19 Mayıs’ın sorumluluğu: Önce bağımsızlık

featured

Mustafa Solak yazdı…

Tarih, geçmişin dökümü değildir; geleceğimizi kurmak için önemlidir. Tarihten ders alınmalı ve geleceği sağlam temellerde kurmaya çalışmalıyız. Dolayısıyla birçok kez tarihi tartışma, tarihin düzeltilmesine ilişkin tartışma değildir. Aslında geleceği ne yönde kuracağımızın tartışmasıdır.

Yine bir 19 Mayıs’ta Atatürk’ün vatanı kurtarması için Samsun’a yollandığı, padişah Vahdettin’in ne kadar vatansever olduğu, Ankara’ya geldiğinde İngilizlerin Atatürk’e selam verdiği iddiası üzerinden Atatürk’ün İngilizci olduğu tartışmalarının içindeyiz. Bazılarımız “tarih hükmünü verdi, ne diye bunlara yanıt veriyorsunuz, değmez” veya “yanıt verip kendinizi yormayın, reklamlarını yapıyorsunuz” deyip önemsemese, hatta bizlere kızsa da anlatmalıyız. Çünkü bunlar sadece üç beş yazarın, kendini bilmezin ifadesi değildir. Toplumda üniversite okuyanlar arasında bile sıklıkla karşılaştığımız hususlardır. Dahası bunları dile getirenler artık üniversite çevresinden olmaya başlamıştır. Önceden Kadir Mısıroğlu dile getirdiğinde “akıl sağlığının yerinde olmadığına ilişkin rapor var”, “akademik çalışma tarzı yok” deniyordu. Şimdi ise akademisyenler Mısıroğlu gibi kişilerin sunduğu iddialarını ve dahasını güçlü kanıt getirmeksizin bir takım anılara dayanarak dillendiriyorlar. Lise, üniversite mezunlarının da kafası karışık. Hem Atatürk hem Vahdettin birlikte vatansever sayıp anabiliyor veya kimileri Atatürk’ün Vahdettin’e ihanet ettiğini belirtebiliyor.

Dolayısıyla küçümsenecek değil mücadele edilecek bir husus var. Susuldukça “verecek yanıtlarınız olmadığından sessizsiniz” deniyor. Kendilerini haklı görüp daha da cesaretle tarihi çarpıtmaya çalışıp halkın aklını karıştırıyorlar.

ATATÜRK SAMSUN’A VATANI KURTARMASI İÇİN Mİ YOLLANDI?

Başta şunu belirtelim ki Atatürk’te milli mücadele fikri daha 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığında vardı. Antlaşması imzalandığı vakit Yıldırım Orduları Grup Komutanı olan Atatürk 5 Kasım’da karargahının bulunduğu Adana’da Ali Fuat Cebesoy’a şunu söyler:

“Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve koruması, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lazımdır.”[1]

Cebesoy gibi güvendiği komutanlara, silahların Anadolu içlerine nakledilmesini ister. Atatürk barış antlaşmasının kolay imzalanmayacağını öngörerek, ateşkes antlaşmasının tüm yurdun kayıtsız ve şartsız teslimini hafifletmeye, orduyu terhis etmemeye ve hükümet değişikliği olursa, kendisinin Harbiye Nazırlığı’na (Bakanlığı’na) getirilmesine çalıştı. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya yolladığı “antlaşma olduğu gibi tatbik edildiği halde memleketin baştan nihayete kadar işgal ve istilaya maruz kalacağı” ve “düşmanların her dediğine başüstüne demekten doğacak neticenin bütün Türkiye’ye bu işgalcilerin hakim olmasına neden olacağını ve “Osmanlı hükümetinin düşmanlar tarafından tayin edileceğini” belirtir. Dahası “İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak İngilizlerin ihtiraslarının önüne geçmeye imkan kalmayacağı” hususunda uyarır.[2]

İstanbul’a gelmesi istendiğinde de Samsun’a gönderilmesini gerektirecek ortamı kendisi hazırlar. Ahmet İzzet Paşa başkanlığındaki bir hükümette Harbiye Bakanı olmaya çalışsa da başaramaz. Sonrasında padişah Vahdettin’i etkilemeye çalışacaktır. Fakat Vahdettin tahtını güvenceye alma derdindedir ve Atatürk’e “ordunun kumandan ve zabitleri (subayları) eminim ki, seni çok severler, bana teminat verir misin ki, onlardan bana bir fenalık gelmeyecektir”[3] diyerek tahtını koruma amacı için Atatürk’ü kullanmaya çalışır. İngilizlerin isteği üzerine Vahdettin 21 Aralık 1918’de Meclisi Mebusan’ı fesheder. Atatürk ondan da ümidini keser ve arkadaşlarıyla Vahdettin’i ve hükümeti indirmeyi tasarlayan gizli örgüt kurarlar; fakat “yeni hükümdar ve yeni hükümet de düşman süngüleri karşısında bulunmak vaziyetinden kurtulmuş olmayacaklardı”[4]diyerek bundan vazgeçer.

Artık tek kurtuluş fikri aklında belirir: Anadolu’ya gidip milleti örgütlemek. Bunun için çeşitli siyasetçilerle, bakanlarla temasa geçer. Onun bu temaslarından kaygılanan hükümet çevresi; İngilizlerin “Samsun ve çevresindeki Türklerin, Rumlara yaptığı katliamların önlenmesi, silahlarının toplanması, milli direniş cemiyetlerinin ortadan kaldırılması” talebini gerine getirmek için Atatürk’ü görevlendirir. Böylece onu İstanbul’dan uzaklaştırmış olacaklardı.

İSTANBUL’DAN UZAKLAŞTIRANLAR VAHDETTİN VE DAMAT FERİT DEĞİL Mİ?

18 Mayıs 2020 tarihli Sabah gazetesinde Atatürk’ün “kendisini İstanbul’dan uzaklaştırmak ve Anadolu dağlarında çürütmek”[5] isteyenlerce 9. Ordu Müfettişliği’ne görevlendirildiğinden bahsediliyor.

İlgili ifadenin geçtiği yeri Falih Rıfkı Atay’ın “Atatürk’ün Bana Anlattıkları” kitabından Atatürk’ün ifadeleriyle tam olarak verelim:

“Vahdettin kabinelerinde benim için iki zıt fikir olduğunu yukarda söylemiştim: Biri beni lehlerinde kazanmaya çalışanlar, diğeri hiçbir suretle itimad edilmemek lazım olduğunu iddia edenler! Aylarca münakaşalardan sonra hangi fikir hak kazanmış, bilir misiniz: Mustafa Kemal’e emniyet edilemez! Mustafa Kemal İstanbul’da birtakım menfi telkinler, belki hazırlıklar yapıyor. Bu adamı İstanbul’dan uzaklaştırmak lazımdır. Mustafa Kemal’i Anadolu dağlarına atmalı ve orada çürütmeli! Nihayet bu karar üzerinde mutabık kalmışlar. Bunu işiten yakın arkadaşlarım beni tebrik ettiler.

Beni İstanbul’dan çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacaklarını zannedenler, makul bir sebep aramakla meşgul idiler. Nihayet bu sebep, işgal kuvvetleri zabitlerinin raporları ile dolu bir dosya halinde ellerine geldi.”[6]

Görüldüğü gibi Atatürk’ün çeşitli çevrelerle temasından duyulan kuşku bu görevin kendisine önerilmesini sağlamıştır. Dolayısıyla görev tesadüfen Atatürk’e verilmemiş, Atatürk bu görevin ona verilmesini sağlamıştır.

Kendisini Samsun’a çürütmek için yollayanlar Vahdettin ve Damat Ferit değil mi ki milli mücadelenin başarısında ortak olsunlar!

Gazete yaptığı haberle çelişiyor. Demek ki tarh bilgileri yok veya önemsemiyorlar. Önemli olan Vahdettin ve Damat Ferit’i milli mücadelenin başarısına ortak etmek.

“PAŞA, PAŞA…” CÜMLESİNİN DEVAMINI NEDEN VERMİYORLAR?

Harbiye Nazırı, başbakan ve padişah imzasıyla Atatürk’e görev belgesi verilir. 16 Mayıs’ta Samsun’a hareket etmeden bir gün önce; yani 15 Mayıs’ta düşman gemilerinin baktığı Yıldız Sarayı’nda Atatürk’le Vahdettin görüşürler. Bu görüşme bir karikatürde şöyle yansıtılır.

 

Türk Tarih Kurumu da 2014 yılında yaptırdığı Vahdettin’in 17 Kasım 1922’de İstanbul’dan kaçmasıyla ilgili “Ayrılış”[7] isimli kısa belgesel, Vahdettin’in Atatürk’ü milli mücadeleyi başlatması için görevlendirdiği ve vatanı kurtarmak, Sevr’i onaylamamak için emperyalistlerle nasıl mücadele ettiği üzerine kurgulanmış.

Vahdettin’in bu belgeseldeki “paşa, paşa memleketi kurtarabilirsin” ifadeleri ders kitaplarında da var. Vahdettin’in emperyalizm işbirlikçiliği gizlendi. “Kurtuluşta payı var” algısı yaratıldı. Milyonlarca öğrenciye Lise ve Ortaokul “TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” ders kitaplarında okutuluyor. 12. Sınıf TC İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük ders kitabının 62. sayfasında “Mustafa Kemal Paşa anlatıyor” başlığı altında şu şekilde yer almıştır:

“Yıldız Sarayı’nın ufak bir odasında Vahdettin’le diz dize denecek kadar oturduk. Onun sağında hemen dirseğini uzatarak dayandığı bir masa üstünde bir kitap vardı. Odanın Boğaz’a doğru açık penceresinden gördüğümüz manzara şu idi: Yan yana demirlemiş birkaç sıra zırhlı. Cephe topları sanki Yıldız Sarayı’na doğrulmuştu. Söze Vahdettin başladı:

-Paşa, Paşa, şimdiye kadar devletimize çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Elini demin bahsettiğim kitabın üstüne basarak

– Tarihe geçmiştir. O zaman masa üstündeki kitabın tarih kitabı olduğunu öğrendim. Soğukkanlılık ve dikkatle dinliyordum.

– Bunları unut, dedi. Şimdi yapacağın hizmet, şimdiye kadar yaptıklarından mühim olabilir. İstersen devleti kurtarabilirsin.

– Hakkımdaki teveccühünüze teşekkür ederim. Memleketi kurtarmak için elimden geleni yapacağıma şüphe etmeyiniz.”[8]

TTK de, Tarih ders kitabı da karikatür de “paşa, paşa…” ifadelerinin devamında Atatürk’ün ne dediğini göstermiyor. Bakalım Atatürk ne demiş:

“Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki ecnebi hükümetlerin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahmin ile başka bahislere girişmeyi tehlikeli addettim. Kendisine basit cevaplar verdim: ‘–Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.’ Söylerken, kafamdaki muammayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, temayüllerini, sahtekarlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? Memleketi kurtarmak lazımdır, istersem bunu yapabilirmişim. Nasıl hemen hüküm veririm: Vahdettin demek istiyordu ki hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek mesnedimiz İstanbul’a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri tedib edersem [cezalandırırsam], Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım. ‘-Merak buyurmayın efendimiz, dedim, nokta-i nazar-ı şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz (padişah iradesi) olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım.’”[9]

FETVAYLA ‘KAFİR’ İLAN EDİLDİ

Ertesi gün Samsun’a hareket eden Atatürk, Samsun’a vardığında komutanlara ve halka yönelik telgraf ve bildirilerinde işgallere direnilmesini, askerin terhis edilmemesini, silahların teslim edilmemesini söyleyecek, İzmir’in işgalini protesto edecektir. Havza’daki mitinge katılacaktır. İngilizlerin isteği üzerine Samsun’a ayak bastığından 20 gün sonra, 8 Haziran 1919’da İstanbul’a geri çağrılır. Hükümet, 23 Haziran 1919’da İstanbul’a gelmediği ve “halkı hükümete karşı tahrike teşebbüs ettiği” gerekçesiyle, kendisini azleder. 7-8 Temmuz’da padişah ve hükümetle süren telgraf görüşmesinde askerlikten istifa ettiğini belirtir. Dahiliye [İçişleri] Nazırı Adil Bey, 29 ve 30 Temmuz 1919 tarihiyle hemen tüm il ve kaymakamlıklara gönderdiği şifre telgrafla, Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Beyin yakalanarak derhal İstanbul’a gönderilmelerini ister. Sonrasında Dürrizade fetvasıyla kafir ilan edilmesi, idam fermanı, Kuvayi İnzibatiye adlı Halife ordusu üzerine yürütülür.

NUTUK’TA NE DİYOR?

Bunu yapanlar mı Atatürk’ü Samsun’a vatanı kurtarması için yolladı!

Vahdettin’in memleketi kurtarması için yolladığına dair ifadesi yok. 1923’te yazdığı Mekke beyannamesinde Atatürk’ü suçluyor:

“İzmir’in işgali dolayısıyla beni suçlamaya cüret edenlerin nokta-i nazarına göre adı geçen işgallere sebep olan Mondros mütarekesine bil fiil katılan Rauf, Fethi ve askeriyenin böylesi durumu ile devleti böyle bir acim (acımasız) mecburiyete düşürmekle cidden mesuliyette bulunan Mustafa Kemal’in mesul ve suçlanır olması lüzum gelir.”

Beyannamenin başka bir yerinde “devletin belli başlı mevcut kuvvetlerinin büyük bir kısmını esir vererek zilletle Toros eteklerine iltica etmesi yüzünden anlaşma akdini kaçınılmaz hale getiren Mustafa Kemal için hiç bir mazeret kabul edilemez” diyor.

“Makamım ve şahsım hakkındaki kötü niyetleri bariz olan Mustafa Kemalcilerin” diye ifade kullanıyor. Atatürk için “o devrelerde Mustafa Kemal tâbi olduğu devlete itaat dairesinden çıkmış ve Anadolu’da birçok aksakallı müftülere varıncaya kadar asıp kesmek gibi zalimliğiyle milli vazifeler hududuna tecavüz ederek, milletin başına tahammül olunmaz bir bela kesilmiş idi” diyor.

Atatürk, “Nutuk” adlı eserinde Vahdettin ve Damat Ferit için şöyle der:

“Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine; aciz, haysiyetsiz, korkak, yalnız Padişah’ın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını koruyabilecek herhangi bir vaziyete razı.”[10]

Dahası “hain Vahdettin”[11] , “millet haini kabine”[12] der.

İkisi aynı kefede değerlendirilip vatansever sayılabilir mi? Kim memlekete ihanet etmiş ortada değil mi!

Vahdettin’in 40 bin altın verdiğine dair yanında Samsun’a gidenlerden işitilmiş mi? Okunmuş mu?

Yok. İddiası olan ispatla sorumludur. Biz uydurmaya neden kanıt getirelim. Boğazına kadar borca batmış, Lozan’dan sonra yıllarca borç dediğimiz Osmanlı Devleti’nin 40 bin altın verecek kadar ekonomik gücü var mıydı!

“ATATÜRK İNGİLİZCİ” ALGISI YARATILMASINA NEDEN İZİN VERELİM?

Neymiş, İngilizler Ankara’ya geldiğinde Atatürk’ü askeri törenle selamlamışlar. Kaynak? Yok.

Atatürk’ün İngilizciliğini gösterecekler güya. Hadi selamladılar diyelim. Onu Samsun’a yollayanlar Amasya’da, Merzifon’da, Erzurum’da İngiliz, Fransız askeri olduğu bilmiyorlar mıydı sanki!

Anladık, savaştan yenildik ama Anadolu’nun içlerine kadar nüfuz eden bir siyasete neden teşne olduklarını, işgalcilerin neden oralarda olduğunu sorun padişaha ve İstanbul hükümetlerine. Atatürkçü bilinen bazı utangaç Vahdettinciler de “evet İngiliz askeri vardı, evet Atatürk’ü Anadolu’ya padişah yolladı” deyip gerçeğin bir kısmını gizliyorlar. Tepki olunca da “öyle demek istemedim” diyorlar. Demek istemiş olmasalar bile “Atatürk İngilizci” algısına neden olacaklarını düşünmeleri gerekir.

ÖNCE MİLLİ BİRLİK VE BAĞIMSIZLIK

Atatürk Samsun’a çıktıktan kısa bir süre sonra yayınladığı Amasya Genelgesi’nde “vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir” diyordu. Saltanat, hilafet, cumhuriyet, kadın, laiklik gibi çeşitli sorunlardan ziyade emperyalizme karşı milleti birleştirmeye çalışıyordu. Çünkü emperyalizme karşı millet birleştirilirse bağımsız vatan kurtarılırdı ve diğer sorunlar aşama aşama çözülürdü. Bugün de bağımsızlığımızı; bunun için de milleti birleştirmeyi en önemli sorumluluk olarak bilmeliyiz. Emperyalizm bugün de bağımsızlığımız, mili birliğimizi hedef alıyor.

15 Temmuz 2016’da FETÖ darbesinin arkasında ABD vardı.  Fetullah Gülen yıllardır ABD’de ikamet ediyor.

ABD, İsrail-Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile 19-29 Mart 2018 tarihlerinde Doğu Akdeniz’de askerî tatbikat yaptı.

Yunanistan, 152 Ege adasını işgal etti. AB, ABD sessizlikle izleyerek rıza gösterdiklerini ortaya koydular.

PYD için ABD, “kara gücüm” diyor ve onları maaşa bağladı. PYD bölgesinde onlarca ABD üssü var.

Bu saydıklarımız bağımsızlık meselesinin en baş sorun olduğunu gösteriyor. Ama bazıları milli çıkarlar yerine rakibini alt etmeye yönelik davrandığı için rakibi milli çıkarlara yönelik, AB, ABD’ye karşı söz söylediğinde “ABD’yi karşımıza almayalım” demeye başlıyor.

“Gazeteciye özgürlük”, “basına özgürlük”, “ifade özgürlüğü” lafları tılsımlı sözcükler gibi sarf ediliyor. Gazetecinin, yazarın anayasaya, yasalara, insan onuruna aykırı sözler ifade etmesinin önemi yok mu? Vatandaş söyleyemez ama gazeteci, yazar diye istediğini söyleyebilirler mi? O zaman nerede kaldı anayasadaki eşitlik ilkesi!

Gazeteci, yazar, Medeni Kanun’daki tek eşlilik maddesine aykırı şekilde çok eşliliği savunduğu, biri “PKK’nın insanları öldürerek mücadelesini meşru göstermesi haktır” dediği vakit “bırakalım yazsın, gazeteci” mi denmeli!

Hayır diyorsanız kafaların ne kadar karıştırıldığını görünüz. Atatürk ise şöyle diyordu:

“Toplumda en yüksek özgürlüğün, en yüce eşitlik ve adaletin yerleştirilmesini ve korunmasını sağlamak ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla ulusal egemenliğin kurulmuş olmasıyla sürekli olur. Bundan dolayı özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası ulusal egemenliktir.”[13]

Görüldüğü gibi Atatürk özgürlük, eşitlik, adalet meselesini ulusal egemenlikle yani milli birlik, milletin menfaati noktasından yaklaşıyor.

Kurtuluş savaşımız gösterdi ki emperyalizme karşı mücadeleyi en başa koyduğumuzda diğer sorunları çözebiliyoruz.

Peki emperyalizme karşı milletimizi nasıl bir yöntemle, üslupla birleştireceğiz?

Bunu kurtuluş savaşımızın kahramanlarından Albay Şerif Güralp’in anısını göstererek anlatayım. Kurtuluş Savaşı’nda gençleri silah altına çağıran subayla köylü arasındaki konuşma şöyledir:

“Zabit (subay) efendi Balkan muharebesinde (savaşında) asker istediniz. Nakliye vasıtaları vesaire şeyler istediniz, verdik mi?

Evet verdiniz amca.

Muharebenin sonu ne oldu?

Mağlup olduk.

Seferberlikte (1. Dünya Savaşında) aynı şeyleri istediniz; yine verdik. Netice ne oldu?

Sizleri iki defa tecrübe ettik. Evlatlarımız muharebe meydanlarında şehit düştüler. Bir kısmı sakat döndü. Verdiklerimiz boşa gitti. Şimdi gene istiyorsunuz. Amma gene mağlup olursanız halimiz nice olacak? Anlat bakayım bana.

Deyince; ben de hacı gemisi gibi şapa oturdum.

Amca sana son kararımızı söyleyim. Eğer millet bize uymazsa bugün elde mevcut onbinden fazla subay ve yedek subay; başımızda Mustafa Kemal Paşa olmak üzere hep beraber eşkıya olarak dağlara çıkacağız… ölünceye kadar vuruşacağız. İste bu söz mücadelenin başına geçen Mustafa Kemal Paşa’nın söylediği son sözdür…”

Burada düşünelim. o albayın yerinde olsak köylüye” memleketi düşünmüyorsunuz, bireysel çıkarınızın peşine düşmüşsünüz” mü derdiniz? Yoksa köylüyü hak vermek değil ama anlamaya mı çalışırdınız?

Albay anlamaya çalışır. Konuşmanın devamına kulak kabartalım.

“Pekala, bu defa gene istediklerinizi verirsek muharebeyi kazanacak mıyız?”

“Allah’ın izniyle kazanacağız.”

“Nasıl inanayım?”

“Seferberlikle ordularımız Alman kumandanlarının elinde oldukları için bizi merhamet etmeksizin kendi emelleri uğrunda harcadılar. Bugün memleketi idare eden insanların hepsi aklı başında vatansever insanlardır. Orduyu idare edenlerse tecrübeli, cesur ve çalışkan kumandanlardır. Hepsi ve hepimiz dini bir uğruna ortaya atılarak memleketi kurtarmaya çalışıyoruz. Eğer Ordularımızı oluşturabilirsek Yunanı yenmek işten bile değildir. Gerisi kolay. Yeter ki bütün halk bizim gibi düşünsün. İstediklerimizi versin. Hep birden Yunan’ a saldıralım; ama bugün olduğu gibi her birimiz bir tarafa çekersek, düşmanlar birer birer memleketimizi istila edecekler. Söyle amca! Nazlı, kırmızı sancağımızın altında mı ölmek istersin; yoksa Yunan’ın mavi bayrağı altında zelil, sefil yaşamak mı?”

Ne kadar ikna edici cümleler değil mi?

Devam edelim.

“Elbette ki kendi bayrağının altında yaşamak ve ölmek isterim.”

“Öyleyse bu gece hazırlan. Yarın beraber Ankara’ ya gideceğiz.”

“Artık benim Ankara’ya gitmeme gerek kalmadı. Mustafa Kemal Paşa da bana bunları söyleyecek değil mi? Senin açık yürekli konuşman bize her şeyi öğretti.”[14]

İşte milli mücadele, geçmişin hataları da sırtımızda hissedilerek verildi. Onun için mucizevi bir milletiz.

İkna etmeye çalışacağımız kişileri dinlemeli, anlamaya çalışmalı ve onun hassasiyetlerini dikkate alan çözümler getirmeli ve uyarılarda bulunmalıyız.

Rakip gördüğümüzü tuş etmeye yönelik değil de milli çıkarlar, milli birlik, emperyalizme karşı mücadele bakımından düşündüğümüzde bağımsızlığımızı sağlarız. Aynen Atatürk’ün milli direniş örgütlerini emperyalizme karşı biraraya getirmeye çalıştığı gibi.

[1] Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, Vatan Neşriyat, İstanbul, 1953, s.29; Turgut Özakman, 1881-1938 Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1999, s.37.

[2] Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul, 1998, s.79, 84-85.

[3] Age, s.100.

[4] Age, s.109.

[5] “Sabah Damat Ferit’i de Bandırma Vapuru’na bindirdi!”, Veryansın, 18.5.2020, erişim tarihi 18.5.2020,  https://www.veryansintv.com/sabah-damat-feriti-de-bandirma-vapuruna-bindirdi/

[6]Atay, age, s.124-125.

[7] Filmi u bağlantıdan izlenebiliyordu ama kaldırılmış: https://www.youtube.com/watch?v=XhTQrrMvsg0&fbclid=IwAR3qv2CrbvdZOqI081YT_iwmK8xexqFJhIpFbmgrBw-q78hWnqUgCcoDJtk.

[8] Akif Çevik, Gül Koç, Koray Şerbetçi, Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük 12, T.C. MEB Devlet Kitapları, 2. Baskı, Ankara, 2019, s.62.

[9] Atay, age, s.139.

[10]Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.19 (Nutuk 1), Kaynak Yayınları, İstanbul,  2006, s.23.

[11] Age, s.183.

[12] Age, s.217.

[13] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.I, 3. Baskı, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1997, s.326.; Sami N. Özerdim, Atatürkçü’nün El Kitabı, 2. Baskı,  ADD Yayınları, 2014, s.159.

[14]Şerif Güralp, İstiklal Savaşı’nın İçyüzü, 3. Basım,  Güncel Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.88-91.

19 Mayıs’ın sorumluluğu: Önce bağımsızlık

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

4 Yorum

  1. 22 Mayıs 2020, 10:28

    Hasan adlı FETÖ’cüye cevabımdır:
    Gerçek Müslüman Atatürk’ü en çok sevendir. Minarelerde hala ezan okunuyorsa onun sayesinde olduğunu bilir. Ancak senin gibi fitneciler böyle laflarla ortalığı karıştırmaya milleti birbirine düşürmeye çalışır. Biz bunu yemeyiz. Başka kapıya git.

  2. Kendimizi kandırmayalım. Eğri oturalım doğru konuşalım. Tıpkı rahmetli Aziz Nesin gibi. “Gerçek müslüman Atatürk’ü sevemez. Neden sevsin ki, yaptığı hiçbir iş müslümanların lehine değildir. Seviyorsa ya ahmaktır ya sahtekar”

  3. Vahdettin ve Damat Ferit vatan hainleridir. Nokta. Seriatcilarin propagandasi tarihi gercekleri degistirmez. Bu millet gercek vatansever Mustafa Kemal Ataturk’u cok iyi bilir ve bu yuzden taparcasina sever. 19 Mayis Genclik ve Spor Bayrami herkese kutlu olsun.

  4. Muthis etkili bir yazi…Elinize kolunuza saglik..Sonuc bolumu de ozellikle harikaydi…

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!