Avatar
Yavuz Alogan

Merhumu iyi bilmezdik

Yavuz Alogan yazdı...

featured

Mihail Sergeyeviç Gorbaçev’in ardından söylenenleri okurken aklıma Rus sosyalizminin babası Georgiy Plehanov’un “Tarihte Bireyin Rolü” adlı kitapçığı geldi.

Bu kısa fakat yoğun kitapta Plehanov tarihte bazı bireylerin kişilik özellikleri sayesinde toplumun kaderini etkileyebildiğini söyler. Ancak bu etkinin koşulları vardır.

Bireyin tarihin gidişatını ve toplumun kaderini kendi eylemleriyle etkileme olasılığı ve bu etkinin gücü toplumun örgütlenme biçimi ve toplumsal güç ilişkileriyle koşullanır. Başka deyişle bireyin kişisel özellikleri ve eylemleri ancak toplumsal ilişkiler izin verdiği zaman ve izin verdiği ölçüde toplumun hayatını ve tarihin gidişatını değiştirebilir.

Birey, etkide bulunurken sahip olduğu gücün ve cüretkâr eylemlerinin yaratacağı sonuçları öngöremez. Bu sonuçlar ancak çok sonra, dönem kapandığında, geriye doğru (retrospektif) bakılarak anlaşılabilir. Sonuçlar ortaya çıkmış, tam da denildiği gibi, “tarih hükmünü icra etmiş”tir.

Mesela Napoleon Bonaparte 1803’ten 1815’e kadar İspanya’dan Rusya’ya bütün Avrupa’yı savaş alanına çevirirken feodalizmi zayıflatarak kapitalizmin yolunu açtığını bilmiyordu. Böyle bir niyeti ve amacı yoktu. Tasarladığından bambaşka bir kalıcı sonuç ortaya çıktı.

Bazı liderler eylemlerinin olası sonuçlarını kısmen de olsa öngörebilmişlerdir. Mesela Lenin, Nisan Tezleri’yle devrimin demokratik evresini atlayıp durmaksızın sosyalizme geçilmesinin, seçimle oluşan yasama organının (Kurucu Meclis) feshedilmesinin, 10. Parti Kongresinde (1921) parti içindeki farklı görüşlerin suç sayılması kararının, aşırı yetkili bir genel sekreterlik makamı kurulmasının ileride Fransız Devrimi’ndeki (1789) Termidor benzeri bir tasfiye ve katliam dönemine yol açabileceğini ve devrimin Avrupa’ya yayılmadığı koşullarda Sovyet devletinin giderek “Asyatik bir despotizm”e dönüşebileceğini hayatının son döneminde kısmen de olsa sezgisel olarak öngörebilmişti.

“Stalinizm” denilen olgu tarihsel başarılarına rağmen bu öngörüyü doğrulayan bir gelişme çizgisi izledi. Aşağı yukarı 1950’lerin sonuna kadar devam eden bu dönemde ayrıntılı merkezî planlamayla bütün kaynakların ve ekonomik fazlanın tek elde toplandığı sanayileşme sürecinin (kabaca1933-1941) çok geniş bir devlet bürokrasisine yol açacağını, bürokrasinin Milovan Cilas’ın “nomenklatura” (yeni sınıf) dediği (1957’de) bir ayrıcalıklı kasta dönüşeceğini ve parti liderliği zaafa düştüğü anda bu kastın üretim araçlarının mülkiyetini ele geçirerek oligarklar denilen bir burjuva sınıfı olarak ortaya çıkacağını kimse öngöremedi.

Düşünmesi bile zahmetli olan bu uzun süreçte Sovyet liderliğinin 1953’ten sonra sistemi sürdürmek ve geliştirmek için Huruşov’un 1954-56 “bâkir topraklar kampanyası”ndan işletmeler arasında kârlılık esasına göre piyasa ilişkileri oluşturmayı amaçlayan Liberman Reformları’na (1962-65) kadar yaptığı her girişim geri tepti, aksi tesir yaratarak sistemi zayıflattı.

Emperyalist ülkelerle askerî ve teknolojik rekabet muazzam bir kaynak tüketimine yol açtı, Pekin-Moskova çatışması gibi jeostratejik hatalar 1972’de Çin’in ABD’nin saflarına geçmesine yol açtı, Afganistan’ın işgali (1979) sonuçsuz kalmanın yanı sıra halkı rejime yabancılaştırdı. Stalin’in oluşturduğu sanayi altyapısı ve devlet sistemi 1980’lerin başında zaten tükenmişti. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, Brejnev döneminin istikrar gibi görünen “uzun kış uykusu”ndan (A. Barnett) kapitalizme uyandı ve birlik dağıldı.

Perestroyka (yeniden yapılanma) ve Glasnost (açılım: demokrasi ve şeffaflık) girişimiyle Gorbaçev zaten çökmüş, içten içe çürümüş olan sistemi dönüşü olmayan bir yola soktu. Deng Şiao-ping’in “dört modernleşme”si gibi bir programla glasnotsuz bir perestroyka uygulayarak komünistlerin yönetiminde karma ekonomiye geçilmesini sağlayabilir miydi? Ya da bazı Kızıl Ordu birliklerinin ve KGB’nin son bir hamleyle reformcuları tasfiye etme girişimi (18-21 Ağustos 1991) başarılı olsaydı, sonuç nasıl olurdu?

Bu konularda ancak spekülasyon yapılabilir.

Gorbaçev asla Deng Şiao-ping kadar güçlü olmadı. Çok farklı çıkarlar tarafından parti içinde bile farklı yönlere çekiştirilirken kendisine sürekli methiye düzen kapitalist ülkelerin ağır baskısı altındaydı. Altı yıllık görev süresinin (1985-91) sonuna doğru iktidarı elinden kaçırmıştı. Yeltsin, Belovej Ormanı’nda attığı tek bir imzayla Sovyetler Birliği’ni dağıttı.

Bu olayın teorik çerçevesi bize devrimden sonra sınıf mücadelesinin devam ettiğini (Mao Zedung), fiziksel olarak tasfiye edilen ve mülksüzleştirilen burjuvazinin sistemin çatlaklarında farklı kılıklara bürünerek (bürokrasi, menacerler vs), fırsat kollayarak kendisini potansiyel olarak yeniden üretebildiğini gösterir. Bu durum bütün devrimler için geçerlidir. Şeyhler, dervişler, müritler ve mensupların siyasî iktidarın her zerresini ele geçirdiği kendi ülkemizde bile bu teorik çerçevenin ana hatlarını görebiliriz. Devrimin muhafızları zaaf gösterdikçe devrimin kazanımları kaybedilir.

Sovyet deneyimini özgül olarak ele aldığımızda, 1917’de bir geçiş süreci olarak başlayan Sovyet reel sosyalizminin, yönetici bir kast olarak devlet bürokrasisi tasfiye dışında kendisini yenileyecek bir yöntem ve özgün bir sosyalist demokrasi sistemi geliştiremediği için çöktüğünü anlıyoruz. Sistem 1980’lerin sonunda temel yapılarını koruyarak ve ilkelerine bağlı kalarak kendisini yenileme imkânını kaybetmişti. Ne Troçki’nin öngördüğü “politik devrim” ne de Stalin’in savunduğu “tek ülkede sosyalizm” gerçekleşti. Sonuç olarak Paris Komünü iki ay, Rusya’da sosyalizm deneyimi ise 74 yıl sürdü.

Şimdi bütün kapitalist âlem Gorbaçev’i son kez göklere çıkarıp överek merhumun matemini tutuyor. Guterres: “Dünya büyük bir liderini kaybetti.” Ursula von der Leyen: “Özgür Avrupa’nın yolunu açan güvenilir lider.” Boris Johnson: “Soğuk Savaş’ı bitiren cesur ve dürüst lider.” Macron: “Ruslara özgürlük yolunu açan barış adamı” vs… Rusya’nın bütün “ileriden savunma hatları”ndan vazgeçerek ülkesinin güvenliğini NATO’nun insafına terk ettiği için 1990’da ona Nobel Barış ödülü vermişlerdi.

Oysa Gorbaçev uzun ve zorlu Sovyetler Birliği tarihi içinde kısa bir dalgınlık evresinden, şartları önceden oluşmuş ve hazırlanmış bir gaflet noktasından başka bir şey değildi. Çöküşün sebebi değil sonucudur; hatta ürünüdür. Buna rağmen Sovyet devriminin tarihsel mirası içinde hain sıfatını hak eden belki de tek liderdir. Ronald Reagan – Helmut Kohl’ün NATO sınırlarının asla değişmeyeceği konusunda verdiği “sözlü güvence”ye inanarak ülkesini ateşe atmıştır. Özellikle izlediği dış politika Rusya’nın bugün içine düştüğü derin açmazın, ölüm kalım mücadelesinin şartlarını hazırlamış, Putin’in sözleriyle “dünyanın en büyük jeopolitik felaketi” olmuştur.

1998’de Gorbaçev’in Moskova’da açılan Pizza Hut’ın reklam filminde torunuyla birlikte rol alması ise, son bakışta, son perdede onu dünya kapitalizminin soytarısı, entelektüel ve kültürel çöküşün simgesi olarak göstermiştir.

Bütün bu sebeplerden ötürü merhumu iyi bilmezdik… [email protected]

Merhumu iyi bilmezdik

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

10 Yorum

  1. katılmıyorum.

  2. Sen çok yaşa e mi hoca?Sağdan E.A (Erdem Atay Bey) soldan siz hakikatleri hayatın böğrüne gömüyorsunuz.Aşkolsun!!!

  3. 2 Eylül 2022, 15:03

    Emperyalizme ülkesini teslim eden iyi bilinmez.

  4. 2 Eylül 2022, 21:23

    Sn Alogan bir detayı neden atladı anlamadım. Gorbaçov, emekçi ve sermaye sahibi sahibi arasındaki sınıf çelişkisinin klasik Marxist çözümünün geçerli olmadığını teknolojik ilerlemenin bu uzlaşmaz çatışmayı başka bir biçimde çözüme götürdüğü tespitini yapıyordu. Gorbaçov’ a ait bu postulatı görmezden gelemeyiz. İnsan ve kurduğu düzenlerin dinamik değişkenliği dogmatik ya da kutsal önermelerle halledilecek cinsten değildir.

  5. Sosyalizm den kapitalizme evrilme aşamasında Gorbacov,
    Cumhuriyet ten liberalizme evrilme Kenan Evren&Özal
    Anadolu da bir tabir vardır;AL BİRİNİ,VUR ÖBÜRÜNE…

  6. Gorbacov’u iyi bilmezdik, evet…
    Berlin Duvari’nin yikilmasinda, Almanya’nin birlesmesinde büyük bir rol oynamistir. Avrupa Sosyalizmi’de, yikilan o duvarin altinda kalmistir.
    Kendi ulusunun da itibarini yerle bir etmistir. O zamana kadar Müttefik olarak görünen Ruslar’a ve Rus Ordusuna isgalci muamemelesi yapilmistir.
    Tek sevinilecek yan, 2000’den itibaren Bati kendine bu cografyadan “dost bulmakta güclük cekmistir.”

  7. 3 Eylül 2022, 20:39

    Napoleon’un feodalizmi zayıflatarak kapitalizmin yolunu açtığı savına katılmıyorum. Huberman 15. yüzyıl ile birlikte feodal döneme ilişkin durumların değiştiğini, artık ulusların ortaya çıktığını, ulusal endüstrinin mahalli endüstrinin yerini almaya başladığını, ulusal yasaların, dillerin, kiliselerin ortaya çıktığını ve insanların kendilerini lordun değil, kralın uyruğu olarak gördüklerini ifade eder. Malum olduğu üzere ticaretin gelişmesi, coğrafi keşifler, ateşli silahların gelişmesi ile feodallerin sığındıkları kalelerin yıkılması, reform, Protestanlığın gelişmesi, Rönesans, Sanayi Devrimi, vs. de diğer faktörlerdir. Dört yüzyıllık süreci tek bir kişiye bağlayamayız.

  8. 3 Eylül 2022, 20:40

    Oligarklar devlet bürokrasisinin dönüşümü sonucu ortaya çıkmadı. Bunların parti ile tek ilişkileri devlet bürokrasisini rüşvet ile satın alarak kullanmalarıdır. İlk Rus oligarkları Gorbaçov’un serbest piyasa reformları ile ortaya çıkmıştır. Bu girişimciler kaçak yolla getirdikleri viski, kot, bilgisayar gibi ürünleri karaborsada satarak, özelleştirmelerde devlet emtialarına sahip olarak, arbitraj yaparak zenginleştiler ve servetlerini yurt dışına kaçırarak ülkede ekonomik krize de neden oldular.

  9. 3 Eylül 2022, 20:40

    .Mao’nun devrimden sonra sınıf mücadelesinin devam ettiği, burjuvazinin sistemin çatlaklarında farklı kılıklara bürünerek fırsat kollayarak kendisini potansiyel olarak yeniden üretebildiği tezi de doğru değildir. Olan şey farklı şekillerde ortaya çıkan yozlaşma ve yabancılaşmadır. Siyasi gücünü kullanarak yolsuzluk, hırsızlık yapanları yeni bir toplumsal sınıf kabul ediyorsanız onu bilemem. Mao, devrimi beceremedik, yüzümüze gözümüze bulaştırdık diyemediğinden böyle bir şey söylemiş olabilir. Falanca şunu buyurdu, filanca bunu buyurdu diyerek bu lafları mutlak doğru kabul ettirmek de kanaatimce iyi bir şey değildir. Asıl dogmatizm budur. 5.Son iki paragrafta yazdıklarınıza tamamen katılıyorum. Saygılarımla.

  10. 3 Eylül 2022, 22:41

    Stalin döneminin tek başarısı sanayileşme alanındadır. Askeri anlamda orduyu savaşa hazırlayamamış, yetkin subaylar tasfiye edilerek politize olmuş aparatçikler yerlerine getirilmiş ve bu ordu küçücük Finlandiya ile aylarca baş edememiş, Barbarossa Harekatı’nın ilk günlerinde binlerce uçak ve tank kaybetmiştir. 1943’ten itibaren elde edilen başarının bedeli milyonlarca askerin kitleler halinde ölümüdür. Stalin dönemi tarım açısından da yüz güldürücü olmamıştır. En başarılı olduğu konu diktatörlük ve katliamdır. Kırım Tatarlarının sürgünü ve Katyn Faciası iki örnektir.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!