Mustafa Özgür Sancar yazdı…
Pek çok metinde ya da kitapta karşılaşırız, şu meşhur distopya kavramıyla… Epey popüler bir kullanım haline geldi.
Distopya, esas olarak Ütopyanın zıttı olarak kullanılan bir kavramdır.
İnsani özelliğini bütünüyle yitirmiş bir toplumsal yapıyı anlatmak için kullanılıyor. Son dönem edebiyat ve sineması sayısız distopya örneğiyle dolu.
KARŞIT KAVRAMLAR: Distopya, Ütopya ve Gelecek
Yunanca bir kelime Ütopya… Varolmayan toprak anlamına geliyor. Kelime anlamı bu; ancak daha ayrıntılı baktığımızda “gerçek olmayacak kadar” güzel, mutlu bir toplumu tasvir ettiğinden bahsediliyor. Yani böyle genel geçer bir algı var.
Gerçek şu ki Ütopya, kavramsal açıdan bir ideal/hayal anlamına gelse de, ulaşılabilir bir topluma gitmek konusunda aktardığı duyguyla, aslında gerçekle sıkı bağlara sahiptir. Temelde ise bir bolluk toplumuna işaret eder. Zenginliğin herkes tarafından paylaşıldığı eşit bir toplum.
Tomas More’un 1516’da yazdığı Ütopya adlı eseri böyle bir toplumu anlatıyor.
Distopya ise tam karşıt bir kavram olarak totaliter devlet anlayışı altında ezilen toplumu anlatmak için kullanılıyor.
GELECEK, TOTALİTARİZM, BİLİMKURGU
Ürkütücü, insani tüm özelliklerini yitirmiş, gerçek ya da sanal bir otorite tarafından yönetilen bir toplum… Devlet otoritesini kullananlar, mutlak itaati, “liderin yanlışı senin doğrundur” düşüncesini dikte ederler. Otoriteye sadakat, insanların birbiri arasındaki diğer her türlü sadakat ilişkisini ortadan kaldırır.
Son dönemde bilimkurgu tarzı roman ve sinemada, 50-100 yıl ötedeki geleceğe yönelik oluşturulan kurmaca yapılarda, bilgi iletişim teknolojilerinin, ya da popüler deyişle söyleyecek olursak aşkın teknolojinin, egemenliğindeki gözetimci, baskıcı toplumlardan bahsedilmektedir.
Selim Erdoğan’ın “İkibinseksendört. Bir Dijital Kara Ütopya” romanı bu türden bir konuyu ele alıyor.
DİSTOPİK ANLATILAR
George Orwell’ın 1984 romanına gönderme yaparcasına bir toplumsal denetim sisteminden bahsediliyor. Hikaye Kanada’nın Vancouver kentinde geçiyor. Elisa isimli çok gelişmiş bir bilgisayar ağı tüm otoriteyi sağlıyor. Güvenlik olarak adlandırılıyor yaptığı iş; fakat sadece izlemiyor, müdahale ediyor. Yaşamlarını insanlar adına belirliyor.
20. yüzyıl edebiyatı kara ütopya ya da distopya açısından gerçek bir patlamanın yaşandığı süreci ifade eder. Orwell’ın 1984’ü başta olmak üzere, aslında yapıtı ABD ve Batı kapitalizmi tarafından anti komünist propaganda için kullanılmıştır, Huxley’in “Cesur Yeni Dünyası”, Fahrenhait 451, Otomatik Portakal gibi sayısız distopik anlatı vardır.
Distopyaların çoğalması geleceğe dair umutsuzluğun en açık kanıtıdır. Savaş ve şiddet ortamı; terörizm, çaresizlik duygusu, teknolojik gelişmenin iş yapma ve eğlence açısından bir takım kolaylıklar sağlıyor olmasına karşın, gerçekte insanı baskı altına alması, özgürlük kavramını gittikçe küçültüyor oluşu distopik temalı üretimin edebiyat ve sinemadaki artışını açıklayan etkenler.
Aslında erken dönem distopyaların gerçeğe yakın öngörülerde bulunduğunu bugün görebiliyoruz. 1984’te tasvir edilen Big Brother metaforu pek çok ülkede bir siyasal sistem diktası olarak karşımıza çıktı. Fritz Lang’in Metropolis’i bir başka örnek kabul edilebilir.
Robotların yönettiği ya da hakim olduğu dünya da yabana atılır cinsten bir öngörü olmaz.
ÜTOPYA ve GELECEK, CERVANTES’İN DON QUIJOTESİ
Distopya edebiyat açısından azımsanmayacak kadar verimli bir konu çeşitliliği sunuyor ve temel bazı gerçeklere işaret ediyor olsa da Ütopyadan vazgeçmemek gerekir; çünkü ütopyası olan insan umutsuz kalmaz. Cervantes’in Don Quijote’si Ütopik bir yürüyüşü anlatır
Ütopya imkânsız olanı değil, imkân dahilindeki güzel geleceği müjdeler. Kurmaca bir dünya değildir anlattığı aslında, bir duygu aktarır… yaşanılabilir güzel bir dünyanın varlığı duygusu…
Herkesin zenginliklerden yararlanabildiği, resim, spor yapabildiği, gerçekten üretime katıldığı/ürettiği bir dünyadır bu.
Ütopya umut demektir; umutla yürümek demektir. Umutlu insan ayakta kalır ve geleceği için savaşır.