1. Haberler
  2. Analiz
  3. Batı merkezli tarihe Atatürk’ün cevabı

Batı merkezli tarihe Atatürk’ün cevabı

featured

Ayça Sezer Naz yazdı…

Bir tarih okuru olarak genel gözlemim Avrupalı’nın tarihe bakışının bizlerden çok farklı olduğudur.
Bilhassa yayılmacı veya kültürel ve ekonomik sömürgecilik konusu, Avrupa ve Avrupa eksenli kültürler açısından; yağma ve yıkım anlamına gelmemektedir.

Onların dünyasında sömürgecilik; Avrupa kültürünün ve tek gerçek din olan(!) Hristiyanlığın çeşitli coğrafyalara yayılması ve yine Avrupa dışındaki coğrafyalara, onlarda mevcut olmayan medeniyetin götürülmesidir.

Ancak bizler yani Avrupa eksenli olmayanlar için bu; bildiğimiz yağma, yıkım ve katliam demektir.

Peki, bu inanılmaz algı farklılığın altında ne yatıyor?

Çünkü Avrupa için medeniyetin de tanımı farklı.

Hristiyan Tanrı, mavi gözlü İsa, Grek, Greko-Romen antik kökler ve bu medeniyete ekseriden dâhil Cermen kültürü; Avrupa açısından medeniyetin kökenini oluşturuyor.

Hâlbuki coğrafi keşiflere kadar Avrupa Ortaçağ’ın karanlığından daha tam çıkamamışken sahip olduğu hangi medeniyeti başka yerlere götürmüş olabilir?

Avrupa Merkezli tarih anlayışının kafası o kadar farklı işler ki, onlar için; Nuh Peygamber Ağrı Dağı’nda bir Ermeni, Mezopotamya İncil topraklarında Avrupalı ataların mirası olur.

Onlar için tarih hep Batı’ya akar.

Bu anlayışa göre; ne biz Türkler, ne Uzakdoğu ülkeleri, ne Hindistan, ne sözde keşifler öncesi Amerika ve diğer kültürler…Hiçbiri medeniyet değildir.

Bu yerlerde çağlar boyunca barbarlık hüküm sürmüştür.

Tabi bu uydurma tarih; tüm Antik çağı; Yunan medeniyeti ile Ariler ve Samiler seviyesine indirmekle kalmıyor, geride kalan tüm dünyayı, Hristiyanlaştırılması gereken barbar şark despotluklarından ibaret ve dış-dünya ilan etmiş de oluyor.

Avrupalı’nın, harici medeniyetlere üstünlük içeren bu bakışı, tüm kültürünü öylesine domine etmiştir ki; Avrupa’da ırkçılığın babası olarak bilinen Joseph Arthur de Gobineau bu ‘dış-dünyanın’ gerçekten insan olup olmadığını dahi tartışmaya açmış ve hatta bu konu üstüne ‘İnsan Irklarının Eşitsizliği’ adında bir kitap dahi kaleme almıştır.

Bu zihniyete göre; Tanrı’nın Adem ve Havva’sı bile beyaz Avrupalı insanlardır. Diğer insansı canlılar aynı bahçenin çocuğu değillerdir.

Bu kitap Avrupa genelinde o kadar etkili olmuştur ki kitabın yazarı Gabineau; Yahudi yanlısı bir Fransız olduğu halde, 2.Dünya Savaşı’ nda Fransa ile kıyasıya savaşan ‘Alman Nazi Partisi’ bu kitabı kendine rehber edinmiştir.

Ne kadar ironik öyle değil mi?

Bu zihniyet günümüzde ırklara biyolojik yaklaşımını değiştirmiş olsa da fikri zemini yerinde durmaktadır.
Avrupa merkezli medeniyet algısında, medeniyet hala; Atina’dan New York’a uzanmakta, Doğu’nun büyük kültür ve medeniyet örgüsü yok sayılmakta, Afrika, Batı, Orta ve Doğu Asya, Orta ve Güney Amerika, Okyanusya gibi alanlar ise bulunana kadar sanki fazla insan barındırmayan kabile coğrafyaları gibi sunulmaktadır.

Bugün dahi kendi ders kitaplarımızda tarih ve medeniyet batıya akmakta, Avrupa merkezli olaylara göre çağ değişim kuramı yazılmaktadır.

Bilim, kültür, demokrasi, sanayi, bürokrasi, teknoloji, matematik, mantık, felsefe, hukuk, devrimler, kapitalizm, feodalite vb. her şeyi Avrupa ve Avrupa eksenli toplumlara mal ediliyor. Tarım, yazı, dinler ise Aryan kuramının temeli olarak Ortadoğu ile sınırlanıyor.

Bu uydurma tarih bize, yani ‘dış-dünya’ya adeta medeniyet ikram ediyor.

Dış-dünyaya coğrafi yayılma işi bitince klasik sömürü zihniyeti yerini, modern ve ekonomi temelli yeni bir sömürgecilik anlayışına bırakıyor.

Artık ‘Avrupa-Merkezli Modern Dünya’nın ekonomik kurumlarının, şirketlerinin, bankalarının, fonlarının ve fon yaratan kuruluşlarının hâkimiyetinin sağlanması başlıca motivasyonu oluyor bu zihniyetin.

Kısacası Avrupa Merkezli medeniyet anlayışı hala sürüyor ve hala sömürüyor. Ama biyolojik olmayan bir ırkçılıkla, modern bir sömürü sistemiyle.

ATATÜRK’ÜN AVRUPA MERKEZLİ MEDENİYET VE TARİH ANLAYIŞINA YÖNELİK YAPTIKLARI

Şimdi konuyu bu aşamada Atatürk’e ve cumhuriyetin kuruluş yıllarına getirmek zorundayız. Zira bu genel algının ortadan kalkması yolunda Atatürk’ün çok önemli faaliyetleri olmuştu.

Örneğin Atatürk’ün cephedeyken okuduğu kitaplardan H.G.Wells’in ‘Ana Hatlarıyla Dünya Tarihi’ isimli 2 ciltlik eseri o güne dek oluşagelmiş ‘Avrupa Merkezli Medeniyetin’ köklerini Yunan ve Roma’Dan alıp Doğu’ya ve hatta Asya’ya taşıyan önemli bir kaynaktı.

Cumhuriyetin kurulması sonrası bu kaynaktan ilham alan Atatürk, hem bu kitabı dilimize çevirtmiş ve hem de bir yandan ‘Türk Tarih Kurumu’ nu kurarken bir yandan ‘Türk Tarihinin Ana Hatları’ isimli 606 sayfalık yeni bir kaynak kitap yazdırmıştı.

Bu eser Atatürk’ün ölümünden 3 yıl sonraya kadar okullarımızda ders kitabı olarak okutulmuş, 1941 Tarihinde dönemin Maarif Bakanı Hasan Ali Yücel döneminde ders kitabı olarak okutulması gereğinden vazgeçilmişti(!)

‘Türk Tarihinin Ana Hatları ; ‘dış-Avrupa içinde yer aldığı şüphesiz olan Türklerin’ ve birçok başka kültürlerin Dünya uygarlıklarının gelişimindeki yeriyle ilgili olarak, Avrupa merkezli sömürgeci anlayışa, fikir ve maarif anlamında, ciddi bir anti tez olarak hazırlanmıştı.

Buna mukabil aynı yıllarda hazırlanan ‘Türk Tarih Tezi’ Orta Asya’dan dünyaya yayılan toplumların, beyaz ırkın atası olduğunu; Yunan bilim, sanat ve felsefesinin bütün pınarlarının da aslında Anadolu’da olduğunu savunur.

Türk medeniyetinin tarih öncesi seyrek olan Kuzey Amerika, Orta Amerika gibi geniş alanlarda binlerce yıldır var olduğunu ve sömürgecilik sebebiyle yıkılmış olduğunu kaynaklarıyla ve belgeleriyle anlatan bu eser bizim açımızdan hayati bir kaynaktır ve bugün neredeyse unutturulmuştur.

Yani Atatürk, yukarıda saydığımız ırkçı-yayılmacı veya ekonomik sömürgeci Avrupa merkezli medeniyet fikrine sadece cephede değil maarifte de meydan okumuş ve antiemperyalizmin bir de kitabını yazmıştır.

Şimdi ise ne günlere kaldık ki coğrafi keşifler diye maskelenen istila hareketlerinin birçoğu hala 1492 senesine kadar medeniyetin yanından geçmemiş Avrupa’yı, harsın merkezine oturtuyor.

Ama hiç kimse istila edilen koca kıtaların kaynaklarının Avrupa’ ya akması öncesinde Avrupa’nın hiçbir anlamda kültür mirası biriktirmediğini, yunan kökenli tezlerin de hepten yalan olduğunu tartışmıyor.

Bugün gezerken aklımızı durduran o muazzam Avrupa şehirlerinin; bilhassa İngilizler ve İspanyolların okyanuslara olan konumu sayesinde yayılmacı sömürü politikaları ile kurulduğunu, ondan öncesinde ortada küçümsenen(!) ‘Yörük Göçebe Kültürü’ kadar dahi Avrupa’ ya özgü, diyebileceğimiz birleşmiş bir kültürün mevcut olmadığını konuşmuyor.

Avrupa’ nın kendine, dış-dünyadan bağımsız bir tarih zinciri yazdığı, inanç ve Roma temelli bu tarihin gerçekte söz konusu olmadığı, dinler öncesi Antik dönemin ortak bir kültür mirası olduğu açıkken, koca bir Antik dönemin birdenbire Avrupa’ nın atalarına dönüştürüldüğü görmezden geliniyor.

Bu dönüştürme sayesinde Avrupalı’ nın önüne daima sömürülecek ve medeniyet ikram edilecek bir -dış-Dünya- kaldığı anlaşılamıyor.

Yukarıda verdiğim kaynak eserler dahi gözümüzü yeterince açmamıza yetecekken okul müfredatlarında bu eserlerin neden yok sayıldığını da izah etmeye sanırım gerek bulunmuyor.

Sevgiyle kalın.

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 9 Aralık 2023, 12:52

    Bu gerçekleri ne kadar ortaya koysak da azdır ulusumuz için .Bilincinin körletilmesi ,gerçeğin tersyüz edilmesi için sömürgeciler ve işbirlikçileri, 80 senedir ellerinden geleni ardına koymadı.Teşekkürler,saygılar ,varolunuz.

    Cevapla
  2. 9 Aralık 2023, 00:18

    İstiklal Marşı’nda da yazar. “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!”

    Cevapla
Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!