Bugün yaşadıklarımızı anlamak için bakılması gereken yer: 80’li 90’lı yıllar

featured

Ahmet Müfit yazdı…

Süleyman SoyluSedat Peker polemiği olarak başlayan olay, 90’lı yılların kilit ismi Mehmet Ağar ve AKP döneminin en önemli isimlerinden -Son Başbakan- Binali Yıldırım ile mahdumlarını da içine alarak hızla genişlemeye adeta siyasi bir girdaba dönüşmeye başlamış durumda. Yapılan her açıklamanın karşı bir açıklamayla yanıtlandığı, başka bir aleme ilişkin bir tiyatro oyununu izler gibiyiz.

Konuyla ilgili bence en önemli detay, Sedat Peker’in açıklamalarında/iddialarında yer alan birçok başlığın, daha önce birileri tarafından yazılmış, kitap haline getirilmiş, söylenmiş en azından Ankara kulislerinde konuşulmuş, buna rağmen çok fazla ilgi görmemiş, siyaset kurumu tarafından takibi yapılmamış, sonuç olarak üstü örtülmüş konulardan oluşuyor olması.

Geçmişten günümüze ülke siyasetini takip eden birçok gazetecinin ortak görüşü, Peker’in yeni olarak söylediği hemen hiç bir şeyin olmadığı, Susurluk skandalı, ülkücü mafya-devlet ilişkisi başta olmak üzere hepsinin daha önce duyulan, konuşulan, yazılan, kitaplaştırılan konular olduğu. Bir dönem konuşulup, yazılıp bir şekilde rafa kaldırılan, unutulan/unutturulan konular Peker’in ağzından, ilgi çekici detaylar ve yeni bir mizansenle bir kez daha servis ediliyor anlayacağınız.

Garip olan ya da bizim ülkemiz söz konusu olduğunda garip olmayan şey, bütün bunları Sedat Peker’in Netflix dizilerini hatırlatır videoları sonrasında sanki ilk defa duyuyormuş gibi şaşırıyor, olayı geçmişle ilişkilerinden bağımsız olarak, yalnızca bugüne ilişkin sonuçlarıyla değerlendiriyor olmamız.

Daha da şaşırtıcı olan, aynı davranış biçiminin ülkenin son 40-50 yılını gazeteci olarak yakından izlemiş, dolayısıyla anlatılanların detaylarına hakim gazeteciler, siyasetçiler açısından da geçerli olması. Peker’in açıklamalarında yer alan konulara bakıldığında, öncesi, sonrası ve günümüzle bağlantıları açısından, konunun tam da göbeğinde yer alan Susurluk skandalı konusunda -birkaç istisna dışında- ciddi bir sessizlik söz konusu.

Tartışmalar ısrarlı bir şekilde günümüzle sınırlı tutulmaya çalışılıyor, konunun geçmişi eskiye, 50’li, 70’li ama esas olarak 80’li, 90’lı yıllara dayanan bağlantıları ise mecbur kalınmadıkça görmezden geliniyor. Yaşananların, aynı AKP’nin aniden ortaya çıkıverişi gibi, 1979 tarihli TÜSİAD Bildirisi ile başlayıp, 12 Eylül, Özal, DYP-SHP/CHP, ANAYOL, REFAHYOL, ANASOL, DSP-MHP-ANAP ve 19 yıla yaklaşan AKP iktidarı ile devam eden bir sürecin sonucu olduğu görülmek/gösterilmek istenilmiyor.

Susurluk skandalından bahsedilirken, Mehmet Ağar sonrasında, İçişleri Bakanı olan Meral Akşener’in, söz konusu skandal öncesi bir tarihte olayın baş aktörlerinden Abdullah Çatlı ile aynı düğünde, aynı fotoğraf karesinde yer alması, halen CHP’de siyaset yapan Abdüllatif Şener’in, Gül’ün Susurluk skandalı döneminde, Ağar’la birlikte aynı kabinede yer alıp, birlikte siyasi sorumluluk taşıdıkları konuşulmuyor. Kimse onlara dönüpde bir şey sormuyor.

Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürlüğü yaptığı dönemde, DYP ve SHP/CHP koalisyonunun iktidar ortağı olduğu da kimse tarafından dile getirilmiyor. Her zaman olduğu gibi, olaylar kişiler bazlı olarak, “dedikodu tadında” tartışılırken, o yıllarda gerçekleştirilen ve yaşananların gerçek nedeni olan ekonomik ve siyasi arka plan görmezden geliniyor.

Oldukça uzun süredir bugünün sorunlarının kaynağının geçmişte, ama özellikle ülkemizde ulusal ekonominin tasfiye sürecinin başlatıldığı 80’li, Sovyetler Birliği ve Doğu Blokunun yıkılması sonrası “yeniden yapılandırma “ adı altında ulus devletlerin, neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin edilgen bir parçası haline getirilmeye çalışıldığı 90’lı yıllarda olduğunu dile getiriyorum. Bunu yapma nedenim, bugün yaşananların o dönemde, 12 Eylül’ün izlerini silmek, demokratikleşmek adı altında Dünya Bankası vb. gibi kuruluşların güdümünde/kılavuzluğunda ekonomik, idari ve siyasi yapıda gerçekleştirilen değişikliklerin, bu değişikliklerin ardında yatan görüş ve dinamiklerin sonucu olduğunu anlatabilmek.

Anlatabilmek gerekiyor, çünkü nedenler anlatılmayıp, yalnızca sonuçlar yani bugün yaşananlar üzerinden tartışıldığında, yanlışı düzeltme, aynı yanlışı tekrarlamama olanağınız da kalmıyor. “Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek” gibi bir çaresizliğin/çözümsüzlüğün, Einstein’ın sözleriyle ifade edersek “deliliğin”parçası haline geliyoruz.

Yaşananları, adeta başka bir dünyaya aitmiş gibi, gelmişiyle, geçmişiyle bağlantılarını görmezden gelerek izliyor ve tarafların birbirine attığı yumruklardan keyif alıyor bir görüntü sunuyor olmamıza bakıldığında, benim gibi düşünenlerin bu konuda çok da başarılı olamadığını söylemek mümkün. Belki de böyle bir bakış açısından kaçınma, sorunları nedenleriyle birlikte tartışmaktan kaçınıyor olma nedenimiz, o yıllara baktığımızda kendi sorumluluğumuzun da farkına varıyor ya da varacak olmamız.

Bugün yaşadıklarımızı anlamak için bakılması gereken yer: 80’li 90’lı yıllar

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 Yorum

  1. At izi ile it izinin birbirine karistigi dönem…..
    Ama öldürülenler hep belli adres !!!!!!
    Öldürenler?!!!!!!

  2. evet dogru soylemış

  3. Güzel bir özet yazı, teşekkürler …bakış pencerelerini çoğaltmak ve bu olan bitenlerin esas sorumlusu olan emperyal düşünce ve programın cahil toplulukları ne hallere sürüklediğine bakmak ve ibret alabilmek gerek yeni kurulacak toplumlar için..bize zaten geçmiş olsun…

  4. Evet, onları gayrinizami bazı operasyonlarda kullandınız. Hatta marş bile söylettiniz. Peki doğru muydu?

  5. Fotoğrafta Mehmet Ağar’ı görüyorum. Bela olduğu için fazla bulaşmak istemiyorum. Ama o dönem Tansu Çiller yazıyla bazı Kürt İşadamlarının öldürülmesi talimatını vermişti. Yazana değil yazdırana bakmak lazım.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!