1. Haberler
  2. Analiz
  3. BRICS ve dünya barışı

BRICS ve dünya barışı

featured

Mustafa Özgür Sancar yazdı…

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Türkiye’nin BRICS’e tam üyeliğinin ciddi niyetlere dayandığını belirterek, ”NATO üyesi olması sorun değil” dedi. Bu gelişme, Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı ”BRICS üyesi ülkelerle müzakere yapıyoruz, onlar da bir evrim sürecinde” açıklamasıyla örtüşüyor.
Çok kutuplu dünya modeli için BRICS’in varlığı büyük bir önem arz ediyor. Ancak çok kutuplu olan bir dünya olası savaşları uzakta tutabilir.

ÇOK KUTUPLU DÜNYA VE BARIŞ

Rusya ve Çin, ABD’nin NATO marifetiyle çerçeveleme, ekonomik ve stratejik tehdit girişimlerini ancak bu denli yüksek bir uluslararası seçenek yaratarak bertaraf edebilirdi; son derece başarılı bir yönetim gösteriyorlar. NATO üyesi olmasına karşı Türkiye’nin birliğin bir parçası olabileceğinin ifade edilmiş olması bu gerçeğin en sarih göstergesi.

Varşova Paktı ve Bağlantısızlar Harekatı’nın dağılmasından sonra, Abd’nin egemenliğindeki NATO, tek kutuplu dünya projesinin yürütücüsü konumuna erişti. Bugün BRICS, öncesinde Şangay İşbirliği Örgütü, ayrıca Çin’in Afrika ülkeleri ile temeli 2000 yılına dayanan İşbirliği Formu’yla başlayan süreci, 2035 vizyonu, 2063 Acendası ile kurumsallaştırmış olması, çok kutupluluk olanaklarını daha da geliştiriyor; çünkü yıllarca insan ve zenginlikleri sömürülen Kara Afrikası bütün olarak Afrika yeni bir güç ve kutup olarak ortaya çıkıyor. Üstelik Batı medyasının tüm anti propagandasına karşın Çin ile eşit, karşılıklı bağımsızlığa saygı ilkesi etrafında bunu gerçekleştiriyorlar.

Çin’in bu konuda taviz içermeyen 5 tane ilkesi ilişkileri belirliyor: Afrika ülkelerinin içişlerine karışmamak, yatırım ve finans işlerinde limitleri aşan kazanç arayışında olmama, siyasi dayatmalarda bulunmamak ve yardımlar için siyasi şartlar öne sürmemek ve tercih edilen kalkınma projelerine müdahale etmemek.
Çok kutuplu dünyanın kendi içerisinde eşitlik ve dayanışma pratikleriyle kuruluyor olması, günün koşullarında dünya barışını korumanın biricik yolunu oluşturuyor.

Özellikle Güney Doğu Akdeniz, Ege, Batı Trakya ve Suriye’nin kuzeyinden tehditlerle karşı karşıya olan ülkemizin bu yeni kurulan dünyada -tutarlı biçimde- yer alması tehlikeleri bertaraf etme yeteneğini arttıracaktır.

MISIR, SURİYE, STRATEJİK DERİNLİK

Hiç kuşku yok ki onlarca milyar dolar zarardan sonra ve Doğu Akdeniz’deki, Yunan-Mısır ”hidrokarbon kaynakları işbirliği” anlaşmasından kaynaklanan stratejik kayıplara karşın Sisi’nin gelişiyle Mısır’la ilişkilerin yeniden tesis edilmesi, Mavi Vatan’da ABD ve Yunan tezlerine karşı önemli bir adım sayılabilir. Suriye devlet başkanı Esad’la yapılacak doğrudan bir görüşme bölgedeki güvenliğimiz ve artık millî bir güvenlik sorunu olan sığınmacı, kaçak sorununu çözmek bakımından bir o kadar önemli.

Ve bu bir iktidar meselesi, yüzünü ABD ve Batı’ya dönen değil, ezilen milletlerle birlikte yürüyen halkçı ve ulusalcı bir iktidarı varlığı meselesi…

Eylül Dünya Barışı adına sembolik anlamlarla yüklü… Ve bugün ortaya çıkan gelişmeler Eylül’ün bu içeriğine uygun seyrediyor.

Birleşmiş Milletler, her eylülün üçüncü salı gününü “Uluslararası Barış Günü” ilân etti; ancak Sovyetler Birliği ve onun öncülüğünü yaptığı Varşova Paktı, 1 Eylül’ü Barış Günü olarak kabul etmiştir, Bu farklılık zamana indirgenebilecek nitelikte değildir. Bir politik ayrışmanın doğal sonucudur.

SAVAŞ ZARURİ OLMADIKÇA CİNAYETTİR

Toplumlar ve insan politikadan bağımsız olamayacağına göre, kavramlar da politik tutumlardan bağımsız ele alınamaz. 1 Eylül Dünya Barış Günü ile 21 Eylül Uluslararası Barış Günü arasında, barışın nasıl olması ve ne şekilde getirilmesi gerektiği konusunda bu türden bir politik ayrım söz konusudur.
Sovyetlerin temsil ettiği anlayış ve Varşova Paktı, yanlış uygulama ve politikaları nedeniyle, eleştiriye çok açık olmakla birlikte, savaş ve sömürüyü doğuran eşitsizlikleri aşma iddiasında olduğu için daha kabul edilebilir niteliktedir.

Hep daha fazlasını isteyen, bu hâliyle toplum ve ulusların arasındaki sömürüye dayanan eşitsizliği yeniden üreten bir anlayışın gerçekten Dünya Barışı’nı savunması mümkün gözükmüyor.

“Savaş zaruri ve hayatî olmalıdır. Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir.”
-Mustafa Kemal Atatürk

HATIRLAMAKTAN DAHA ÖNEMLİ OLAN, DEĞİŞTİRMEKTİR

Savaş büyük bir yıkım ve insanî trajedi demektir. Atatürk bunu 1931’de söylediği, “Ulusun hayatı tehlikeye girmediği sürece savaş bir cinayettir” sözüyle tüm dünyaya duyurmuş ve insanlığın barış içerisinde kalarak varlığını koruyabileceğini ilân etmiştir: “Yurtta Sulh Cihanda Sulh.”

Naziler 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırarak 2. Dünya Savaşı’nı başlattılar. Milyonlarca insan hayatını kaybetti. Milyonlarca aile dağıldı ve çocuklar kimsesiz kaldı. ABD savaşın sonunda Japonya’nın iki kentine, Hiroşima ve Nagazaki’ye, atom bombası atarak insanlığın bugün bile etkisini hissetiği büyük bir felakete neden oldu. Bombanın atıldığı an 300 bine yakın insan hayatını kaybetti; bir o kadar da sonraki dönemde, bombanın yarattığı, kalıcı hastalıklar nedeniyle öldü.

Bu nedenle, Dünya Barış Günü için 1 Eylül tercih edilmiştir. Amaç 2. Dünya Savaşı ve sonuçlarını sürekli hatırda tutarak, savaşın yokedici, insanlık dışı yüzünü unutturmamaktır.

YENİ BİR DÜNYA

Barışı korumak için unutmamak önemlidir; ama asıl önemli olan savaşa neden olan koşulları yaratan dünyayı değiştirmektir.

İnsanların gerçekten eşit ve özgür yaşadığı bir dünyada ne savaş vardır ne açlık ne de kavga… ne doğanın katlî ne de iklim krizi,..

Ah mümkün olsa,
Savaş’tan Barış, Barış’tan insan yapardım
Ve her sabah çocuklara kurşun yerine
Şiir atardım…

Nâzım Hikmet Ran

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!