Dil teri dökerek geçen bir ömür: Emin Özdemir

featured

Aykut Tayfur yazdı…

AYKUT TAYFUR

O, konuşmayı bir sanat olarak gördü. Anlatımı bir sanat olarak kitaplaştırdı. Okuma yazma bilenle hatta neyi ve nasıl okuduğuna bakarak “okur” olmanın bilincine varılmasını anlattı. Yazmayı, Türk dilinin muhteşem coşkusuna kapılmanın bir süreci gördü. Aklıyla, yüreğiyle yaşamı boyunca Türkçe için çalıştı. Çünkü Türkçe onun için uçsuz bucaksız bir okyanus gibiydi.

Emin Özdemir adı bu topraklardan ümidin kesilmeyeceğinin ispatlarından biridir. Her dönemde ve en karanlık zamanlarda Anadolu bir şekilde bünyesinden o zifiri karanlıkları yarıp geçecek mucizeleri çıkarabiliyor. Milyonlar, gözlerini kapatmış, cehaletin hadsiz bir kendine güveniyle sürüler halinde karanlığı yaşamaktan mutlu görünseler bile güneş doğdukça, yağmurlar yağdıkça, toprak devinimini sürdürdükçe bir tohum kabuğunu yarıp, tüm zorluklara rağmen yeşermek için fırsat kolluyor; yeşeriyor, büyüyüp gelişiyor ve körlüğe şifa olacak meyvelerini saçabiliyor.

21’inci yüzyılda öyle bir döneme denk geldik ki, zifiri bir karanlıkta yaşıyoruz, ama gözler bunu fark etmiyor; aksine cehaletin esrikliği ile her zamankinden daha aydınlık sanıyor. Saramago’nun Körlük romanını bizzat yaşasak da Genç Cumhuriyet’in yetiştirdiği o çalışkan insanların kendilerinden önceki kuşaktan aldıklarını üstüne katarak, yaşamın doğum kadar gerçeği olan o ölüm ânı gelmeden bir sonraki kuşağa  aktarabiliyor. Onların çalışkanlığı, disiplini, bilgisi, zekâlarıyla doğru orantılı bir kaybın ve acının izi yüreklerimizi yaksa da, geride kalanlara daha büyük bir güç, cesaret ile aydınlığa koşmak zorunlu bir mirastır.

Emin Özdemir, 1 Eylül 2017 tarihinde aydınlık özlemini bir an olsun kaybetmemişlere bu mirası bırakıp aramızdan ayrıldı. Şimdi onu anmak, çalışmalarından söz etmek ve bunu yazıya dökmek öyle zor ki. Ömrünü Türk diline adayan bir aydın: Onun sahip olduğu bilgi, birikim bir yazıya nasıl sığar, onun da dediği gibi, duyguları ifade edecek en doğru sözcüğü nasıl bulabilirim ve herkese bunu nasıl aktarabilirim, tasasıyla yazıyorum.

Onunla hiç karşılaşmadım. Zaman zaman anılarını sevgili Hayati Asılyazıcı’dan duydum, dinledim. Ve Türk Dil Kurumunun eleştirilerini en çok beğendiği yazar olarak kendisini takip ettiğini defalarca dile getirmişti.

İnsan Yüreğine Yolculuk’ta nasıl ki, birçok romandan onlarca karakter, Özdemir’in yanına gelip konuşuyordu: “Kurtz’un, ‘Bilmem, benim yaratıcım Joseph Condrad’ı tanır mısın?’” sonra “Hayalinde canlandırmaya çalıştığın Hürrem Sultan’ım ben,” diyen kadını… Kino ve Juana’nın, “Hani şu değerli bir inci yüzünden başlarına gelmedik kalmayan o karı koca,” dediğin Steinbeck’in İnci’sinin karakterlerinin ziyaretleri, eski dervişleri andıran haliyle Savaş ve Barış’ta neyi anlatmaya çalıştığını açıklayan Tolstoy’un bir anlığına belirmesi gibi, Emin Özdemir de bir yerlerde Türkçe için canhıraş çalışmaya devam ediyor. ‘“like’lamak, ‘okey’ artık Türkçedir,” diyebilen ünlü bir haber sunucusu, turiste mısır satacağım diye bir ülkenin adını mısırların üstüne “Egypt” diye yazan vatandaş veya yolları Arapça tabelalarla dolduranların ensesinde olmaya devam ediyor. Onlar bunu fark etmese de bir yazıda tek bir cümle için, bir sözcük için saatler, bazen, günlerce bekleyebilenlerin yanında yaşıyor Emin Özdemir Hoca. Çünkü Türk dili yaşıyor.

“Aynı gemideyiz”, “değiliz” gibi söylemler okuyorum bazen. Bizimse hiç gemimiz olmadı. Eski bir taka, küçük bir kayık, cehaletin, karanlığın fırtınasında bir tek batmayacak aracımızla yol alıyoruz. Batmaz, çünkü bize ait. Anadolu’ya ait: dümende başkası yok, Amerikalı, Katarlı yok, biz varız.

Onun kitaplarına bakınca yazıma konu olacak alıntıları seçmekte çok zorlanıyorum. Her cümlesi bir öğüt çünkü: bir yerde “ulusların, yazarları, ozanları olmaz, dillerin yazarları, ozanları vardır. Hangi dilde yazıyorlarsa o dilin yurttaşı sayılırlar,” diyor.  Bugün toplumun önüne yazar diye sunulan kişilerin hangi ulusun yurttaşı olduklarını düşünmez mi insan bu cümleyle?

Son otuz yılda şu ülkede olan cinayetlerin, tecavüzlerin, sapıklıkların artarak devam ettiklerini bir düşünün! Ekonomik sıkıntılar, cehalet, saplantılar ve bozuk psikolojiler; birçok neden sayılır ve doğrudur da, ama dipteki sebep ne? İşte burada ‘dil’ karşımıza çıkar. Çünkü davranışların temelinde bir duygu vardır. Her duygunun dışa vurumu en başta sözcüklerle gerçekleşir. “Kendini sözle anlatmakta sıkıntı çeken bireylerin oluşturduğu ‘konuşma özürlü’ bir topluma dönüştük,” diyor Emin Özdemir. Sözcüklerle iletişim gerçekleşmeyince fiziksel eylemler devreye giriyor. Karı kocanın arasındaki sorun konuşarak çözüme ulaşmıyor. İşçi ve işveren arasındaki sorun sözcüklerle çözülmüyor. Giderek daralan bir alanda yaşayamayan insan ruhu dengesini kaybediyor. Dengesiz bir ruh taşıyan bedendeyse artık bir insan yaşamıyor. “İnsan, sözcüklerle düşünür, sözcüklerle duyar. Anlatının da düşüncenin de temel taşı sözcüklerdir.” diyor Anlatım Sanatı’nda. Karşındaki insan kelimeleri bilmiyor, seni anlamıyor! İşte bu yüzden düşünen beyinlerin, bireylerin egemenliği değil, karanlığın egemenliği hüküm sürüyor. Bir toplumu bu “kaostan” ve kargaşadan çekip çıkaracak olan da sanat, edebiyattır. Nurullah Ataç’ın “Edebiyattan geçmemiş insanın hayali işlemez ki, kendisinden başkalarının acılarına, dertlerine ortak olabilsin, onlarla hemhal olabilsin,” ifadesinin geçtiği Edebiyat ve Ahlak isimli yazıyı alıntılamış Özdemir. Ne kadar doğru bir tespit.

Hayatımızdan sözcükler eksildikçe insanlığımız eksiliyor. Düşünme yetisini kaybetmenin sonunda konuşamayan, konuşulanı anlamayan vahşi yaratıklara dönüyoruz. Hiçbir şeyden habersiz yatan bir köpeğin üzerine aracını süren kişi artık bir insan değil. Bebeğini çöpe atan kadın bir insan değil. Kendisini reddeden kadını öldüren erkek bir insan değil. İnsan olmayan bir yığına dönüşmekten kurtulmanın tek yoludur okumak. Emin Özdemir işte bunu vermeye çalıştı bizlere. “Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okumasaydım insan doğasının karanlık dehlizlerinde suç işleme yönsemesinin nasıl çimlendiğini, nasıl boy atıp geliştiğini göremeyecektim. Suçun, suçluyu nasıl içten içe kemirip tükettiğini de…” O İyi Kitaplar Olmasaydı’da Suç ve Ceza için söyledikleri ancak bu kadar kısa ve net anlatılabilirdi.

İnsan, evrenin kendisi gibi. Ama yaşam sadece dünyada var. Dünya, insanın kalbi olmalı. Bu kalpte, katılık, vahşet, sevgisizlik; yani yaşam olmadığı gibi bir yayla, bir serin su kaynağı, bin bir güzellikte bir yer de olabilir. Aynı düşünceleri sorgulayan Özdemir, alıntıyla şunu ifade ediyor: “Erasmus’un söylediği bir söz vardır, günümüzde de geçerliliğini koruyan: ‘Hayvan, hayvan olarak doğar; ama insan, insan olarak doğmaz, insan olunur.’”

İnsan yavruları büyüdüğünde insan olabilecek mi, olamayacak mı? Bu şansa bırakılacak bir konu mudur? Bugünün Türkiye’si nüfus olarak artıyor olabilir, ama insan olarak nerelerdeyiz? Emin Özdemir’i okuduğumdan beri bu soruları soruyorum. Yanıtını onca denemesinde, araştırmasında sayfalarca örnekle, insanlığın yetiştirdiği yüzlerce yazarlardan yine kendisi veriyor. Onun ifadelerinden sonra Türkiye’de toplumun içinde bulunduğu buhran, dengesizlik, iç karartıcı olayların sebebini görebiliyorsun. Başka bir yazının konusudur ki; aydın yetiştiremiyorsun, yazar yetiştiremiyorsun. Medyanın toplumu popüler olanın sanatçı/yazar diye kandırdığı yılların ardından internetin yaygınlaşıp, sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle nerelere evrildik? Şu televizyon kanallarında kimler izlettirildi ve izlettiriliyor topluma? Ve kaç kere Emin Özdemir gibi aydınları tanıttılar halka?

1931 yılında doğan Emin Özdemir Köy Enstitüsü mezunuydu. Şimdiki televizyonlar bilir mi onun doğduğu yerleri? Şüpheliyim! Çünkü yıllardır ekranlara sadece bildiklerini çıkardılar. Oralarıysa bir annesi bilir, bir Anadolu bilir, bir Cumhuriyet bilir. “Doğduğun günü hiç unutmam. Amcanların tarlada arpa deriyorduk,” diye doğumunu anlattığını söylüyor annesinin. Anadolu toprağıyla yoğrulmuş bir yaşamdı onların ki. Doğdular, insan oldular, ışık oldular… Onlar aydındır, aydınlıktır ve ışıklar ölmez.

Eylül’ün bu ilk gününde ışığını, emeklerini, çalışmalarını bu toprağa miras bırakıp aramızdan ayrıldı Emin Özdemir. Türkçe, onun eksikliğini hep arayacak. Fakat onu yetiştiren Anadolu, kendi diline böylesine sevdalı dostlarını unutmayacağı gibi, nice o ve onlar gibilerinin yolundan gidecek koca yürekli insanları yetiştirmekten geri kalmayacaktır.

Tarihin ilk aşk şiiri diye bilinen, Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın çevirdiği “Canlar Canı” adlı şiirden örnek veriyor Emin Özdemir. İnsan Yüreğine Yolculuk’ta, “İnsan, dille bütünleşmiştir,” diyor. Dilimiz yüreğimizdir, duygularımızdır, varlığımızdır, insanlığımızdır.

Kimler okumalı Emin Özdemir’i? “İnsan olmak” isteyen herkes. Hele bir yazarsan, yazar adayıysan, iyi bir okur olmak istiyorsan… Eleştirel Okuma adlı çalışmasının giriş bölümünde şöyle diyor: “… insanımızı okuryazarlıktan okurluğa geçirmek zorundayız. Çağdaş insan okuyan, okudukları üzerinde düşünen, kendini sürekli yenileyendir.”

Adnan Binyazar, dostunun kitabına “sunu” yazdığında bir yerde şunu aktarmış: “Bir gün telefonda, ‘Yazarlığıma bir şey diyemem ama iyi bir okur olduğumla övünebilirim…’ dedi.”

Yazar diye ortalarda dolananlara bakınca, ne kadar alçakgönüllü! Şüphesiz iyi bir okur olmak, aydın bir insan olmanın en önemli şartı.

Sevgili okur, sen çok kıymetlisin. Birileri paranı, zamanını, aklını çalmak için hesaplar yapıyor nicedir. Dertleri seni dilinden, yüreğinden, yani Anadolu’ndan koparmak. Onların hırsızlıklarına izin verme. Sana yol gösterecek ışıkların, aydınların vardı ve hep var olacak. Okumak ve yazmak; insan yavrusunun, insan olabilmesi için tek seçenektir.

“Yinelemek gibi olacak ya, dil teri dökmeden, yorucu çabaları göze almadan, daha doğrusu sözcüklerle bir savaşıma girişmeden ne gerçek bir okur olunabilir, ne de yazar… Biraz daha açarak söyleyeyim: Yazınsallığın tadına varmanın da yolu dil teri dökmeyi gerektirir.”

Okuduğun bir yazıda dil teri var mıdır, yok mudur? Yazının sahibi geleceğin için dertlenmiş midir, bu topraktan tırtıklayıp, çalmak yerine bir şeyler verebilmek için çileleri göze almış mıdır? Bunların ayırdına varanlardır gerçek okur… Yazarların yazgısıdır bu çile. Çünkü insanlığın ortak değerleri, acıları vardır yaşamlarında. “Yazar örnek bir çilekeştir; çünkü hem acı çekmenin en derin katmanlarına inmiş hem de acısını yüceltmede profesyonel bir yöntem keşfetmiştir. Yazar, bir insan olarak acı çeker, yazar olarak da bu acısını sanata dönüştürür…” Susan Sontag

Cumhuriyet’imizin yetiştirdiği değerli aydınlarımızdan Emin Özdemir’i rahmetle ve büyük bir özlemle anıyorum. Türkçe için verdiği emeklerle hâlâ daha öğretmeye devam eden öğretmenimize sonsuz teşekkürler…

(Alıntılar: Emin Özdemir’in Bilgi Yayınevinden çıkan Eleştirel Okuma, İnsan Yüreğine Yolculuk, O İyi Kitaplar Olmasaydı, Anlatım Sanatı, Konuşma Sanatı isimli kitapları.)

 

 

Dil teri dökerek geçen bir ömür: Emin Özdemir

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. Sn Aykut Tayfur,
    Vefalı ve iyi anlayan bir dostluktan süzülen yazınız için teşekkürler. Yüreğinize, aklınıza sağlık, kaleminize kuvvet:)

    “İnsan yavruları büyüdüğünde insan olabilecek mi, olamayacak mı?” çok haklı sorunuz kişisel kaygılarla izlenilen bir soru olmaya devam ediyor Cumhuriyetimizin ilk 15 yıllık güneşi karartıldıktan beri. O güneş yeniden bulutlarından açılacak Türkçemizle bizi daha büyük sayılarla insan yapacak…

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!