Sefa Yürükel yazdı…
JEOPOLİTİK GERGİNLİĞİN EŞİĞİNDE
21. yüzyılın ilk çeyreği, özellikle Ortadoğu coğrafyasında kesintisiz süren jeopolitik krizlerle şekillenmiştir. ABD ile İran arasındaki ilişkiler bu bağlamda sürekli bir gerilim hattı üzerinde seyretmiş, zaman zaman vekil savaşları (proxy war) üzerinden süregelen çatışma dinamikleri, zaman zaman ise doğrudan tehditlerle sıcak savaşa yaklaşmıştır. Ancak bugüne kadar doğrudan bir askerî müdahale gerçekleşmemiştir. Bu nedenle, ABD’nin İran’a doğrudan bir saldırı düzenlemesi olasılığı, sadece iki ülke arasındaki ilişkilere değil, aynı zamanda küresel güvenlik mimarisi, enerji piyasaları, uluslararası hukuk ve terörizmle mücadele politikaları üzerinde de geniş yankılar uyandırabilecek potansiyele sahiptir[^1].
ABD’nin İran’a yönelik doğrudan saldırısı, sadece iki devlet arasındaki konvansiyonel bir savaş olarak değerlendirilemez. İran’ın özellikle Orta Doğu, Güney Asya, Kuzey Afrika ve hatta Güney Amerika’da konuşlanmış olan “uyuyan hücreleri” ve Şii milis gruplarla kurduğu organik bağlar, bu çatışmayı çok taraflı ve asimetrik savaş dinamiklerine sürükleyebilir[^4]
1. ABD’NİN SALDIRISI VE ULUSLARARASI HUKUK
1.1. Güç Kullanımının Hukuki Çerçevesi: BM Şartı ve Meşruiyet Sorunu
Bir devletin başka bir devlete yönelik doğrudan askerî müdahalede bulunması, uluslararası hukukta son derece istisnai koşullar altında meşru kabul edilmektedir. Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2(4). maddesi, tüm üye devletlerin başka bir devletin toprak bütünlüğünü veya siyasî bağımsızlığını tehdit edecek ya da kuvvet kullanarak ihlal edecek eylemlerden kaçınmalarını zorunlu kılar[^5]. Bu bağlamda, ABD’nin İran’a doğrudan askerî saldırı düzenlemesi, ciddi bir gerekçe olmaksızın yapılırsa, açık bir şekilde Birleşmiş Milletler normlarının ihlali anlamına gelir.
Kuvvet kullanımının uluslararası hukuka uygun kabul edilebilmesi için iki temel istisna bulunmaktadır: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 7. Bölüm kapsamında yetki vermesi ya da meşru müdafaa hakkının kullanılması (BM Şartı md. 51). Ancak ABD’nin saldırgan politikaları, çoğu zaman BMGK kararlarına dayanmak yerine önleyici meşru müdafaa (preemptive self-defense) ya da önleyici savaş (preventive war) kavramları ile meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Bu kavramlar ise hâlâ uluslararası hukuk literatüründe tartışmalı ve net olarak tanınmamaktadır[^6].
ABD’nin geçmişte Irak (2003) ve Libya (2011) gibi ülkelerde yürüttüğü müdahalelerin meşruiyetleri sonradan geniş çaplı tartışmalara yol açmış, özellikle Irak müdahalesi, uluslararası hukukçular tarafından “hukuksuz savaş” olarak nitelendirilmiştir[^7]. Dolayısıyla ABD’nin İran’a yönelik benzer bir saldırı gerçekleştirmesi, yalnızca askeri değil, aynı zamanda hukuki ve diplomatik meşruiyet krizine de neden olacaktır. Bu durum, çok taraflı uluslararası sistemin kırılmasına yol açabilir.
1.2. İran’a Saldırının Meşru Müdafaa Kapsamında Değerlendirilmesi Mümkün mü?
ABD’nin İran’a yönelik saldırısını meşru müdafaa kapsamında değerlendirebilmesi için, İran’ın ABD’ye yönelik açık ve devam eden bir silahlı saldırısının varlığı veya bu tür bir saldırının kaçınılmaz olduğunun kanıtlanabilirliği gerekir. Ancak bugüne kadar İran doğrudan ABD topraklarına yönelik bir saldırıda bulunmamıştır; İran’a atfedilen saldırılar genellikle vekil güçler (Hizbullah, Haşdi Şabi, Husi milisleri) üzerinden yürütülen dolaylı eylemler şeklinde olmuştur[^8]. Bu tür saldırıların ABD’nin doğrudan askerî müdahalesini haklı çıkarması, uluslararası hukuk açısından ciddi bir tartışma konusudur.
Özellikle “önleyici meşru müdafaa” doktrini, 2002 yılında yayımlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesiyle uluslararası gündeme sokulmuş ve büyük ölçüde eleştirilmiştir. Zira bu strateji, “saldırmadan önce saldırmak” şeklinde özetlenebilir ve tehlike henüz ortaya çıkmamışken güç kullanmayı meşrulaştırmaya çalışır. Bu yaklaşım, uluslararası hukukun öngördüğü kuvvet kullanımı ilkeleriyle açıkça çelişmektedir[^9].
Eğer ABD, İran’a saldırısını meşru müdafaa olarak sunmaya çalışırsa, bu hem BM Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip olan Çin ve Rusya’nın karşı çıkmasına neden olur hem de ABD’nin müttefikleri nezdinde ciddi meşruiyet kaybına yol açar. Özellikle Avrupa Birliği ülkeleri, bu tür tek taraflı güç kullanımlarına karşı mesafeli durmaktadır. Bu durum, NATO içinde dahi ciddi görüş ayrılıklarına neden olabilir.
1.3. Saldırının Uluslararası Ceza Hukuku ve Savaş Suçları Kapsamındaki Değerlendirmesi
ABD’nin İran’a doğrudan saldırısı, sadece uluslararası kamu hukukunu değil, aynı zamanda uluslararası ceza hukuku bağlamında da incelenmelidir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Roma Statüsü, saldırı suçunu (crime of aggression), bir devletin başka bir devletin egemenliğini, toprak bütünlüğünü veya siyasi bağımsızlığını ihlal edecek şekilde kuvvet kullanması olarak tanımlar[^10]. Eğer saldırı, ciddi boyutta sivil kayıplara veya altyapı yıkımına yol açarsa, bu durum savaş suçu ve insanlığa karşı suç niteliği de kazanabilir.
Bu noktada ABD’nin UCM ile ilişkisi de dikkate değerdir. Her ne kadar ABD, Roma Statüsü’nü imzalamış ancak onaylamamış olsa da, UCM savcılığı, uluslararası teamül hukuku kapsamında işlenen suçlar hakkında soruşturma başlatabilir. Dolayısıyla ABD’nin İran’a yönelik geniş çaplı bir saldırısı, savaş suçu isnadıyla uluslararası platformlarda tartışılabilir. Ayrıca İran’a yönelik saldırının ardından ortaya çıkabilecek göç dalgaları, altyapı yıkımları ve çevresel felaketler, uluslararası insancıl hukuk normlarının ihlali anlamına gelir.
Öte yandan saldırının ardından uluslararası mahkemelerde sadece ABD değil, İsrail gibi saldırıyı destekleyen ülkeler de sorumluluk altına girebilir. Bu bağlamda, özellikle İsrail’in teşvik edici rolü, hukuki ve etik açıdan hem bölge halkları hem de uluslararası toplum nezdinde tartışmalı hâle gelecektir. Saldırıyı meşrulaştırmaya yönelik söylemler, propaganda ve dezenformasyon da bilgi savaşı ve algı yönetimi bağlamında ayrı bir araştırma konusudur.
2. İRAN’IN ASKERÎ VE ASİMETRİK YANIT SEÇENEKLERİ
2.1. İran’ın Konvansiyonel Askerî Kapasitesi ve Savaş Doktrini
İran İslam Cumhuriyeti, uzun süredir Batı kaynaklı silah ambargolarına rağmen kendi yerli savunma sanayisini önemli ölçüde geliştirmiştir. Özellikle balistik füze teknolojileri, hava savunma sistemleri, gemi karşıtı füzeler ve yerli İHA (İnsansız Hava Aracı) üretiminde kayda değer bir kapasiteye ulaşmıştır. İran’ın savaş doktrini, konvansiyonel bir savaşta ABD gibi yüksek teknolojiye sahip bir ülkeye karşı doğrudan cephe savaşı vermek yerine, asimetrik ve yayılmacı savunma stratejisi üzerine kuruludur[^11].
İran Silahlı Kuvvetleri, özellikle İslam Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) ve onun deniz gücü olan IRGC-Navy üzerinden Körfez’deki Amerikan üslerini ve gemilerini hedef alabilecek yetenektedirir. Bu kuvvetler, Hürmüz Boğazı ve Basra Körfezi çevresinde konuşlandırılan deniz mayınları, kamikaze İHA’lar, torpidolar ve hızlı taarruz botları ile donatılmıştır. Bu araçlar, ABD’nin üstün deniz kuvvetleri karşısında bile saturasyon (doygunluk) saldırısı yoluyla etkili olabilir[^12].
İran’ın savaş konsepti, ABD’yi uzun soluklu ve yıpratıcı bir çatışmanın içine çekmeyi hedefler. Konvansiyonel çatışma, ABD’nin üstünlüğü nedeniyle kısa vadede İran aleyhine sonuçlar doğurabilir; ancak bu durum, İran’ın konvansiyonel alan dışındaki araçlara yönelmesini teşvik edecektir. İran yönetimi, doğrudan savaş meydanında kaybedeceğini bildiğinden, savaşı bölgede yaygınlaştırmak ve ABD’yi farklı cephelerde angaje etmek amacıyla “düşmanı bin kesikle öldürme” stratejisini benimsemiştir.
2.2. Asimetrik Kapasite: Vekil Güçler ve Uyuyan Hücreler
İran’ın en güçlü yanıt araçlarından biri, coğrafi olarak geniş bir alanda yerleşik olan ve doğrudan ya da dolaylı olarak kontrol ettiği vekil milis yapılarıdır. Hizbullah (Lübnan), Haşdi Şabi (Irak), Husiler (Yemen), Fatimiyyun Tugayı (Afgan Şii milisleri) ve Zeynebiyyun Tugayı (Pakistanlı Şii milisler), İran’ın bölgesel stratejik derinliğini oluşturmaktadır[^13]. Bu güçler, ABD üslerine yönelik füze saldırıları, hava üslerine yapılan İHA taarruzları ve kritik altyapılara sabotaj eylemleri ile misilleme kapasitesine sahiptir.
Ayrıca İran, dünyanın çeşitli yerlerinde uyuyan hücreler (sleeper cells) şeklinde adlandırılan gizli örgütlenmeler yoluyla olası saldırılara karşı hazırlık yapmaktadır. Bu hücrelerin büyük bölümü Latin Amerika, Avrupa ve Körfez ülkeleri gibi bölgelerde sivil görünümlü ajan yapılanmaları şeklinde çalışır. Bir ABD saldırısı durumunda bu hücrelerin harekete geçirilmesi, sadece askerî değil, ekonomik ve psikolojik etki yaratma amacı taşıyacaktır[^14].
Bu tür eylemler, doğrudan hedef olan ABD’nin yanı sıra ABD müttefiklerini, özellikle İsrail, Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn gibi ülkeleri de kapsayabilir. Saldırılarda büyük ihtimalle intihar saldırıları, altyapı sabotajları, siber saldırılar ve drone saldırıları gibi yöntemler kullanılacaktır. Böylece İran, hem ABD’nin saldırısına doğrudan karşılık vermiş olacak, hem de onu küresel çapta tedirgin eden, sınır ötesi güvenlik krizleriyle yüzleşmeye zorlayacaktır.
2.3. Savaşın Bölgeselleşme Riski ve Hibrid Tehditler
İran’ın olası tepkisi sadece savunma amaçlı olmayacak, aynı zamanda savaşın bölgeselleşmesini teşvik edecek biçimde kurgulanacaktır. İran’ın Irak’taki Haşdi Şabi milisleri üzerinden Amerikan üslerine saldırılar düzenlemesi; Hizbullah’ın İsrail kuzey sınırını tehdit etmesi; Husilerin Kızıldeniz’de ABD ve İsrail gemilerini hedef alması gibi eylemler, savaşın sadece İran topraklarında değil, Orta Doğu’nun tamamına yayılmasına neden olabilir[^15].
Bu senaryoda İran’ın kullanacağı yöntemler, konvansiyonel ve asimetrik savaş araçlarının birleştiği hibrid savaş stratejisi çerçevesinde şekillenecektir. Hibrid savaş, aynı anda hem askeri operasyonlar hem de bilgi savaşı, psikolojik operasyonlar, siber saldırılar ve ekonomik sabotaj gibi yöntemleri içerir. İran, kendi topraklarına yapılacak saldırının meşruiyetini kullanarak uluslararası kamuoyuna “mağdur” olarak görünmeyi hedefleyebilir. Böylece saldırıya siyasi ve diplomatik destek toplayabilir.
Son olarak, İran’ın siber kapasitesi de dikkate değer düzeydedir. Daha önce ABD’ye ait enerji altyapılarına ve İsrail’in nükleer tesislerine yönelik siber saldırılarla dikkat çeken İran, bu kapasitesini bir misilleme aracı olarak kullanabilir. Özellikle ABD bankacılık sistemi, su ve enerji şebekeleri, hava trafiği kontrol sistemleri gibi kritik altyapılar siber tehdit altında olacaktır. Bu da çatışmanın yalnızca askerî değil, çok boyutlu bir güvenlik krizine dönüşmesine yol açabilir.
3. UYUYAN HÜCRELER VE TERÖRİZMİN KÜRESEL YAYILIMI
3.1. Uyuyan Hücrelerin Tanımı ve İran’ın Küresel Ağları
Uyuyan hücreler, bir terör örgütünün ya da devlet destekli yapının belirli bir bölgede önceden yerleştirdiği ve gerektiğinde harekete geçirilmek üzere gizlenmiş küçük gruplardır. Bu hücreler, normal zamanlarda günlük hayatlarını sürdürür, herhangi bir saldırgan faaliyet içinde bulunmazlar; ancak siyasi veya askerî bir kriz durumunda aktif hale geçerler[^16]. İran’ın istihbarat ve dış operasyon kapasiteleri, bu tür hücreleri özellikle ABD, İsrail, Suudi Arabistan gibi ülkelerin iç güvenliğini tehdit edecek şekilde konumlandırmıştır.
İran’ın desteklediği Hizbullah, Haşdi Şabi, ve Husiler gibi vekil grupların yanı sıra, gizli hücre yapılanmaları da bu ülkelerin sınırları içinde faaliyet göstermektedir. Bu hücreler, suikast, sabotaj, istihbarat toplama ve propaganda gibi çok yönlü eylemler gerçekleştirebilir. Örneğin, Latin Amerika’da İran’ın nüfuz ağına bağlı bazı grupların, ABD karşıtı propaganda ve lojistik destek sağladığı belgelenmiştir[^17].
ABD’nin İran’a doğrudan saldırısı durumunda, bu hücrelerin geniş çaplı operasyonlara başlaması beklenir. Bu, sadece askerî hedeflerin değil, sivil altyapı ve halkın da hedef haline gelmesi anlamına gelir. Böyle bir durumda, terör faaliyetleri küresel bir yayılım gösterebilir ve birçok farklı bölgede güvenlik krizlerine yol açabilir.
3.2. ABD ve Müttefiklerine Yönelik Terör Eylemleri: Riskler ve Senaryolar
İran destekli uyuyan hücreler, ABD ve müttefiklerine karşı birçok farklı türde terör eylemi gerçekleştirebilir. Bunlar arasında bomba saldırıları, suikastlar, altyapı sabotajları, siber saldırılar ve rehine operasyonları sayılabilir. Özellikle İsrail ve Körfez ülkeleri, İran’ın doğrudan ya da vekil gruplar aracılığıyla hedef aldığı başlıca alanlardır[^18].
ABD’nin askeri varlığı, özellikle Basra Körfezi’ndeki üsleri, deniz yolları ve lojistik noktaları, hücreler için ideal hedefler olarak görülür. Hücrelerin aktifleşmesi, bölgedeki Amerikan askerleri üzerinde ciddi psikolojik baskı oluştururken, bölgesel müttefiklerin de güvenlik politikalarını yeniden gözden geçirmelerine neden olabilir. Bu durum, bölgede askeri harcamaların artmasına ve daha sert karşı tedbirlerin alınmasına yol açabilir.
Terör eylemlerinin yaygınlaşması, ABD’nin iç güvenlik önlemlerini de artırmasına neden olacaktır. Bu durum, özgürlükler ve güvenlik arasındaki dengeyi zorlayabilir. Ayrıca, terör faaliyetleri ABD’nin dış politikada daha saldırgan ve güvenlikçi bir çizgi benimsemesine zemin hazırlayabilir. Uzun vadede bu, bölgesel istikrarsızlığı derinleştiren bir kısır döngüye yol açabilir.
3.3. Küresel Güvenlik ve Terörizmin Yayılma Dinamikleri
Uyuyan hücrelerin ve terör örgütlerinin küresel yayılımı, günümüz dünyasının artan küreselleşme ve teknoloji bağımlılığı ile doğrudan ilişkilidir. Sosyal medya, şifreli haberleşme uygulamaları ve kara para transfer ağları, terörist hücrelerin küresel koordinasyonunu kolaylaştırmaktadır[^19]. İran, bu teknolojik imkanları ve bölgesel güç olarak sahip olduğu stratejik derinliği, kendisine karşı düzenlenecek saldırılara karşı kullanabilmektedir.
Özellikle siber terörizm alanında İran’ın etkinliği artmıştır. ABD ve müttefiklerinin kritik altyapılarına yönelik siber saldırılar, ekonomik ve toplumsal zararlar yaratmakta ve bu saldırılar giderek karmaşıklaşmaktadır. Siber alan, savaş sahasının yeni bir cephesi olarak görülmekte ve uyuyan hücreler tarafından aktif olarak kullanılmaktadır[^20].
Böyle bir ortamda, terörizmin yayılımını engellemek için uluslararası iş birliği ve istihbarat paylaşımı kritik önemdedir. Ancak devletlerarası güven sorunları, farklı çıkar çatışmaları ve bilgi paylaşımındaki çekinceler, terörle mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla, ABD-İran çatışması yalnızca iki ülkeyi değil, küresel güvenlik mimarisini de tehdit etmektedir.
4. HÜRMÜZ BOĞAZI’NIN STRATEJİK ÖNEMİ VE GÜVENLİK SENARYOLARI
4.1. Hürmüz Boğazı’nın Küresel Enerji Güvenliğindeki Rolü
Hürmüz Boğazı, dünya petrol ticaretinde en kritik geçiş noktalarından biridir. Günlük yaklaşık 20 milyon varil petrolün taşındığı bu boğaz, dünya petrol arzının yaklaşık %20’sini oluşturur[^21]. Petrolün yanı sıra doğal gaz ve diğer enerji ürünlerinin de yoğun şekilde kullanıldığı bu güzergah, hem bölgesel hem küresel ekonomi için yaşamsal öneme sahiptir.
Enerji güvenliği açısından, Hürmüz Boğazı’nın herhangi bir şekilde kapanması ya da kullanımının engellenmesi, petrol fiyatlarında ciddi artışlara ve küresel ekonomik dalgalanmalara neden olabilir. Bu durum, başta enerji ithalatçısı ülkeler olmak üzere birçok devletin ekonomik büyümesini olumsuz etkileyebilir. Boğazda yaşanacak olası bir kriz, sadece Orta Doğu’yu değil, tüm dünyayı doğrudan etkileyen bir jeopolitik gerilime dönüşür.
İran, stratejik konumundan dolayı Hürmüz Boğazı’nın kontrolünü elinde bulunduran ana aktörlerden biridir. Bu durum, İran’a bölgesel ve küresel düzeyde büyük bir pazarlık gücü sağlar. ABD ve müttefikleri için ise boğazın açık tutulması ve güvenliğinin sağlanması, enerji arz güvenliği açısından hayati önem taşır. Bu yüzden olası bir ABD-İran çatışmasında Hürmüz Boğazı en kritik hedeflerden biri olarak kabul edilir.
4.2. İran’ın Hürmüz Boğazı’nı Kapama veya Tehdit Etme Kapasitesi
İran, coğrafi avantajı sayesinde Hürmüz Boğazı’nı kapatma ya da geçişleri ciddi şekilde engelleme kapasitesine sahiptir. İran Silahlı Kuvvetleri’nin sahip olduğu deniz mayınları, karadan denize füzeler, hızlı hücum botları ve denizaltılar, boğazda geçişleri zorlaştırabilecek önemli unsurlardır[^22].
İran, geçmişte birkaç kez Hürmüz Boğazı’nın güvenliğini tehdit eden açıklamalar yapmış ve zaman zaman tatbikatlarda bu tehdidi göstermiştir. Bölgede artacak bir askeri çatışma, boğazın kapanmasına veya deniz ticaretinin kesintiye uğramasına yol açabilir. Bu durum, sadece petrol fiyatlarını değil, aynı zamanda dünya ticaret yollarının güvenliğini de tehdit eder.
Bununla birlikte, Hürmüz Boğazı’nın kapatılması ya da tehdit edilmesi, küresel ekonomide ciddi sarsıntılar yaratacağından, İran’ın bu seçeneği kullanmadan önce çok dikkatli davranması beklenir. İran, böyle bir eylemi bir “kırmızı çizgi” olarak görmekte ve olası bir çatışmada bu alanı kullanarak maksimum baskı kurmaya çalışmaktadır.
4.3. ABD ve Müttefiklerinin Hürmüz Boğazı Güvenliğine Yönelik Önlemleri
ABD, Hürmüz Boğazı’nın açık tutulması için bölgedeki askeri varlığını önemli ölçüde artırmıştır. ABD Deniz Kuvvetleri’nin 5. Filosu, bölgedeki üsleri ve gelişmiş radar sistemleriyle boğazdaki hareketliliği sıkı kontrol altında tutmaktadır[^23]. Ayrıca, Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn gibi Körfez ülkeleriyle kurulan askeri iş birliği de boğazın güvenliğinin sağlanmasında kritik rol oynar.
Bunun yanında, ABD ve müttefikleri Hürmüz Boğazı’nda deniz ticaretini güvence altına almak amacıyla çeşitli çok uluslu tatbikatlar ve iş birliği mekanizmaları düzenlemektedir. Bu girişimler, İran’ın olası askeri hareketlerine karşı caydırıcı etki yaratmayı hedefler.
Ancak bölgedeki yüksek gerilim ve olası bir ABD-İran çatışması, bu önlemlerin yeterliliğini sorgulatmaktadır. Hürmüz Boğazı’nda yaşanacak bir kriz, deniz ticaretini aksatabilir, enerji piyasalarında şok etkisi yaratabilir ve bölgesel istikrarı tehdit edebilir. Bu nedenle, ABD ve müttefiklerinin hem askeri hem diplomatik olarak bu alandaki faaliyetlerini artırması beklenmektedir.
5. BÜYÜK GÜÇLERİN TUTUMU: ÇİN VE RUSYA’NIN ÇIKARLARI
5.1. Çin’in Bölgesel ve Küresel Stratejik Çıkarları
Çin, Orta Doğu’da enerji güvenliğini sağlamak ve küresel ekonomik büyümesini desteklemek için bölgeyle artan derecede ekonomik ve diplomatik ilişki kurmaktadır. Çin, özellikle İran’dan yaptığı petrol ithalatı ile enerji arzını çeşitlendirmeye çalışmakta ve Hürmüz Boğazı’nın güvenliği konusundaki istikrarı önemli bir öncelik olarak görmektedir[^24]. Çin, ABD-İran çatışmasının bölgesel ticaret yollarını ve enerji arzını tehdit etmesini istememektedir.
Çin’in Orta Doğu politikası, ABD ile doğrudan çatışmaktan kaçınan ve diplomasi ile dengeyi gözeten bir yaklaşımı temel alır. Çin, İran ile “Kuşak ve Yol Girişimi” kapsamında ekonomik iş birliğini artırmakta, aynı zamanda bölgedeki askeri ve siyasi krizlerde arabuluculuk yapmayı hedeflemektedir. Çin, bölgedeki istikrarı bozacak bir ABD-İran çatışmasının kendi küresel çıkarlarına zarar vereceğini değerlendirmektedir.
Bu nedenle Çin, çatışma riskini azaltmak ve taraflar arasında gerilimin düşürülmesi için diplomatik kanalları kullanmaya devam edecektir. Bununla birlikte, Çin’in İran’a yönelik ekonomik ve teknik destekleri, ülkenin uzun vadeli bölgesel nüfuzunu artırma stratejisinin parçası olarak kalmaya devam edecektir.
5.2. Rusya’nın Jeopolitik Hesapları ve Bölgedeki Rolü
Rusya, Orta Doğu’daki askeri ve diplomatik varlığını güçlendirmek için İran ile stratejik ortaklığını sürdürmektedir. Rusya, özellikle Suriye iç savaşında İran ile yakın iş birliği yaparak bölgedeki nüfuzunu artırmıştır[^25]. İran’a yönelik ABD saldırılarının Moskova açısından hem fırsatlar hem de riskler taşıdığı değerlendirilebilir.
Bir yandan, Rusya, ABD’nin bölgedeki askeri hareketliliğini sınırlamak ve Batı’nın tek taraflı hamlelerine karşı denge oluşturmak amacıyla İran’ı desteklemektedir. Bu durum, Rusya’nın Orta Doğu’daki etkisini artırırken, Batı ile ilişkilerinde pazarlık kozu oluşturur. Öte yandan, büyük bir çatışma bölgedeki enerji piyasalarında ve küresel ekonomi üzerinde istikrarsızlık yaratacağından, Rusya’nın da temkinli davranması beklenir.
Rusya, çatışmanın tırmanmasını önlemek için diplomatik kanalları ve BM gibi çok taraflı platformları kullanabilir. Ancak, Rusya’nın bölgedeki askeri varlığı ve İran ile iş birliği, onu ABD ile doğrudan bir karşıtlık pozisyonuna getirebilir. Bu nedenle Moskova, hem bölgesel çıkarlarını korumak hem de küresel politik dengeleri gözetmek zorundadır.
5.3. Büyük Güç Rekabeti ve Orta Doğu’daki Riskler
ABD, Çin ve Rusya arasındaki büyük güç rekabeti, Orta Doğu’daki gerilimi karmaşıklaştıran temel faktörlerden biridir. Çin ve Rusya’nın İran’a verdiği destek, ABD’nin bölgedeki tek taraflı askeri müdahale kapasitesini sınırlar ve çatışmanın çok boyutlu bir uluslararası kriz haline gelmesine yol açar[^26].
Bu durum, bölgedeki diğer aktörlerin de pozisyonlarını güçlendirmelerine ve çeşitli ittifaklar kurmalarına neden olur. Örneğin, Suudi Arabistan ve İsrail gibi ülkeler, ABD ile yakın iş birliği yaparken, İran ise Çin ve Rusya ile stratejik bağlarını kuvvetlendirir. Böylece Orta Doğu, küresel güçlerin doğrudan veya dolaylı müdahaleleriyle sürekli bir gerilim alanına dönüşür.
Sonuç olarak, büyük güçler arasındaki çıkar çatışmaları ve rekabet, Orta Doğu’daki çatışmanın tırmanmasını önlemeyi zorlaştırır. Bu da bölgesel istikrarın sağlanmasını engeller ve uzun vadeli barış çabalarını sekteye uğratır. Dolayısıyla, ABD-İran krizinde Çin ve Rusya’nın tutumu, sadece bölgesel değil, küresel güvenlik dinamiklerini de belirleyecek kritik bir faktördür.
6. ABD, İSRAİL VE HÜÇLERİN ROLÜ VE BÖLGESEL GÜVENLİK DİNAMİKLERİ
6.1. ABD’nin Bölgedeki Stratejik Yaklaşımı
ABD, Orta Doğu’da İran’ın nüfuzunu sınırlamak ve İsrail’in güvenliğini garanti altına almak üzere kapsamlı bir strateji izlemektedir. Bu strateji, ekonomik yaptırımlar, diplomatik izolasyon ve gerektiğinde askeri müdahaleleri kapsamaktadır[^27]. İran’ın nükleer programı ve bölgesel vekil savaşçıları aracılığıyla yürüttüğü faaliyetler, ABD’nin öncelikli güvenlik tehditleri arasında yer alır.
ABD’nin askeri varlığı, özellikle Körfez’deki üsler ve donanma unsurları, İran’a yönelik caydırıcı bir güç olarak konumlandırılmıştır. ABD’nin bölgedeki politikası, aynı zamanda İsrail’in güvenliğini destekleyerek İran’ın bölgesel yayılmacılığını engellemeyi hedefler. Bu bağlamda ABD, İsrail ile sıkı bir istihbarat ve askeri iş birliği yürütmektedir.
Ancak ABD’nin bu politikası, bölgedeki gerginliklerin tırmanmasına ve İran’ın da karşılık vermesine yol açmaktadır. ABD’nin sert tutumu, bölgedeki güç dengelerini değiştirmekte ve çatışma riskini artırmaktadır. Bu nedenle ABD’nin Orta Doğu stratejisinde, askeri seçenekler kadar diplomasi ve çok taraflı iş birliği de kritik önem taşımaktadır.
6.2. İsrail’in Güvenlik Politikaları ve İran Algısı
İsrail, İran’ı varoluşsal bir tehdit olarak görmekte ve bu tehdit karşısında proaktif bir savunma stratejisi izlemektedir[^28]. İsrail, İran’ın nükleer kapasitesini engellemek için gerektiğinde tek taraflı askeri operasyonlar gerçekleştirebileceğini açıkça belirtmiştir. Bu politika, bölgedeki tansiyonu sürekli yüksek tutmaktadır.
İsrail’in İran’a yönelik politikaları, yalnızca askeri hamlelerle sınırlı kalmamakta, aynı zamanda istihbarat operasyonları, siber saldırılar ve uluslararası lobicilik faaliyetleriyle de desteklenmektedir. Hizbullah ve Hamas gibi İran destekli gruplar, İsrail’in güvenlik gündeminde öncelikli hedefler arasındadır.
Bölgedeki diğer aktörler için İsrail’in bu sert tutumu hem bir caydırıcı unsur hem de gerilim kaynağıdır. İsrail’in politikaları, bölgedeki çatışmaların iç dinamiklerini değiştirmekte ve yeni ittifakların kurulmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, Orta Doğu’nun güvenlik ortamını karmaşıklaştırmaktadır.
6.3.Husiler ve İran Bağlantılı Vekil Grupların Bölgesel Rolü
Husilerin, Yemen’deki iç savaşta önemli bir aktör olarak ortaya çıkmış ve İran’dan aldığı destekle askeri kapasitesini artırmıştır[^29]. Bu grup, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri için doğrudan bir tehdit oluşturmakta ve bölgesel çatışmanın önemli bir parçası haline gelmektedir.
Husilerin İran ile olan bağlantısı, onların sadece yerel bir isyan hareketi olmaktan çıkıp bölgesel bir aktör haline gelmesini sağlamıştır. İran’ın askeri ve lojistik desteği, Husilerin Suudi topraklarına yönelik füze saldırıları ve insansız hava aracı (İHA) operasyonları yapmasına olanak tanımaktadır.
Bu vekil grup dinamiği, Orta Doğu’daki çatışmaların karmaşıklığını artırmakta ve taraflar arasında dolaylı savaşların yürütülmesine zemin hazırlamaktadır. Hüçler gibi vekil aktörlerin varlığı, bölgesel barış süreçlerini zorlaştırmakta ve çatışmaların uzun süre devam etmesine neden olmaktadır.
7. DÜNYA EKONOMİSİNE ETKİLERİ VE ENERJİ PİYASALARINDAKİ DALGALANMALAR
7.1. Enerji Piyasalarında Olası Dalgalanmalar
Orta Doğu’da özellikle ABD-İran çatışmasının şiddetlenmesi, küresel enerji piyasalarında ciddi dalgalanmalara yol açabilir. Hürmüz Boğazı’nın kapanması ya da geçişlerin kısıtlanması durumunda, dünya petrol arzında ani kesintiler yaşanması muhtemeldir[^30]. Bu, petrol fiyatlarının hızla yükselmesine ve enerji maliyetlerinin küresel çapta artmasına neden olur.
Enerji fiyatlarındaki bu artış, sadece enerji ithalatçısı ülkeleri değil, aynı zamanda üretim maliyetlerini artıran her sektörü etkiler. Sanayi üretimi, ulaşım ve tüketici mallarının fiyatları yükselirken, enflasyonist baskılar güçlenir ve ekonomik büyüme yavaşlar. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonomik istikrarsızlık riski büyür.
Ayrıca, enerji piyasalarındaki belirsizlik yatırımcıları tedirgin eder ve finansal piyasalarda volatilite artar. Petrol fiyatlarının uzun süre yüksek seyretmesi, alternatif enerji kaynaklarına yatırımın hızlanmasına neden olabilir; ancak kısa vadede ekonomik şokların etkisi yıkıcı olabilir. Bu durum, küresel ekonomi için ciddi riskler oluşturur.
7.2. Küresel Ticaret ve Lojistik Zincirleri Üzerindeki Etkiler
Hürmüz Boğazı, sadece petrol değil, aynı zamanda birçok temel malın ve hammadde ürünlerinin de kritik bir geçiş noktasıdır. Bu nedenle boğazdaki herhangi bir kesinti, dünya ticaret yollarını aksatabilir ve küresel lojistik zincirlerinde aksamalar yaşanmasına neden olabilir[^31].
Boğazın kapanması, özellikle Asya, Avrupa ve Amerika arasındaki deniz taşımacılığını zorlaştırır. Alternatif rotaların kullanılması maliyetleri yükseltirken, teslimat sürelerinde gecikmelere yol açar. Bu durum, özellikle elektronik, otomotiv ve gıda sektörlerinde tedarik zincirlerinin kırılganlığını artırır.
Uzun vadede, bölgedeki istikrarsızlık küresel ticaretin yön değiştirmesine ve yeni ekonomik blokların oluşmasına sebep olabilir. Ülkeler, enerji ve ticaret güvenliği için yeni iş birliği modelleri geliştirmek zorunda kalabilir. Bu da küresel ekonomi politikalarında önemli dönüşümlere yol açabilir.
7.3. Uluslararası Finans Piyasalarındaki Tepkiler
Orta Doğu’da artan askeri gerilimler, uluslararası finans piyasalarında risk iştahını azaltır ve yatırımcıların güvenli limanlara yönelmesine neden olur. ABD doları ve altın gibi geleneksel güvenli varlıklara talep artarken, gelişmekte olan piyasalardan sermaye çıkışları hızlanabilir[^32].
Finansal piyasalardaki bu tür şoklar, küresel ekonomik büyüme tahminlerinin düşürülmesine ve merkez bankalarının para politikalarında değişiklik yapmasına yol açar. Özellikle petrol fiyatlarındaki artış, enerji ithalatçısı ülkelerin cari dengelerini olumsuz etkiler ve finansal istikrarı tehdit eder.
Ayrıca, yatırımcıların risk algısındaki değişim, şirketlerin sermaye maliyetlerini artırarak yatırımların yavaşlamasına neden olabilir. Bu süreç, küresel ekonomik toparlanmayı geciktirirken, ekonomik büyüme üzerinde uzun vadeli olumsuz etkiler yaratır. Dolayısıyla, bölgedeki istikrarsızlık uluslararası finans piyasalarında da yaygın ve derin etkiler doğurur.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Orta Doğu’da özellikle ABD ile İran arasında yaşanabilecek doğrudan bir askeri çatışma, sadece bölgesel değil, küresel düzeyde derin ve çok boyutlu etkiler yaratma potansiyeline sahiptir. İran’ın Hürmüz Boğazı üzerindeki stratejik konumu, bölgedeki vekil gruplar aracılığıyla sürdürülen vekil savaşları ve büyük güçlerin bölgeye yönelik çıkarları, bu çatışmanın sadece iki ülke arasında sınırlı kalmayacağını göstermektedir.
Hürmüz Boğazı’nın kapanması ya da geçişlerin ciddi şekilde engellenmesi, küresel enerji arzında şok etkisi yaratacak, petrol ve enerji fiyatlarında ani artışlara neden olacaktır. Bu durum, dünya ekonomisinde stagflasyon riskini artırırken, ticaret yollarının aksaması küresel lojistik zincirlerini zayıflatacak ve uluslararası finans piyasalarında risk algısını yükseltecektir. Aynı zamanda, İran’ın bölgedeki uyuyan hücreler ve vekil gruplar aracılığıyla gerçekleştirebileceği karşı saldırılar, özellikle ABD ve müttefiklerine yönelik terör saldırılarının yaygınlaşmasına zemin hazırlayabilir.
Büyük güçlerin, özellikle Çin ve Rusya’nın, bölgedeki çıkarlarını gözeterek çatışmanın tırmanmasını önlemek için diplomatik kanalları kullanması beklenmekle birlikte, bu güçler arası rekabet çatışmanın kontrolünü zorlaştırmaktadır. ABD ve İsrail’in sert politikaları, bölgesel güvenlik ortamını karmaşıklaştırırken, İran destekli vekil gruplar bölgedeki istikrarsızlığı daha da derinleştirmektedir.
Bu karmaşık ve çok boyutlu kriz ortamında, aşağıdaki öneriler hayata geçirilerek bölgesel ve küresel istikrarın korunması sağlanabilir:
1-Çok Taraflı Diplomasi ve Diyalogun Güçlendirilmesi: ABD, İran ve bölgesel aktörler arasında doğrudan ve çok taraflı müzakerelerin teşvik edilmesi, gerilimin azaltılması için öncelikli adım olmalıdır. BM ve bölgesel örgütler bu süreçte aktif rol almalıdır.
2-Bölgesel Güvenlik Mekanizmalarının Kurulması: Orta Doğu’da güvenliği tesis edecek, karşılıklı güveni artıracak bölgesel iş birliği platformları oluşturulmalıdır. Bu platformlar, çatışmaların önlenmesi ve kriz yönetimi için kalıcı çözümler sunabilir.
3-Enerji Güvenliği ve Alternatif Rotaların Geliştirilmesi: Hürmüz Boğazı’na bağımlılığın azaltılması için alternatif enerji güzergahları ve kaynakları çeşitlendirilmelidir. Bu, enerji arzı şoklarına karşı küresel direnci artıracaktır.
4-Büyük Güçlerin Sorumlu Politikaları: Çin, Rusya, ABD ve diğer küresel aktörler, bölgedeki çıkar çatışmalarını derinleştirmek yerine barış ve istikrarı destekleyecek ortak tutum geliştirmelidir.
5-Vekil Grupların Silahsızlandırılması ve Terörle Mücadele: Bölgedeki vekil savaşçıların ve terör örgütlerinin etkin biçimde sınırlandırılması için uluslararası iş birliği artırılmalıdır. Silah akışının önlenmesi ve barış süreçlerinin desteklenmesi elzemdir.
Sonuç olarak, Orta Doğu’da olası bir ABD-İran çatışması, sadece iki ülke arasında sınırlı kalmayıp küresel barış ve güvenliği tehdit eden bir kriz haline gelebilir. Bu nedenle, bölgesel ve küresel aktörlerin proaktif ve sorumlu politikalarla çatışmayı önlemek için iş birliği yapmaları hayati önem taşımaktadır.
Kaynakça/dipnotlar
[^1]: Keddie, N. R. (2006). Modern Iran: Roots and Results of Revolution. Yale University Press.
[^2]: Byman, D. (2005). Deadly Connections: States that Sponsor Terrorism. Cambridge University Press.
[^3]: Walt, S. M. (2018). “U.S.-Iran Relations and the Risk of War,” Foreign Policy Journal, Spring Issue.
[^4]: Wendt, A. (1999). Social Theory of International Politics. Cambridge University Press.
[^5]: United Nations. (1945). Charter of the United Nations, Article 2(4).
[^6]: Gray, C. (2018). International Law and the Use of Force (4th ed.). Oxford University Press.
[^7]: Chesterman, S. (2004). “The Use of Force in Iraq: Legal Issues,” Journal of International Peace Operations, 1(2), pp. 12-18.
[^8]: Levitt, M. (2013). Hezbollah: The Global Footprint of Lebanon’s Party of God. Georgetown University Press.
[^9]: The White House. (2002). The National Security Strategy of the United States of America.
[^10]: International Criminal Court. (1998). Rome Statute of the International Criminal Court, Article 8 bis (Crime of Aggression).
[^11]: Cordesman, A. H. (2020). Iran’s Military Forces and Warfighting Capabilities. Center for Strategic and International Studies (CSIS).
[^12]: Eisenstadt, M. (2016). “The Role of the IRGC Navy in Iran’s Asymmetric Naval Warfare Doctrine,” Washington Institute Policy Notes, No. 36.
[^13]: Byman, D. (2015). Hezbollah: The Changing Face of Terrorism. Brookings Institution Press.
[^14]: Levitt, M. (2013). Hezbollah: The Global Footprint of Lebanon’s Party of God. Georgetown University Press.
[^15]: International Crisis Group. (2020). The Iran-U.S. Trigger List: Key Events That Could Lead to War.
[^16]: Hoffman, B. (2006). Inside Terrorism (2nd ed.). Columbia University Press.
[^17]: Levitt, M. (2013). Hezbollah: The Global Footprint of Lebanon’s Party of God. Georgetown University Press.
[^18]: Katzman, K. (2021). Iran: Internal Politics and U.S. Policy and Options. Congressional Research Service.
[^19]: Arquilla, J., & Ronfeldt, D. (2001). Networks and Netwars: The Future of Terror, Crime, and Militancy. RAND Corporation.
[^20]: Lindsay, J. R. (2013). “Stuxnet and the Limits of Cyber Warfare,” Security Studies, 22(3), pp. 365-404.
[^21]: BP Statistical Review of World Energy (2023). World Energy Statistics.
[^22]: Cordesman, A. H., & Toukan, A. (2019). Iran’s Military Forces in Transition. CSIS.
[^23]: U.S. Navy. (2022). 5th Fleet Fact Sheet. U.S. Naval Forces Central Command.
[^24]: Rolland, N. (2021). China’s Great Game in the Middle East. National Bureau of Asian Research.
[^25]: Trenin, D. (2019). Russia and the Middle East: Strategic Partnerships and Risks. Carnegie Moscow Center.
[^26]: Lincicome, S. (2020). “Great Power Competition and the Middle East,” Foreign Affairs Journal, 99(5), pp. 45-60.
[^27]: Pollack, K. M. (2014). Unthinkable: Iran, the Bomb, and American Strategy. Simon & Schuster.
[^28]: Inbar, E. (2016). Israel and the Iranian Threat: A Strategy for Containment. The Begin-Sadat Center for Strategic Studies.
[^29]: Juneau, T. (2019). “Iran’s Policy in Yemen: Balancing Ideology and Pragmatism,” International Affairs, 95(3), pp. 559-576.
[^30]: International Energy Agency (IEA). (2023). World Energy Outlook.
[^31]: Rodrigue, J-P. (2020). The Geography of Transport Systems. Routledge.
[^32]: IMF. (2024). Global Financial Stability Report.