Korona virüsü nedeniyle rahatça öpüşüp koklaşamadığımız sonu belirsizliklerle dolu şu günlerde bir yanımız yaşama sıkıca bağlılığını sürdürürken diğer bir yanımız dünyadan elini eteğini çekip toprağa patates ekmek istiyor.
Bugün veya yarın, belki yarından da yakın ölebileceği gerçeğiyle yeni tanışan insanlar, her gün ölümle burun buruna yaşayan insanların hayatlarına olan sosyal izolasyonları sebebiyle kalp ritminin olur olmazı hızlanışı, nefes darlığı ve avuç içi terlemesiyle karışık içsel bir huzursuzluğun pençesinde kıvranıyorlar.
Tüm bunlar belli belirsiz çeşitli her yaştan vatandaşımızın şahsi hayatlarında az veya çok hüküm sürerken gazetecilerden, doktorlardan, bürokratlardan, eski askerlerden, siyasetçilerden, eğitimcilerden, psikolog ve psikiyatristlerden oluşan çeşitli ikili, üçlü, dörtlü ve bazen on-birden dönen tartışmalar uslu ve yorgun izleyicilerin kaygı seviyelerini her gün yeni baştan maksimum düzeyde tutmayı başarıyor.
Siyasette, sağlıkta, eğitimde ve aşkta alışılageldiği üzere her tartışma dönüp dolaşıp o mukaddes güce, yani paraya geliyor.
Ne kadar paran var, o kadar kitin, yatağın, solunum cihazın, doktorun, hemşiren, masken ve gücün var.
Ne kadar paran var, o kadar adamsın, Allah’ın izin verdiği ölçütlerde bir o kadar da sağlıklısın.
“Az çalanın hırsız, çok çalanın bey olduğu” yeni dünya düzeninde yaşıyorsun ve ister istemez bu düzenin aşağılık birer parçasısın. Sen, o kutsal biricik varlık, işte bunu kabul etmek zorundasın.
***
İyimser veya romantik diye tabir edebileceğimiz bir kanat, fakir-zengin ayırmadan son derece delikanlıca dövüşerekten tüm insanlığın üzerine karanlık bulutlar gibi çöken bu virüs lanetinin baş döndüren devrimci etkilerinin “eşitlikçi, ekolojik, milli ve yer yer cumhuriyetçi” sonuçlara yol açacağını öngörüyor, iddia ediyor ya da bir tür iyilik temennisinde bulunuyor; insanoğlunun paranın artık yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacağı hissiyatına kapılıyor, heyecanlanıyor.
Virüs kapacağı endişesiyle paraya bile dokunamayan “homo-economicuslar” ilk başlarda bu tezleri destekler bir görüntü çiziyor.
Yem yiyen cici kuşların çevrelerini sürekli kontrol eden hareketlerine benzer tavırlarla marketlerde dolaşan 10 metre kareye 1 adet düşen insanlar, “ahanda eski sistem çökecek, yeni bir geleceğe gebeyiz” türden düşünceleri beynimize ardı ardına salıveriyor.
Ümit ediyoruz, bir gün her şey güzel olacak, yaralarımız sarılacak, herkes hak ettiğini bulacak.
Sadece ümit ediyoruz.
Gelişmeleri önceden görebilir, onlara yön verebiliriz, sanıyoruz. Fakat kahve fincanı içerisinde gördüğümüz anlamsız şekilleri, okuduğumuz kitapları, izlediğimiz filmleri, haberleri, hepsini topla, matematikte kaça tekabül ediyor?
Hadi bunu geç, insanlığımızı kaybettiğimiz onlarca senedir atmosferimizde oluşan delikten sızan yeni bir insafsız atmosfer, İnsafsız Atmosfer Teknolojisiyle (İAT) uyumlu yeni tip insancıklar yaratıyor. Yoksa bu insafsız atmosfer içerisinde normal insanların bir an olsun rahatça nefes alıp verebilmeleri mümkün müydü?
Bu soruya mantıklı, pozitivist ve gayet modern çokça fiyakalı bir cevap bulmak için bütün bilim insanları toplanmalı, kültür ve turizm cenneti şehirlerimizin beş yıldızlı otellerinde birleşmeli ve bildiri sonuçları, okunması için büyüteç gerektiren puntolarla basılan binlerce sayfalık kocaman kalın kitaplar halinde yayımlanmalıdır.
***
Diyelim ki orada, Çin işkencesi kamplarında ya da Nazi sabun odalarının bekleme salonlarından birindeyiz. Tırnaklarımız çekiliyor, her gün aşağılanıyor ve hor görülüyoruz.
Küçücük zindanlarımızda gündüz mü akşam mı, bilemiyoruz. Zaman ve mekân bilincimiz tamamen yok olmuş.
Sessizlikte kulaklarımız yardım çığlıklarıyla çınlıyor, çınlamadığı vakitler sürekli bir uğultu… Uyurken böcekler kulağımıza kaçıyor, aç lağım fareleri etlerimizi kemiriyor.
Böyle bir ortamda sizleri ümit mi kurtarır, uyum mu? Yoksa romantizm mi?
Ya da farelerin ısırmadığı, böceklerin halden anlayıp üzerinizde dolaşmadığı, insanın insana insanca değer verdiği yeni bir dünya düzeni hayali mi?
Birilerinin günün birinde sizi mutlaka kurtaracağı ümidi mi? Yarın mı, on-dört gün sonrası mı, 2 ay sonra mı, 1 yılın ardından mı? O vakit, kurtuluş ne zaman?
Kısa vadede ümit güzeldir, gereklidir fakat uzun vadede bir türlü gerçekleşmeyen ümit sonumuzu getirir, insanı deliye çevirir.
Romantizm ise sadece aşkı canlı tutar. Ateşe atılan odundur romantizm, o da soğuk kış geceleri gereklidir.
Bu noktada “uyumun gücü” hatırlanmalıdır. En kötü senaryoların bilincinde yaşamın farklı tatları üzerine kafa yormalıdır. Bu, teslimiyet değil; aksine yeni bir tür direniştir.
İnsanoğlu ümidin ümitsizliğe, romantizmin barbarlığa ve kabalığa dönüştüğü anlarda ancak uyumun uzattığı dallara tutunarak yaşayabilir. Bu da benim gibi düşünenlerin uydurduğu bir gerçekliktir.
Çok kötü bir yazı…ayrıca birgün herşey güzel olacak ifadesi İmamoğlunu hatırlatmış .yani şu imamı…