir din devleti profili Türk halkına dayatılmaktadır. Cumhuriyetimizin eşitlikçi, adalet ve liyakati temel alan felsefesi ve Türk yurttaşlığına öncelik veren ulusal politikası nefret objesi haline getirilmiş; bütün bu birikimlerin ortadan kaldırılıp devlet ve toplum olarak adeta dinin emrinde bir yapıyı ön gören “Yeni Türkiye” modeli Türk halkına zorla dayatılmaktadır. Bu modelde kadınlar giderek daraltılan yaşam alanlarına hapsedilmekte, eğitim hem biçimsel hem de içeriksel olarak dinselleştirilmekte ve tarikat-cemaatlere daha geniş nüfuz ve etki alanları açılmaktadır. Bu gidişin sonu yoktur ve bir yerde gerçekler karşısında tuz buz olacaktır. Ne var ki olan, bu süreci deneyimlemek zorunda kalan gençlerimize olacaktır.
Eller gider Mersin’e, biz gideriz tersine dedirtecek bir örnek üzerinden yürüyelim.
Arap kanallarından ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev yapan bazı öğrencilerimin gözlem ve notlarından derlediğim haberler ve bilgiler, Arabistan’da son yedi yılda çarpıcı değişimlerin yaşandığını gösteriyor. Birbirinden bağımsız bu kaynaklardan derlediğim bilgiler, Arabistan’ın hızla kabuğunu değiştirip henüz tam olmasa da şeriatçı ve Vahhabi zihniyeti terk etmeye kararlı olduğu yönünde.
2017 yılında Hac ibadeti için Arabistan’a giden bazı öğrencilerim, içinde bulunduğumuz yıl dini görev için yeniden oraya gidiyor.
Sözü onlara bırakalım:
“Yedi yıllık ülkenin medenileşme ve insani gelişmişlik alanlarında kaydettiği ilerlemeler hayranlık uyandırıcı düzeyde. Trafikten sağlığa, insan ilişkilerinden kadının sosyal yaşama giderek daha çok katılmasına kadar pek çok alanda gözle görülür bir değişim göze çarpıyor. Bu süre zarfında Suudi Arabistan modern şehircilik anlayışını benimseyerek hem organizasyon hem de yaşam kalitesi açısından kendini yeniden tanımlamaya başlamış. Şehirlerdeki trafik düzenlemeleri büyük ölçüde iyileştirilmiş, sağlık hizmetleri daha erişilebilir ve modern hale getirilmiş. Sokakta çalışan resmi görevliler, polisler, askerler, Hac ve Umre Bakanlığı’nın yetkilileri, çağdaş yönetim anlayışına sahip, ikinci bir yabancı dil bilen personelden seçilmiş. Bu sayede ülkenin her köşesinde hizmet kalitesi artmış görünüyor.
Tanıştığımız Hataylı bir Türk, Suudi Arabistan’ın hukuk sisteminde de önemli reformlara imza attığını belirtiyor. Adam öldürme suçuna karşı uygulanan kısas dışında ölüm cezasının neredeyse hiç uygulanmadığını, şeriate göre el kesme gibi cezai yaptırımlardan neredeyse tamamıyla vazgeçildiğini öğrendik. Artık Suudi mahkemeleri gittikçe laik hukuka ve rejime daha çok yaklaşıyor. Daha rasyonel ve yarara dönük bir yaklaşımla, modern hukuk ilkelerine uygun kararların sayısı artmakta.
Suudi Arabistan’ın çağdaş uygarlık yolundaki bu hızlı ilerleyişi, kadınların sosyal yaşama katılımında da kendini gösteriyor. Kadınların iş ve toplumsal hayata daha etkin bir biçimde katılmaları teşvik edilerek, kadının toplumda daha fazla görünür ve etkili olması sağlanıyor.
Bunun yan sıra ülkede dijital sağlık ve güvenlik sistemleri kurulmuş. Konukların sağlık durumları ve güvenliği sürekli olarak izlenmekte, bu da Hac ve Umre ziyaretçilerinin daha rahat ve güvenli bir ibadet deneyimine sahip olmalarını sağlıyor. Mekke, Medine ve Taif gibi kutsal şehirler dışındaki diğer şehirlerde dinsel kısıtlamalar büyük ölçüde kaldırılmış. Örneğin Cidde’nin bazı bölgeleri San Diego’yu, Riyad’ın bazı yerleri ise Şanzelize Meydanı’nı andırıyor. Bu modernleşme ve Batılılaşma adımları, Suudi Arabistan’ın dünya ile bütünleşmesi ve uyumlu hale gelmesini sağlıyor. Siz buna kapitalizmin kutsal topraklara iyiden iyiye yerleşmeye başlaması diyebilirsiniz. Cumhuriyet rejimimiz kapitalizme karşı bir duruştur. Aradaki bu farkı vurgulayalım.
Özetle, Suudi Arabistan’ın medeniyet yolundaki bu hızlı ve etkileyici dönüşümü, ülkenin çağdaşlaşmasına ilişkin umut verici bir tablo çiziyor. Geleneksel değerlerini koruyarak modernleşme sürecini adım adım başarmaya kararlı görünen Arabistan, dünya sahnesinde önemli bir aktör olma yolunda ilerliyor. Bu gözlemler, ülkenin yalnız fiziksel olarak değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel olarak da büyük bir değişim geçirdiğinin kanıtları sayılabilir.
Birkaç örnek vermek aydınlatıcı olacaktır.
Hacıların kaldığı otellerde mesai yapan genç kadın görevliler, dünyanın her köşesinden gelen hacılara yardımcı oluyorlar. Bununla birlikte tuvalette, sokaklarda, kutsal mekanlarda kadın temizlik görevlileri, askerler, polisler dikkat çekici oranda artmakta.
Başları açık kadın görevlilerin sayısında gözle görülür bir artış söz konusu.
Türk hacıları dahi esprili bir dille “bunlar da gavurlaşmış” diyorlardı. Marketlerde kadın çalışanlar ve güvenlik görevlileri, sokak ve caddelerde araç kullanan, kafelerde arkadaşlarıyla oturan kadınlar artık sıradan bir manzara sergiliyor.
İlginç olan bir başka örnek ise, Kabe’nin kütüphanesi idi. 79 numaralı kapının üzerinde Mescid-i Haram’ın kütüphanesini görmek mümkün. Birçok Batılı düşünce insanının ve filozofun kitapları Arapçaya çevrilmiş ve eksiksiz bir biçimde kütüphanedeki yerini almış bulunuyor.”
Halen görevde olan öğrencilerimin ve Arap medyasının Suudi Arabistan hakkındaki gözlemleri özetle bu şekilde.
Amacım ne kapitalizmi övmek ne de Suudi Arabistan’daki bu gelişmelerin büyüsüne kapılmaktır.
Tam olmasa da “Eski Türkiye”yi andıran bu gözlemler, Arabistan’ın “Yeni Türkiye” dedikleri tarikat-cemaat, cehalet ve şeriat sarmalından nasıl kurtulmak için çabaladığını gösteriyor. Yeni Arabistan eski Türkiye’yi ararken, “Yeni Türkiye” dedikleri ucube ise eski Arabistan’ı aramaya koyulmuş durumda. Kral Selman Atatürk’ü överken aslında bu ters orantılı arayışı özetlemişti. Türkiye eğitim-öğretim, şehircilik, ekonomi, sağlık, güvenlik, iç ve dış siyasette giderek içine kapanırken maazallah yeni Arabistan karşısında gerilere düşecek bir aymazlık yaşıyor. Atatürk’ü olan Türk milleti, Atatürk’ü olmayan Arabistan karşısında adeta “Talibancı, selefiyeci ve tarikatçı bir rota çiziyor. Atatürk’ün gölgesi Arabistan çölünde vahalar doğururken, Atatürk’ün kendisi kendi kurtardığı ve çağdaşlaştırdığı ülkesinde “Yeni Türkiye”nin kurtulmak istediği bir figüre dönüştürülmeye çalışılıyor. Arap çölleri onun esiniyle vahalar yaratırken Türkiye cenneti, ona nankörlük ederek çölleşmeye doğru yol alıyor.
Fiziksel ve ruhsal çölleşmeye karşı koymanın tek çıkış yolu Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’tir. “Eski Türkiye bu Cumhuriyet’in eseridir. Yeni Türkiye, eski Arabistan’a ne çok benziyor. Oysa Atatürk’süz bu çölden çıkış yoktur.
Arabistan’ın değil Cumhuriyetimizin başladığı noktadan ilerlemek zorundayız. Ülkemizi ve ulusumuzu geri bırakan her ne varsa, en az Yeni Arabistan kadar gözü pek ve kararlı olmalıyız. Unutmayalım ki Arabistan “biz de Taiban gibi düşünüyoruz” demedi. Sığınmacı kabul etmedi. Ülkesi ve milleti zararına olan hiçbir şey (dinsel bir takım uygulamalar dahil) izin vermemeye kararlı.
Ya biz?
Keşke Atatürk 15 sene daha ülkeyi yönetseydi. Atatürk’ün en büyük hatası tarikatları, cemaatleri, şeyhleri, şıhları tamamen yok etmemesiydi. İstiklal mahkemeleri uzun bir süre devam etmeliydi. Azerbaycan’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Özbekistan’da, Türkmenistan’da hatta Tacikistan’da tarikatlar, cemaatler yok baya laik baya seküler yaşam tarzı var tabii ki uzun yıllar Sovyet/Rus hakimiyet altında kalmasıydı. Keşke İsmet İnönü Emperyalistlerle ittifak olmasaydı.
Gericiliğin el kitabı varmış Şahin Filiz Hocam, yeni keşfettim: (Zifiri Karanlıkta 1,2) Gericiliğe karşı gardımı almak için not alarak okuyorum.