Artık haklı olduğumuz davalarda savunma değil saldırı zamanı!

featured

Mihriban Ünal yazdı…

Meslek gereği edindiğim tecrübeler sonucunda şunu çok iyi biliyorum ki, herhangi bir davada ne kadar haklı olursanız olun, o dava bir kurgudan ibaretse ve hüküm zaten baştan verilmişse kendinizi çok iyi savunsanız da kaybedersiniz, işte tam da burada yapılacak en iyi şey, savunmadan vazgeçip saldırıya geçmek ve adaletsizliğe neden olan tüm duvarları yıkmaktır!

Tarihte Türk Milleti’nin emperyalist saldırılar sonucu meşru savunma hakkını kullanmak zorunda kaldığı birçok olay, bugün yine Türk Milleti’ne saldırı maksadıyla bir silah gibi kullanılmaktadır. Bunun en yakın örneğini “FETÖ-gladyo terörü”nün doğrudan Türk Milleti’ni ve Türk Ordusu’nu hedef aldığı Ergenekon, Balyoz, Casusluk… gibi düzmece birçok davada gördük ve görmeye de devam ediyoruz.

Bu anlamda Türk Milleti’ne en fazla saldırılan ve Türk Milleti’nin de kendini çok defa savunma halinde bulduğu konulardan biri de “Ermeni Soykırımı Yalanı”dır. Oysa bu konuda tarih boyu saldırıya maruz kalan ve hesap verecek yerde hesap sorması gereken Türk Milleti’nden başkası değildir!

Aşağıdaki ifadeler, herhangi bir Türk diplomat tarafından yazılan ve Türk Devleti’ne gönderilen bir raporda değil, bizzat Trabzon İngiliz Konsolosu Palgrave’nin yazıp 30 Ocak 1868 tarihinde İngiltere’ye gönderdiği raporda geçmekte ve değerli Türk diplomat ve akademisyen  Bilal Niyazi Şimşir’in Osmanlı Ermenileri isimli eserinde yer almaktadır :

“…Bugünkü durumda muvazzaf olsun, ihtiyat olsun bütün askerlik yükü yalnız ve yalnız Müslüman halkın omuzlarındadır… Şurası iyice bilinmeli ki, Müslüman nüfusun Hristiyanlar’a oranla hızla azalmasının, buna karşılık Hristiyan nüfusun gittikçe artmasının gerçek nedeni budur… İmparatorluğun üretici olmayan tüm unsurlarını Müslümanlar oluşturuyorlar. Bu apaçık bir adaletsizliktir… Türkiye’deki Hristiyanların Müslümanlara kıyasla refah içinde olmalarını, onların daha enerjik, daha çalışkan ve daha erdemli olmalarına yormak yanlıştır. Gerçek şu ki, çalışkanlık, doğruluk, namusluluk ve dürüst iş çıkarma bakımından Müslümanlar şaşmaz biçimde Rum ve Ermeni hemşehrilerinden kesinlikle bir gömlek üstündürler. Ama ne var ki, Müslümanlar muazzam bir yükün altında sistematik olarak ezilmişlerdir ve ezilmektedirler. Hristiyanlar ise, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ayrıcalıklı durumlarını sürdürerek son yüzyıldan beri sürekli olarak zenginleşmişlerdir. Zenginleşmeleri de… spekülasyonlarla, apaçık hilelerle ya da tefecilikle olmuştur…” 

TÜRK HÂLÂ ÖZ VATANINDA EZİLEN…

Değerli diplomatımızın da belirttiği gibi, Türk askere giderken, sömürgeci devletler tarafından desteklenen Ermeni-Rum mültezim (kesenekçi) ve tüccarlar, Türk’ün toprağı ile ticaretini hile ve tefecilikle elinden alıp Türk’ü yoksul bırakmış, bu da yetmemiş bölücü faaliyetlerde başı çekmiş ve sonra da ‘haklarımız’, ‘reform isteriz’ diye çığırtkanlık yapmış, devlet ise Türk’ün sesini duyacağı yerde bu çığırtkanların sesini duymuş! Bugün geldiğimiz noktada Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet’e rağmen, dünyada da ülkemizde de bu düzenin değişmediğini görmek acı! Türk, hâlâ öz vatanında ezilen, sömürülen, hakkı yenen, ancak en çok saldırıya uğrayan ve kendini en çok savunmak zorunda kalan…

Değişmeyen bir şey daha var, o da bir ülkenin toprağını, zenginliklerini sömürmek isteyen işgalciler, önce nüfus politikaları ile etnik-mezhepsel temizlik yapıp sonra o ülkenin ilgili bölgelerine kendi istedikleri etnik-mezhepten uygun (!) taşeronlar yerleştirir ve bunlar aracılığıyla bölünme-terör faaliyetlerine geçer, en sonda da yapabilirse yer adları da dahil olmak üzere oradaki tüm kültürel mirası geri dönülemez şekilde yok edip kendilerine yeni  elverişli (!) alanlar yaratır. Bunun Afganistan, Irak, Suriye gibi birçok örneği her gün ve hepimizin gözleri önünde yaşanıyor.

Bu örneklerden biri de bugün hâlâ Ermenistan işgali altında olan Karabağ’dır. Özellikle Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra Ermeniler bu bölgeye bilinçli şekilde yerleştirilmiş ve sonrasında da katliamlara başlamıştır. Öyle ki, 1823 yılında bölge nüfusunun %78.3’ü Türk, %21’i Ermeni iken 1897 yılında bu oran nüfus politikalarıyla Ermeniler lehine artmış ve nüfusun %53’ü Türk, %45’i Ermeni olmuştur. Bu şekilde planlı işleyen bir etnik temizlik ve imha hareketi sonunda bölgenin tamamen Ermenistan’a bağlanmasının talep edilmesi üzerine, özellikle 1992-1994 yılları arasında şiddetli bir savaş yaşanmış, Ermenistan, Hocalı da dâhil olmak üzere birçok yerde Türklere soykırım yapmış ve Rusya’nın da desteğiyle Karabağ ile civarındaki 7 Azerbaycan ilini işgal etmiştir.

Ermenistan’ın ırkçı terör saldırıları sebebiyle binlerce Türk hayatını kaybetmiş, yaklaşık yüz bin kişi yaralanmış, sayısı bir milyonu aşan Azerbaycan Türkü ise kendi toprağından sürülmüş ve adeta ülkesinde mülteci konumuna düşmüş, Azerbaycan topraklarının yaklaşık %20’si işgal edilmiş, göçe zorlanan bir milyonu aşkın insan ağır şartlar altında çadırlarda yaşamak zorunda kalmıştır. Savaş sonucunda 1994 yılında ateşkes imzalansa da aradan uzun zaman geçmesine rağmen, taraflar arasında kalıcı bir barış sağlanamamıştır ve bölge günümüzde de Ermenistan’ın işgali altındadır. Dileğimiz en kısa zamanda işgal altındaki bu bölgenin Azerbaycan topraklarına katılmasıdır, zaten uluslararası hukuka göre bir devletin başka bir devlet tarafından işgal edilmiş topraklarını geri almak için mücadele etmesi ve güç kullanması suç değildir.

Aslında Karabağ işgali sırasında yapılanlar da dahil olmak üzere Ermeni tarihi, terör ve terör örgütleri ile suikastlar tarihinden ibarettir desek abartmış olmayız sanırım. Ermeniler tarafından kurulan ve Osmanlı Devleti içinde terör estiren Taşnak ve Hınçak örgütleri, bölücü faaliyetler yürüterek sivil halka saldırmış, ayrıca birçok devlet adamına suikast düzenlemiş, hatta Cumhuriyet kurulduktan sonra Mustafa Kemal Atatürk’e de iki kez suikast teşebbüsünde bulunmuş, ancak başarılı olamamıştır.

Ermeni terör örgütlerinin Türklere ve Türk Devletleri’ne yönelik terör eylemleri ve suikastları bahsettiklerimizle de sınırlı kalmamış, PKK gibi Lübnan-Bekaa vadisinde 1975 yılında kurulan Hınçak Terör Örgütü’nün uzantısı ASALA (Armenian Secret for the Liberation of Armenia) ve Taşnak Terör Örgütü’nün uzantısı JCAG-ARA (Justice Commandos for the Armenian Genocide-Armenian Revolutionary Army) çok sayıda Türk diplomat ve yakınını şehit etmiş ve PKK ile de işbirliği yapmaktan geri durmamıştır.

Ermeniler, bundan daha bir ay önce 15 Mart 1921’de Talat Paşa’yı şehit eden Ermeni terörist-suikastçı Soghomon Tehlirian’ın heykelini dikerek ayak ucunda Talat Paşa’nın kesik başını simgelemişler ve bu hareketleriyle kanlı tarihlerini bir kez daha tescillemişlerdir.

Tüm dünyanın gözü önünde terör eylemleriyle gurur duyan (!) bir Ermenistan’ın varlığına rağmen; sanki Ermeniler soykırıma uğramış gibi bir hava yaratılması ve dünya kamuoyunda bu konunun sürekli sıcak tutulması, bizlerin de milli şuur yoksunu tarih bilmez duyarsızlığından kaynaklanmaktadır. Hal böyle olunca, haklı olduğumuz davalarda saldırıya geçmek yerine kendimizi sürekli savunma halinde buluyoruz, evet mahkeme adil değil belki, ancak biz de o mahkemeyi (!) reddederek kendimizi savunmaktan vazgeçip zulme karşı saldırıya geçecek kadar dersimize çalışmıyoruz!

Örneğin İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Karabağ işgali nedeniyle Azerbaycan ve Ermenistan taraflarının başvuruları üzerine iki ayrı karar verdi, ancak bizler sadece Ermenistan aleyhinde verilen karar üzerinde durup Azerbaycan aleyhinde verilen kararı dikkate almadan ve Ermenistan aleyhindeki kararı biraz da abartarak neredeyse meselenin çözüldüğü yanılgısına kapıldık.

Bu davalarda Ermenistan’ın işgalci statüsünü perdelemek maksadıyla ileri sürdüğü temel siyasi tez, Karabağ’ın self-determinasyon (kendi kaderini tayin etme) hakkını kullandığı ve özerk bir devlet olduğu, bu nedenle tazminat taleplerinin davalı olarak kendisine karşı değil, özerk Karabağ’a karşı yöneltilmesi gerektiği yönündedir. Azerbaycan ise haklı olarak topraklarının Ermenistan tarafından işgal edildiğini ve bu yerlerin kendisine verilerek toprak bütünlüğünün sağlanmasının zorunluluğunu dile getirmektedir.

Konuyla ilgili her ne kadar Mahkeme, Ermenistan aleyhinde açılan dava sonucunda Ermenistan’ı, Karabağ’da  “etkin kontrolü” olan bir “fiili otorite” olması nedeniyle davalı olarak kabul etmiş ve dolaylı olarak işgalci statüsünü ima etmişse de diğer yandan Azerbaycan aleyhindeki davayı da kabul ederek her zamanki gibi politik davranmış ve zaten toprakları işgal edilen bir ülkeyi bir de bu sebeple hukuka aykırı olarak tazminata mahkûm etmiştir.

Mahkeme, Azerbaycan aleyhinde verdiği kararda, Ermeni bir mültecinin 1992 yılında Azerbaycan’ın Şaumyan bölgesinden kaçmak zorunda kalması sonucunda bu bölgedeki köyüne geri dönememesi ve oradaki mülklerini kullanamaması gerekçesine dayanarak tazminata hükmetmiştir. Oysa başvurucu bir Ermeni mülteci de olsa O’nun köyüne dönememesi ve mülklerini kullanamaması Azerbaycan’ın sorumluluğunda değildir ve tamamen Ermenistan’ın saldırıları ve işgali nedeniyledir. Bu sebeple İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin önünde bekleyen diğer davalarla ilgili bu yönde tüm dünyada kamuoyu oluşturup davaların muhatabının Azerbaycan değil, işgalci Ermenistan olması gerektiği yüksek sesle dile getirilmelidir. Aksi halde bir ülke düşünün ki, hem toprakları işgal edilecek hem de hukuka tamamen aykırı şekilde işgalcisine tazminat ödemek zorunda bırakılacak!

MİLLİ ŞUURLA HAREKET ETMEK ZORUNDAYIZ

İngiliz bir gazetecinin Hocalı Soykırımı ile ilgili sorusu üzerine ne demişti Ermenistan’ın önceki Başbakan’ı Serj Sarkisyan, “Biz bu konuda yüksek sesle konuşmak istemiyoruz. Hocalı’ya kadar Azerbaycan bizim sivillere saldıramayacağımızı düşünüyordu, fakat Hocalı’da biz bu klişeyi kırdık!”

Öyleyse “masumlara saldırmamayı klişe (basmakalıp) olarak gören bir vahşi zihniyet” ile her alanda tüm imkânlarımızla mücadele etmek boynumuzun borcudur. Bunun için ise, teröristlerle masaya oturup sınırları açmayı, sözde dostluk fotoğrafları çektirmeyi, Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) ibarelerini kurumların tabelalarından sökmeyi bir kenara bırakıp milli şuurla hareket etmek zorundayız.

Sorunun siyasi, hukuki, kültürel birçok yönü olması nedeniyle üniversitelerimizde, bürokrasimizde konuyla ilgili uzmanlardan oluşan ve sürekliliği olan birimler oluşturulmalı ve bunlar kendi arasında uyumlu şekilde çalışmalıdır. Ayrıca bu birimlerin hazırladığı raporlar doğrultusunda Türk Dünyası’nın da desteği alınarak siyasi irade ortaya konmalı ve Ermenistan’ın soykırım yaptığı, tarih boyu kurduğu terör örgütleri ile suikastlar da dâhil olmak üzere birçok terör eylemi gerçekleştirdiği, Karabağ’da Ermeniler tarafından etnik temizlik yapıldığı, Karabağ’ın işgal altında olduğu, Ermeni terör örgütlerinin PKK da dâhil olmak üzere diğer terör örgütleri ile koordineli çalıştığı gibi hususlar dünya kamuoyunda yüksek sesle dile getirilmelidir.

Diğer yandan konuyla ilgili bugüne kadar birbirinden bağımsız bazı çalışmalar yapılmış olsa da yeterli değildir. Milli bir politika doğrultusunda etkili ve amaca uygun şekilde hareket edilebilmesi için yapılan tüm çalışmalar birleştirilmeli ve Ermeni terörü tarafından şehit edilen istisnasız bütün devlet adamlarımız ve vatandaşlarımız için anıtlar dikilmeli, müzeler açılmalı, farklı tarih ve illerde yapılan anmaların yanı sıra TBMM’de karar alınarak tüm ülke genelinde sürekli bir anma programı kabul edilmeli, bir taraftan da hukuk mücadelesi tarihi gerçekleri yüksek sesle haykırarak ve artık savunmaktan vazgeçip saldırıya geçerek devam etmelidir. Bu sayede tarihi, hukuki, kültürel, bilimsel mücadeleler ile taçlandırılan siyasi sonuçlar hakkı yerine teslim edecektir inancındayız.

“Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur!”

YARARLANILAN BAZI KAYNAKLAR

*Asala Terör Örgütü Nasıl Ortaya Çıktı ve Terör Faaliyetlerinin Amacı, Elvin Abdurahmanlı, https://dergipark.org.tr/tr/pub/asosbilder/issue/46337/522305.

*Ermen Terör Örgütü JCAG-ARA ve Faaliyetleri (1975-1986), Mustafa Sarı, http://www.tarihinpesinde.com/dergimiz/sayi14/M14_15.pdf.

*Kafkasya’da Çözülemeyen Kördüğüm :Dağlık Karabağ Sorunu, Reha Yılmaz, http://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423872157.pdf.

*Rusya’nın Güney Kafkas Dış Politikası : Dağlık Karabağ ve Hazar Denizi, Süreyya Yiğit, Gökhan Gülbiten, https://dergipark.org.tr/tr/pub/yalovabaccd/issue/33816/374409.

*Ermenistan İşgali Altındaki Dağlık Karabağ Sorununa Bir Çözüm Önerisi, Savaş Biçer, http://www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/0-2-201905179bilgestrateji-20.pdf.

*https://www.dw.com/tr/aihmden-%C3%BC%C3%A7-%C3%B6nemli-karar/a-41761871.

*https://www.anayasa.gov.tr/tr/yayinlar/insan-haklari-bilgi-bankasi/avrupa-insan-haklari-mahkemesi/aihm-kararlari/.

Artık haklı olduğumuz davalarda savunma değil saldırı zamanı!

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. “Meslek gereği edindiğim tecrübeler sonucunda şunu çok iyi biliyorum ki, herhangi bir davada ne kadar haklı olursanız olun, o dava bir kurgudan ibaretse ve hüküm zaten baştan verilmişse kendinizi çok iyi savunsanız da kaybedersiniz, işte tam da burada yapılacak en iyi şey, savunmadan vazgeçip saldırıya geçmek ve adaletsizliğe neden olan tüm duvarları yıkmaktır!” Diyor Mihriban Ünal. Kesinlikle artık savunmada kalma zamanı değil saldırıya geçme zamanı. Saldırı derken Atatürk’ün “Hattı Müdafaa Yoktur, Sathı Müdafaa” vardır anlayışı içinde ama sadece topla tüfekle değil zamanın ruhuna uygun bilgi ile de saldırı. İçte ve dışta cahillikle mücadele. Yalan bilgilerle mücadele. Emperyalizmin kucağındaki tetikçilerle mücadele. Yoksa hep savunmada kalarak suçsuzken suçlu durumuna düşüyoruz. Mahkemede katilin savunmada kalarak kendini kotarma arayışında olması gibi bir konuma düşüyoruz. Oysa biz katil değiliz maktülüz, maktül. Daha kaç kere öleceğiz. TEŞEKKÜRLER BU GÜZEL YAZI İÇİN…

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!