Bağımsızlık yolu

featured

Mustafa Özgür Sancar yazdı…

Bir önceki yazımda, Libertador, değindiğim Latin Amerika’daki bağımsızlık hareketleri, bugünkü reel politiği anlamamız bakamından önemli dersler veriyor.

Birincisi bağımsızlığın her şeyden önde geldiği gerçeği; ikincisi insanlığın üzerinde örgütlendiği ulusal devletin varlığı meselesi.

BAĞIMSIZLIĞIN YOLU

Latin Amerika’daki İspanyol koloniciliğine yönelik ilk güçlü bağımsızlık hareketleri 1810 ile 1815 yılları arasında ortaya çıktı.

Portekiz kraliyet ailesi, Napolyon tehlikesi nedeniyle, bir İngiliz marifetiyle Brezilya’ya taşındı. Portekiz krallığı belli bir dönem varlığını Yeni Dünya’da, Brezilya’da sürdürdü.

Asıl büyük kolonici İspanya da Napolyon’un boyunduruğu altında çalkalanırken, tahtın Fransızlar tarafından düzenlenmesi geniş halk kitlelerinin tepkisine neden oldu ve koloni otoritesinde zayıflamalar meydana geldi.

İspanya’daki merkezin dağılması Latin Amerika’daki bağımsızlık yolunu açtı.

Arjantin’in başkenti Buenos Aires ile Uruguay’ın başkenti Montevideo arasındaki geniş alanı dolduran La Plata Nehri kıyı kesimleri ile Venezuela arasında kalan bölümde ilk kıvılcımlar ortaya çıkmıştı.

GERİ DÖNÜŞLER

Hareket hızlı ilerliyordu; ancak bağımsız devletlerin ortaya çıkması kolay olmadı. İktidar modeli, iktidarın sürdürülebilir bir yönetim biçimine kavuşturulması, özellikle Meksika’daki kralcıların, bağımsızlık hareketine karşı daha büyük bir Kolonici baskının geleceği endişesiyle İspanyollardan yana olması bağımsız devletlerin kesin olarak ortaya çıkışını geciktirdi.
İçlerinde sadece Rio de la Plata yönetimi ayakta kaldı.

Bolívarcı kuvvetler 1816’da yeniden birleşip, mücadeleyi daha yoğun biçimde ileri götürme kararı aldılar. Bolívar’ın büyük Kolombiya ideali, bugünkü Kolombiya, Venezuela, Panama ve Ekvador’u içine alacak biçimde oluşturulan Büyük Granada birlikteliğiyle ilk eşikten atlamış oldu.

Bolívar güçlü bir merkeziyetçi Anayasa ile Yeni Granada’nın başkanı oldu.
Acılı bir hastalığın sonunda hayatını kaybetmesi Latin Amerika’nın parçalanarak yönetilme döneminin de başlangıcı oluyordu.

DEVLET KURMA GELENEĞİ

Bağımsız devlet olma yolunda atılan adımların yanlışlığı belki güçlü ve bütün bir Latin Amerika devletinin kurulmasını engelledi; ancak Latinlerin kendi iç iktidar savaşları, sömürge otoritesinin azaldığı noktada tam iktidar sağlama kudretine erişememeleri, İspanyolların torunları olarak kabul edilen, Avrupa kökenli yöneticilerin, “crillo”ların kendilerine özgü bir idare ya da ekonomik örgütlenme yaratabilecek tecrübeye sahip olmamaları ulus devlete giden uzun yolda aksamlara neden oldu.

CUMHURİYETİN ÖNCÜ KADROSU

Ulus devlet sürecini tam olarak tamamlayamamıza karşın 1919 ile 1923 arasındaki dönemde, Latin Amerika’daki yüzyıla dayanan evreleri ışık hızıyla geçtiğimizi söyleyebilirim.
Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin lider kadrosunun gösterdiği örgütlenme gücü ve kararlılık, milletin bir bütün olarak bağımsızlık için hayatını ortaya koyması, ulus devlete giden yolda olmazsa olmaz birinci şartı gerçekleştirmemizi sağladı.

BAĞIMSIZLIK HER ŞEYDEN ÖNCE GELİR

Sonrasındaki Cumhuriyet devrimleri ulus devlet olma yönünde çok büyük aşamalar katetmemizi sağladı.

Modernizmin bir önceki devlet örgütlenmesini tarihin arka sayfalarında bıraktığı 20. yüzyılda, bir ülke olarak ayakta ve güçlü kalmanın tek yolu da ulus devlet temelinde şekillenen modern topluma sahip olmaktan geçiyordu.

Cumhuriyetin öncü kadrosu bu tarihsel ilerlemeyi gördüğü ve hayata geçirdiği için başarılı oldu; yeni tarihsel koşullarda ulus olarak varolmanın başkaca bir yolu bulunmuyordu.

İLERİ TARİH AŞAMASI

Bugün küreselleşme olarak tarif edilen ve ekonomik temelde finans yapılarını birleştiren “yeni düzen” bir gerçek yenilik olmamakla birlikte kurtuluş savaşlarıyla devlet olan ulusları başladıkları noktaya geri götürmekten başka bir amaç taşımaz.

“Ulusal devlet dönemi bitti; artık küreselleşme var” söylemi ezilen ülkeleri, temelde, açık pazar haline getirme amacından başka bir şey ifade etmiyor.

Oysa ulus devlet insanlığın üzerinde örgütlendiği büyük yapıları, fikirleri taşımaktadır.

Hâlâ gerçek ve ileri tarih aşamasıdır. Küreselleşmenin “üst yapısı” olarak kabul edilen Postmodernizm bireyi, toplumsal köklerinden kopararak, geri bir noktaya taşıyor. Birey modernite içerisinde ulusal kimliğe sahip bir yurttaş değil, çok ulusluluk içerisinde herhangi biridir.

Kültürü ve kimliği küreselleştirilmektedir. Her adımda özüne ve kültürüne uzaklaştırıldığı bir teslim alma sürecinden geçirilir.

“Bakan göz içinden çıktığı kültürün ona öğrettiğini görür.”  Umberto Eco

Bundan ötürü anayasalardaki ulus tanımı yerine tarihin derinliklerinde kalmış etnik referanslar gündeme getiriliyor. Ülkemizdeki cumhuriyet karşıtı eğilim ve istekleri başka türlü anlayamayız.

“Ulus olmayın; çok etnikli yapılar haline gelin; zaten bir yüzyıl önce böyle bir devlete sahiptiniz, postmodern küreselleşmecilik size uygun bir gömlek sunuyor; sınırları kaldırıp, etnik çok yapılı devletler getiriyor” söylemiyle aslında bunu ifade ediyorlar.

Avrupa çöküyor, ABD ise krizler ve savaş ekonomisiyle ilerlemeyi çalışıyor; çıkış yolları, ulusal devletleri kendilerine tam entegre pazarlar haline getirmekten geçiyor.

“Avrupa krizde değil, ölüyor. Avrupa toprakları değil tabii ki. Fakat düşünce bağlamında Avrupa. Hayal ve proje bağlamında Avrupa.” Bernard-Henri Levy, Europe ou Chaos

Bu realite kendini Ortadoğuda son dönemde yaşananlarla ortaya koyarken, ekonomik anlamda üretimden kopan, para spekülasyonları ve borçlanmaya dayalı “ekonomik yapılar”la şekilleniyor.

ÜRETMEK VE AYAKTA KALMAK

Suriye, ulusal devletleri küçük kantonlara bölme girişiminin en güncel örneği…
Hayvan ve tarımcılık potansiyeli açısından dünyanın sayılı ülkelerinden olmamıza karşın, hayvan ve tarım ürünlerini ithal eder hâle gelmemiz üretim ekonomisinin bu tehditlere karşı ne kadar yaşamsal olduğunu kanıtlıyor.

Güçlü ve ayakta duran bir ülke olmanın yolu hâlâ ulusal devlete sahip olmaktan geçiyor.

Chávez’den Evo Morales’e, Ekvador’da yurttaş devriminden Bolivya ve Arjantin halk ayaklanmasına kadar uzanan geniş bir siyasal yelpaze içerisinde Latin Amerika 20. yüzyılın sonlarından bu yana ulusal devleti koruma mücadelesi veriyor.

Peyderpey buna uygun iktidar yapıları ortaya çıktı, çıkacak; çünkü asırlık mücadele sonrasında kazandıkları bağımsızlıklarının teminatı, bugünkü koşullarda, yine, ulusal devlet ve üretim ekonomisinden geçiyor.

Ne tesadüf, farklı mücadele süreleri ve sonuç alma zamanlarına sahip olsak da Latin Amerika ülkeleriyle aynı tarihsel görevler içerisinde buluşuyoruz.

Bağımsızlık yolu

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!