Bilim kurguda bizi çeken şey nedir?

featured

Bundan böyle bilim ve bilim kurgu üzerine yazılar yazacağım. Malumunuz, bilimin ülkemizdeki durumu pek parlak sayılmaz. Henüz montaj aşamasından icat aşamasına geçemedik. Hatta dilimizde ‘icat çıkarma başımıza!’ diye bir kalıp da mebzul miktarda kullanılmaktadır maalesef.

SÜLEYMAN ERHARAT / veryansintv.com

Yıllar önce okuduğum bir yaşam tasviri beni pek etkilemişti. Şöyleydi: “Büyük bir arazinin ortasında çift katlı bir eviniz var. Dışarıyla hiçbir iletişim imkânınız yok. Üst katta oturuyorsunuz, ormanı gören güzel manzaralı büyük bir pencerenin önündesiniz. Ev yanıyor.”

Kimimiz o pencereden bakmayı, kimimiz de yangını söndürmek için canla başla çabalamayı tercih ediyor. Ne kadar çabalarsak çabalayalım o yangın bizi bulacaktır ya da hayatta kesin olan tek şey ölümdür diyebiliriz kolaylıkla.

Ancak bu demek değildir ki yangına duyarsız kalıp, manzaranın tadını çıkaracağız!

Elbette ki elimizden geleni yapacak, ancak arada soluklanıp o pencereden dışarı ağaçlara doğaya bakıp içimizin harını serinleteceğiz.

Carl Sagan

Bu mecrada yazan hepsi birbirinden kıymetli yazarların arasında, fakir de pencereden baktığı zamanlarının bir kısmını harcadığı bir konu üzerinde yazacak: Bilim kurgu.

Şimdi birçoğunuz “yangın ilerliyor, ikinci katı sarmak üzere ne bilim kurgusu?” diyebilir.

Ben de meramımı şöyle ifade edeyim: 14 milyar yaşındaki evrenimizin içinde 4,5 milyar yıldır var olan mütevazı gezegendeki egemen tür (yani bizler) iki milyon yıl önce bugünkü halimize evrilmeye başladık.

Bu zorlu süreçte yaklaşık 12 bin yıl önce neolitik devrimle, avcı toplayıcılıktan yerleşik düzene geçtik. (Burada ancak yaklaşık tarihler verebiliyor, kesin tarihler veremiyorum, irfanım o kadarına elvermiyor!)

İNSANOĞLUNUN YAZILI TARİHİ ÇOK YENİ

Yazılı tarihimiz ise henüz pek yeni. Bu satırları okuyabildiğinize göre görece yeni olan atalarımıza kıyasla inanılmaz imkânlara sahipsiniz.

Başınızı sokabileceğiniz bir barınak, ulaşılabilir temiz suyunuz, hayatınızı idame ettirebilecek kadar yiyeceğiniz, üstünüze geçirecek giysileriniz, sağlık konusunda birtakım kolaylıklarınız var. Yaşam ortalamamız 35’in oldukça üzerinde.

(Burada kastedilen kolaylıklar: Üzerinize ağaç düşünce kimse topluluğu yavaşlatacağınızdan dolayı sizi ölüme terk etmiyor olması, yoksa genel sağlık sistemi değil!)

Tüm bunları sağlayan en önemli unsur nedir diye şöyle bir düşünelim. Eminim bu konuda herkesin meşrebine göre vereceği cevaplar olacaktır.

Benim cevabım: Bilim.

Bilim olmasaydı hayatımızın ne halde olacağını bir düşünün. Yukarıda saydığım imkânlara bilim olmasaydı ulaşabilir miydiniz?

Neyse konumuz bu değil, bilim kurgu. Hemen oraya geliyoruz, sabır buyurunuz.

BİLİM KURGU

Malumunuz, bilimin ülkemizdeki durumu pek parlak sayılmaz. Henüz montaj aşamasından icat aşamasına geçemedik. Hatta dilimizde “icat çıkarma başımıza!” diye bir kalıp da mebzul miktarda kullanılmaktadır (genellikle de sabit düzene aykırı bir uygulamada). Bu konuda bilim insanı yetiştirmek üzere imar edilen kurumlarda sorgulayan, araştıran ve birikiminin üzerine koyan bilim insanı adayları yerine KPSS’den yeterli puanı alıp kapağı memuriyete atmak düşüncesiyle mezun gençler yetişiyor. Aykırı, sorgulayan, zihni bu sistemin üstünde çalışan cevherler de ilk fırsatta yüksek lisanslarını yabancı bir ülkede yapıp oralarda kalıyor (neyse ki konumuz eğitim sistemi de değil).

Isaac Newton

Bugün dünya dışına gönderilen uyduları Isaac Newton’un bulduğu kütle çekimine borçluyuz. Taa 1806’da şöyle demiş Newton: “Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum ama ben kendimi, henüz keşfedilmemiş gerçeklerle dolu bir okyanusun kıyısında oynayan, düzgün bir çakıl taşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum.”

Süleyman Erharat

Fakir de bilim kurguyu bu okyanusun dışında yaşayan ve okyanustan bihaber kalabalıklara atılan bir olta olarak görüyor.

Günümüzün önemli bilim insanlarının biyografilerini şöyle bir incelediğinizde, çocukluklarında ilk gençliklerinde ve hatta bilim yaparken bilim kurgu okuduklarını görebilirsiniz. Misal: Carl Sagan. 1978’de yayımlanan Broca’nın Beyni adlı kitabındaki “Bilim kurgu: Kişisel Bir Görüş” adlı bölümünde; “Güneş sisteminin araştırılmasıyla derinlemesine ilişkisi olan (ben dahil) birçok bilimci, bu tarafa ilk kez bilim kurgunun yönlendirmesiyle dönmüştür. Ve bu bilim kurgunun bir kısmının en üst seviyede olmaması önemsizdir. On yaşındakiler bilimsel yazı okumazlar.” diyor.

Gerçekten de bilim kurguda çocukları, yeni yetmeleri, gençleri kendine çeken bir şeyler vardır. Büyük kitapçıların bilim kurgu kitapları bölümünde dolanan orta yaşlı okurlar pek yoktur. Kim bilir belki de gençlerin medarı maişet motorunu yürütme çabası başlarına dolanmadan önce hayal güçleri daha gürbüz, daha bir kolay ateşlenebilir düzeydedir.

Bilim kurgu algınızı sarsmak niyetindedir. Olaylara hep baktığınız köşeyi biraz ötelemek, sizi dürtmek ister. Kemikleşmiş algılarda bu zordur. Skolastikler bilim kurguyu sevmez (aslında sevmeyen pek çoktur). Ama gençler (ah gençler!) bu kadar dar görüşlü değildir. Betonlaşmamış, kalıplara oturmamış zihinlerine kolayca kabul ederler bilim kurguyu. Bir öz eleştiri olarak bilim kurgunun büyük bir çoğunluğunun kolaylıkla çöp olduğunu da söyleyebilirim. Space-opera (pembe dizi) bilim kurgular türün lokomotifi olarak çoksatan mecralarda açık ara önde gitmektedir. Ancak hard-science fiction (sert bilim kurgu) türü de kallavi vagonlarda onu izlemektedir.

Şimdi bir genç düşünün. Belki de moda olan bir bilim kurgu romanı okusun, bir filme gitsin. Hoşuna gitsin okudukları, izledikleri. Türü inceledikçe (parlak da bir zihni varsa) sert bilim kurguya yönelmesi kaçınılmazdır. Burada parça pinçik edilen, olmadık hallere sokulan bilim kırıntılarını yahut tahayyüllerini incelemeye hallenir ve eğitimini de buna göre yönlendirirse iyi olmaz mı? Hele ondan önceki devlerin omuzlarına çıkarak daha uzaklara bakabilmeyi, görüş mesafesini bir tık arttırmayı başarsa, buna kaymaklı ekmek kadayıfı diyebilir miyiz? Deriz!

İşte benim burada yazacaklarımın hedefi, popüler bilim kurgu işlerinden bahsedip, kemikleşmemiş zihinlerin dikkatini bir nebze celp edebilmek. Arada da tür hakkında malumatfuruşluk yapmak.  Köşemizi okuyacak sabrıselim sahibi kârilerimize; bitmek tükenmek bilmez parantezlerimiz (kullanmadan duramam), olmadık şeylere kesilen ahkâmlarımız, kimi zaman ağdalı olan dilimiz için peşinen özür diler, huzurlarınızdan çekilirim efendim…

UZUN HAMİŞ:

Yazdığımız mecranın ismini duyunca Prizren’li yerel sanatçı (bin selam olsun Agim Ağabey’e) Agim Fişar’ın derlediği bir türkü düştü aklıma. Sözleri aşağıda. Yalnız “Ko Yansın”lı nakaratı dinlediğinizde (eğer de serde birazcık Balkan toprağı varsa) içinize ılık portakal şurubu akıyormuş gibi olur.

Yandi Daglar

Ben cül idım bülbül kırdi dalımi
Yok mi çimse arz edeyim halımi
Ben sagiçen çimler sarar yarimi
Yandi daglar yandi daglar

Yandi da daglar ko yansın
Ben yanmişım gayri dostlar yanmasin

 Ben cül idim soldordilar cülümi
Ascer oldom yalnız kaldım piyade
Aman bile sermez benden ziyade
Yandi daglar yandi daglar

Yandi da daglar ko yansin
Ben yanmişım gayri dostlar yanmasın

Bilim kurguda bizi çeken şey nedir?

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 Yorum

  1. başlıktan anladığım beklentilerimi karşılamayan bir yazı olmuş.

  2. Zarif yorumlarınız için çok teşekkürler.

  3. Bilim bir saplantıdır. Saplantılı insanlar gerçek bilim yapar çünkü bilim uğruna feda edilecek bir hayat ister tıpkı uyuşturucu gibi insanı yiyip bitiren yok eden herseyini elinden alan bir bağımlılıktır bilim ancak dışsallıkları insanlık için çok faydalı olduğundan diğer bağımlılıklardan ayrılır. Ancak dikkat ederseniz ciddi bilim adamları toplumdan uzaktır , sevgilileri yoktur kimse onlarla konuşmak istemez çünkü gerçekliğe öyle girerlerki yalan ve yanlışı kaldıramayıp direk sert çıkarlar bu yüzden herkes onlardan uzaklaşır.
    Yani bilim lafla olmaz ömrünü adamakla olur

  4. Farklı bir nefes, farklı bir bakış bu yazı dostum. Ne kadar ihtiyacımız var şu dönemde. Kalemine sağlık. Selamlar.

  5. Çocukluğuma döndüm Süleyman bey sayenizde. Uzay Yolu, altı milyon dolarlık adam, uzay 1999 gibi ağzımız açık nefes almadan izlerdik. Selametle kadim dostum. Dzıbe Rafet

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!