Atatürk’ünü arayan Afganistan

featured

Dr. Ali Rıza Kuğu yazdı

Afganistan… Ah Afganistan… Uzak komşumuz, yakın dostumuz Afganistan. Türkiye Cumhuriyetini ilk tanıyan ve Ankara’da büyükelçilik açan ilk Müslüman ülke Afganistan. Çektiği yüzlerce yıllık çilenin ne zaman biteceğini kimsenin tahmin edemediği Afganistan.

Bir ülkenin ve halkın bahtı bu kadar kara olabilir. O tarihten önce yaşananlar bir tarafa, kurulduğu yıl sayılan 1747’den beri Afganistan’ın yüzü gülmedi. Bu kadim topraklardan kan ve gözyaşı eksik olmadı. Hem kendi içlerindeki kanlı iktidar oyunları hem de her dönemin emperyalist güçlerinin işgal girişimleri, bu talihsiz halkı yokluk, yolsuzluk ve sefalet içinde bıraktı.

Afgan halkının en önemli özellikleri zor şartlara tahammül gücü, geleneklerine bağlılık, bağımsızlık ve özgürlüğe düşkünlük ve savaşma azmidir. Zaman içinde Afganlar her türlü otoriteye karşı bir direniş kültürü geliştirmişlerdir. Aşiret liderine karşı, beye karşı, emire, şaha veya padişaha karşı, dış işgalciye karşı; kim onların üzerinde baskı kurmak istediyse ona karşı silaha sarılmaktan çekinmemişlerdir.

Afganistan’da bitmek bilmeyen iktidar kavgalarının arkasında, ülkenin bölünmüş etnik yapısı ve modern bir toplum oluşumunu engelleyen aile-klan-aşiret organizasyonu vardır. Afgan toplumu henüz uluslaşma sürecini tamamlayamamış, ülkede yaşayan tüm gruplar için ortak bir kimlik oluşturmayı başaramamıştır.

Afganistan on dördü Anayasa’da resmen tanınan yirmiden fazla etnik grubun yaşadığı kozmopolit bir ülkedir. Hiç bir etnik grubun toplam nüfusa oranı yüzde 50’yi geçmemektedir. En büyük grup olan Peştunların oranı dahi yüzde 40’lar civarındadır. Peştunlar sayıca en büyük gruptur, ancak ülkede hâkim kültür daha çok Tacik yani Fars kültürüdür. Bazı etnik gruplar belli bölgelerde yoğunlaşmıştır. Doğu ve güney kesimler Peştun, batı kesim Peştun ve Beluci, orta kesim Hazara ve Tacik, kuzey bölge Türk ve Taciklerin çoğunlukta olduğu bölgelerdir. Başkent Kabil bölgesinde her etnik gruptan vatandaşlar yaşar. Hal böyle olunca, bir etnik gruba dayanan hanedan veya rejimlerle Afganistan’ı yönetmek kolay değildir. Ülkede çoğulcu bir demokrasi deneyimi ve kültürü yoktur. Sırf güce dayanarak da hükümet etmek zordur; çünkü bu ülkede herkes silahlı, herkes kendi çapında güçlüdür.

Ahmet Şah Durrani’nin 1747’de iktidarı ele geçirmesiyle Afganistan’da Peştun hakimiyeti başlamıştır. Kuruluştan itibaren gerek Durrani Peştunlarının kendi aralarındaki gerekse Durrani ve Gılzai Peştunları arasındaki taht kavgaları Afganistan’ı felce uğratmıştır. Bir de buna Peştun olmayanların yaşadıkları sorunlar eklenince, ülke bitmeyen savaşlar ve dinmeyen acılar ülkesi haline gelmiştir. O kadar ki, 1970’li yılların sonunda kurulan Sovyet yanlısı rejim bile aslında iktidarın Durranilerden Gılzailere el değiştirmesidir. İdeoloji ve rejim tercihleri, taht kavgalarına giydirilmiş kostümden başka bir şey değildir. Sovyet işgaline karşı omuz omuza direnen grupların işgalden sonra namlularını birbirine çevirmeleri, ülkenin içine sürüklendiği iç savaş sarmalının en açık kanıtıdır.

Afganistan ilk bakışta erişilmesi güç, uzak ve çorak bir ülke gibi gelebilir. Ancak coğrafya kaderdir ve Afganlar da yaşadıkları coğrafyanın kurbanlarıdır. Afganistan coğrafyası kuzeyde Türk ve Rus, doğuda Çin, güneyde Hint ve batıda Fars gibi kadim kültür ve uygarlıkların kavşak noktasındadır. Bunlar arasında hem bir tampon hem de geçiş kapısıdır. Afganistan kara hâkimiyetiyle ilgili jeopolitik teorilerin tam merkezindedir. Kalpgahı koruyan kenar kuşak ülkesidir. Büyük insan kaynağı ve doğal zenginliklere sahip Hint alt kıtasının kuzey kapısıdır. Bunlara bakınca tarih boyunca hegemon güçlerin Afganistan’a neden bu kadar ilgi duyduğunu anlayabiliyoruz. Özellikle son iki asırda Afganistan tüm emperyal projelerin adeta göbeğinde yer almıştır. 

Bir ülkede iç istikrarsızlık varsa yani iç cephe sağlam değilse, küresel güçlerin bunu fark etmekte gecikmeyecekleri ve hemen oraya çökeceğini asla unutmamak gerekir. Nitekim Hindistan’ı sömürgeleştiren İngiliz emperyalizmi kısa sürede dikkatini Afganistan’a yöneltmiştir. 19 ve 20’nci yüzyıllarda İngilizler üç defa Afganistan’ı işgal etmiş, üçünde de dersini alarak geri çekilmiştir. Üç işgal girişiminde de iç çatışmalardan yararlanmış ve Afganları birbirine karşı kullanarak ülkeye hâkim olmaya çalışmıştır. İngilizlerin politik hedefi, Afganistan’da kendilerine müzahir kukla yönetimler kurarak Rusların Hindistan’a yönelmesini önlemektir. Afganistan üzerindeki İngiliz-Rus rekabetine “Büyük Oyun” denmesi boşuna değildir. Afganistan’ın 1919’da bağımsızlığını kazanmasından sonra da ülke üzerindeki İngiliz oyunları sona ermemiş, ülkedeki reformların önü bilinçli şekilde kesilerek bu mazlum halkın makûs talihini yenmesine izin verilmemiştir.

Soğuk Savaş döneminde Afganistan’la Doğu ve Batı blokları arasında adeta bir pinpon topu gibi oynanmıştır. A.B.D.’nin Sovyetler Birliği’nin etrafında bir yeşil kuşak (Northern Tier) oluşturmak için uyguladığı dış politika, Afganistan’ın dini radikalizmin kucağına düşmesinin en önemli sebeplerindendir.

Arkasından Rusların sıcak denizlere inme hayalini gerçekleştirmek ve radikal akımların Orta Asya’ya yayılmasını önlemek maksadıyla Sovyet işgali başlamıştır. Sovyet işgal yılları da Afganistan’da kalıcı hasarlar bırakmıştır. Milyonlarca insan yaşadığı yerleri terk ederek göçmen durumuna düşmüş, mülteci kamplarında yaşanan sefalet Taliban gibi örgütlerin beslendiği bir kaynak haline gelmiştir. Sovyetlerin Afganistan’da uğradığı trajik yenilgi, S.S.C.B. ve Doğu Bloku’nun çökmesini hızlandıran en önemli olaylardan biridir.

Sovyet işgalinden sonraki dönemde ülkede yaşanan kaos ve iç savaş ülkedeki etnik çatlağı daha da derinleştirmiştir. Afgan toplumu sosyal anlamda “derinden bölünmüş” bir toplum haline gelmiştir. Yoksulluk, hukuksuzluk ve çaresizlik ortamını iyi kullanan Taliban, tarihin gördüğü en vahşi terör yöntemleriyle ülkenin idaresini ele geçirmiştir. Taliban iktidarı 1996-2001 yıllarını kapsayan beş yıllık dönemde, dünyanın gözü önünde Afganistan halkına yaşamı zehir etmiştir. Afgan halkı Ortaçağ’da bile görülemeyecek ve insan onuruna yakışmayan her türlü kötülüğe maruz kalmıştır.  

Afganistan bu olayda da coğrafyanın kurbanıdır. Taliban’ın kurulması ve büyümesinin arkasında A.B.D. ve Pakistan olduğunu konuya ilgili olan herkes bilir. Orta Asya enerji kaynaklarını Afganistan güzergâhından güneye taşımak isteyen A.B.D., ülkenin istikrarını –sözüm ona- Taliban’a ihale etmiştir. Taliban kendisine verilen görevi yapamayınca da 2001’de Taliban’ı hedef almıştır. Emperyal güçler hep böyledir. İkincil aktörleri kâğıt mendil gibi kullanırlar, ellerini silince çöpe atarlar. 

2001 sonunda Taliban iktidarını sona erdiren A.B.D. işgalinin hedefi, ülkeye özgürlük, barış ve güvenlik getirmekti. Hatta harekâtın adı ilk safhada “Kalıcı Özgürlük” tü. Afganistan’da özgürlük kalıcı olamadı, ama Afgan halkının sefaleti kalıcı hale geldi. Aradan geçen yirmi senede Afganistan’da çok az şey değişti. Ülkede 15 yaşın üzerinde okuma yazma oranı hâlâ erkeklerde yüzde 52 kadınlarda yüzde 24; ortalama yaşam süresi erkeklerde 51 kadınlarda 54’dür. Nüfusun yüzde 57’si elektriksiz yaşamakta. Ülkede hiç demiryolu yok. Sosyal güvenlik sistemi yok, vergi toplanamıyor. Hukuk düzeni kurulamadı. Devlet aygıtı ayağa kaldırılamadı. Ülkede 2001 yılında durma noktasına gelen uyuşturucu üretimi tekrar tavan yaptı. Bazı alanlarda başarılan arpa boyu ilerlemeler de Afganistan’dan çekilmeyle birlikte heder edildi.

Taliban ülkenin yüzde seksen beşine hâkim olduğunu iddia ediyor. Kırsalın tamamı ve ilçe merkezlerinin çoğu onların kontrolünde.  Hükümet güçleri büyük şehirlere sıkışmış durumda. Ana karayolu güzergâhları ve havaalanlarının Taliban kontrolüne geçmesi halinde hükümetin dayanması kolay değil. Batılıların desteğiyle kurulan Afgan ordusunun harekât etkinliği Taliban’ı durdurmaya maalesef yeterli gelmiyor.

Geçen yirmi yıldan sonra tekrar başa dönüyoruz. A.B.D. önceliğini başka bölgelere vermek üzere Afganistan’dan çekiliyor. Arkasında bir enkaz ve savaş yorgunu bir ülke bırakarak. Aynen Vietnam’da olduğu gibi. Yirmi yıl boyunca belki gerçekten hukuk düzenine, demokrasiye, ekonomik refaha kavuşuruz düşüncesiyle kendisiyle birlikte hareket eden Afgan halkını Taliban gibi acımasız bir örgütün insafına terk ediyor. Gerçek amacın ne olduğu ve bir sonraki hamlenin ne olacağı konusunda tahmin yürütmek hiç kolay değil.

Taliban son söylemlerinde geçmişten ders almış gibi temkinli konuşsa da, iktidarını mevcut Afgan yönetimi ya da bir başkasıyla paylaşacağına inanmak safdillik olur. Geçmişin rövanşını almak ya da intikam duygularıyla ülkenin yeni bir şiddet sarmalına girmesi sürpriz olmaz. Taliban iktidarı ele geçirirse, bu sefer muhalifler silahlara sarılıp dağa çıkacak. Ülke yeniden terör ve uyuşturucu üssüne dönüşecek. O da ülkeye yeni dış müdahaleleri davet edecek. Bu kısır döngü mazlum Afgan halkının değişmeyen kaderi midir?

Şimdi ne olacak? Şiddet ülke sathında yayılma eğilimine girecek. Gayri nizami savaş konusunda oldukça deneyimli olan Taliban, Kabil kapılarına dayanacak. A.B.D. Afganistan’daki mücadelesine “vekâlet savaşı” mantığıyla devam edecek. Bu vekiller mevcut hükümet, ülke içindeki etnik ve inanç grupları, kriminal örgütler ya da başka ülkeler olabilir. Bu ortamda sadece Kabil Havaalanını elde bulundurmaya çalışmak, batan bir gemiden denize düşerek bir odun parçasına tutunmaya benzer. Bir havaalanını elde tutarak yasal hükümete lojistik destek sağlanabilir, gerektiğinde insan tahliyesi mümkün olabilir; ama Afganistan’ı kurtarmak mümkün olmaz. 

O halde ne yapmak lazım? Etnik ve dini fanatizmin ülkeyi yeniden esir almasına izin vermemek lazım. Bunu Afganistan hükümetinin kendi başına yapma olasılığı çok düşük. Uluslararası toplumun Afgan halkını yalnız bırakmaması, bu çaresiz çığlığa sessiz kalmaması lazım. Aksi halde ülkeyi büyük bir insanlık krizi bekliyor. Bu kriz tüm dünyayı olumsuz etkiler. Afganlar kitleler halinde ülkelerini terk etmeye başladılar bile. Bu göçmen akınının hedeflerinin başında Türkiye geliyor. Daha şimdiden Türkiye’de 500 binin üzerinde bir Afgan nüfus oluştuğu söyleniyor. Genelde genç ve eğitimsiz göçmenlerin gittikleri ülkelere kriminal sorunlar götürmeleri çok rastlanan bir durum. Suriye’den gelen göçmenlerle birlikte ele alındığında, ülkemiz gerçekten ciddi bir ekonomik külfet ve demografik risk ile karşı karşıya. 

Ülkelerini terk etmeye çalışan Afganistan vatandaşlarını en azından kendi sınırları içinde tutmak için çaba göstermek gerekir. Bunun çözümü ülke sınırları içinde güvenli bölgeler oluşturmaktır. Afganistan’ın kuzeyi ve kuzeybatısı bu maksatla kullanılabilecek en uygun bölgelerdir. Bu bağlamda Mezar-ı Şerif şehri ve havaalanının kontrolü yaşamsal önem taşıyor.

Afganistan’a derhal BM kontrolünde bir barış gücü ve gözlem misyonu konuşlandırmak ve çatışan tarafları BM himayesinde barış masasına davet etmek gerekir. Toplumsal şiddet olayları ve insani krizin büyümesi olasılığına karşı, caydırıcı büyüklükte çokuluslu bir askeri müdahale gücünün en azından Afganistan’a komşu ülkelerde konuşlandırılması şarttır. 

Afganistan’ın ihtiyacı olan barış, Afganlar tarafından yapılacak, çatışmanın tüm taraflarını kapsayan, insan hak ve özgürlüklerini anayasal garanti altına alan, çoğulcu bir demokrasiyi öngören, çatışmayı değil çatışmanın sebeplerini ortadan kaldıran “pozitif” bir barıştır. Buna maddi ve manevi destek sağlamak, hem uluslararası toplumun hem de insanım diyen her aydının vicdani görevidir. Her seferinde savaşı kazanan Afgan halkı, bari bu sefer barışı da kazansın.

2013 yılında benim de bulunduğum bir ortamda üst düzey bir A.B.D. askeri yetkilisi “Kendisinin Türkiye ve Afganistan’ı karşılaştırdığını, ikisi de müslüman birer ülke olmasına rağmen aralarında gelişmişlik açısından uçurum bulunduğunu, bunun nasıl olabildiğini” sordu. Orda bulunan Afganistan Genelkurmay Başkanı hiç duraksamadan şu cevabı verdi. “Türkiye ve Afganistan modernleşme çabalarına 1920’lerde aynı zamanda başladılar. Biz yerimizde saydık, hatta geri gittik; Türkiye hızla modern bir toplum ve güçlü bir devlet haline geldi. Aramızdaki fark Türklerin Mustafa Kemal Atatürk’ü vardı, bizim yoktu.” Amerikalının sorusuna bundan daha güzel bir cevap verilemezdi. Evet, umarız Afganistan kendi Atatürk’ünü bulur ve bir an önce uygar uluslar ailesi içinde layık olduğu yere yükselir.

Atatürk’ünü arayan Afganistan

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

10 Yorum

  1. 15 Ağustos 2021, 11:42

    Çok anlaşılabilir ve faydalanılabilir güzel bir analiz. Ben kendi payıma arkadaşlarımla paylaşacağım.

  2. 14 Ağustos 2021, 20:19

    Din ile beyinleri çürütülmüş toplumlar kaybetmeye,çürüyüp yokolmaya mahkumdurlar.Bunun en güzel örneklerini müslüman ülkelerde mükemmel olarak görüyoruz.
    Osmanlının kirliliğini bu topraklardan temizleyip bir Cumhuriyet kuran yüce Atatürk Anadoluyu insanların yaşayabileceği bir ülke yaratmıştır.

  3. 14 Ağustos 2021, 15:37

    Bir şeyi anlamak neden bu kadar zor, Atatürk gibi bir kurtarıcı arıyorlar

  4. 14 Ağustos 2021, 14:54

    Ayrıca, bugünki Afganistan kesinlikle Atatürk’ü aramıyor, tam tersine, ulu Atatürk’e lanet okuyor çünkü afgan halkı FARS EĞİTİMİ = TÜRK DÜȘMANLIĞI ile beyinleri yıkanıyor!
    3-5 eğitimli seküler afgan Atatürk’ü özlüyor olabilir, bu ama demek olmuyor ki BÜTÜN AFGANİSTAN Atatürk’ü özlüyor.
    Abartmaya da bak sen…. ATAM!

  5. Biz kaybettik onlar mi ariyor?….

  6. Yazarın, Afganistan’ın sosyal ve demografik yapısı ile ilgili çalışmaları olduğunu biliyorum. Afganistan’ın içinde bulunduğu durumun, sosyal yapısının geçmişten günümüze özeti ve güzel bir analizi olmuş. Çok istifade ettim. Umarım Afganistan halkı da çok acı çekmeden uygar toplumlar içinde yerini alır.

  7. Bugün internette, İlknur Altıntaş’ ın Peştun Milliyetçiliği diye bir yazısı var, her cümlesi bilgi dolu, Afganistan neymiş diyoruz..
    Tabi,sıkıştıkça dile getirdikleri, kurtuluş savaşımızda bize yardım ettikleri konusunda, “hangi Afganlı” diye sormamız gerektiği ortaya çıkıyor..
    Sonuçda sizin yazınızla ilgisini, Daniel Dumoil söylemiş, “Türkiye, Atatürk’ü Allah’a borçlusun, geri kalan her şeyi de Atatürk’e” ..
    Yani, böyle bir mümtaz şahsiyet her toprakda gelmiyor, biraz ülkelerini düzeltmek için kendileri uğraşsınlar…kaçacaklarına..

  8. Gerçekten Türk milletinin bilinçli şekilde eğitimini kısırlaştırıyorlar artık iyice inandım.
    Okuduğumuzu anlayamıyoruz, aynı by dostumuz gibi.

  9. 14 Ağustos 2021, 10:52

    Atatürk’ünü arayan Afganistan’dan Atatürk Afganlı diye bir şeyi nasıl çıkarttın

  10. 14 Ağustos 2021, 08:39

    Bașlığa da bak sen… Atatürk afganistanlı mı?

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!