Atatürkçülük ders kitabında hurafe ve çarpıtmalar

featured

Mustafa Solak yazdı

2019-2020 Eğitim-Öğretim yılında okutulan ve Mevsim Yayıncılık’tan çıkan 12. sınıf “TC İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük” ders kitabında Atatürk’e, Türk Devrimi’nin hangi aşamalardan geçerek geldiğine, Atatürk ilkelerinin önemine 2017’de değiştirilen müfredattan önceki ders kitaplarından daha az yer verilmiştir. Dahası padişahın, Şeyh Sait halifelik yanlısı kişi ve kesimlerin teslimiyetçi, emperyalizm işbirlikçisi rolleri gizlenmiştir. Bu yönüyle Atatürk’ün önemi azaltılmıştır.

ATATÜRK’ÜN 2. ABDÜLHAMİT’E KARŞI MÜCADELESİ ÇIKARILDI 

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1919’a kadarki askerlik hayatı kısaltılarak hangi fikir akımlarından etkilendiği, neler yaptığı gözden kaçırılmıştır. Harp Akademisinde arkadaşlarını vatanın kurtarılması hususunda örgütleme faaliyeti ve başına gelenler, yine akademiyi bitirdikten sonra hürriyetçi ve meşrutiyetçi fikirlerinden dolayı 2. Abdülhamit’in hafiyelerince tutuklanarak haftalarca hapishanede kalması ve Şam’a sürgün olarak gönderilmesi yok. Oysaki önceki ders kitaplarında vardı. Örneğin 2016 basımlı bir kitapta şunlar yazılıydı:

“İstanbul’da kiraladıkları bir dairede arkadaşları ile toplanıp memleket meselelerini görüşüyor, onlarla fikir alış verişinde bulunuyordu. Yaptıkları görüşmelerde Mustafa Kemal meşruti idarenin tekrar kurulmasını, genç subayların bu amacı gerçekleştirmek için atandıkları yerlerde gizli teşkilatlar kurmaları gerektiğini söylüyordu. Hedeflerini gerçekleştirmek için en uygun yerin Abdülhamid yönetimine karşı muhalefetin merkezi olan Makedonya olduğunu düşünüyordu. Makedonya’da Osmanlı Devleti’nin otoritesinin güçlü olmaması onlara rahat hareket edebilecek bir ortam sağlayacaktı. Ancak isteği gerçekleşmedi. Arkadaşlarından birinin yapılan toplantıları ihbar etmesi üzerine Mustafa Kemal Makedonya’ya değil, ceza olarak Şam’daki 5. Ordu’ya tayin edildi.”[1]

Anlaşılıyor ki 2. Abdülhamit’in vatan ve hürriyet konusundaki baskıcı tutumu gözlerden kaçırılmak isteniyor. Atatürk’te milli devlet kurma fikrinin, 2. Abdülhamit’in sürgüne yollandığı Şam’da ortaya çıktığına dair ifade de kaldırıldı.
2. MEŞRUİYET’İN İLANINI 2. ABDÜLHAMİT İSTEMİŞ!

  1. Meşrutiyet’in ilanında 2. Abdülhamid’in rol oynadığı paragrafla gösterilmeye çalışılmıştır:

“1. Meşrutiyet’i kendisinin ilan ettiğini fakat o zaman anayasanın uygulanmasından meydana gelen zorluk nedeniyle meclisi geçici olarak tatil ettiğini belirtmiştir. Şimdi ise eğitim yoluyla halkın genel yetenek düzeyinin yükselmesi nedeniyle anayasanın yeniden yürürlüğe konulduğuna karar verdiğini belirten padişah, bu fikrine itiraz edenler olmasına rağmen fikrinden vazgeçmediğini ifade etmiştir.”[2]

Oysa 2. Meşrutiyet 2. Abdülhamid isteğiyle değil, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin halkın desteğini alarak, süngü zoruyla ilan ettirilmiştir.

‘VAHDETTİN ATATÜRK’Ü SAMSUN’A VATANI KURTARMASI İÇİN Mİ YOLLADI’ ALGISI YARATILDI 

Yeni kitapta “İstanbul’daki İngiliz temsilciliği tarafından 21 Nisan 1919’da Türk hükümetine bir nota verilerek Karadeniz’deki karışıklığın giderilememesi durumunda Mondros’un 7. maddesi gereğince buraların işgal edilebileceği bildirilmişti. Bunun üzerine söz konusu bölgeye geniş yetkileri olan bir kumandan gönderilmesine karar verildi. Sonuçta Sultan Vahdettin ile görüşen Mustafa Kemal Paşa’ya 9.0rdu Müfettişliği görevi verildi”[3] ifadesiyle müfredattan önceki ders kitaplarında geçen, Atatürk’ün bölgedeki silahlı Türk direnişçilerine engel olunması için yollandığına dair ifade kaldırıldı. Böylece padişahın, Atatürk’ü milli mücadeleyi başlatması, vatanı kurtarması için yolladığı algısı yaratıldı. Oysaki Atatürk’ün vatanın kurtarılması için padişah ve hükümetten fayda olmadığından dolayı Şişli’deki evinde, ülkemizin kurtuluşu ile ilgili olarak güvendiği arkadaşlarıyla toplantılar düzenlediğine, İstanbul emperyalist işgal altında olduğundan buradan bir an önce ayrılması gerektiğine dair cümleler kaldırıldı.

Önceki ders kitabında Atatürk’ün Samsun’a çıkış gerekçeleri şöyle verilmişti:

“Mustafa Kemal Paşa, Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imzalanmasından sonra Osmanlı Hükûmetinin çağrısı üzerine İstanbul’a geldi (13 Kasım 1918). Burada bir süre kendisine resmî görev verilmedi. Mustafa Kemal Paşa, bu süre içinde ülkeyi ve devleti kurtarma yollarını araştırdı. Bir dizi görüşmede bulundu.

İstanbul’da kaldığı zaman diliminde Şişli’deki evinde, ülkemizin kurtuluşu ile ilgili olarak güvendiği arkadaşlarıyla toplantılar düzenledi. Bu toplantılarda vatanı işgalden kurtarmak için kendi fikirlerini anlattı. Ancak İstanbul işgalci devletlerin sıkı denetimi altında bulunduğundan, burada bir şey yapmak mümkün değildi. Sonunda etkin bir savaşın Anadolu’da yapılabileceğini anlayarak Anadolu’ya geçiş yollarını aramaya başladı. Bu dönemde Yunanlıların kışkırtmasıyla özellikle Trabzon ve Samsun’da bir Rum Pontus Devleti kurulması çalışmaları yapılıyordu. Ancak Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson’un Birinci Dünya Savaşı’na girerken ortaya koyduğu bazı ilkeler vardı. Buna göre, burada bir devlet kurulması için en az beş yıl geçmesi ve bu beş yılın sonunda yapılacak halk oylamasında Rumların çoğunlukta olması gerekmekteydi. Fakat bu bölgede Türkler çoğunluktaydı ve beş yıl içinde de Rumların Türklerden fazla olmasına olanak yoktu. Bu yüzden Rumlar silahlı çeteler kurarak Türklere karşı büyük saldırılar düzenlediler. Bu saldırılarla Türkleri bölgeden göçe zorlayarak çoğunluğa ulaşmayı amaçlamaktaydılar. Bu duruma karşılık bölgede yaşayan Türkler, silahlanarak kendilerini savunmaya başladılar. Silahlı direnişin, kendi planlarını altüst ettiğini gören Yunanistan, Rumların isteği üzerine İngiltere’ye başvurdu. Samsun ve Trabzon bölgesindeki Rumların, Türkler tarafından saldırıya uğradığını ileri sürdü ve saldırıların durdurulmasını istedi. İngiltere, durumu araştırmadan Osmanlı Hükûmeti’ne bir nota vererek bu bölgedeki silahlı Türk direnişçilerine engel olunmasını istedi. Aksi hâlde Mondros Ateşkes Anlaşması’nın 7. maddesi uyarınca bölgeyi işgal edeceğini bildirdi. Osmanlı Hükûmeti, Samsun ve çevresindeki karışıklığı önlemek için bu görevi Mustafa Kemal Paşa’ya önerdi. Böylelikle Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’dan uzaklaştırarak onun gizli çalışmalarını da önleyebilecekti.”[4]

Yeni ders kitabında ise bu ifadeler kaldırıldı.

VAHDETTİN SEVR’İ ONAYLAMAMIŞ! 

Vahdettin’in Sevr Antlaşması’ndaki teslimiyetçi rolünü gizlediler. Hatta Vahdettin’in Sevr’i onaylamadığına yönelik şu ifadeyi eklediler:

“Vahdettin, bütün baskılara rağmen Meşrutiyet Anayasası’na göre, Mebuslar Meclisi’nden geçmediği için tasdik etmediği gibi İngiliz, Fransız ve İtalyan Parlamentoları da tasdik etmemiştir. Bu sebeple hukuken geçersizdir.”[5]

Vahdettin, Sevr Antlaşması’nın imzalandığı 10 Ağustos 1920 tarihine kadar işgallere sessiz kaldıktan, mücadele eden Atatürk gibi paşalara idam fetvası çıkarttıktan, emperyalistlerle işbirliği yaptıktan sonra onaylasa ne olur onaylamasa ne olur! Onaylamış da işgalcilere karşı mücadele mi etmiş!

Kaldı ki Saltanat Şurası’nda ayağa kalkmak suretiyle üyeleri antlaşmanın kabulü yönünde yönlendirmesi, onayladığı anlamına gelir. Meclisin kapanmasına rıza gösteren Vahdettin’in kendisidir. Dahası Sevr Antlaşması’nın onaylanmasına gerek yoktu. Çünkü Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla İtilaf devletleri 7. maddeye dayanarak güvenliklerine aykırı durum gördükleri takdirde ülkenin hepsini işgal edebilecekti, ediyorlardı da. Ortada Anadolu’nun fiilen işgali varken “hukuken geçersiz” demek aklımızla alay etmek değil midir?

PADİŞAH’IN TESLİMİYETÇİ TUTUMU GİZLENDİ 

Mondros Ateşkes Anlaşması’nın uygulanışı karşısında Osmanlı Devleti’nin tutumu ele alınırken padişahın işgalci devletlere, özellikle İngiltere’ye boyun eğen işbirlikçi tavrı gizlenerek, işgallerden Osmanlı Hükümeti sorumlu tutulmuştur.  Müfredat değiştirilmeden önceki ders kitaplarında padişah Vahdettin’in teslimiyetçi tavrı, İngilizlerin baskısıyla Meclisi kapatması, İtilaf Devletlerinin isteklerini kayıtsız kabulü, İngilizlerin isteğiyle Tevfik Paşa Hükûmeti’ni görevden alması, Atatürk’ün Vahdettin’in şahsını ve tahtını korumaya çalıştığını söylediği ifadeler kitapta şu şekilde yansıtılmıştı:

“Padişah, İngilizlerin baskısı ile Osmanlı Anayasası’nın kendisine verdiği yetkiyi kullanarak hükûmetin çalışmalarını denetleyen Osmanlı Mebusan Meclisini kapattı. Bundan sonra İtilaf Devletleri, bir dizi kararı Osmanlı Hükûmetine zorla kabul ettirip uygulattılar. Padişah ve çevresindekiler, İtilaf Devletlerinin isteklerinin kayıtsız kabulünü ve böylece işgalin büyük zarara ve kayıplara neden olmadan atlatılmasını istiyorlardı. İşgallerin geçici olmadığını ve Osmanlı Devleti’nin parçalanmasının amaçlandığını anlayan Tevfik Paşa Hükûmeti, İngilizlerin isteklerini kabul etmedi. Bunun üzerine padişaha baskı yapan İtilaf Devletleri, Tevfik Paşa Hükûmetini görevden aldırdı. Tevfik Paşa’nın yerine, İngiltere’nin önerisi ile İngiliz hayranı ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti yöneticilerinden olan Damat Ferit Paşa, yeni bir hükûmet kurdu. Damat Ferit Paşa, İngiltere’nin istekleri doğrultusunda bir politika izledi. Sonunda Osmanlı Hükûmeti, İtilaf Devletlerinin emirlerini uygulayan, millî çıkarları gözetmeyen bir hükûmet hâline geldi. Damat Ferit Paşa, başta İzmir’in işgali olmak üzere birçok konuda ulusal çıkarlara ters düşen politikalar uyguladı. Mustafa Kemal, Mondros Ateşkes Anlaşması’na karşı Osmanlı Devleti’nin tutumu ile ilgili şunları söylemiştir:

‘…Saltanat ve hilafet makamında oturan Vahdettin…Şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükûmet aciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı…’”[6]

Yeni ders kitabında bu ifadeler kaldırılmıştır. Oysa önceki ders kitabında padişah ve hükümetin teslimiyetçi tavrı şu şekilde verilmişti:

“İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgali ile Osmanlı Devleti’nin varlığı fiilen sona ermiş oldu. Padişah ve hükûmet güçsüz, yetkisiz ve tutsaktı. Kendilerine İtilaf Devletleri tarafından verilen emirleri yerine getirmekten başka çareleri yoktu.”[7]

Dahası 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılışı hususunda “İtilaf Devletlerinin padişaha Mebusan Meclisini kapattırmaları üzerine Mustafa Kemal, Ankara’da bir Millî Meclis toplanması konusunda çalışmalara başladı”[8] cümlesi kaldırıldı.  Müfredat değişikliğinden önceki ders kitabında öğrencilere aşağıdaki ödevi vererek padişahın işgallere boyun eğmişliği açıkça yazılmıştı:

“Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan noktalı yerlere yukarıda verilen uygun kelimeleri yazınız.

Padişahın işgaller karşısında sessiz kalması, millî bilinci uyandırmış ve ………………………………. hareketinin başlamasına neden olmuştur.”[9]

Dahası Osmanlı Hükûmeti ve padişahın emperyalistlere teslimiyeti, bu teslimiyet karşısında karşın Atatürk’ün milli mücadeleyi başlatma ve millet egemenliğine dayalı yeni bir devletin kurma amacı da şu cümlelerle açıklanıyordu:

“Galip devletler ülkemizin önemli bir bölümünü işgal etmeye başladılar. Osmanlı Hükûmeti ve padişah, Türk milletinin özgürlüğünün elinden alınmasına tepki göstermedi. Toplumun büyük bir bölümünün umutsuzluğa düştüğü bir dönemde Mustafa Kemal, bir lider olarak harekete geçti. Artık Türk milletinin bağımsız ve özgür yaşaması için millet egemenliğine dayalı yeni bir devletin kurulması gerekiyordu.”[10]

İŞGALCİLERİN SUÇU DAMAT FERİT’E YÜKLENİYOR PADİŞAHTAN BAHSEDİLMİYOR 

Yeni ders kitabında vatanın düşman çizmesi altında bulunmasının, Kuvayi Milliye’ye kaşı isyan örgütlenilmesinin, Atatürk’ün ve milli mücadeleye katılanların “hain” ilan edilmesinin suçu sadece Osmanlı Hükümetleri’ne, özellikle Damat Ferit’e yüklüyor. Padişahın olumsuz rolünden bahsedilmeyerek padişah aklanıyor.

“7-8 Temmuz 1919 gecesi Saray Başkatibi Ali Fuat imzasıyla gönderilen bir telgrafta Mustafa Kemal’e görevinden alındığı bildirildi. Bunun üzerine Mustafa Kemal  aynı gece, önce Harbiye Nezareti’ne (Bakanlığı’na) sonra da padişaha istifasını sundu.”[11] ifadesiyle padişahın grevden almadan haberi yokmuş, Atatürk’ün de padişahın bu telgraflaşmalardan padişah habersizmiş gibi istifa ettiği algısı yaratılıyor. Oysaki padişah başından beri hükümetle Atatürk’ün telgraflaşmasından haberdardı. Atatürk Nutuk’ta bunu şöyle anlatıyor:

“Harbiye Nezareti, ‘İstanbul’a gel!’ diyor. Padişah, ‘Evvela hava değişimi al, Anadolu’da bir yerde otur, fakat bir işe karışma’ diye başladı. Nihayet, ikisi birlikte ‘Mutlaka gelmelisin!’ dedi. ‘Gelemem!’ dedim. Nihayet 8/9 Temmuz 1919 gecesi, sarayla açılan bir telgraf başı haberleşmesi esnasında, birdenbire perde kapandı ve 8 Haziran’dan 8 Temmuz’a kadar bir aydır devam eden oyun sona erdi. İstanbul, benim o dakikada resmi memuriyetime son vermiş oldu. Ben de aynı dakikada, 8/9 Temmuz gecesi saat 10.50 sonrada Harbiye Nezareti’ne, saat 11 sonra da Padişah’a memurluk vazifemle beraber askerlik mesleğinden istifamı bildiren telgrafları vermiş oldum.”[12]

“Damat Ferit Paşa’nın ve arkadaşlarının padişahı aldattığı gerekçesi ile padişah ile doğrudan bir bağlantı kurmak istemişse de Damat Ferit Paşa’nın bunu engellemesi üzerine”[13] Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’la ilişkilerin kesildiğine dair ifade verilerek Atatürk’ün padişaha bağlı olduğu hissi yaratılmak isteniyor. Oysa gerçek, işgallerdeki işbirlikçi tutumuna rağmen hala Atatürk’ün yanında savaşan halkın ve komutanların padişaha bağlılığı, padişahın emperyalistleri önleyeceği düşüncesi nedenleriyle Atatürk’ün doğrudan padişah yerine Damat Ferit’i hedef almasıdır. Bundan dolayı komutanları ve halkı zaman içinde ikna etmek için padişahla iletişimi koparmamıştır. Atatürk, kendini görevden esas alanın padişah olduğunu bildiği halde Vahdettin’e, Damat Ferit’i niye şikayet etsin!

Oysa Önceki ders kitabında Damat Ferit’in padişaha rağmen değil, padişahın isteğiyle milli güçleri engellemek üzere sadrazamlığa atandığı aşağıdaki gibi belirtiliyordu:

“İstanbul’un resmen işgalinin hemen ardından hükûmeti kurma görevi Damat Ferit Paşa’ya verildi. Damat Ferit Paşa’nın sadrazam yapılmasının temel amacı, her ne pahasına olursa olsun Anadolu’da millî hareketin güçlenmesini engellemekti.”[14]

MUSUL’UN KAYBI İLE ŞEYH SAİT VE İNGİLTERE ARASINDAKİ BAĞ KOPARILDI 

Yeni ders kitabında Musul’un kaybı ile Şeyh Sait ve İngiltere arasındaki bağı açıklayan ifadeler kaldırıldı. Önceki ders kitabında 1925 yılında başlayan Musul görüşmeleri çıkmaza girince İngiltere’nin, Musul üzerindeki haklarından vazgeçeceğini hesap ederek Türkiye’nin iç sorunlarıyla uğraşmaya başladığı, bu esnada Şeyh Sait’in başlattığı ayaklanmanın “İngiltere’nin silah ve para desteği sonucu kısa sürede yayıldı”ğı belirtilmişti.”[15]

Dahası Şeyh Sait Ayaklanması’nda İngiliz parmağı şu şekilde açıklanmıştı:

“Milletler Cemiyetinde oluşturulan bir komisyon, Musul’un Irak’a bırakılması gerektiğine karar verdi. Türkiye Cumhuriyeti, bu kararı kabul etmedi. İngiliz orduları, olası bir Türk saldırısına karşı Musul’da önlem aldılar ve Akdeniz’deki İngiliz filosu İskenderun açıklarına gelerek saldırı için emir beklemeye başladı. Bununla da yetinmeyen İngiltere, Şeyh Sait İsyanı’nın çıkmasında ve yayılmasında etkili oldu. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin askerî açıdan zor duruma düşürmek istiyordu. Şeyh Sait İsyanı’nın yol açtığı zararlar yüzünden Türkiye, İngiltere ile silahlı bir çatışmayı göze alamadığından İngilizlerle görüşmelere başladı.”[16]

ŞEYH SAİT AYAKLANMASI’NIN ADI ‘DOĞU İLLERİNDE PATLAK VEREN İSYAN’ 

Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin kapatılmasında, partinin yöneticilerinin Şeyh Sait Ayaklanması’ndaki rolü, bu ayaklanmanın adı verilmeden “doğu illerinde patlak veren isyan”[17] şeklinde belirtilerek anlatıldı.

SALTANATIN KALDIRILMASI MİLLİ EGEMENLİĞE DEĞİL İKİLİĞE BAĞLANIYOR 

Kitapta saltanatın kaldırılması Lozan Barış Görüşmeleri’ne hem İstanbul Hükûmeti’nin hem de TBMM’nin çağrılması nedeniyle,  TBMM’nin ülke yönetiminde oluşan ikiliği kaldırma amacına bağlanıyor.[18] Oysa mesele öncelikle egemenliği milletle vermekle ilgiliydi. Bunun için de padişahlık kaldırılmalıydı. Oysa kitap padişahlığın kaldırılmasını İstanbul Hükûmeti ile TBMM olarak iki ayrı gücün olmayacağına bağlayarak saltanatın TBMM’ye alternatif bir otorite olduğunu bilinçlerden uzaklaştırıyor.

Vahdettin’in ülkeyi terk etmesi yeni müfredattan önceki ders kitabında “savaş sonrası toplumun tepkisinden çekinen Vahdettin, 17 Kasım 1922’de İngiltere’ye sığınarak yurdumuzdan ayrıldı”[19] cümlesiyle açıklanmıştı. Yeni ders kitabında ise “Vahdettin padişahlık haklarını kaybetti ve 17 Kasım 1922’de ülkeyi terk ederek Malta Adası’na gitti”[20] ifadesiyle toplumun tepkisinden çekindiği ifadesi kaldırılmıştır. Bu ifade olsaydı, öğrenci “neden çekindi?” diye soracaktır.

ATATÜRK İLKELERİ 34 SAYFADAN 5 SAYFAYA İNDİRİLDİ 

Ders kitabında tek tek ilkelerin açıklanması ve önemi üzerinde durulmayarak genel bir anlatımla yetinildi. Bu yüzden önceki kitapta 34 sayfada anlatılan Atatürk ilkeleri 5 sayfaya düşürüldü. İlkelerin tanımı, özellikleri yeterince verilmemiştir.

TÜRK İNKILABININ AMACI YANSITILMADI

Üniteni adı “Atatürkçülük ve Türk İnkılabı” ama Atatürkçülüğün tanımı yok. Önceki ders kitabında yer alan “Atatürkçü Düşünce Sistemi, Tanımı ve Önemi”, “Atatürkçülüğün Nitelikleri” başlıkları kaldırıldı. Türk İnkılabının amacı yansıtılmamış. İnkılabın sadece çağdaşlaşmayı, yenileşmeyi sağlayan güç olduğu, Türk toplumuna dinamizm kazandırdığı gibi genel geçer ifadeler kullanılmıştır.

MENEMEN OLAYI VE KUBİLAY’IN KATLİ KONUSUNDA KALDIRILDI

Öğretim programında “Şeyh Sait İsyanı, Takrir-i Sükûn Kanunu, İstiklal Mahkemeleri ve Kubilay Olayı farklı bakış açısı ve kaynaklardan yola çıkarak ele alınır. Mustafa Kemal’e suikast girişimine değinilir” şeklinde yazılıydı.[21] Ancak Kubilay Olayı’na kitapta yer verilmedi.

MEB, Cumhuriyet devrimine ve Atatürk ilkelerine yönelik karşı, padişah ve halife yanlısı Menemen Olayı’nı ve cumhuriyetin yaşaması için başını veren Kubilay’ı ders kitabından neden çıkarır?

KÖY ENSTİTÜLERİ’NDEN BAHSEDİLMEDİ 

Günümüze kadar gelen tarihi, siyasi olaylardan bahseden kitapta Köy Enstitüleri’ne bir cümle dahi yer verilmedi.

Sonuç olarak; padişahın işbirlikçiliği gizlenmiş, işgallerin suçunda, Kuvayi Milliye’ye karşı isyanların ve Kuvayi İnzibatiye ordusunun örgütlenmesinde, Atatürk’ün İstanbul’a çağrılmasında sorumlular arasında padişah yokmuş gibi davranılmış, tüm suç Osmanlı Hükümetlerine yıkılmıştır. Dahası padişah ile Atatürk arasında işbirliği varmış algısına neden olunmuştur. Padişah ve halifelik yanlısı Şeyh Sait İsyanı konu başlığı olmaktan çıkarılmıştır.

Tarihçi

Mustafa SOLAK

 

[1] Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, Yazar: Komisyon, Editör: Tuğrul Özcan,  T.C. MEB Devlet Kitapları, Ankara, 2016, s.8.

[2] Bahattin Demirtaş, Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük 12, Mevsim Yayıncılık, Ankara, 2019, s.22.

[3] Age, s.50.

[4] Mahmut Ürküt, Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, Ata Yayıncılık, Ankara, 2017, s. s.61-62. Ders kitabını şu bağlantıdan indirebilirsiniz: http://www.eba.gov.tr/ekitap?icerik-id=4554.

[5] Demirtaş, age, s.72.

[6] Ürküt, age, s.46-47.

[7] Age, s.70.

[8] Aynı yer.

[9] Age, s.77.

[10] Age, s.168.

[11] Demirtaş, age, s.58.

[12] Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.19 (Nutuk), Kaynak Yayınları, İstanbul,  2006, s.52.

[13] Demirtaş, age, s.61.

[14] Ürküt, age, s.72.

[15] Age, s.125-126.

[16] Age, s.233.

[17] Demirtaş, age, s.145.

[18] Age, s.106.

[19] Ürküt, age, s.112.

[20] Demirtaş, age, s.107.

[21] MEB Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi Öğretim Programı, s.32.

Atatürkçülük ders kitabında hurafe ve çarpıtmalar

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 19 Eylül 2019, 19:09

    Günümüzde “CHP” diyen ya 1946 öncesini ya da 1972 sonrasını kastetmek zorundadır (aksi takdirde ancak benim yapıyor olduğum gibi INTERNET’te yazabilir). Bu da İSMET İNÖNÜ’yü silme/unutturma gayretidir ki, Atatürkçüleri fazlası ile memnun etmektedir. Nasıl ki Ulu Hakan II. Abdülhamit hancılar II. Abdülhamit’in bazı tercihlerini “düvel-i muazzama ile iyi geçinme” politikasına bağlıyorlarsa, Atatürkçüler de O’nun İNÖNÜ’de ısrar etmesine benzer bir açıklama getirmektedirler. Öte yandan da düvel-i muazzamanın has adamının İNÖNÜ değil BAYAR olduğunu savunmaktadırlar. Atatürkçülüğü bitiren, AKP değil, böyle tutarsızlıklardır.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!