Avrupa’nın sömürgeleşmesi-1… Radikal değişimler

Prof. Dr. Ergun Türkcan yazdı... 3 kesimden oluşan "Avrupa'nın sömürgeleşmesi" yazı dizisinin ilki...

featured

Henüz Uzay İmparatorluk(lar)ı[1] doğmadan yeryüzündeki klasik bir gelişmeyi görmek ve kendi tezimize uygun olarak bir imparatorluğun yaşamak için büyümek-tek olmağa çalışmak, bunu sürdürme içgüdüsünün mantığını bir kez daha test etmek istiyorum. Aslında test etmek istediğimiz ünlü imparatorluk içgüdüsü, 21 yy da, ABD’nin dünyanın geri kalanıyla ilişkisini bu teoreme göre açıklamaktır. Soğuk Savaş süresince (1945-90) İki-imparatorluk modelinde, Avrupa (NATO) ve diğer müttefikleri ile eşit, fakat bir lider (primus inter pares) durumunu sürdüren ABD, Sovyetler yıkılınca tek-güç, tek imparatorluk olmanın hazırlıklarına girerek, Sovyetler Birliği mirasının peşine düşecektir. Bu ölüm, Sovyetlerin rejim değişikliği ile 15 parçaya bölünmesidir ki, gerçek anlamda ne ölüm, ne de etrafa saçılanlar gerçek bir mirastır. Sovyetler, yaklaşık 70 yıllık bir siyasi rejimim ölümüne hazırlıksız yakalanmış ve bir tür Brest-Litowsk, Mart 1918, sonrası Rusya gibi olmuşken, Çin Halk Cumhuriyeti, 1978’den itibaren siyasi rejimin koruyarak iktisadi sistemini değiştirdi veya kapitalizmle uyumlu hale getirdi; Sovyetler dağılırken Çin yükseliyordu.

Yeni Rusya’nın ilk döneminde, 1990-99, Başkan Yeltsin, Batı’nın (ABD) kendi öz-parçalarını NATO ve AB’ye taşımasına ses çıkarmadı hatta yardım etti; belki farkında bile değildi. Putin gelince işler hemen değişmedi, ama önce evin içini düzene koymak gerekirdi: Çeçen İsyanını, yine Çeçen bir lidere, Kadirof’a, Grozny şehrini düz etme pahasına bastırttı. Çarlık Rusya’sı da, Müslümanı Müslümana kırdırma konusunda İngiltere kadar maharetliydi. Bu maharet bir İmparatorluk aracı olarak İngiltere’den ABD’ye; Rusya’dan da Çin’e geçmiş olmalı.

Eğer Putin 2000’de iktidara gelmese, Çin’in 1978’de başlattığı ekonomik-sosyal hamleler de, aynı zamanlarda onun tekno-ekonomik bir güç (economic power-house), yeni bir siyasi kutup yani imparatorluk adayı olarak dünya sahnesine çıkmasına yol açmasaydı, ABD 1990’larda, kendiliğinden, bir füze bile atmadan, kazandığı Dünya İmparatorluğunu daha da güçlendirip, Dünya’nın her köşesinde adına ‘hutbe’ okutturup kendi milli kanunlarını Kürenin her yerinde kendi milli parası Dolar gibi, geçerli kılarak beş kıtanın da ROMA’sı olabilirdi. Fakat, dünya siyasetinde tekleşme veya tekelleşmenin karşısında çok kısa zamanda engeller, arızalar çıkar-çıkacaktır. Sonuçta, eğer tarihi iyi okursak, tek büyük devletin anti-tezi her zaman mevcuttur ve yoldadır; bu da günümüzde Çin ve onun yeni ve zorunlu müttefiki Rusya’dır.

Ancak esas üzerinde durmak istediğim husus, tek bir devletin çok uzun süre dünya imparatoru olarak kalmasının, günümüzdeki çok hızlı ekonomik-teknolojik gelişmeler yüzünden mümkün olmadığını göstermekten çok, değişen bazı tarihi pozisyonlara işaret etmektir. 20. Yy a kadar, Dünya’nın hakimi, Avrupa’daki belli sayıda devletti: Bunların dördü veya dört imparatorluk (Rusya, Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı) Birinci Dünya Savaşı sonunda; gerideki iki büyük güç, İngiltere-Fransa ile ilk deniz aşırı emperyalist Portekiz ve ilk kapitalist-denizci emperyalist Hollanda ise İkinci Dünya Savaşı sonunda tüm sömürgelerini kaybettiler.

Soğuk Savaşta ABD’nin Büyük Ağabey olarak ortaya çıkmasını eski baş emperyalist İngiltere istedi; daha NATO kurulmadan, 1947’de, Doğu Akdeniz’de, Yunanistan ve Türkiye’yi artık koruyamayacağını ifade edip, Truman Planı’na yol açtı, 1948’de İsrail kuruldu, Birleşik Krallık Filistin’den çekildi. Sonra İngiltere Fransa ve İsrail ile 1956 Süveyş Harekatı yapmaya kalkınca, artık eski “Big Boys” olmadıklarını, “Büyük Ağabey”den fırçayı yiyince anladılar. ABD’nin Batı Dünyası Patronluğu için bir tarih vermek gerekirse, bu yarım kalmış harekattır, derim.[2]

Zaten İngiltere, 1971’de, “East of Suez” politikasıyla tüm Doğu ile ilişkisini kesip, Körfez’i, İran dahil ABD’ye (ARAMCO’ya) bıraktı. Fransa’nın sömürgelerini bırakışı daha kanlıdır: Vietnam, 1954, çok kanlı bir cangıl savaşı; Cezayir ise, yine çok utanç verici bir iç savaş ile 1962, terk edildi. Tunus ve Fas’ı 1956’da, daha az zayiatla olsa da kendisi bıraktı. 1958’de, De Gaulle tekrar İktidara gelip Beşinci Cumhuriyeti ilan etti; NATO’yu Paris’ten kovmasına rağmen, artık eski-büyük bağımsız bir güç değildir. Federal Almanya’nın ise askeri gücü değil ekonomik bir gücü vardır. Daha sonra, Portekiz ve İspanya’da kendi diktatörleri ölünce, bu “camia”ya kabul edildiler. Avrupa ABD’ye eşit bir ekonomik büyüklük haline ancak, Ortak Pazar kendi parası Euro’yu icat edince, krizleri atlatıp, İngiltere’yi içine alınca, geldi. Zaten İngiltere’nin atom bombası neredeyse, ABD ve Rusya ile eşit tarihlerde patlamıştır.

BİR DÜNYA GELİR DAĞILIMI TABLOSU

Bilinen şeyleri yazıyorum. Ancak bu anlatımdan şöyle bir sonuç kolayca çıkar: Avrupa ve onun Birliği zamanla ekonomik ve siyasi alanda ABD’ye eşit hale geldi veya gelmek üzere… Çeşitli veriler de (milli gelir, A+G harcamaları, patentler, ihracat, ihracat içinde tekno-yoğun malların payı vb.) bu tezi doğrular niteliktedir. Daha genel bir bakışla ABD, Avrupa, Çin ve Dünyanın geri kalan kısmıyla bu dört büyük parçanın, nitelik olmasa bile, yaklaşık değerleri birbirine yakındır. Dördüncü bölümü, Hindistan, Güney Amerika, Güney-Doğu Asya, Afrika ve diğerleri çok parçalı, heterojen bir manzara arz ettiği için bunları bir kenara koyup nispeten homojen Avrupa (Rusya hariç) ile ABD ve Çin arasında, 2000’lerde bir karşılaştırma yaparsak ABD imparatorluğu ile başa baş bir rakip olabilecek güç olarak sadece Avrupa ortaya çıkar. Olguyu daha iyi görebilmek için genel bir dünya milli gelir tablosu üzerinde çalışmak gerekir:

Tablo: GDP, PPP* (sabit fiyatlarla 2017; uluslararası $ birimi)**

2000200020202020GSYHGSYH
GSYHDünya PayıGSYHDünya Payı Artış Artış
(Trilyon $)(%)(Trilyon $)(%)(%)(Trilyon $)
Çin4,46,423,018,3428,218,7
Rusya2,13,13,93,181,51,7
AB14,921,918,714,925,73,8
ABD14,120,819,915,840,45,7
Dört Ülke Toplamı35,552,365,452,184,429,9
Dünya67,9100,0125,710085,257,8
  • PPP = Satın Alma Paritesine göre. (Puchasing Power Parity)

* * Bu tabloyu değerli araştırıcı Bayram Ali Eşiyok bu yazı için düzenlemiştir.

Kendisine teşekkür borçluyum.  Kaynak: World Bank.

Yukarıdaki tablo 3 büyük-stratejik ülke ile Avrupa Birliği’nin ve bunlar dışında Dünyanın geri kalan ülkelerinin GSMH’larının sabit bir dolar bazında, “satın alma paritesi” (PPP) hesabıyla büyüklüklerini ve yüzde dağılımlarını göstermektedir. Bu dört grubun 2000’den 2020’ye, dünya gelir toplamı içindeki payı hemen aynı kalmıştır. Eğer Rusya’yı da, aslında olması gerektiği yerde yani “diğer ülkeler” grubu içine alırsanız, geri kalan 3 blok yani ABD, Çin ve AB’nin dünyadaki payı yarı-yarıyadır. Böylece 20 yıl içinde hiçbir şeyin değişmediği de ifade edilebilir.

Ancak dünyanın 2 yarım küresi içinde büyük değişimler vardır. Dünyanın geri kalan kısmı içindeki büyük değişimleri bir yana bırakırsak, yukarıdaki 3 blok yani Çin, ABD ve AB’nin dünyanın yarısını oluşturan gelirler toplamı içindeki paylarında radikal değişmeler olmuştur: Çin’in payı, 2000 yılında, 4.4 trilyon dolar ve % 6.4 iken; 2020’de, 23.0 tri. Dolar ve % 18.3 olmuştur ki, 20 yılda % 428.2 artıştır. Aynı dönemde ABD,14.1 tri. dolar, % 20.8 paya sahip iken, 2020’de 19.9 tri. dolara yükselmiş fakat payı % 15.8’e düşmüştür. AB’nin ise 20 yılda, dağılımdaki payının değişmediği görülüyor. Buna göre de, AB’nin, yaklaşık olarak 20 yıl içinde, artan üye ülke sayısına rağmen, miktar ve yüzde olarak[3], ABD ölçeğinde bir gelir ürettiği anlaşılmaktadır. Eğer Rusya’yı coğrafi olarak AB yani Avrupa Birliği’ne katarsanız, milli gelir büyüklüğünde ABD’yi marjinal bir farkla geçmektedir, ama Rusya Avrupa’ya değil, Çin’e daha kolay eklemlenmektedir veya eklemlenecektir.

Bu analize nüfus büyüklüklerini katmadım, ama kısaca bir bilgi verirsem, Çin hala Dünyanın en büyük nüfusunu barındırır. ABD-Kanada 400 milyona yakın,[4] Avrupa ise 500 milyonunun üstündedir. Rusya 150 milyonun altında, giderek nüfusu daralıyor. Dünyanın geri kalan büyük kısmında, Hindistan Çin’e yaklaşmış, belli hesaplara göre de geçmiş olabilir. Hindistan tarihin en edilgen yarım adalarından biridir: Antik Çağda Batı’dan Yunanlılar (Büyük İskender); Orta Çağlarda yine Batı ve Kuzey’den Müslüman Araplarla Türkler, sonra Portekiz, İngiltere ve diğerleri bu alt-kıtaya üşüşmüştür. Hint, Çin’e Eski Çağlarda Budizmi ihraç etmesine rağmen, siyasi anlamda ‘inert’ statik bir devletler topluluğu sayılır; bilim, kültür ve sanat kaynağıdır. Hindistan[5] kendi okyanusunda, Çin’in Pasifik Okyanusundaki ağırlığından çok daha fazla bir öneme sahiptir, ama onu Çin ve ABD kategorisine koymuyoruz, üstelik nükleer silahlara da sahiptir.[6] Siyasi edilgenliği belki de tarihten gelen statüsünün bir sonucu olabilir.

Ancak asıl konumuz, Rusya’nın ekonomik-nüfus ağırlığının ne tarafa kayacağı sorunu değil; Rusya’nın stratejik bir denklemdeki yeridir. Çünkü hem ABD’nin hem de Çin veya Rusya’nın Dünyanın geri kalan yarısındaki birçok ülkeyle ekonomik ve siyasi anlamda ilişkiler kurması mümkün ve gereklidir. Ayrıca çok çeşitli bölgesel ve ikili ittifaklar vardır; yenileri de ortaya çıkıyor. Bunlar nihai bir (Üçüncü) savaşın, nihai analizinde ele alınabilecek askeri konulardır; şimdilik bırakıyorum.

[1] Sovyetler zamanında kurulup, ortak bir yapa haline getirilen Uluslararası Uzay İstasyonu (ISS) ömrünü teknik ve siyasi olarak tamalarken, Çin kendi Uzay İstasyonunun son kısmını da Haziran 2022’de Uzaya gönderdi. Bunu sadece geleceğe ait bir not olarak kaydediyorum.

[2] Ancak, uzak görüşlü!, Amerikan dış politikası, bu hamle ile, İngiltere’nin 150 yıldır Akdeniz’e sokmadığı Rusya’nın, Başkan Nasır davetiyle önce Mısır’a ve sonra da (kalıcı olarak) Suriye’ye girmesine yol açtı.

[3] Bu değerler içinde Birleşik Krallık, henüz Brexit yani Avrupa Birliği’ni terk etmemiş olduğundan mevcuttur. Ancak bu azalma da genel analizimize fazla tesir etmemektedir.

[4] Burada sayılarla ana konudan uzaklaşmak istemedim, yaklaşık büyüklükler verdim.

[5] QUAD diye bilinen, Çin’i sarmak için tasarlanan Dörtlü Güvenlik Protokolünde ABD; Avustralya ve Japonya ile birliktedir. Resmen Çin toprağı olan Tayvan sorununa girmiyorum.

[6] Pakistan da, nükleer silaha sahip olmasına ve büyük bir nüfusa rağmen hep marjinal denklemde yer alır.

Avrupa’nın sömürgeleşmesi-1… Radikal değişimler

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!