1 Mart Tezkeresi ve CHP’nin onurlu direnişi

featured

Prof. Dr. Nur Serter yazdı…

2002 yılının 26-27 Eylül günleriydi… ABD’nin en önemli üniversitelerinden biri olan NYU (NewYork Üniversitesi) de bir toplantıya katılıyordum.  İki yılda bir yapılan “League of World Universities” (Dünya Üniversiteleri Ligi) adlı toplantıya katılan tek Türk akademisyendim. İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı olarak üniversitemi temsil ediyordum. Toplantıda düzenlenen bir panelin de yöneticisiydim.

Toplantıya yemek arası verildiğinde, bir önceki ABD Başkanı Clinton’ın danışmanının bizlere hitap edeceğini öğrendik. Konu, ABD’nin Irak ile olan ilişkileriydi. Özetle ABD’nin Irak’a müdahalesinin neden gerekli olduğu anlatılıyor, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu ve dünya için bir tehdit oluşturduğu propagandası yapılıyor, Irak’a yapılacak operasyon bir “özgürleştirme hareketi” olarak insancıl bir şablona oturtuluyordu.

Ancak ilginç olan konu, konuşmacının sözlerine başlarken kullandığı ifade idi.

Konuşmasına; “Aranızda bir Türk Üniversitesinin yetkilisinin de bulunduğunu bilerek sözlerime başlıyorum” diyerek başlamıştı. Yemek masalarını dolduran çeşitli ülkelerin katılımcılarının bakışlarının üzerime dikildiğini fark etmiş, oldukça da şaşırmıştım.

Konuşma ABD’nin başlatacağı savaşın haklı nedenleri sıralanarak sürdü. Konuşma bitince söz almak için elimi kaldırdığımda, (zaten başka söz isteyen de olmamıştı), konuşmacının beni önceden saptamış olduğunu fark ettim. Kendimi tanıtmamış olmama rağmen, bana söz verirken, önce kendisinin bana bir sorusu olduğunu söyledi. Sonra da sordu.  

Soru şuydu; “Türkiye Irak Savaşında ABD’nin yanında yer alacak mı?” 

Yanıtladım; “Ben siyasetçi değilim, karar TBMM tarafından verilecektir. Ancak Türk halkının bu konudaki kararı açıktır. Bu savaşın  tarafı olmaya kesinlikle karşıdır. Kişisel düşüncem de halkımın görüşü ile aynıdır” dedim. Sonra da ekledim; “ Biz Türk Milleti olarak ABD’nin Irak’a yapacağı askeri müdahalenin tek bir gerçek nedeni olduğunun farkındayız. O da Irak petrollerini ele geçirme isteğidir.”

Buz gibi bir hava esti… Bir çok süslü cümle ile dünyanın güvenliğinden, insan haklarından dem vuruldu…

Toplantı sonrası Avrupa ülkeleri rektörleri beni kutlama yarışına girdiler. Onlara, “neden söz almadıklarını” sordum. Cevap, sessizlikleri oldu.

Onca ülkenin katılımcısı arasından sadece benim muhatap alınmam, ABD için Türkiye’nin öneminin açık kanıtıydı.

****

Çok değil, 5 ay sonra 1 Mart Tezkeresi TBMM’ye geldi. 

Tezkere; “ Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kuzey Irak’a gönderilmesine, etkili bir caydırıcılığın sürdürülmesi amacıyla Kuzey Irak’ta bulunacak bu kuvvetlerin gerektiğinde belirlenecek esaslar dairesinde  kullanılmasına ve muhtemel bir askeri harekat çerçevesinde yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasını  kullanmasına” izin vermekle kalmıyor “62 bin Amerikan askeri, 255 uçak ve 65 helikopterin gereğinde Irak’a gönderilmek üzere Türkiye’de konuşlanmasını da öngörüyordu.”

Türkiye’nin bağımsızlığını ihlal edecek ve onu yıllarca sürecek olan savaşın bir parçası haline getirecek bu Tezkere,  CHP’nin ve onun Genel Başkanı Deniz Baykal’ın büyük çabaları ile TBMM den geçemedi. 

Deniz Baykal’ın kapalı oturumda yaptığı tarihi konuşmaya ne yazık ki 2003 yılında milletvekili olmayanlar tanık olamadı. Ben de bunlardan birisiyim.. Aradan 21 yıl geçmesine rağmen, 10 yıl sonra açıklanması gereken tutanaklar halktan gizli tutulmaya devam ediliyor. 

O gün ne olmuştu? 

CHP,  AKP’nin Tezkereye muhalefete eğilimli milletvekilleriyle bağlantı kurmuş, kulis çalışmaları yapılmış ve ardından  Deniz Baykal’ın TBMM’de yaptığı konuşma, kararsız milletvekilleri üzerinde büyük bir etki yaratmıştı. Sonuçta  tezkere için gereken 267 “kabul ” oyu sağlanamamıştı.

Verdikleri “red” oyuyla topraklarını ABD askerlerinin işgalinden koruyan ve Türkiye’nin bir ABD sömürgesi olmadığını hatırlatan milletvekilleri de tarihin şanlı sayfalarındaki yerlerini almışlardı. 

Kaldı ki 8 yıl sonra ABD’nin Irak’daki sözde “Özgürlük Operasyonu” tam bir fiyaskoyla sonuçlanacak ve ABD büyük itibar kaybına uğrayacaktı. 

Ancak ABD elbette Tezkereye verilen “red” oyunu ve buna aracılık edenleri  unutmayacaktı.  ABD’nin Bağımsızlık günü olan 4 Temmuz 2003’de Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçirmekle kalmayacak, kendisine bu yenilgiyi tattıran CHP’den ve onun genel başkanından öç almak için de yeni koşullar yaratacaktı.

CHP’ye ödettirilen bedel  çok ağır oldu. 

Önce Genel Başkan Deniz Baykal’ın üstü çizildi. Bir siyasi komplo ile istifaya mecbur bırakıldı. 

Sonra, önceden pişirilen yemek servis edildi. CHP, yeniden dizayn edildi…

Bunun kanıtları yıllar sonra wikileaks belgeleriyle ortaya çıkacaktı.

Şimdi o belgelere göz atalım:

Tarih 1 Ocak 2009, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, ABD Ankara Büyükelçisine telgrafla soruyor:

-CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Partisinde gücü nedir?

-Parti içinde Baykal’ın liderliğini tehdit edebilecek durumlar var mıdır?

– Muhtemel adaylar, öncekilere nazaran daha iyi olabilecekleri umudunu nereden alıyorlar?

-Baykal’ın Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu ile ilişkileri nasıldır?

-Baykal kendisini Kılıçdaroğlu’nun  popülaritesine karşı korumak için hangi önlemleri alabilir?

-Parti liderliği için başka GÜVENİLİR adaylar kimlerdir?

Hillary Clinton bu soruları kuşkusuz boşuna sormuyordu…

Bir başka olay da 2010 yılında ortaya çıkacaktı. Amerika’daki “Foreign Policy Council” (Dış Politika Konseyi) ile yakın işbirliği içinde çalışan bir düşünce kuruluşu olan “Silk Road Enstitüsü”, CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’e bir rapor sunmuştu. Rapor Türkiye ile ilgili muhtemel senaryolara yer veriyordu. Senaryolardan biri çok dikkat çekiciydi ve aynen şöyle yazılmıştır:

“Deniz Baykal istifa etmek zorunda bırakılır. Onun yerine Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlığa seçilir. Kılıçdaroğlu parti politikalarını değiştirir ve Avrupa’daki bazı partiler tarafından desteklenir”

Kehanetlere inanıp, inanmamak kişinin kendi tercihidir. Ama bu denli ayrıntılı ve tutarlısına rastlamak pek de olası olmasa gerek!

ABD’nin Türkiye için biçtiği rol zaten yıllardır belli değil miydi? 

ABD önce Yeşil Kuşak sonra  Büyük Orta Doğu Projelerinin odağına Türkiye’yi “model ülke” olarak oturtmuştu.

 Ancak Kemalizm ve Milliyetçilik akımları nedeniyle Türk halkı ABD’ye olumsuz bakıyor   Ilımlı İslam çizgisini de, üniter yapıdan ödün vermeye zorlandığı  Büyük Kürdistan Projesini de kesin olarak reddediyordu. 

O halde kollar sıvanmalıydı…ABD hükumetine ve CIA’ye ar-ge hizmeti veren Rand Corporation adlı stratejik düşünce kuruluşu tarafından hazırlanan  “Sivil Demokratik İslami Ortaklar Raporu” nda öngörüldüğü gibi, Türkiye bu hedefe yaklaştırılmalıydı.

Yeni Osmanlıcılık hareketi ABD’nin beklentilerine en uygun olandı.

CIA ajanı Graham Fuller, Rand Corporation’ın araştırmacı yazarları arasında yer alıyor ve Fethullah Gülen’in desteklenmesine de büyük önem veriyordu.

26 Şubat 1990’da Cumhuriyet Gazetesine verdiği bir röportajda; “Kemalizm’in sonuna gelindiğini ve sonuna gelinmesinin de iyi olduğunu” açıklaması boşuna değildi.

Bill Clinton’un Kasım 1999 da yaptığı Türkiye ziyaretindeki, Hilafet özlemini yansıtan  sözleri de tabloyu bütünlüyordu. 

Söyle demişti Clinton; “ İslam dünyasının bir başı yok. Hristiyanlığın Papalık gibi bir kuruluşu  var.  İslam dininin gerçek bir lideri olsa, onu Beyaz Saraya çağırır, diyalog başlatırdık”.

Clinton bu görüşlerinde yalnız değildi. Samuel Hungtington 1996’da Türkiye için İslami bir model öngörüyor, “demokrasinin mutlaka laikliğe dayanması gerekmez” diyordu. 

25 Mart 2003’te Avrupa Parlamentosuna sunulan raporda AP Dışişleri Komisyonu üyesi Arie Oostlander ise ; “ Türk Devletinin resmi ideolojisi olan Kemalizm, Türk Devletinin bütünlüğüne yönelik ölçüsüz bir endişe kaynağı olmaktadır…. Türkiye’nin milliyetçi ve laik yaklaşımları AB modeli ile uyumsuzdur” açıklamasını yapıyordu.

Tıpkı Recep Tayyip Erdoğan’ın RP İstanbul İl Başkanı olduğu dönemde  Türkiye’nin geleceğinde, Kemalizm ve benzeri rejimlere yer yoktur” açıklamasında olduğu gibi…

2002’de AKP iktidara gelmiş, ABD’nin işi kolaylaşmıştı. Recep Tayyip Erdoğan 2004 yılında  Büyük Orta Doğu Projesinin eş başkanı oldu. 

AKP iktidarı tarafından da desteklenen  propaganda süreci 2000’li yılların ortalarında başladı. Toplumun beynini yıkamak için görevlendirilen neo-liberaller, ikinci cumhuriyetçiler, sözde tarihçiler ve FETÖ’cü beslemeler  Kurucu Doktrini hedef alan yoğun kampanyaya  rağmen amaçlarına ulaşamadılar. Cumhuriyet rejimine  ve  Atatürk ilke ve Devrimlerine bağlılık yok edilememişti.

Çünkü Cumhuriyet değerlerinin, ulus devletin, laikliğin çok güçlü bir savunucusu vardı; CHP… 

O halde tam bağımsızlık ruhunun, Cumhuriyet değerlerinin, üniter yapının kaynağı olan  Kemalizm’i imha etmenin, bölücü ve gerici projeleri hayata geçirmenin  önündeki  tek  engele, CHP’ye yönelik bir proje gerekliydi.

1 Mart Tezkeresi bardağı taşıran son damla olmuş,  ABD’ye biat etmeyenlere, direnenlere bedel ödettirilmesinin zamanı gelmişti.

Bedel, CHP’den  kurtulmaktı.  

Varlığını tümden ortadan kaldırmak mümkün müydü? 

Elbette değildi. 

O halde yapılacaklar belliydi. 

CHP yeniden dizayn edilmeli ve ABD projeleriyle uyumlu, Kemalizm’in bağımsızlık ruhundan soyutlanmış YENİ bir CHP yaratılmalıydı.

Proje yürürlüğe sokuldu. Sonuç almak, umulandan da kolay oldu.

Atatürk bir kez daha haklı çıkmıştı; “ Asıl olan iç cephedir” demişti. “Memleketi temelinden yıkanın da iç cephenin çökmesi” olduğuna işaret etmişti.

 Ne yazık ki CHP’de de böyle oldu. İç cephe, iktidar umudu pompalanarak çökertildi. CHP’nin kuruluş değerleri sahipsiz bırakıldı. Atatürk’ün partisi yeniden dizayn edildi. Genetik yapısı değiştirilmeye çalışıldı.

Sadece Tezkereye “red” oyu verenlerden öç alınmakla kalınmadı, Partinin devrimci ruhu da  teslim alındı,  hafızası kazındı…

Rota yeniden belirlenirken Altı Ok’un kimi törpülendi, kimi kırılıp, atıldı.

O günlerde bedel ödeyenler bugün siyasette yok !

Umarım CHP, yeniden kuruluş ideolojisine döner ve ülkeyi Kemalist değerlerle buluşturarak gelecek kuşaklara Ata’sının mirası olan bağımsız, güçlü ve aydınlanmış Türk Yurdu’nu  emanet edecek  güce kavuşur…

Sayın Deniz Baykal’ın ruhu şad olsun!

CHP 22. Dönem milletvekillerine selam olsun! 

Onurlu direnişin  21. Yılı kutlu olsun !

1 Mart Tezkeresi ve CHP’nin onurlu direnişi

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

4 Yorum

  1. 1 Mart 2024, 13:51

    ABD ,CHP ye uyguladığı KK kumpası ile Türk ulus devlet’ine bir darbe daha indirmiş ve bugünlere süreklemede bir adım daha ilerlemiştir.

  2. Tarihi ve hakkı hak olduğu için üstün tutmak bir yazarın ve bir aydının en önemlisi de bu toprakların suyunu içmiş bir insanın en önemli görevidir ancak gel görki hakkı üstün tutmak bir kenara dogmalarla yürümek bir kenara, gel görki hatalar tekrar tekerrür ediyor.

    Ne demiş Aşık ; Bu akl-ı fikr ile mevla bulunmaz . Bu ne yaredir ki zahmı bulunmaz . (Yunus Emre)

  3. Baykalin o donem karsi cikmasinin sebebi dogruluk uzerine degildi. Bir programda soylemisti, teskerinin kabul edilmemesi akpnin basarisizligidir diye. Sunucu da sormustu, siz hayir verdiniz diye. O da aynen sunu soylemisti, butun Avrupa ve sosyalist enternasyonel kuruluslar hayir derken biz zaten evet diyemezdik. Yani yine kayikci kavgasi olmus. Bunlarin hepsi icin ters giden akp icindeki sayili birkac muslumanin da Allah’tan korkup hayir oyu vermesi oldu.

    • buraya yazılan eleştirisel yorumu sırf baykal fobısınden dolayı yayınlamayan veryansını lanetlıyorum.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!