Mustafa Özgür Sancar yazdı…
DÜNYANIN EN BÜYÜK DEVRİMCİSİ
Küba’dan Romanya ve Çin’e kadar tüm dünyanın saygı ve hayranlıkla baktığı Mustafa Kemal Atatürk, tarihin en büyük devrimcisidir… Fikirleriyle sonsuza kadar yaşayacak. Küba’nın başkenti Havana, Romanya’nın başkenti Bükreş’te gözlerimle gördüm. Havana’da Libertadorların (Kurtarıcı), Simón Bolívar, José Martí’nin büstlerinin bulunduğu özel alanda Atatürk’ün büstü Türkiye’nin kurtarıcısı ifadesiyle, göz kamaştırcı güzellikle duruyor. Bükreş’te şehrin en güzel yerinde geçenlerin hayranlık içeren bakışlarını süslüyor.
KURTULUŞ VE BAĞIMSIZLIK
Cumhuriyet’e karşı yapılan bu kadar propaganda ve saldırıya karşın, Türk halkı Atatürk ve Cumhuriyet’ten vazgeçmiyor; çünkü kurtuluş ve bağımsızlığın Atatürk Cumhuriyeti’nde olduğunu görüyor.
Cumhuriyet, yüzyıllar boyunca aşağılanan Türk’e hakettiği değeri verdi. Demokratik Devrimlerin sonucu olan moderleşmenin, yarattığı yurttaş statüsü ve birey özerkliği Atatürk’ün öncülüğünü yaptığı devrimlerle Türkiye’de pratikte hayata geçti.
MODERNİST BATI ZITTINA DÖNDÜ
Avrupa, demokratik devrimlerle, feodal uygarlıklardan kesin kopuşu ifade eden modernleşmeyi gerçekleştirdi.
Eşitlikçilik, özerk birey, genişlemiş siyasal katılım, yaygın eğitim, anayasa, insan hakları, dünya ve toplumun ele alınmasında sosyal bilimlerin geçerli olması, laikleşme ve seküler yaşam, hümanizm, evrenselcilik ve sosyal adalet gibi değerler bütünü, sanayileşme temelinde yükselen modernizmin üst yapı kurumlarını oluşturdu.
Fakat, Batı’da kapitalizmin emperyalizm aşamasına ulaşması ile birlikte, Avrupa kendi tarihsel dönüşümünü evrensel bir model olarak dünyaya dayatmaya çalıştı. Oryantalizmin desteklediği bu yayılmacı anlayış, geri kalmış ya da sömürge yarı sömürge ülkelere modernizmin Batı tarafından getirilebileceği mutlak inancına dayanmaktadır. Batılı düşünürler böylece emperyalizm için meşru bir temel oluşturmuşlardı.
WEBER’İN HEGEMONİK UYGARLIK’ MODERNİTESİ
Weber’e göre rasyonalizm sadece Avrupa’da, rafine ve ileri limitlere ulaşmış halde ortaya çıkmıştı. Modern kapitalist uygarlığın ayırt edici özelliği rasyonalizmin egemenliği olduğuna göre, yalnızca Batı modernleşmenin yapısal ve işlevsel özelliklerine sahip olabilirdi. Ona göre İslam ve Budizm, şart koştukları teslimiyet anlayışı nedeniyle modernleşmeyi engellediler. Bu türden bir yaklaşım, Batı-dışı toplumların tarihlerini Batı şablonu üzerinden tanımlamaya çalışma gayretidir ve ulaştığı nokta modernitenin değerler bütünü değil, hegemonik “uygarlık” projesidir.
TÜRK AYDINI VE BİR MODERNİZM SORUNU: BATICILIK MI ÇAĞDAŞLAŞMA MI?
Ne var ki Türk aydınlanması başlangıcı itibariyle Batı eksenli bu tezlere meyil etmiştir, çünkü Osmanlılar, Avrupa’da Rönesans sonrası yaşanan düşünsel, felsefi, ideolojik dönüşümü temsil eden eserlere ilgi göstermediler. Bu arazın doğal sonucu modernitenin mahiyeti hakkında kesin bilgilere sahip olmayan, modernizmi Batıcılık olarak algılayan bir aydın zümrenin ortaya çıkmasıydı.
Vatan şairi Namık Kemal, Batı’nın Osmanlı’dan üstün olmasını, parlamentoya sahip olmalarıyla açıklamıştı. Parlamento bir istişare merkezi ve İslamlıktan kaynaklanan “meşveret” ile yani danışarak, istişare ederek yönetme biçimi, yitik olan bir değeri Osmanlı’ya yeniden kazandırıyordu. Oysan Namık Kemal’in düşündüğünün aksine parlamentonun bir danışma meclisi ile uzaktan yakından ilgisi yoktu.
Parlamento, feodal düzenden kapitalizme geçişte değişen üretim ilişkileri ve mülkiyet biçiminin siysetteki yansımasıydı. Namık Kemal ve Türk aydınlanması içersinde yer alan pek çok aydın, parlamentonun sınıfsal temellerini kavrayacak, tarihî ve iktisadî temellerini anlayacak kavramsal bilgi temeline sahip değildiler.
Yanlış referanslar Türk aydını ve Osmanlı yenileşme hareketi içerisinde Batı’yı taklit etme, hatta Batı hayranlığı, özellikle de Fransa’ya benzeme ve onun dil özelliklerini, kültürel pratiklerini ithal etme eğilimini doğurmuştur.
ASKER AYDIN ÖNCÜ DEVRİMİ
Atatürk, Cumhuriyet devrimleriyle Türk aydınlamasını doğru mevziye çekti. Hiçbir zaman Batıcı olmadı; çağın gereklerini gerçekleştirme ereği doğrultsunda çağdaşlamayı tercih etti.
Batı’nın 20. yüzyılla birlikte emperyalizm aşamasına geçerek terk ettiği değerler bütününü Türkiye’nin kendi özgül koşullarına başarıyla uyguladı. Bugün eleştirilebilecek özellikler bulunabilir, çünkü Batı’dakinden farklı olarak bir burjuva sınıfı ile değil, burjuva kökenli asker aydın bir zümre ile Devrimleri gerçekleştirmek zorundaydı, karma ekonomik sistem ve halçılık fikriyle bir devlet kapitalizmi yaratmak gerekiyordu; her ne kadar halkın bütün katmanlarını kucaklayacak imtiyazsız, sınıfsız bir toplum idealine sahip olsalar da, verili koşullar içerisinde tüm halk katmanlarını aynı ölçüde kucaklayabilmek mümkün değildi; fakat dönemin koşulları açısından Atatürk’ün yaptıkları gerçek bir başarıydı. Demokratik Devrim’in en önemli özelliği olan millîliği ön plana çıkardı.
DEVRİM ÇÖZÜM ÜRETMELİ, MİLLİ VE ÖZGÜN OLMALI
17, 18 ve 19. yüzyılı kapsayan Batı merkezli sanayi ve aydınlanma devrimleri aristokrasinin dili ile halkın dili arasındaki ayrımı kaldırmış, devlet dilini demokratileştirmiştir.
Cumhuriyet’in ilânı ile birlikte Türk alfabesine geçiş, Türk Devrimi’nin en özgün özelliğidir; olması gerektiği gibi onu diğer demokratik devrimlerden ayırır. Devrimler ülkelerin şartlarına göre birbirinden farklı çözümler üretir, bu hâliyle millî ve özgün olmak zorundadır.
Türkiye’de sağcıların önemli bir kısmı, hâlen “Batı’nın ilmini alalım, maneviyatını almalayım” sözlerinde ifadesinde bulan klişeyi kullanıyor. Bu türden seçmeci bir modernleşme, Demokratik Devrim’in özgün ve sentez içeren özelliğini anlamaktan uzaktır. Onlara göre modernleşme, binalar ve oto yollar yapmak, teknolojik ürünler getirmektir. Tüm bu maddi oluşumların temelindeki değerler bütününü anlayamıyorlar.
Otoyol yapınca, bu yollarda uyulması gereken trafik kurallarını içselleştiren bir topluma ulaşmak gerekir. Kuralların arkasındaki -ahlâkı- yerleştirmek gerekir.
TÜRK DİLİ VE MEVALİCİ ARAPLARLA BİRLEŞEN GERCİLİK
Bununla birlikte gercilerin tamamının Arapçayı halkın dili olarak gösterme gayreti, millî duyguya ve Türk tarihine ne kadar karşı olduklarını gösteren kanıtlardan bir tanesi…
Tükçe Türkün dilidir. Arapça’dan çok daha zengin ve edebidir.
Arap düşünürler hâlen Türkleri mevali olarak tanımlarlar. İslamın ortaya ilk çıktığı yıllarda “mevali” köle anlamına gelirdi; şimdi ise ikinci sınıf müslüman… toplamda Arabın Türklere bakışı böyle… Ülkemizde irtica (gericilik) modernizm ve Türk düşmanlığı konusunda Araplarla böyle birleşiyor.
TÜRK MODERN DEVRİMİ BATI’DAN DAHA İLERİCİ
Atatürk ve Cumhuriyet’in öncü kadrosunun gerçekleştirdiği Türk Devrimi anti-emperyalisttir, bağımsızlıkçıdır, böylece tarihsel olarak Batı’dan çok daha ilerici, çok daha devrimci bir niteliğe sahip olmuştur.
Kadınlara seçme ve seçilme hakkının Batılı ülkelerden çok daha önce Türk kadınlarına verilmiş olması bu sarih gerçeğin, sadece, kanıtlarında bir tanesi.
Yıllardır Cumhuriyet’e karşı bitmek bilmeyen bir saldırı ve yıkım savaşı sürdürüyolar. Buna karşın Cumhuriyet’i yıkamadılar, yıkamayacaklar. Atatürk’ü asla unutturamayacaklar. Türk halkı Cumhuriyet ve Atatürk’e her zamankinden daha fazla sahip çıkıyor, çünkü Atatürk ve Cumhuriyet sayesinde Batıcı olmayan, çağdaşlığı esas alan modern bir devlete kavuştu. Birey özerkliği olarak tanımlanan hakkı, hukuku, seçme özgürlüğü olan yurttaş statüsüne kavuştu.
Bu sayede özgür bir vatana sahip oldu.
Atatürk fikir ve idealleriyle bugün de Türkiye’yi yönetip, koruduğu için dünyanın en büyük devrimcisidir.
10 Kasımlar bir yas değil, Atatürk’e sahip bir ülkenin yurttaşları olarak Cumhuriyet‘e daha sıkı sarıldığımız, geleceğe gururla baktığımız günler olmalı.