Faust Anadolu’da ve Cumhuriyet

featured

Haydar Zorlu yazdı…

Bu renkli yansımada yaşamı buluruz.
Doğru ya da yanlış giden nedir? Sahnede görmek ve işitmek gerek.
Tiyatro işte budur. Ortaya çıkışına baktığımızda tiyatronun neden bir ihtiyaç ve aslında vazgeçilmez olduğunu görürüz.
Binlerce yıl öncesinde yaşadığımız bu topraklarda tiyatroda izleyerek yaşanan hikâyeler insanları büyülemiştir. Bu dolaysız, yani göz göze, kulak kulağa, deneyimi bir kez yaşayan, tekrarını sürekli arzu eder. Anadolu’da günümüze ulaşmış bu kadar çok tiyatro kalıntılarını bulabilmemizin nedeni budur.

Bu çok eski gelenekle bir bağ kurmak adına İzmir’in Selçuk ilçesi, Şirince Köyü’nde kendi zeytinliğimizde Efes’in büyük antik tiyatrosunun yakınında küçük bir amfi tiyatro inşa ettik. Gelecekte, geçmiş de de olduğu gibi, bu sahnede nelerin görüleceği ve işitileceği ortaya çıkacaktır. Geçmişten günümüze gelen insanlığın tüm kazanımlarının, yani felsefe, edebiyat ve tiyatronun anlaşılmasının tek yolu güzel Türkçemizi kullanarak sahneye çıkıp sunmaktır. Bu kazanımları anlaşılır kılmak üzerimize bir vazifedir.

Bu oyunların başını hiç kuşkusuz FAUST çeker. Johann Wolfgang von Goethe’nin yazdığı FAUST eseri için özel olarak içinde yaşadığımız zeytinlikte tarımsal depo olarak kullandığımız yeri, Faust’un ‘çalışma odası’ olarak tiyatro sahnesine çevirdik. Peki, Faust’ta olan bu tutku nereden geliyor? Biraz geriye gidelim. Türkiye’de okulların duvarlarında ‘Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir’ yazıyor. Atatürk’ün bu sözünü kendilerine şiar edenler ister istemez birer ‘Faust’ oluyorlar. Birde ‘Ülküm, hep ileri gitmektir’ ve ‘Doğruyum, çalışkanım’ eklenince kimse durduramaz içimizdeki Faust’u.
Ayrıca Kuran- ı Kerim ‘Oku’ (Arapça ‘İkra’) kelimesi ile başlar. Faust okuyan biridir. Neredeyse okumadığı hiç bir şey kalmamıştır. Eserde Tanrı Faust için ‘İnsan araştırıp çalıştığı sürece yanılır. İyi bir insan, en derin karanlığa hevesli olsa da hep doğru yolun bilincindedir’ der.

Almanya’da henüz 12 yaşında Goethe’nin ‘Erlkönig’ adlı şiirini severek sundum ve Goethe’nin ‘Genç Werther’in Acıları’ kitabını derste işlerken hayranlık duydum. Sonrasında Faust’u ilk elime aldığımda sindirimi zor, anlaşılması kolay olmayan bir eser olduğunu fark ettim ve bir kenara bıraktım. Zaten okurken, itiraf ediyorum,  5 veya 10 dakika geçmeden uykuya dalardım. Yine de hoşuma giden bazı bölümlerini el yazısıyla yazıp ezber yapmak için hep yanımda taşırdım. Almancanın ne kadar güzel bir dil olduğunu o zaman fark ettim. Sonra Türkçeye çevirirken o saklı müzikaliteyi ve keşfettiğim başka sırları da kullandım.

Faust’un metni sade ve anlaşılır bir şekilde okunduğunda Faust, düşünen bir Profesör, Mephisto, dişlerini gösteren bir köpek ve Gretchen, masum bir kız, karakterleri olarak kendiliğinden ortaya çıkarlar.

Faust:
‘Ah, işte felsefe, hukuk, tıp
Ve maalesef, ilahiyatı da fazlasıyla okudum,
Hem de ateşli bir çabayla.
Ama ben işte yine aynıyım.
Neden eskisinden daha akıllı değilim?
Oysa bir doktor oldum, hem de profesör.
On yıldır öğrencilerimi burunlarından tutup
Sağda solda, bir aşağı bir yukarı dolaştırıp durmaktayım.
Ve görüyorum ki hiçbir şey bilemiyoruz!
İşte bu yüzden içim yanıyor.
Kendimi büyücülüğe verdim ki
Ruhsal gücün ağzından kimi sırlara erişeyim,
Soğuk terler akıtarak bilmediklerimi saymak zorunda kalmayayım,
Dünyanın en derinlerinde neler varmış kavrayıp,
Bütün yaratıcı güçleri ve tohumları görüp,
Kâinatın esrarına vakıf olup,
Sözcük oyunlarından kurtulayım.’

Mephisto:
‘Bir güç var!
Sürekli kötülük istemesine karşın, sürekli iyilik yaratan,
O gücün bir parçasıyım!
Hep inkâr eden o ruhum ben.
Bunda da haklıyım.
Çünkü yaratılan her şey, her varlık, yerin dibine girmeye layıktır.
Bu yüzden hiçbir şey yaratılmasa daha iyi olurdu.
İşte sizin günah, yıkıcılık, kısaca kötülük dediğiniz şeyler,
Benim asıl ana maddemdir’.

Gretchen:
‘Ben ne küçük hanımım, ne de güzel!
Evime de tek başıma gidebilirim…
Aman Tanrım, bu adam neler hem de neler düşünebiliyor.
Ondan utanıyorum ve her şeye ‘evet’ diyorum.
Ne yapayım? Ben zavallı, cahil çocuğun tekiyim.
Ne buldu bu adam bende?
Anlayamıyorum…’

Devam etmeden önce oyunun içeriğine çok kısa bir göz atalım.
Her şeyi aşmış ve artık öğrenecek hiç bir şeyi kalmadığına inanan Doktor Faust, yeryüzündeki sınırlı yaşamın acısından kurtulmak için ruhunu Mephisto’ya, yani şeytana satar. Mephisto, bunun karşılığında Faust’u bilgi hastalığından kurtaracaktır. Oyunda bir cadının hazırladığı iksirle Faust’un gençleşmesi sağlanır. Artık genç ve yakışıklı bir adam olan Faust, Gretchen adında güzel bir kızla karşılaşıp ona âşık olur.

Çok merak ediyordum, dünyanın en derinlerinde neler olabilir, şeytanla anlaşmak nedir ve sonrasında neler oluyor? Bu ve benzeri sorulara cevap bulmak zorundaydım. Bu yüzden okumaya devam ettim kitabı. Bitirmem sürekli ara verdiğimden dolayı 5 yıl sürdü. Sonunda aradığımı buldum!

Dünyanın en derinlerinde neler olduğunu Mevlânâ 13. Yüzyılda şöyle ifade eder: ‘Sayısız hikâyeler anlattılar, yokluğa, varlığa dair birçok sözler söylediler ve gaflet içinde akıllarınca mana gevherini deldiler. Kâinatın esrarına vakıf olmadıkları için evvela uzun uzun çene çaldılar, sonra uyuyup kaldılar.’

Kâinatın esrarına vakıf olmayı Doktor Faust örneğinde görelim.

Goethe’nin yazdığı başka bir şiir bizi bu konuda daha ileri götürür.
‘Bizi doğuran nedir?
Aşk.
Ne olmayınca yaşam olmaz?
Aşk.
Ne olunca her şeyi aşarız?
Aşk.
Aşkı bulabilir miyiz?
Aşkla.
Ağlamayı kestiren nedir?
Aşk.
Bizi sonsuza dek birleştiren ne olsun?
Aşk.’
Nedir aşk?
Cevabını Almanca bir sözlükten vereyim:
‘Bir insanı başka bir insana çeken, yakınlaştıran fiziksel ve duygusal canlılığa aşk denir.’

Gretchen Faust ile aşkını yaşarken duygu ve canlılığını şöyle ifade eder:
‘Onsuz bir yer mezar olur bana.
Bütün bu dünya,
Eğer o yoksa yanımda, yaşanmaz daha.
Zavallı başım dönmüş çılgına,
Zavallı aklım paramparça
Gitti artık, kalmadı huzurum.
Yüreğimi taşıyamıyorum.
Bulamam onu daha…
Gönlüm hep koşar ona doğru.
Ah keşke bir yakalasam, tutsam iyice,
Öpsem onu, istediğim gibi öpsem,
Onun öpüşleriyle yıkılıp gitsem!’

Gretchen, öyle bir aşk sarhoşluğuna dalmıştır ki, etrafında olup bitenlerden haberdar değildir artık. Faust da aynen öyle. Adam düşünmeyi bile bırakmıştır. Artık Gretchen’le yaşadığı o coşkulu gecelerden başka hiçbir şey tanımıyor. Doydukça doyumsuzlaşan Faust, Gretchen ile birlikte aşkın tüm tat ve hazlarını en büyük heyecanla yaşar.

Her şeye hâkim olan Mephisto’nun beklentisi Faust’un yenilgisidir. Bunun yerine anlam veremediği başka bir durumla karşılaşınca şaşırır şeytan. Faust ve Gretchen insan olarak yaşadıkları aşk ile onu şaşırtırlar. Hâlbuki hep bir adım önde olan şeytan, Faust’a tuzak kurmuştu ve genç, güzel ve masum bir kızı ona ‘adak’ olarak sunmuştu.

Bütün büyük aşklar gibi bu aşk da tragedya gereği ölümle biter. Gretchen’in ölümü ile.

Eserin birinci bölümünde gerçek ve yerli karakterler ve basitmiş gibi görünen, fakat bir o derece şeytani ve karmaşık bir hikâye ile derin iz bırakan bir tragedyayı yaşadıktan sonra, Faust’un ikinci bölümünde sembolik karakterlerle ve içinden çıkılmaz dolambaçlı bir akışın içinde neredeyse kayboluyoruz. Derken Goethe Faust’u ve Mephisto’yu bizim Ege denizi ve kıyılarına gönderir. Faust antik çağın birçok karakteri ile yoğun felsefi sohbet ve tartışmalara dalıp, bilgiye olan susuzluğunu azda olsa giderdikten sonra Chiron’a Helena’nın nerede olduğunu sorar.

Bizi yaşamda gerçek anlamda vazgeçilmez kılan nedir? Aşk!
Bizi yaşamda vazgeçilmez kılan aşk mıdır, yoksa aşk mı vazgeçilmez, kendimizi canlı hissedebilmemiz için?

Gretchen ile olan aşk’ da birbirinden vazgeçilmez olanlar aşkı yaşayandır. Yani Gretchen ve Faust. Eserin ikinci bölümünde durmaksızın aşkı (Helena / Kâinatın esrarı) arayan Faust Helena’yı sonunda buluyor.

Antik Yunandan bildiğimiz güzel Helena’nın o görkemli görüntüsünü birinci bölümde ilk kez sihirli bir aynada görürken Faust:

‘Gördüğüm nedir bu büyülü aynada… Bu kadar hoş!
Tanrısal bir tablo bu!
Ey aşk, ver bana kanatlarının en hızlısını
Ne olur, götür beni onun diyarına!
Güzel olabilir mi bir kadın böyle?
Bu bir rüya! Eyvah, çıldıracak gibiyim.

Böyle bir şey olabilir mi yeryüzünde?
Bir kadının olabilecek en güzel resmi!’

Helena ise Faust’un Ege kıyılarına geldiğini ilk duyduğunda ‘Yakışıklı mı?’ diye sorar. Bunun üzerine Phorkyas: ‘Fena değil! Ben beğendim onu. Candan, cesaretli ve Yunanlar arasında ender görülen bir şekilde çok okumuş biridir. Eğitimli ve anlayışlı bir adam’. Helena ve Faust nihayet karşılaşırlar.

Faust:
‘Aklım ne ileriye ne de geriye dönüktür. Bu an yeter!’

Helena:
‘Çünkü mutluluğumuzdur bu an. Kendimi çok uzakta görüyorum ve bir o kadar da yakın. Yürekten söyleyebilirim ki –Seninle buradayım’.

Faust
‘Nefesim kesilmiş, kelimeler titriyor, boğazım düğümleniyor.’

Helena:

‘Seninle kaynaşmış tanımadığım bir adamla güvenle bağlanmış ve sanki yaşlanmış gibiyim, ama yine de genç.’

Antik çağın güzellik simgesi Helena ve modern çağın bilgeliğinin simgesi Faust evlenir. Euphorion adında zeki, yakışıklı ve etrafına aydınlık saçan bir oğulları olur. Euphrion’un eski Yunanca kelime anlamı coşkudur. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ‘coşku’ kelimesine baktığımızda şu açıklamayı görürüz: ‘Bir düşünceyle, bir duyguyla dolarak yücelme, ruhun kendini aşıp yücelmesi, heyecan’. Euphorion eserde ilk kez sahneye çıkmadan önce bestelediği müzik eseri yankılanır ve duyan herkesi derinden etkiler. Aşırı hız ve çalışkanlığından dolayı ömrü uzun sürmez. Helena ve Faust’un tüm uyarılarına rağmen daha da uzakları görebilmek için daha yükseklere çıkmak ister. Yükseklerden düşerek erken ölür.

Her ne kadar Goethe Euphorion karakterini Lord Byron’ı düşünürek yazmış olsa da, bu topraklar kendi Euphorion’unu yaklaşık 100 yıl sonra ortaya çıkarmıştır; modern Türkiye’nin kurucusu Selanikli Mustafa Kemal Atatürk.

Mustafa Kemal’in de Euhorion gibi insanları derinden etkileyen bir eseri vardır. Bu da Goethe’nin hayal edip, ancak müzik ile ifade ettiğinden ötedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün eseri kurduğu Cumhuriyettir!  Euphorion’un bestelediği şarkılar Cumhuriyeti simgeler. Her ikisi de eserler yaratmış, fakat erken ölmüşlerdir.

Euphorion öldükten sonra koronun söyledikleri şöyledir:
‘Nerede olursan ol, seninleyiz!
Biz seni tanıdığımızı düşünüyoruz,
Ah, sen bu dünyadan ayrılsan da,
Kalbimiz hep seninle.
Senin şarkın/eserin güzel ve cesaretin eşsizdi.
Ah, bu dünyanın mutluluğu için doğdun,
Yüce atalara ve büyük güce sahiptin.
Ve ne acı ki!
Erken gittin.
Dünyayı kavrayan keskin zekân
Kalpleri okuyan önsezilerin
En güzel kadınlarda aşk ateşini uyandıran sen.
Ve senin olan şarkın/eserin.

Eğer en kötü gününde kan kaybı yaşayan halk sessizliğe bürünüyorsa,
Yeni şarkılar, eserler yaratın!
Daha fazla başınızı öne eğmeyin!
Çünkü bu topraklar her daim yeniden yaratır.’

Cumhuriyet kurulduktan 26 yıl sonra, Atatürk’ün hızla gerçekleştirdiği devrimler sayesinde, FAUST ancak 1 Ekim 1949 yılında Ankara’da Devlet Tiyatrosu’nun açılışında Muhsin Ertuğrul’un yönetiminde ilk kez Türkçe oynanmıştır.

Cumhuriyet Bayramı’mızın 99’uncu yılı kutlu olsun.
Yaşasın Cumhuriyet!

Haydar Zorlu kimdir?

İstanbul’da 2011 yıllında Sanat Odası’nı kuran tiyatro sanatçısı 1967 doğumlu Haydar Zorlu İlkokulu Bayburt, Mikail Köyü (Karlıova-Bingöl), Elazığ ve Mersin’de okudu. 1979’dan sonra eğitime Köln’de devam etti ve 1987’de Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesinde 2 yıl okudu. 1989’de profesyonel oyunculuğa başladıktan sonra Hukuk Fakültesinden ayrılıp 1989-1994 yılları arasında Germanistik, İspanyolca, Siyasi Bilimler ve Pedagoji eğitimini yine Köln Üniversitesi Felsefe Fakültesinde aldı. New York’ta Bob McAndrew Studio’sunda sinema oyunculuk eğitimi alan Zorlu 1997’de Almanya’da devlet tarafından kabul edilen tiyatro ve sinema oyuncusu (Staatlich anerkannter Schauspieler) unvanını alarak çalışmalarına devam etti.

Köln Üniversitesinde Alman dil ve edebiyatını okurken hazırladığı Faust projesini 2009 da Türkçeye çevirerek İstanbul’a taşıdı. 2020 yılına kadar 289 oyun ile İstanbul sahnelerinde en çok oynanan oyunlardan biri Goethe’nin yazdığı ünlü eser FAUST oldu.

Haydar Zorlu Alman yapımı Türkiye’yi tanıtma amaçlı WDR kanalının ‘VER ELİNİ TÜRKİYE’ adındaki 26 bölümlük dizide başrol oynadı ve dizideki Türkçe dil kursunu yönetti. 1991 yapımı dizi 90’lı yıllarda Türkiye’nin en kapsamlı tanıtım programı oldu. Zorlu bu projeden sonra Sayısız Alman dizilerinde yer aldı ve 2006 – 2011 arasında yayınlandığı dönemde Avusturya’nın en başarılı dizisi olan, Avusturya Devlet Televizyonu’nda (ORF) yayınlanan, Reinhard Schwabenitzky’nin yönettiği ‘OBEN OHNE’ adındaki dizide başrol oynadı. Zorlu’nun görev aldığı tyatrolar arasında Oberhausen Şehir Tiyatrosu, Köln Arkadaş Tiyatrosu, Wupper Tiyatrosu, Kölner Künstler Tiyatrosu, Christallerie Wadgassen, Freies Werkstatt Tiyatrosu Köln ve Dortmund Operası bulunmaktadır.

Köln’ de aralıksız 10 yıl boyunca oynadığı ‘ANRHEINER’ adlı WDR kanalında yayınlanan diziyi 2008 de bırakıp, ta 1991`de Türkiye`de Amfi Tiyatro’ları dolaşırken hayalini kurduğu Faust projesini gerçekleştiren Haydar Zorlu, tiyatrosunu 2021 de Şirince’ye (Efes-Selçuk, İzmir) taşıdı. Çalışmalarına Sahne Şirince’de devam ediyor.

(c) Haydar Zorlu
Sahne Şirince
Efes – Selçuk – İzmir
www.sahnesirince.com

Faust Anadolu’da ve Cumhuriyet

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!