Amerikan öyküsünün unutulmazı: Edgar Allan Poe

featured

Ali Yıldız yazdı

Öykü yazarlığı kadar, iyi bir şair ve edebiyat eleştirmeni de olan Edgar Allan Poe;  hayattayken, değeri bilinmeyen yazarlardan… Az buçuk da değil, hiç bilinmemiştir değeri. O kadar ki, yaşamı boyunca alay edilerek yerden yere vurulmuş, hatta yazdıkları “iğrenç ve okunamaz” bulunmuştur.

Hayata gelişi kadar, gidişi de hüzünlüdür Poe’nun. 1809 yılında ABD’nin Boston kentinde yaşayan, tiyatrocu üç çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmesinden bir yıl sonra, babası evi terk etmiş; annesi de ertesi yıl veremden ölünce, Poe evlatlık verilmiştir. İskoçya kökenli tütün tüccarı olan John Allan, Poe’ya sahip çıkmış, resmi olarak evlat edinilmese de; Poe, babalığının soyadını, yazılarında kendi ismine eklemiştir.

1815 tarihinde, yeni ailesiyle birlikte İngiltere’ye giden küçük Poe, Richmond’daki özel okullarda eğitime başlayıp tekrar ABD’ne döndüklerinde, Virginia Üniversitesi’ne gönderilmiş, ancak bir yıllık üniversite deneyiminde başarısız olmuştur; nedeni, kumara olan düşkünlüğü ve aylaklıktır. Evini terk ederek, askerliğe yazılması üzerine, araları açık olduğu halde, babalığı tarafından harp okuluna gönderilmiş; itaatsizlikten ordudan atılmıştır bu kez. Amerika’nın birçok kentini dolaşarak hayata tutunmayı denediyse de, hiçbir işinde bir türlü tutunamamıştır. Sonraki yıllarda, edebiyata merak sarmış, kitaplarını yayınlanmaya başlamıştır ama, pek beğenilmemiştir Edgar Allan Poe’nun yazdıkları. Gittikçe vazgeçilmez bir tutku haline gelen yazım eyleminden vazgeçmemiştir ama. Yılmadan, yayınevlerine mektuplar göndermeyi sürdürürken:

“Lee & Blanchard’ın yayıncım olmaya devam etmesini arzuluyorum. Kitabımı bastığınız takdirde bütün kârı alıp bana yirmi kopya vermeniz şartını da memnuniyetle kabul ediyorum.” (1) diye yazmış, yanıt bile alamamıştır.

Ne olursa olsun, yarattığı biçemden vazgeçmediği gibi, genel akımların peşine düşmek niyetinde de olmamıştır hiçbir zaman. Öykülerinin yanı sıra, şiir ve eleştiri yazıları da kaleme alan Edgar Allan Poe, şöyle seslenir Annabel Lee” şiirinde:

Senelerce, senelerce evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz,
İsmi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni…

O çocuk, ben çocuk; memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil, karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırlardı bizi…

Bir gün, işte bu yüzden göze geldi
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgârından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni.

Mezarı oradadır şimdi,
O deniz ülkesinde…

Biz daha bahtiyardık meleklerden,
Onlar kıskandı bizi.
Evet! Bu yüzden şahidimdir herkes

Ve deniz ülkesi…

Bir gece bulutunun rüzgârından
Üşüdü gitti Annabel Lee…

Sevdadan yana kim olursa olsun,
Yaşça başca ileri ,
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökteki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee;
Ay gelip ışır, hayalin irişir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim, uzanır beklerim
Sevgilim, sevgilim, hayatım, gelinim
O azgın sahildeki
Yattığın yerde seni…
(2)

1836 yılında, on üç yaşındaki teyzesinin kızı Virgina Cleman’le evlenerek, mutluluğun peşine düştüğünde; ölüm acısıyla yanmaya başlamıştır yüreği. Eşinin ölümünün ardından iki yıl sonra, 1849 yılında “Annabel Lee” şiirinde betimlediği “o deniz ülkesine” gittiğinde, kırk yaşındadır. Toprağa verilirken, papazın dışında, sadece dört kişi vardır mezarının başında.

EDGAR ALLAN POE’NUN EDEBİYAT SIRLARI 

Edgar Allan Poe, insan ruhuna inmeye çalışan yazarlardan; o tüm canlıların ortak korku dürtüsünü, yalnızlığı, çaresizliği, sır ve gizemi yazmış, bir bilimci kadar bilime yakın durmuştur. Hayattayken hor görülen yazarın ölümünün ardından, antik çağın üç birlik görüşüne dayanarak, modern edebiyat kuramını oluşturduğu daha sonra keşfedilecektir. Kendisi çok az dipnot düşse de, eserlerindeki bilimsel yaklaşımların anlaşılabilmesi için, eklenmek zorunda kalınan dipnotların yoğunluğu, dikkat çekecek boyutlardadır. O kadar çoktur ki bunlar; Poe’nun yazın biçemiyle yeni tanışanları, çevirmenleri uyarmaya gereği duymuştur:

“Dipnotlara bakmadan da okuyabilirsiniz.”    

“Philosophy of Compositon” (Tümleme Felsefesi) başlıklı denemesi, Fransız simgeci şairler tarafından öncü sayılmış, dünya yazınında “plup” kavramının esin babası olarak, anılmaya başlanmıştır. Hayattayken genel akımlar için kalem oynatmayan Poe, döneminin ünlü yazarlarından daha uzun ömürlü olmuş; bilimkurgu veya fantastik sayılan yazım türü, bugün bile tam olarak kategorize edilememiştir.

Dostoyevski, 1861 yılında şöyle yazmaktadır Poe için:

“Poe’nin sadece kendine has olan ve onu bütün diğer yazarlardan ayırt eden özelliği, hayal gücünün olağanüstü genişliğidir.” (3)

Sınırsız hayal gücünün yanı sıra, bilim tarihine duyduğu merak kadar, güncel bilimsel gelişmeleri de yakından izlediği anlaşılan yazarın satırlarından, dünya görüşü açığa çıkmaktadır bugün:

“Eureka’ya kadar açıkça ifade etmese de ta “Metzengergerstein” adlı öyküsünden başlayarak evrenin ve Tanrının bir ve aynı olduğuna, başlangıçta çok küçük bir nokta olan maddenin genleşerek evreni oluşturduğuna inanır. Bu, Williem de Sitter’in 1917’de formüle ettiği genişleyen evren kuramından yetmiş yıl önce dile getirmiştir. Bu kavram, 1920’lerde Alexander Friedman ve Abbé Georges Lemaïtre tarafından geliştirilen ve 1940’larda Georges Gamov tarafından bugünkü şekline kavuşturulan “Big Bang (Büyük patlama)” kuramıyla şaşırtıcı bir benzerlik göstermektedir. Poe, uzayla zamanın aynı şey olduğunu ileri sürmüş ve Einstein ortaya çıkıncaya kadar bu sav açıkça bir saçmalık olarak kabul edilmiştir. Bundan başka “kara delikler”le ilgili çok şaşırtıcı önermelerde bulunmuş ve ancak doğruluğu bu yüzyılda anlaşılan “Samanyolu’nun bir galaksi olduğu” görüşünü ileri sürmüştür. Kendisi bir bilim adamı olmayan Poe’nun bütün bunları nasıl bildiğini, bu konularda hiç yazılı kaynak bırakmadığı için bilemiyoruz.” (4)

Poe’nun hayatını, çektiği acıları, belki de en iyi “Kuzgun” şiirinin son dizeleri özetlemektedir:

 

(…) Geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?

Ey kutsal yaratık” dedim, “uğursuz kuş ya da şeytan!

Bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,

Korkuların hortladığı evimde, n’olur anlatsan

Acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan…”

Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”

 

“Şu yukarda dönen gökle Tanrı’yı seversen söyle;

Ey kutsal yaratık” dedim, “uğursuz kuş ya da şeytan!

Azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi?

Buluşacak o Lenore’la, adı meleklerce konan,

O sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan?

Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”

 

Kalkıp haykırdım: “Getirsin ayrılışı bu sözlerin!

Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!

Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!

Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan!

Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!”

Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”

 

Oda kapımın üstünde, Pallas’ın solgun büstünde

Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan;

Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin

Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,

O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan

Kalkmayacak – hiçbir zaman! (5)

 

Notlar:

1- Edebiyatta Dehşet Verici ve Trajik Olana İlişkin, Jack London, Çeviren Yiğit Yavuz, Ünlem Dergisi, Sayı: 12, Temmuz Ağustos 2005, s: 60. 2- Edgar Allan Poe, Annabel Lee Şiiri, Çeviri: Melih Cevdet Anday, Tercüme Dergisi, Şiir Özel Sayısı, Yıl 1946, Günay Tulun Özel Arşivi, http://insanvesanat.wordpress.com.  3- Edgar Allan Poe, Bir Mumya ile Küçük Bir Hasbıhal, Öykü, Çeviren: Hasan Fehmi Nemli, Ayraç Yayınevi, I. Baskı: 2002, s: 8. 4- Age, s: 7-8. 5- Edgar Allan Poe, Kuzgun Şiiri, Çeviri: Ülkü Tamer, http://www.siir.gen.tr.

[email protected]

 _______________

Edgar Allan Poe 

SÖZCÜKLERİN GÜCÜ*   

Oinos- (1) Agathos, (2) ölümsüzlüğü yeni kuşanmış bir ruhun zayıflığını bağışla.

Agathos- Bağışlama dileğinde bulunduğun şey konusunda, azizim Oinos, hiçbir şey demedin. Burada bile, bilgi içe doğan bir şey değildir. Bilgeliğe gelince, onun sana verilmesini hiç çekinmeden meleklerden iste!

Oinos- Ama bu şimdiki varoluşumda, her şeyi hemen bileceğim ve böylece her şeyi bilmenin mutluluğuna hemen ulaşacağımı düşlerdim.

Agathos- Ah, mutluluk bilgide değil, bilgiyi edinmededir. Sonsuza dek bilmek öncesiz ve sonrasız mutluluktur, ama her şeyi bilmek şeytanın lanetidir.

Oinos- Ama Ulu Tanrı her şeyi bilmiyor mu?

Agathos- Onun bile (mademki o En-Mutludur) bilmediği bir şey olmalıdır.

Oinos- Ama her dakika bilgimiz arttığına göre, sonunda her şeyi bilmemiz kaçınılmaz değil midir?

Agathos- Şu dipsiz uçuruma bak! –Biz yavaşça aralarından– şöyle, –şöyle – ve şöyle yavaşça geçerken, bakışlarınla bu sayısız yıldız manzarasının derinliklerine nüfuz etmeye çalış! Ruhsal bakış bile, her noktada evrenin sürekli aktın duvarlarıyla engellenmiş değil midir? –Bu duvarlar sınırsız büyüklükte bir birlik gibi gözüken sayısız parlak cisimlerden oluşmamış mıdır?

Oinos- Maddenin sonsuzluğunun bir düş olmadığını açıkça görüyorum.

Agathos- Cenette hiç düş yoktur –ama burada maddenin sonsuzluğunun tek amacının ruhun içindeki sonsuza dek dinmeyecek olan –çünkü dinecek olursa ruhun kendisi de yok olur– bilme susuzluğunu dindirmesi için ruha sonsuz pınarlar sağlamak olduğu fısıldanmaktadır. Sorular sor bana, azizim Oinos, serbestçe ve hiçbir şeyden çekinmeden. Hadi! Süreyya burcunun yüce uyumunu (3) solumuzda bırakarak tahttan ileri doğru atılıp Oriyon’un ötesindeki hercai menekşe, menekşe ve kalp huzuru için üçlü güneşlerin ve üç renkle güneşlerin yatak olduğu yıldızlı çayırlara doğru gideceğiz.

Oinos- Şimd, Agathos, yolumuza devam ederken bana bilgi ver! Benimle Dünyada bilinen bir tonla konuş! Ölümlü iken Yaratılış dediğimiz tarz ve usuller konusunda biraz önce bana çıtlattığın şeyleri anlayamadım. Yaratıcının, Tanrı olmadığını mı söylemek istiyorsun?

Agathos- Demek istiyorum ki, Ulu Tanrı yaratmaz.

Oinos- Açıklayın!

Agathos- Tanrı, yalnızca başlangıçta yaratmıştır. Bugün evrenin her tarafında hiç durmacasına varlık buluyor gibi gözüken yaratıklar, Kutsal yaratıcı gücün dolaysız ve doğrudan değil, dolaylı ve doğrudan olmayan sonuçları olarak görülebilir.

Oinos- İnsanlar arasında, azizim Agathos, bu düşünceye son derece büyük bir küfür gözüyle bakılırdı.  

 Agathos-  Melekler arasında, azizim Oinos, yalın gerçek olarak kabul edilmektedir.

 Oinos- Buraya kadar seni anlayabiliyorum –bizim Doğa ya da doğal yasalar dediğimiz bazı işlemlerin, bazı koşullarda, bütünüyle yaratılış görüntüsüne sahip olan şeyi ortaya çıkaracağını söylemek istiyorsun. Kıyametten önce, çok iyi anımsıyorum da, bazı filozofların çocukça bir tavırla, gözle görülemeyecek kadar küçük canlıların yaratılışı olarak adlandırdıkları bazı çok başarılı deneyler yapılmıştı.

Agathos- Sözünü ettiğin vakalar, gerçekte, sadece ikincil yaratılış örnekleridir –ilk sözün ilk yasayı var ettiği andan bu yana meydana gelmiş tek yaratık türüdür.

Oinos- Yıldızlı dünyalar, hiçlik uçurumunun derinliklerinden, gökyüzüne her an fırlayıp çıkmazlar mı? Bu yıldızlar, Agathos, Yüce Efendimizin eseri değil mi?

Agathos- Bırak da, azizim Oinos, görüşlerimi sana adım adım anlatayım. Senin de çok iyi bildiğin gibi, nasıl ki hiçbir fikir yok olmazsa, sonsuza dek etkili olmayan hiçbir eylem de olamaz. Örneğin dünyada yaşarken ellerimizi hareket ettirir ve bunu yapmakla dünyayı çevreleyen atmosferi titreştirirdik. Bu titreşim, dünya atmosferinin (elimizin bir tek hareketiyle bu andan itibaren sonsuza kadar hareket halinde olacak olan) her moleküle kadar yayılırdı. Bu gerçek gezegenimizin matematikçilerince çok iyi biliniyordu. Belirli itici güçlerle bir akışkan içerisinde yaratılan özel etkiler üzerinde kesin hesaplar yaptılar –böylece belli büyüklükte bir itici gücün, dünyayı dolaşması ve onu çevreleyen atmosferin her atomu (sonsuza kadar) etkilemesi için tam olarak ne kadar süre gerektiğini kolaylıkla belirleyebildiler. Belirli koşullarda belirli bir etkiden hareketle, geriye doğru hesap ederek, ilk itici gücün büyüklüğünü belirlemede güçlük çekmediler. O zaman, itici bir gücün etkilerinin mutlak olarak sonsuz olduğunu, bu etkilerden bir kısmının cebirsel analiz yoluyla tam olarak izlendiğini gören ve geriye doğru hesaplamanın kolaylığını anlayan matematikçiler aynı zamanda, bu tür bir analizin de kendi içerisinde muazzam bir ilerleme gücüne sahip olduğunu –onu geliştiren ya da uygulayan kişinin zekâsından başka bir analiz geliştirilmesine ve uygulanabilirliğine bir engel olmadığın– da anladılar. Ama, bu noktada matematikçilerimiz durdular.

Oinos- Peki, azizim Agathos, niçin daha ileri gitmeliydiler?

Agathos- Çünkü bunun ötesinde bazı son derece ilginç düşünceler yatıyordu. Bilinenlerden hareketle, sonsuz zekâya sahip birinin –cebirsel analizi en son noktasına götürmüş birinin– havaya bırakılmış (ve hava yoluyla esire) (4) aktarılmış) her etkiyi sonsuz uzak bir dönemdeki en ileri sonuçlarına kadar izlemekte hiçbir güçlük çekmeyeceği sonucunu çıkardılar. Havaya bırakılan böylesi her etkinin, sonunda, evrende mevcut olan her varlığı ayrı ayrı etkilemek zorunda olduğu; sonsuz zekâya sa-hip varlığın –hayal ettiğimiz varlığın– hareketin en uzak dalgalanmalarını –maddenin bütün parçacıkları üzerindeki yukarıya ve ileriye doğru etkilerini–  ya da başka deyişle, yerinin yaratılışını– Ulu Tanrının tahtından –sonunda etkisiz kalarak– gerisingeri yansıdığını görünceye dek izleyebileceği kuşkusuz gösterilebilir. Ve böyle bir varlık yalnızca bunu yapmakla kalmaz, herhangi bir çadaki herhangi bir sonuç ona verilecek olsa, örneğin şu sayısız kurluklu yıldızdan birisi onun incelemesine sunulduğunda, geriye dönük analizle bu kuyruklu yıldızın, varlığını hangi ilk etkiye borçlu olduğunu belirlemekte hiç güçlük çekmezdi. Mükemmelliğe ulaşmış ve ektisiz haliyle bu geriye dönük analiz gücü –bu, bütün çağlarda, bütün sonuçların bütün nedenlerine ulaşma yeteneği –elbette ki yalnızca Ulu Tanrıya has bir ayrıcalıktır– ama bu güç, mutlak mükemmelliğin altında çok çeşitli düzeylerde, Melek ordusunun tamamı tarafından kullanılır.    

Oinos- Ama yalnızca havaya bırakılmış etkilerden söz ediyorsun.

Agathos- Havadan söz ederken sadece dünyayı kastediyorum; ama genel önerme, bütün uzayı dolduran ve böylece yaratılışın büyük ortamını oluşturan esir içerisindeki etkilerle ilgilidir.

Oinos- Öyleyse, her hareket, niteliği ne olursa olsun, yaratır mı?

Agathos- Yaratmalı: Ama doğru bir felsefe uzun zamandan beri bütün hareketlerin kaynağının düşünce olduğunu öğretmektedir –ve bütün düşüncenin kaynağı da–

 Oinos- Tanrıdır.

Agathos- Oinos, sana Dünya atmosferinde yaratılan hareketlerden –yakın zamanlarda yok olan bu güzelim Dünyanın bir çocuğuyla konuşurmuşum gibi– söz ettim.
Oinos-
Evet, sevgili Agathos.

 Agathos- Peki ben böyle konuşurken, sözcüklerin fiziksel gücü ile ilgili hiçbir düşünce aklından geçmedi mi? Her sözcük havaya bırakılmış bir itici güç değil midir?

Oinos- Ama, Agathos, niçin ağlıyorsun? –ama niçin bu güzelim yıldızın– uçuşumuz sırasında karşılaştığımız yıldızların en yeşili, ama yine de en korkuncu olan bu yıldızın üzerinde yükselirken, niçin kanatların aşağı sarkıyor? Bu yıldızın parlak çiçekleri inanılmaz güzellikte bir düşe, korkunç görünüşlü volkanları ise fırtınalı bir yüreğin tutkularına benzemiyor mu?

Agathos- Benzemiyorlar, öyleler! Onlar baştan aşağı düş ve tutku! Bu yabanıl yıldıza –üç yüz yıl önce, sevdiceğimin ayakları dibinde, ellerim ellerine kenetlenmiş, gözlerimden sel gibi gözyaşı boşalırken –birkaç tutkulu tümceyle– ben konuşarak hayat verdim. Onun parlak çiçekleri, gerçekleşmemiş düşlerin en değerlisi, öfkeyle köpüren volkanları ise en fırtınalı, en günahkâr ruhların tutkularıdır.   

           

* İlk olarak Haziran 1845’te United States Magazine and Democratic Revieu’da, sonra da 25 Ekim 1845’te The Broadway Journal’de yayınlanmıştır. Thomas Carlye’ın (1795-1881) Boswell’s Life of Johnson adlı denemesi 1832’de yayınlanmıştı ve Poe’nun öyküsü için bir “motto” oluşturuyordu. “Hiçbir şey ölmez, hiçbir şey ölemez. Ağzından çıkan en değersiz söz bile zamana atılmış bir Tohumdur ve Sonsuzluk boyunca büyür.”  Poe, Carlye’ın denemesini çok iyi biliyordu ve özellikle bu fikir, Poe’nun benimsediği felsefi tavra çok uygun düşüyordu. Carlye’ın methinin “Kitabı Mukaddes”in dilini andıran tonu da Poe’da yankı bulmuş olmalıydı.

Notlar:

1- “Oinos” Yunanca “şarap” ve aynı zamanda da “bir” anlamına geliyor.

2- Agathos “iyi” demektir.

3- Poe, orta çağların “küresel müziği düşüncesiyle (evrenin mükemmel matematiği bir tür “müzik”tir) ve ölümden sonra ya da bilincin belli bir yükseklik derecesine ulaşmasından sonra duyuların birleşeceği ya da karışacağı düşüncesiyle oynuyor. Poe, bu fikri birçok öyküsünde kullanır, sözgelimi “Bir Uyur-Uyanıkla Sohbet”te.

4- Esir: Atomlar arasındaki boşluğu ve bütün evreni doldurduğu varsayılan, ısı ve ışığı ileten ağırlıksız töz (cevher).

 

* Edgar Allan Poe, Bir Mumya ile Küçük Bir Hasbıhal, Öykü, Çeviren: Hasan Fehmi Nemli, Ayraç Yayınevi, I. Baskı: 2002, s. 49-54.

Amerikan öyküsünün unutulmazı: Edgar Allan Poe

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. Güzeldi👍

  2. Yılın ilk sabahında, olası yıllarımın sabahlarının ufkunu açtığınız için teşekkür ederim

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!