Türkiye’nin yeni frekansı: Go home Yankee!

featured

Güralp Coşkun ve Yılma Başar Korkmaz yazdı…

Geçtiğimiz günlerde özellikle Tümamiral Cihat Yaycı’nın görevden alınıp, merkeze çekilmesi ve ardından gelen istifası, FETÖ’nün sosyal medya hesaplarından Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’e yapılan saldırılar FETÖ’nün ve yandaşı olan Batılı devletlerin Mavi Vatanımıza göz diktiklerinin açık bir göstergesidir. Bu saldırılara cevap olarak ve 5 Haziran gününün Johnson Mektubu’nun yıl dönümü olması vesilesiyle Türkiye için ne anlam ifade etmesi gerektiğinin unutulmaması için bu yazıyı kaleme almaya karar verdik.

Kıbrıs, Akdeniz’in incisi Mavi Vatan’ın kilit noktasıdır. Batılı devletler tarafından üzerinde çeşitli emperyalist oyunlar oynanmış ve bu oyunlar sürekli olarak Türkiye aleyhine kullanılmıştır. “Kıbrıs neden önemli, bırakalım gitsin” diyen Akıncı zihniyet, vatan kavramını anlayamamış olan, vatanı sadece “parselden” ibaret sayan günümüz cahilleridir. Kıbrıs, Doğu Akdeniz havzasının kuzey kesiminde yer alan Türkiye’nin Akdeniz kıyılarından yalnızca 70-80 km uzaklıkta olan bir adadır. Türkiye’nin Akdeniz’e ve uluslararası sulara çıkış yolu üzerindedir. Özellikle de Ege’nin Yunanistan tarafından büyük ölçüde kapatılması Kıbrıs’ı Türkiye çıkarları doğrultusunda daha da önemli bir konuma getirmektedir. Kıbrıs sorununun baş aktörleri Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’dir. Yunanistan’ın dahil olması kesinlikle ada halkının Yunan olmasından kaynaklanmamaktadır.

Kıbrıs üzerinde tarih boyunca çeşitli halklar yaşamış ve ada jeopolitik olarak da Anadolu’nun bir parçası olduğu ispatlanmıştır. Buradaki asıl sebebi dini ve siyasi noktalar oluşturmaktadır. Yunanistan’ın gündemine Enosis Planı, doğal bir gelişmeden ziyade 19. Yüzyılda elde ettikleri ayrılma neticesinde güçsüz bulundukları konumun güçlendirilmesi adına 14 Ocak 1844 yılında Ioannis Kolettis tarafından dile getirilmiştir. Kıbrıs, Yunanistan’ın tezi dahilinde 3000 yıllık kadim Yunan adası değildir. Aksine yerleşimi Neolitik döneme kadar varan, kıyı yerleşmesinin olduğu ve sonrasında Fenikelilerin yerleştiği bir adadır. Fenike etkisinin tartışmasız ve yoğun olan gerek siyasi gerekse toplumsal yönü M.Ö. 5. Yüzyıldaki Salamis Krallığı ile de bastırılamamıştır. Yunan dili bu süreçte adanın kısıtlı bir bölümüne dahil olmuştur. Sonrasında İskender’in adayı ele geçirip Hellenleştirmesi ile Antik Yunan kültürü daha da yaygınlık göstermiştir. Babil Kralı Nebukadnezar’ın Yahudileri sürmesi neticesinde Kıbrıs Adası’nın doğu kıyılarına yoğun bir Yahudi yerleşimi olmuştur. Bu durum aynı zamanda Batı Mezopotamya ile ulaşımı da diri tutan faktördür. Adada felsefenin de gelişimi sebebiyle, Roma Devleti’nin ele geçirmesine kadar büyük oranda bir Hellenleşme sağlanmıştır. Ayrıca adada Hristiyanlığın yayılmasına değin Fenike, Mısır ve Yunan inanç ve ritüellerinin karışımı halinde sentez bir paganizm bulunmaktaydı.

Hristiyanlığın yayılması ile birlikte Yahudilerin nüfusunun azalması ve Hristiyanların nüfusunun artması açık bir şekilde gözlemlenebilmiştir. Bu artış içerisinde tabi ki bir homojen durum gözlemlenememektedir. Hristiyanlıkta yaşanan Şizma (Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılması) ve Roma Devleti’nin ikiye ayrılması da Kıbrıs’taki nüfuzu etkilemiştir. Öncelikli olarak 6. Yüzyıla kadar Latin kültürünün yaygın olduğu Kıbrıs, devamında Grek kültürü ile kaplanmıştır. Ayrıca önemli bir nokta olarak belirtilmelidir ki Efes Konsil’i neticesinde Kıbrıs, Antakya Patrikliği’nden ayrılarak kendi başpiskoposunu seçebilecek konuma erişebilmişti. Bu süreçte kilisenin güç kazanması ile adanın dört bir yani kilise ile donatılmış vaziyetteydi. Kudüs’ün fethi ile birlikte Suriye bölgesinden yüksek sayıda Maronit Kıbrıs’a kaçmıştır ki Kıbrıs’ta önemli sayıda Maronit, Türk, Arap, Ermeni, Latin ve daha az sayıda olmakla beraber Kıpti, Nesturi, Dürzi gibi halklar bulunmaktaydı. Bir örnek daha vermek gerekirse adanın Haçlılar tarafından ele geçirilmesi ile birlikte Guy de Lusignan (Lüzinyalı Guy) müttefiki olan Ermenileri Kıbrıs’a davet ederek 1192’de adaya yoğun bir göçü sağlamıştır. Ayrıca Ermeni Krallığı ve Memlükler arasında yaşanan mücadeleler neticesinde on binlerce Ermeni Kıbrıs Adası’na gitmiştir. Böylelikle Yunanistan’ın 3000 yıllık Yunan kenti tezi de kesinlikle ortadan kalkmış bulunmaktadır. Her ne kadar bu tez geçerliliğini korumasa da ardına emperyalist devletleri almış Yunanistan’ın kesinlikle yanlış olan primordialist yaklaşımı eleştiriye dahi uğramamaktadır. Adanın Osmanlı hakimiyetine geçmesi ile birlikte ada koşullarının memnun edici olmamasından kaynaklı olarak 12.000 ailelik bir göç planlaması yalnızca 8000 ailede kalmıştır fakat nihayetinde yaklaşık 40.000 kişilik Müslüman nüfus göç ettirilmiştir. 7 Mart 1573 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ile Venedik Cumhuriyeti arasında yapılan anlaşma uyarınca Kıbrıs Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altına girmiştir. İskân politikalarıyla birlikte Kıbrıs’ta yer alan Müslüman nüfus 18. yüzyılın sonlarında toplam nüfusun üçte birini teşkil etmekteydi. 77-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında imzalanan Ayastefanos Anlaşması’nda (Utanç verici Ayastefanos Anıtı 1914 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından patlatılmıştır) değişiklik yapılması için İngiltere Osmanlı Devleti’ni destekleyeceğini ancak karşılığında Kıbrıs’ın İngiltere’ye kiralanmasını bu şekilde adayı İngilizlerin yönetmesini istemiştir. Daha sonra I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte İngiltere, adayı ilhak ettiğini açıklamıştır. Bu tarihten sonra ise adadaki Rumlar her seferinde Enosis’i İngiliz yöneticilere vurgulamış, İngilizler ise emperyalist çıkarları doğrultusunda bunu kullanmaktan geri kalmamıştır.

Kıbrıs’ta bulunan Türk halkı Batı devletlerinin çıkarları doğrultusunda oldukça zulüm görmüştür. Kıbrıs meselesinin baş aktörlerinin konuya dahil olması bu şekilde gerçekleşmiştir. Peki günümüz dünyasında hiçbir konuya dahil olmadan yerinde duramayan ABD Kıbrıs’a nasıl dahil olmuştur? Şöyle ki Süveyş krizinde bozguna uğrayan İngiltere artık eski gücünde olmadığını ve Orta Doğu ve Kıbrıs’ta tek başına bir politika üretebilmesinin imkânsız olduğunu anlamış, bu doğrultuda da Batı bloğunun lideri olan ABD’ye tam olarak sırtını yaslamıştır. Bundan sonra Doğu Akdeniz konusu Türkiye’nin gündeminden hiç düşmemesi gereken bir durum halini almıştır. (1960 anlaşması). Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Meselesi özelinde çok çerçeveli olarak sıkışması zor durumlar meydana getirmiştir. Hasaneyn Heykel’in Kahire Dosyası kitabı dönemin Kıbrıs konjonktürünü oldukça iyi bir şekilde açıklamaktadır. Mısır Devleti yaşadığı krizlerden kaynaklı düşman İngiltere’ye karşı koz elde edebilmek için “dostu EOKA”dan Kıbrıs Adası’ndaki İngiltere Üssü’nün fotoğraflarının çekilmesini istemiştir. Cemal Abdülnasır’ın yerine Enver Sedat geçtikten sonra Mısır’dan 20.000 Sovyet danışmanın kovulduğu hesaba katılacak olursa Kıbrıs konusunda Sovyet Rusya tarafından Türkiye’nin sıkıştırıldığı açık bir şekilde ortadadır. Batılı devletlerce EOKA’nın desteklenmesi, Rum tezlerinin ve tedhiş hareketlerinin olumlanması da Türkiye’yi bu süreçte oldukça yalnız bırakmıştır. Bu süreçte Türkiye gündemine damga vuran ise sözde müttefikimiz ABD Başkanı Johnson’un tehdit mektubudur.

Batı emperyalizminin ipini tuttuğu EOKA, Rum kesimi ve Rum tezlerinin PKK ile ilişkilerinin de açıklanması gereklidir. Emperyalizmin federasyon tezini savunanların bol bol okuması gereken bölümdür. Türkiye Cumhuriyeti’nin katliamlara karşı koruyucu şekilde yaptığı harekat sonrası GKRY, Türkiye’nin düşmanları olan PKK ve ASALA’ya kucak açmıştır. PKK’nın silahlı eylemlerini arttırdığı 1984 yılından sonra PKK, Sosyal Demokrasi Hareketi Partisi onursal başkanı Vassos Lyssarides tarafından Trodos Dağları’nda kurulan kamplarda Rum ve Yunan askerlerce eğitilmiştir. Ayrıca Türkiye’de terör faaliyetinde bulunup Avrupa’ya kaçan PKK kaçakları özellikle GKRY’ye getirilerek eğitilmiştir. 1988 yılında GKRY’de tüm PKK çalışmalarını yürütecek üst kuruluş olan Kıbrıs Kürdistan Dayanışma Komitesi Rum Gazeteci Lazaros Mavros ve emekli asker Theofilos Georgiadis tarafından kurulmuştur. Tesadüftür ki Abdullah Öcalan Yunanistan’ın Kenya Büyükelçiliği’nde saklanırken pasaportunda Lazaros Mavros adı geçmekteydi. Gazeteci Mavros ise pasaportunu kaybettiğini belirterek hiçbir resmi kuruma ihbarda bulunmamıştır. Kıbrıs Kürdistan Dayanışma Komitesi’nin işleyişte zorluk çıkmaması adına STK formunda kurulan alt kolları şu şekildedir: Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi Ofisi (1990), Kürt Demokratik Halk Birliği Ofisi (1990), Kürdistan Kültür Merkezi, Theofilos Georgiadis Kültür Merkezi ve Misafirhanesi, Kürt Halkını Destekleme Cemiyeti (1991). İşte GKRY’de olan sözde üç bin yıllık kadim halkın sicili. Aynı Theofilos Georgiadis’in babası EOKA üyesi; Türkiye karşıtı faşist fikirleri sebebiyle polis biriminde Türkiye’den sorumlu olarak çalışmıştır. 1990 yılında Lübnan Bekaa Vadisi’ne giderek Öcalan ile görüşmüş ve Türkiye’ye karşı kaderlerinin aynı olduğunu belirtmiştir. 2 Nisan 2016’da Yunanistan Savunma Eski Bakanı Panos Kammenos Georgiadis için Theofilos’un her şeye gücü yeten Türk devleti efsanesini yıktığını ve Kürt savaşçılarının (terörist) kendilerine güvendiğini” belirtmiştir. Ayrıca Abdullah Öcalan’a Rum Ortodoks Kilisesi 23 bin ve Limasol Kilisesi 100 bin Kıbrıs Lirası bağış yapmıştır. GKRY’nde eğitim gören PKK’lı teröristler KKTC’ye geçerek eylem planlayıp, para topladıklarını belirtmiştir. GKRY üzerinden PKK’ya oldukça fazla para akmaktadır. Bu gelirler bağış/haraç; uyuşturucu/tütün/silah; danışmanlık ücreti ve diğer gelir kaynakları olmak üzere dörde ayrılmaktadır. Bu şekilde her yıl ortalama olarak sadece GKRY üzerinden yaklaşık 40 milyon Euro para akışı olmaktadır ve daha nicesi. GKRY ve Yunanistan, Türkiye düşmanı olan tüm terör örgütlerini fonlamış ve desteklemiştir. GKRY ve terör örgütleri ilişkisi bir başka yazıda daha detaylı olarak anlatılabilir.

Kıbrıs özeli olmak üzere Türk-Yunan ilişkilerinde çok sayıda gerginlikler yaşanmıştır. Bu gerginlikler çoğu zaman diğer devletlerin ya da NATO gibi kurumların araya girmesi sonucu engellenmiştir. Ancak söz konusu bu buhranlardan hiçbiri 1963-1964 buhranları kadar etkili olmamış ve Türkiye’nin gelecekteki dış politikasına bu denli etki etmemiştir. Bu buhranlar kısaca Kıbrıs Rumlarının Enosis’ten vazgeçmemeleri ve 1960 Anayasası’nda Türklere tanınan hakları hazmedememelerinden kaynaklanmaktadır. Rumlar, amaçlarını gerçekleştirmek için ellerini kana bulamaktan çekinmemiş ve çok sayıda Türk’ü alçakça katletmiştir. Katliamı durdurmak ve asayişi yeniden sağlamak amacıyla Türkiye 1960 Garanti Antlaşması uyarınca TBMM’den Kıbrıs’a müdahale kararı almıştır. Söz konusu müdahale 7 Haziran 1964 tarihinde düşünülmekteydi ancak 5 Haziran tarihinde yazımızın konusunu oluşturan Johnson Mektubu olayı gerçekleşmiştir. Johnson Mektubu’nun içeriğine bakılacak olursa şu şekilde özetlenebilmesi mümkün gözükmektedir:

  1. Türkiye, garanti anlaşmasını tam işletmeden adaya müdahale kararı almıştır. Türkiye henüz müdahale hakkını kullanamaz.
  2. Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılacak askeri bir müdahale, kendisini Sovyetler Birliği ile bir çatışma durumuna sokabilir. Türkiye, NATO müttefiklerine danışmadan, onların rıza ve muvakkatini almadan böyle bir harekete giriştiğine göre, acaba NATO’nun Türkiye’yi savunma yükümlülüğü var mıdır? Türkiye bu noktayı herhalde düşünmeli.
  3. Türkiye ile Amerika arasında mevcut 12 Temmuz 1947 tarihli yardım anlaşmasının 4. maddesine göre, Türkiye Amerika’nın vermiş olduğu silahları Kıbrıs’ta kullanamaz. Çünkü bu silahlar Türkiye’ye savunma amacıyla verilmiştir.

Bilindiği üzere soğuk savaş döneminde ABD, Sovyetler Birliği’ne karşı müttefik arama düşüncesi ile hareket etmiş ve bu doğrultuda kendisine uydu devletler yaratmaya başlamıştır. Türkiye de bu radara takılmış ve ilişkiler genellikle Türkiye’nin “uslu çocuk görülme” politikası çerçevesinde gelişmiştir. Truman Doktrini ile başlayan iyi ilişkiler dönemi 1964 yılında ABD Başkanı Johnson tarafından gönderilen mektup ile tekrar darbe yemiştir. 1960 Garanti Anlaşması’ndan doğan hakkını kullanarak Kıbrıs müdahalesine hazırlanan Türkiye yıllarca müttefik olarak gördüğü ABD’nin bu konudaki tutumuna oldukça şaşırmış, adeta yüzüne bir tokat yemiş ve gerçeklerin farkına varmıştır. Mektup hem iki devletin hem de halklarının birbirlerine bakışını değiştirmiştir. Türk milletinin en hassas davalarından biri olan Kıbrıs konusunda ABD tarafından ortaya konan bu tutum, Türkiye’de ABD’ye olan tutumu oldukça sarsmış ve kamuoyunda ABD karşıtlığı daha da artarak devam etmiştir. Türkiye’de yaşanan bu frekans değişikliğini o zamanlar Başbakan İnönü’nün Kıbrıs işlerindeki danışmanı Profesör Nihat Erim şu şekilde ifade etmiştir: ‘Denilebilir ki o zamana kadar dünyanın tek memleketi Türkiye idi ki, orada Amerikalılara Go Home denmiyordu.’ Türkiye artık ABD’yi sadece kağıt üzerinde bir müttefik olarak görmesi gerektiğini ve ulusal çıkarları söz konusu olduğunda ilk darbenin her zaman ABD ve NATO’dan geleceğini anlamıştır. Dış politika da bu eksende gelişmiş ve Türkiye ABD’den bağımsız bir politika izlemesi gerektiğinin farkına varmıştır. ABD ise Türkiye’nin bu ulusal duruşundan rahatsız olmuş bu tutumda hareket eden seçilmiş hükümetleri TSK içinde yapılanmaya giderek 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 döneminde devirmiş, Türkiye’nin iç işlerine karışmak için ne kadar hevesli olduğunu göstermiştir. Özellikle İkinci Körfez Harekatı sırasında ise TBMM’nin ABD’ye karşı Türkiye çıkarlarını savunduğu görmekteyiz.

ABD ve NATO hiçbir zaman Orta Doğu’da güçlü ve ulusal çıkarlarını düşünen bir Türkiye istememiştir. Türkiye ne zaman kendi çıkarları doğrultusunda hareket etse her zaman karşısında ABD, NATO, Birleşmiş Milletler gibi Batı oluşumlarını karşında bulmuştur. ABD, Türkiye üzerindeki denetimini iktidarlar aracılığı ile sağlayamayacağını anladığı zaman yeraltı örgütlenmelerine gitmiş ve Paralel Devlet Yapılanmaları hortlatmıştır. Günümüzde bunun örneği FETÖ ve türevleridir. FETÖ, ABD ve NATO’ya hizmet eden bir yapıdır ve özellikle sadece Türkiye’nin iç işlerine karışmakla kalmayıp dış politikalarına etki etmektedir. Son zamanlarda Mavi Vatan konusu oldukça gündeme gelmektedir. Emekli Tümamirallerimize yapılan saldırılar, sadece onların kişiliklerine değil aynı zamanda Türkiye’nin ulusal çıkarlarına yapılmış bir saldırıdır. ABD’nin unuttuğu bir nokta vardır ki o da Türkiye’nin artık farklı bir frekansta olduğu ve vatansever kişiler tarafından her zaman Türkiye çıkarlarının üstün tutulacağıdır!

Not: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti şerefine Sıla 4 grubunun “Kıbrısım” parçasını dinleyebilirsiniz.

Kaynakça:

  • Hüner Tuncer – Kıbrıs Sarmalı
  • Fahir Armaoğlu – 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi
  • Hasaneyn Heykel – Kahire Dosyası
  • Ergenekon Savrun – Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 186 Sayılı Kararından Johnson Mektubuna Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları
  • H. Çelik, U. C. Özgöker – Johnson Mektubundan Trump Mektubuna Türkiye ABD İlişkileri
  • Avrupa’da PKK Yapılanması – SETA
  • İsmail Şahin – Geçmişten Günümüze Kıbrıslı Rumlar: Dil, Din ve Kimlikleri

Türkiye’nin yeni frekansı: Go home Yankee!

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 5 Haziran 2020, 22:01

    Türkiye Güney Kıbrıs yakınlığında ve Girit adası yakınlığında iki yapay ada yapsın ve silahlandırın bu işi 12ada karşısında da yapa biliriz. Yapay ada hukuken Türkiye’ye ayit olur ve kimse sorgulamaz

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!