2020’de George Orwell’in ‘1984’ünü yaşamak

featured

E. Kur. Alb. V. Murat Tulga yazdı

George Orwell’in “1984” adlı romanı, bilim kurgu türünün klasik örneklerinden biri olmanın yanı sıra, geleceği karanlık olan, gerçeklerin, doğruların saptırıldığı, konuşma özgürlüğünün yok edildiği modern dünyayı protesto eden bir romandır. 1949 yılında basılmıştır ve gelecekte her şeyin tümüyle devletin denetiminde olduğu belleksiz, muhalefetsiz bir toplum tehlikesine karşı yürekten bir uyarı niteliğindedir.

“1984”, Okyanusya adı verilen bir ülkede geçer. Bu ülke “Büyük Birader” denilen bir diktatör ve partisi tarafından yönetilmektedir. “Büyük Birader” her yerdedir, sanki “Büyük Birader” tek tek her vatandaşı izlemektedir. İnsanlar kişiliksizleştirilmiş ve korku kültürünün egemenliği altına girmişlerdir.

Büyük Birader ve Partisi üç temel slogan altında Okyanusya’yı baskı ve faşizm altında inletmektedir.

1. SAVAŞ BARIŞTIR.

2. ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR.

3. BİLGİSİZLİK KUVVETTİR.

Temelde, Parti, size, beş duyu organınıza inanmamanızı söylemektedir. Bu onların temel ve en önemli emirleridir. Öyle ki sonunda parti, iki kere ikinin beş ettiğini duyuracak ve insanda buna inanmak zorunda kalacaktır.

Kitap, Düşünce Polisi tarafından düşünce suçu ile muhaliflerin nasıl yok edildiklerini de tasvir eder. Kitabın bir yerinde şöyle anlatır; “…Düşünce suçu sonsuza kadar gizlenebilecek bir suç değildi. Bir süre saklanabilirdiniz ama yıllar sonra bile olsa eninde sonunda sizi yakalamalarını engelleyemezdiniz. Tutuklamalar her zaman gece yapılırdı. Uykudan ansızın sarsılarak uyanma, omzunuzu dürten kaba bir el, gözlerinize tutulan ışık, yatağınızın çevresinde katı yüzlerden bir halka. Olayların büyük çoğunluğunda yargılama olmaz, tutuklama gerekçesi gösterilmezdi. İnsanlar geceleri kayboluverirlerdi, o kadar. Adları sicillerden silinir, o güne kadar yaptıkları kayıtlardan silinir, bir zamanlar var oldukları yadsınır, sonra unutulurdu. Böyle ortadan kaldırılanlara, yok edilenlere genellikle buharlaştı denirdi…”

Tam bir korku imparatorluğu değil mi?

Şimdi kitabı bir kenara bırakalım ve 2020 Türkiyesinde son günlerde yaşananlara gelelim.

Libya’da, Hafter güçleri tarafından vurulan bir gemide personelimiz şehit oldu, bir tören bile yapılmadan sessizce cenazeleri defnedildi. Şehitlerin cenaze törenleri sosyal medyadan öğrenildi.

Normal bir hayat devam ederken üç günde Suriye/İdlib’de 39 şehit verdik. Şehit haberlerini Hatay Valisi verdi. Şehit haberleri önce dokuzla başladı, sonunda 36’aya çıktı.

Şehit haberleri öncesi, Suriye rejim güçlerine ait onlarca askerin öldürüldüğü ve silah ve teçhizatının imha edildiği duyuruldu. Oysa TSK, Adana Mutabakatı kapsamında Suriye’de bulunuyordu. Meclisten bir savaş teskeresi verilmemişti. Yoksa normal bir hayat sürer gibi yaparken Suriye ile savaşa mı girmiştik?

Şehit haberleri nedeniyle internet ansızın yavaşlatıldı, sosyal medyaya kısıtlama getirildi.

Şehit cenazesinde Muhalefet Partisi liderinin taziye için el sıkma isteği Cumhur İttifakının küçük ortağı MHP lideri tarafından geri çevrildi. Muhalefet liderinin eli havada kaldı.

Partili Cumhurbaşkanı şehitler ile ilgili tam iki gün sonra açıklama yaptı. Bu açıklama esnasında espri yaptı, salondakiler kahkahalarla güldüler.

ODATV yazarlarından Barış Terkoğlu, Libya’da şehit edilen personele ait yaptığı bir haber nedeniyle sabaha karşı gözaltına alındı, daha sonra tutuklandı.

Mecliste kapalı oturumda kavga çıktı, milletvekilleri yumruklaştı. CHP Milletvekili hakkında Partili Cumhurbaşkanına yönelik sözleri nedeniyle Ankara Cumhuriyet Savcılığınca soruşturma açıldı.

ODATV yayınlarına erişim yasaklandı.

Yine ODATV yazarlarından Barış Pehlivan, gazeteci, yazar Murat Ağırel ve bir tiyatrocu ifade için Savcılığa davet edildiler. Barış Pehlivan tutuklandı, Ağırel kontrol tedbiri ile serbest bırakıldı. Tiyatrocunu ifadesi alındı ve serbest bırakıldı.

İçişleri Bakanı bir muhalif gazetecinin sorusuna karşılık gazeteciyi, “Bırak Yunan ağzıyla konuşmayı” diye azarladı.

***

Nasıl, yaşananlar 1984’ü aratmıyor değil mi? Barış ortamındayız ama sanki savaşıyor gibiyiz. Özgürlükler dibe vurdu, basın ciddi şekilde baskı altında, sosyal medya kontrol altında. Ve internet çağında bilgiye ulaşamıyoruz, bilgisizliğin kuvveti bir kılıç gibi kafamızın üstünde sallanıyor. Ama bilim kurgu ve fantastik bir hikâye değil, hepsi gözümüzün önünde yaşanıyor.

Yine “1984”e dönelim. Romanın ana karakteri Winston her şeye rağmen akıl ve mantığın peşinden gider. Ve şöyle der; “…Her şeye karşın haklı olan benim. Gerçekler savunulmalı, somut dünya yaşıyor ve yasaları değişmez. Taş sert, su ıslak ve destek almayan cisimler dünyanın merkezine düşerler. Özgürlük iki kere ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir. Eğer buna izin verirse, gerisi kendiliğinden gelir…”

O halde bizde gerçeklerin peşinden gidelim. Beş duyumuzu kullanalım ve Winston gibi yapalım.

SAVAŞA HAYIR!

BARIŞLARA VE BASINA ÖZGÜRLÜK. İKİ KERE İKİ DÖRT EDER.

BİLGİ KUVVETTİR. ER YA DA GEÇ GALİP GELİR.

2020’de George Orwell’in ‘1984’ünü yaşamak

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!